Yeni Üyelik
18.
Bölüm

18-Korkunç Zebaniler ve Yeni Ev

@mihrininbahcesi

"Uzatmayasın artık hatun! Binesin şuna!"

"Sen beni anlamıyorsun galiba ben bu şeyle yolculuk yapmayacağım."

"Ne bekliyordun hatun! Tahtırevan mı?"

Tuğtekin, her daim üstünde olan uyuzluğuyla kendisine cevap veririrken Feride çareyi gözlerini devirmekte buldu. Kendisini pekte takmayarak tek seferde atına binen dağ ayısı, boyunun üç misli yükseklikte kendisini izlerken arkasında ki adamları isyan edercesine atlarını dizginlemeye çalışıyordu.

Onlara hak vermiyor değildi Feride ama kendisini de anlamaları gerekiyordu. Sanırsın Feride günlerini her zaman at üstünde geçiriyordu da ondan ata binmesini beklemiyordu ayrıca neden Çiçek sultan ile geldiği gibi at arabasında yolculuk yapamıyordu ki?

"Hatun, delirtmeyesin beni! Bu kadar insan seni bekler, hayde bin de gidelim."

"Ehh yeter be! Anlasana adam ben at binmeyi bilmiyorum. Sanırsın geldiğim yerde babamın at çiftliği vardı."

Bağırdığında tiz çıkan sesiyle herkesin kulağını tırmalayan Feride, bu haklı isyanı karşısında Tuğtekin'in atından bir hışımla inmesini beklemiyordu. Onun yere atlaması ile çıkan tok sesten irkilen Feride, bir kaç adım geri giderken ne demeye adamın ayarları ile oynayıp, yiğitlik yaptığını sorguluyordu. Hayır güzelce derdini anlatmak varken bu afrası tafrası neyeydi, kimeydi kendisi bile bilmiyordu.

Halası haklıydı vesselam! Feride, iflah olmaz bir çatlaktı.

"Hatun, bak son kez anlatırım,
burada ne tahtırevan vardır ne de at arabası ondan mütevellit bin şu hayvanada gidelim."

Tuğtekin'in üstüne basa basa sarf ettiği kelimelerle bıkkın bir tavır sergileyip nefesini dışarıya doğru üfleyen Feride, adamın algılarında ciddi ciddi bir problem olduğunu düşünmeye başlamıştı. Zira Feride, kendisini gayet güzel ifade ettiğinin farkındaydı. Gözlerini devirmekten son anda vazgeçip ellerini bel kemiğine yerleştirirken milli kavga pozunu alan Feride, ileriye doğru bir adım atmayı da ihmal etmedi. Şimdi güzelce derdini anlatıp, kendisine sunulan çözümleri düşünmesi gerekiyordu değil mi?

"Bak güzel arkadaşım, ya sen beni anlamak istemiyorsun ya da ben kendimi anlatamıyorum. Benim geldiğim yerde ata binmek diye bir şey yok, he çok zengin olacan bir çiftliğin olacak o zaman koştur koşturduğun kadar ama benim öyle bir lüksüm yoktu malesef. Gördüğüm ilk canlı at da ahan da senin bu kara atın."

Feride, başlarda güzel güzel kendisini ifade ederken sonlara doğru yeniden cazgır mahalle karısı moduna dönüşmeyi ihmal etmedi. Yok yani ondan anca bu kadarcık hanfendi çıkıyordu fazlası bünyede durmuyordu ne yapsın.

Tuğtekin'in elleri sakalını bulurken öfkeyle çekiştirdi. Sabrının son demlerini yaşadığı bariz belliydi. Kendisine daha fazla tahammül edemeyeceğini çok net bir şekilde belli ederken ellerini havaya doğru kaldırıp sabır diler bir şekilde askerlerinin arasını karıştı. Sanki Feride ne yapmıştı!

Feride, dağ ayısının sakinleşmesi için ona süre tanırken adamın vakit kaybetmeden gene dibinde bitmesi ile dişlerini sıktı. Umarım bu sefer kendisine bir çözüm ile gelmişti yoksa hiç hoş şeyler yaşanmayacaktı. Kendi atının eyerini sıkısıkıya tutup sağ eline alırken sol elinde de kendisine binmesi için getirdiği beyaz atın eyeri vardı. Kendisine söz hakkı tanımadan beyaz atın eyerini elini tutuştururken Feride oldukça şaşkındı. "Yaptıklarım aynısını yapasın!"

Feride, tam karşılık vermek için kendisini hazırlamıştı ki adamın gözlerinde gördüğü öfkeyle kelimelerini boğazından aşağıya yuvarlamak zorunda kaldı. Bu seferde sözlerine karşı gelecek olursa delibaşı Tuğtekin kendisini resmen öldürecek gibiydi. O yüzden el mecbur söylenenleri yapmak durumunda kaldı.

Tuğtekin, atının eyerini tutarak onu yürütürken Feride'de tıpkı onun gibi kar beyazı atıyla birlikte yürümeye başladı tabi arkalarından aheste aheste gelmekte olan deliler askerlerini de es geçemeyecekti. Tüm yolu böyle gitmek gibi saçma bir çabaya girmeyeceklerdi değil mi?

Sarayın ön kapısından uzaklaşıp Pınar pazarına yaklaşırlarken diğer askerlerde atlarından inip tıpkı kendileri gibi yürümeye başladılar. Feride, ses etmeden yürümeye devam ederken gözü pazar tezgahlarındaydı. Tezgahlarda o kadar renkli ve şaşalı nesneler vardı ki insan adeta kendisini kaybediyordu. Hatta öyle ki, Feride bir ara tezgahlarda gördüğü yeşil taşlı kolye yüzünden atının eyerini elinden kaçırmak gibi bir aptallık yapmıştı ama Allah'tan, Tuğtekin çevik davranmıştı da atın eyerlerini yeniden elini tutuşturmuştu. Tabi bunu yaparkende kendisini azarlamaktan büyük bir zevk almayıda ihmal etmemişti.

Büyük bir kalabalıkla pazarın içinden çıkıpta ormanlık bir yola girdiklerinde Feride'nin ayakları artık isyan ediyordu. Giydiği papuçlar çok dardı ve canını yakıyordu, bırakın üç günlük yolu beş dakikalık bir mesafeyi dahi yürüyecek mecali yoktu. Feride, kimsenin kendisini takmadan yoluna devam etmesiyle omuzlarını hüzünle düşürdü ve kendisine bir türlü alışmayıp yol boyu huzursuzluk eden atın eyerini ani bir kararla bıraktı.

Kar beyazı at resmen kendisine nispet eder gibi özgür bir şekilde koşmaya başladığında Temirbay'ın şaşkınlıkla atın peşine düştüğünü gören Feride, gene yanlış bir iş yaptığının farkına varmıştı varmasına ama üzerine alınmak istemiyordu.

Tuğtekin'in öfkeyle "Hatun! Sen ne ettiğini sanarsın" diye sorması üzerine oldukça masum bir şekilde "Yorulmuştum" diyen Feride, gerçekten bitap haldeydi.

"Sen bana sabır ihsan eyle Ya Hak!"

"Bana da ihsan eylesin o vakit! Yahu bir kendi cüssenize bakın bir de bana, sizce ben o kadar yolu yürüyerek gidebilir miyim?"

"Şükür etmeyi bilmez misin sen hatun, nedir bu sürekli bir şikayet hali?"

"Elh-"

"Güntuğ!"

Feride, tam da öyle bir insan olmadığını altını çize çize karşısında ki kas yığını adama izah edecekti ki onun hönkürmesi ile susmak durumunda kaldı. Soru soruyordu ama onun cevabını almaya tenezzül bile etmiyordu beyefendi.

"Buyurasın beyim!"

"Ne ettiniz, halledemediniz mi hala?"

"Beyim, askerleri yolladık lakin henüz haber gelmedi."

Tuğtekin başka birşey söylemeden yeniden kendisine dönerken adamın ne haltlar karıştırdığını merak etmişti doğrusu ama sormaya da çekiniyordu. Feride, tıpkı kendisi gibi ağacın koca gövdesine yaslanan adama yandan bir bakış atarken "Duracak mıyız burada böyle" diye soru verdi.

"Ne yapalım istersin hatun!"

Feride, uyuzluğun üzerinden aktığı adama burun kıvırıp önünü dönerken sinirle soludu. En son bu dağ ayısına karşı gelmemeyi kendisine öğütleyip durmuştu değil mi? Ahh! Feride kimi kandırıyordu ki, bu adama ne söz geçerdi ne de sözü dinlenirdi! Daha fazla ayakta durmamak adına ağaç gövdesine sürüne sürüne oturan Feride, askerlerinde kendince bir köşeye kurulduğunu görürken sağından yükselen sesin yaptığı açıklama ile kafasını hızla yukarı kaldırıp tepesinde tüm heybetiyle dikilen adama bakındı.

"At arabası gelecek, onu bekleriz malum sultan hazretleri başka türlü yolculuk yapamıyor."

Feride, bir kaç kez ağzını açıp kapatırken ne demesi gerektiğini bilemiyordu. Resmen kendisine açıklama yapan adama ufo görmüş masum köylü gibi bakıyordu. En iyisi önüne dönüp sessizce beklemeye devam etmekti. Tuğtekin, hala tepesinde dikilmeye devam ederken şöyle bir etrafına göz gezdiren Feride, üzerinde ki tuhaf bakışlara artık aşina olmuştu.

Deluler askerleri onun kim olduğunu ve nereden geldiğini bilmesine rağmen böyle dikkatli bakarken bir de kendisini tanımayan insanların bakışlarını düşünüyordu Feride... o buraya alışmıştı lakin burada ki insanlar onu bir türlü alışamıyordu. En kötüsü de buydu işte, istediği kadar buraya uyum sağlamaya çalışsın kimse onu kabul etmeyecekti. Feride buna emindi!

Hüzünlü bakışları ayağına kayarken eteğinin izin verdiği ölçüde ayakkabılarını ayağından çıkaran Feride artık daha rahatlamış hissediyordu. Bu ufak ayakkabılar canını yakıyordu ve onlardan kurtulmak çok mantıklı bir hareket olmuştu tabi bu sadece Feride için mantıklı bir hareket olmalıydı ki Tuğtekin yine ve yeniden kendisine adam öldüren bakışlarını atmaya başlamıştı.

"Yine ne var?"

Feride, artık bıkkın bir tavırla kendisine iflah olmazsın bakışları atan adama çatarken Tuğtekin sadece "Önüne dönesin nazlı sultan" diyerek kendisini susturmuştu.

Feride, Tuğtekin ile laf dalaşına girmemek istemediğini tavrıyla çok net belli ederken yüzünü düşürmüştü. Ne yani onun canı yanamaz mıydı? Bir şeyler hakkında nazlanmaya hakkı olamaz mıydı? Kendisi dahil yaklaşık yarım saat boyunca kimseden tek ses çıkmazken Feride? artık çok sıkılmıştı ama tabi ki de bunu dile getirmeye hakkı yoktu. Çünkü niye, Tuğtekin öyle istiyordu.

Feride artık isyan bayraklarını çekmiş tam artık sıkıldığını dile getirecekti ki arkalarından gelen nal sesleri ile kulaklarını oraya dikti. Bekleyiş son bulmuştu. Tuğtekin'in koca cüssesinin izin verdiği ölçüde yanlarına yaklaşan at arabası ile bakışın Feride, şükür dedi. Ata binmektense rahatsız tahtaların üzerinde yolculuk yapmayı yeğlerdi.

"Geldi mi, gidiyor muyuz?"

Kendisinin heyecanlı tavrını görmezden gelerek at arabasına yaklaşan delibaş, atların eyerini tutan adama tekinsiz bir bakış atıp "Akbay, sen geçesin" diye bağırıp yeniden birilerini emir vermeye başlamıştı.
Askeri lafını ikiletmeden at arabasının eyerlerini eline alırken, Feride yerde eçiş bücüş duran ayakkabılara yandan bir bakış atıp eline alarak ayağa kalktı. Aslında şu küçük ayakkabıları burada bırakıp onlardan sonsuza dek kurtulabilirdi ama Tuğtekin'den korkuyordu şimdi bir de ona laf ederdi bu dağ ayısı!

Tuğtekin'in yanından geçerken onun bakışları yine ve yine elinde tuttuğu ayakkabılarına kaydı. Allah aşkına bu adamın ayakkabılarıyla ne derdi vardı?

"Geçesin hatun geçesin, zaten senin sayende çokça vakit kaybettik daha fazla oyalanmayalım."

Biz napıyoruz acaba!

"Biniyoruz işte!"

Feride, at arabasının küçük kapısını açıp içine gireceği vakit Tuğtekin açık kapıyı tutup buna izin vermedi.

"Bana bak hatun, bu son isteğin olsun! Bir daha o ağzını açıp ters bir şey dersen seni kendi ellerimle Sinan'a veririm."

Bu manyak kendisini tehdit ederek korkutabileceğini mi sanıyordu? Yani öyle sanıyorsa hakkı vardı ama bunu ona belli etmeye niyeti yoktu! Kuyruğu dik tut kızım!

"Sinan'a verebilecek olsan hiç kurtarmazdın dağ ayısı!"

Tuğtekin'in gittikçe harlanan sinirini birinci elden gören Feride, hızlı bir şekilde arabanın içine girip kapıyı kapatırken eliyle kapının açılmaması için sıkıca tutmaya başladı. Bir müddet hiçbir zorlama olmayınca bu sefer de kulağını kapıya dayayan Feride, dışarıdaki sesleri dinlemeye başladı. Hiç ses yoktu, acaba gitmiş miydi? Rahatlıkla elini kapıdan çeken Feride, aynı anda kapıya inen yumrukla yerinde zıpladı ve bu korkuyla kafasını at arabasının tahta tepesine vurdu.

Manyak herif, kapıyı kırmak pahasına yumruk atmıştı!

2 gün sonra (Pandiki)

"Çok şanslısın Feride, buralara geleli ne kadar oldu ve sen sarayı gördün hatta görmekle kalmadın bizzat sultanla tanışıp ahpap oldun."

Bir de o şansı Feride'den dinleseler keşke!

"Ya Mara, pek şanslıyımdır."

Elindeki sepete topladığı otları itinayla yerleştiren Feride, doğanın temiz oksijenini bol bol içine çekmekle meşguldü.

"Geleli saatler olmasına rağmen bizimle ilaç yapmak için buralara kadar geldin Feride, sağolasın!"

İki günlük yolculuğun sonunda Salabuca'nın aktarına geri dönen Feride, kendisine hiçbir şey söylemeden onu kızlara emanet edip giden Tuğtekin'in ardından soluğu kızlarla dağa çıkarak almıştı. Kızlar, Salabuca için ot toplamaya çıkacakları sıra peşlerine takılarak at arabasının kasvetli havasından kurtulmak istemişti zira öylede olmuştu. Açık hava iyi gelmişti.

"Önemli değil, buraya gelmek bana da iyi geldi."

"Feride, saray güzel miydi?"

Hafsa'nın saraydan bahsederken parlayan gözleri dikkatinden kaçmazken Feride onun saraya olan sevdasını hemen anlamıştı.

"Çok güzeldi, sen daha önce hiç gitmeden galiba?"

"Alem kızsın Feride, kim sarayı görmüş ki bizde görelim."

"Görmek için bile gidemez misin?"

"Tabi ki de gidemeyiz, bizim gibi alt kesim insanların sarayda ne işi ola!"

"Benc-"

Feride'nin sözlerini yarıda kesmesine sebep olan gürültü ile kızlar aynı anda arkalarını dönerlerken Mara ve Hafta tedbirli bir şekilde ellerinde ki sepetleri yere bıraktılar.

"Sizde duydunuz değil mi?"

Hafsa'nın sorusuna cevap vermek yerine Mara'nın koluna yapışan Feride, gelecek olan tehlikeden en fazla korkan kişiydi. Ses çıkaran şey her ne ise bu dağ başında üç kızı da bir hayli tedirgin etmişti.

"Hafsa, sepetleri alasın gideriz."

"Kızlar biraz sakin mi olsak, belki de sadece kedidir."

Üç kız da birbirinden güç almak istercesine yanyana dizilirken, Feride ortaya attığı tezin doğruluğu için dua etmeye başladı. Umuyordu ki bu şey sadece kedi olsun. Minik adımlarla gerileyen Mara'ya ayak uyduran kızlar arkalarından duydukları bir diğer ses ile bu seferde korkuyla oraya dönmek zorunda kaldılar. Feride artık tek bir şeyden emindi o da bu şeylerin kedi olmadığı!

"Mara, neler oluyor?"

"Bilmiyorum ama sakin olmamız lazım."

Feride, bir yanına Hafsa'yı diğer yanına da Mara'yı almış temkinli adımlarla ilerlerken önlerinde ki ufak ağaçların arasından dev gibi bir adam çıkıvermişti. Hafsa'nın ve Feride'nin çığlığı ıssız ormanı ayağa kaldırırken kızlar daha ne olduğunu anlayamadan etraflarını birden fazla adam sarmaya başladı.

Adamların üzerlerinde ki elbiseler Feride'nin burada gördüklerinden çok farklıydı. Siyah elbiselerinin üzerlerinde binlerce farklı tüy vardı, yüzlerinde ise garip boyalarla ile çizilmiş şekiller. Resmen boyalarla kendilerini kamufule etmişlerdi birde bu yetmezmiş gibi burunlarına kadar çektikleri siyah bez parçaları onların kimliklerini daha da esrarengiz bir hala getirmişti.

"Ha-hafsa."

"K-orkma Feride, sakin olmalıyız."

Feride'nin ödü başka yerlerinde atmaya başlarken, Mara kızları bırakıp bir adım öne çıktı. Hafsa, her ne kadar onu tutmak için çabalasada hiçbir şey yapamadı. Mara, kendinden emin bir şekilde önlerine siper olmuşken arkadaki iki genç kızın korkusu hat safadaydı.

"Kimsiniz siz! Deyin hele, bizden ne istersiniz?"

"Sizinle bir derdimiz yoktur hatun, şu arkanda duran uzun hatunu bize veresiniz ardından yolunuza devam edesiniz!

Uzun hatun? Feride!

Feride, kızların arasındaki en uzun kişi olarak korkuyla titrerken onların da bakışları kendisini bulmuştu. Korktuğunu bariz bir şekilde belli eden Feride, elini Hafsa'dan kurtarıp bir kaç adım gerilerken sertçe yutkundu.

Onu bu korkunç zebanilere vermezlerdi değil mi?

"Biz size kimseye vermeyiz, basıp yolunuza gidesiniz!"

Mara'nın, aksi ve korumacı sesi Feride'yi rahatlatırken tuttuğu nefesini bir solukta geri bıraktı. Az evvel bağıran adamın iğrenç kahkahası boş ormanda kuşları dahi ürkütürken, Feride kendinden emin bir şekilde soluğu Mara'nın yanında aldı ve ona arka çıktığını gerdiği göğsüyle herkese belli etti.

"Alasınız şu hatunu!"

Çirkin adamın emriyle aynı anda üzerlerine yürümeye başlayan adamlarla nefes alışverişi hızlanan Feride, adeta kanında akan adrenalin sesini duyuyordu. Üç kıza karşı beş adam, hiç şansları yoktu. Zebani kılıklı adamlar kızların üzerine ölümcül bir ağırlıkta ilerlerken bir de ellerini kınından ki kılıçlara atmışlardı işte bu korkudan ölmek üzerine olan Feride için son hamleydi.

Mara ve Hafsa, sanki bu anı bekliyormuşcasına bellerinde ki küçük hançerlere asılırken karşılarında ki beş zebaniye kafa tutmaya çoktan hazır gibiydiler. Feride, kendisini geriye doğru itip önüne siper olan kızlara hayretle bakarlarken adamların bağırarak üzerlerine doğru koşması ile korkuyla gözleri kapadı.

SALABUCA'nın AKTARI;

Temirbay, Salabuca'nın oturması için yere düşmüş taburelerden birini kaldırıp, temiz bir köşeye koyarak hırpalanan yaşlı adamı oturttu. Bu sırada Tuğtekin yeniden aktarın içine girerek doğruca ihtiyar adama yaklaştı.

"İyi misin Salabuca?"

"İyiyim beyim, sağolasın."

İhtiyar adamın hali ayan beyan ortadayken Tuğtekin onun iyiyim safsatasına inanmamıştı. Önünde ki kırık eşyaları ayağıyla temizleyip Salabuca'nın yanında ki boş iskembeye otururken eli derin bir düşünceyle uzun sakallarına gitti.

"Ne oldu burada yaşlı kurt, deyesin hele! Hangi soysuz etti bunları?"

"Bir bilsem beyim, tanımam etmem gelenleri."

"Ne isterler peki Salabuca, demediler mi?"

Güntuğ, merakını dizginleyemeyip yaşlı adama sorusunu yöneltirken, Salabuca, Temirbay'ın kendisine uzattığı bastonunu alarak bu soruya cevap verdi.

"Dediler evlat, demezler mi!"

Tuğtekin, güpegündüz kendisine emanet edilen şehirde çıkan bu karmaşanın sebebini öğrenmek için oturduğu küçük iskembede ileriye doğru kayarken sabırsız bir şekilde "Diyesin o vakit İhtiyar, ne ister bu soysuzlar" diye sordu.

"Feride kızımı almaya gelmişler beyim, çok şükür ki burada değildi."

"Feride hatun mu?"

Tuğtekin, artık aşinası olduğu ismi bir kez daha zikrederken çok sinirliydi. Ne demeye onu ararlardı bu kefereler, en önemlisi ondan ne isterlerdi? Yoksa tüm bu rezillik o Sinan denen soysuzun başının altından mı çıkardı.

"Evet beyim, onu almadan buradan gitmeyecekleri bellidir."

"Feride hatun şimdi nerededir Salabuca?"

"Kızlarla, Farsa dağına çıkmışlardı beyim."

Tuğtekin, duydukları ile bir hışımla ufak tabureden kalkarak arkasında duran Temirbay'ın karşısına dikildi.
"Yanına iki kişi alıp Farsa'ya çıkasın Temirbay, kızları almadan da dönmeyesin."

Temibay, beyinden aldığı emirlere Akbay ve Güntuğ'u da yanına alarak aktardan çıkarken pazarın başında gördüğü hatunlar ile olduğu yerde kalakaldı.

Feride ve Hafsa, Mara'yı aralarına almış bir şekilde aheste aheste buraya geliyordu. Hepsi bitap bir haldeydi özellikle de Mara! Şimdilik onları gören tek kişi Temirbay'dı, tam arkasını dönüp beyine durumu izah etmek üzereydi ki onun bağırması ile meramını anlatamadan susmak zorunda kaldı.

"Hala ne beklersin Temirbay, hayde gidesin!"

"Beyim hatunlar gelirler."

Tuğtekin, bir hışımla kapıya çıkarken diğer çocuklarda onunla birlikte kapıya yaklaştı. Olayların bu denli hızlı geliştiği bu zaman diliminde Feride, yorgunluktan ölmek üzereydi. Mara'nın ağırlığını her ne kadar Hafsa ile paylaşsa da saatlerdir yol yürümekten tabanları ağırmış ve kolları kopmuştu. Saatler sonra aktara yaklaşmış olmanın sevinciyle son bir gayretle adımlarını birbiri arkasına sıralarken henüz umudunu yitirmemişti.

Aktarın kapısına yaklaştıkça orada ki kalabalığın farkına varan iki kız, henüz başlarına geleni algılayamayan adamlara seslenmek isterlerken Mara'nın bir anda ellerinden kayıp yere düşmesi ile bağırmaya başladılar. Feride, kapının önünde durmakta olan askerlere karşı "Yardım edin" diye bağırırken korkudan dizlerinin üzerine düştü.

Mara'nın yanlarından alınıp içeriye taşınmasını dolu gözlerle izleyen kızlar bitap haldeydi. Özellikle de Feride! Kızların onu korumak için canıyla, kanıyla dönüşmesini kaçak bir şekilde izlerken kendisinden utanmıştı. Hem Hafsa hem Mara onun için dövüşürken Feride'nin yaptığı tek şey bir korkak gibi saklanmak olmuştu.

Tıpkı kendisi gibi ilk başlarda korkan Hafsa bile canı pahasına orada savaş verirken nerden geldiği belli olmayan bir ok yüzünden Mara yaralanmıştı. Sonrası ise kızlar için büyük bir kaos! Oradan nasıl kurtulduklarını bile henüz algılayamıyorlardı. Mara'yı sırtladıkları gibi orman yollarda kaybolan iki kız yardım için çok debelenmişlerdi ama onlara uzatılan bir yardım eli bulamamışlardı ve buraya kadar Mara'yı taşıyarak gelmek zorunda kalmışlardı.

O zebani kılıklı herifler her şeyi öyle güzel planlanmışlardı ki oraya gittikleri atları bile en baştan serbest bırakmışlardı, böylece kızlar tüm yolu yürüyerek gelmek zorunda kalmışlardı.

Feride, olan biteni bir kez daha yaşarken Tuğtekin'in yanına kadar sokulduğunu çok sonradan fark edebildi. "İyi misin hatun?"

Konuşmayacak kadar kötü olduğundan sadece başını sallamak ile yetinen Feride, nefes nefese "Mara, o nerede" diye telaşla sordu.

"İçeridedir!"

Feride, bütün yorgunluğunu bir kenara atarak yerinden kalkıp Tuğtekin ile birlikte koşar adımlarla aktardan içeriye girdi. Etrafta ki dağınıklık gözünden kaçmazken küçük oda da Mara'yı aramaya koyuldu. İki asker genç kızı yere bırakmış ve Salabuca'nın yardımı ile omzunda ki oku kırmışlardı.

Feride, geldikleri yolu hesaba katarak Mara'nın çok fazla kan kaybettiğinin bilincinde elini çabuk tutarak aktarın içinde ki tezgaha yaklaştı ve tek bir hamlede üzerinde olan her şeyi yere fırlattı. Çıkan gürültüyle herkesin dikkatini üzerine çekerken oldukça soğukkanlı davranıyordu.

"Bakmayın öyle, Mara'yı hemen buraya getirin ve yüz üstü yatırın."

Feride, otoriter bir şekilde askerlere bağırırken aktarın içerisinde koşuşturup ihtiyacı olan malzemeleri bir bir toplamaya başladı. Bulamadığı yerde de Salabuca'dan yardım aldı. Akbay'ın kucağına aldığı kızı önünde ki masaya yatırmasını tedirgin bir şekilde izleyen Feride, Salabuca'nın önüne bıraktı sıcak suya minnetle bakındı. Burada ki en steril şey o olsa gerekti.

Feride vakit kaybetmeden ellerini yıkayıp Mara'nın kendisini korumak için kullandığı hançeri ile hızlı davranıp omzunda ki elbisenin kumaşını kesmeye başladı. Kızın yarasına ön muayene yapan Feride, erkeklerin hızla arkasını dönmesi ve Tuğtekin'in söylenmesi ile onların varlığını yeni yeni idrak ederken kalabalığı içeriden çıkartmayı akıl edememişti ama şimdi önemli olan bu değildi, fazlasıyla kan kaybeden kadındı mühim olan! Kendi hayatını bir kaç gün önce tanıdığı kızı kurtarmak için feda eden kadın!

"Hafsa, bulabildiğin bütün yumuşak kumaşları topla getir. Acele et lütfen."

Feride, tampon yapabilmek için elinde ki tüm imkanları sonunda kadar kullanmakta kararlıydı. Burada gazlı tampon bulması imkansız gibi bir şeydi ama elinde havlular ve bitkisel ilaçlar vardı bu bile onların için nimet sayılıyordu.

Feride, Hafsa'nın yanından ayrılması ile elini kırılmış okun üzerine atarken gözleri Salabuca'yı buldu. "Yaraya baskı yapan parçayı çıkaracağım, ben elimi çekmeden üzerine baskı yapmalısın Salabuca."

Feride, gerekli şeyleri yaşlı adama anlatıp Mara'nın omzunun üzerine yüklenirken başını genç kızın kulağına doğru eğerek "Bu biraz acıyacak ama dayan kızım" diyerek kendince onu teskin etti ve sağ eliyle Mara'nın omzuna baskı uygularken sol eliyle de hızlı bir şekilde kızın omzuna üç santim kadar saplanmış olan parçayı çıkardı.

Mara, ağrının şiddetini baygın olmasına rağmen hissedip çığlık atarken, Akbay soluğu kızın yanında almıştı.

"Neler olur?"

Feride, endişeli adama açıklama yaparken bir yandan da yaraya müdahale ediyordu.

"Vücudu şuan için çok hassas, fazla kan kaybetti bilinci her an kapanabilir."

"O iyi olacak mı?"

"Elimden geleni yapacağım şimdi burayı boşaltın. Zaten yeterince kan kaybetti ve yarasının iltihap kapması şuan da isteyeceğim en son şey!"

Feride'yi daha önce hiç bu kadar ciddi görmeyen delibaş askerleri mekanik bir şekilde odaya terk ederlerken, Tuğtekin ilk defa bu kadar sorumluluk sahibi olduğunu fark ettiği kadını bir köşede sessizce izliyordu. Bu sırada Hafsa'nın getirdiği temiz bezleri yaraya tampon yapmak için kullanan Feride, ilerleyeceği yolu Salabuca ile de paylaşırken kendinden oldukça emin görünüyordu.

"Yarası en fazla 3 santim derinliğinde şanslıyız ki daha fazla derine inmemiş. Şimdilik bir iltihaplanma söz konusu olmadığı için yarayı kapatabilirim ama fazla kan kaybetti ne zaman uyanır yada uyandıktan sonra ne gibi komplikasyonlarla yani sorunlarla karşılaşırız şimdilik bilemiyorum."

"Sen işini yapasın kızım, sana güveniriz. Hafsa, sen de Mara kızım için kan yapıcı bir şeyler hazırlayasın."

Salabuca'nın kendisine olan güveninden gurur duyan Feride, ona minnetle tebessüm edip yarayı kapatmak için işe koyuldu. Yarayı güzelce temizledikten sonra dikiş aşamasına geçen Feride, artık daha rahatlamış hissediyordu ve girdiği gibi dikkatinden kaçmayan dağınıklığın sebebini şimdi sorabilirdi.

"Farsa'da ne oldu?"

"Burada ne oldu?"

İki gençte aynı anda birbirine benzer sorular sorarken aralarında ufak çaplı bir sessizlik oluştu çünkü ikisine az çok bunlara neyin sebep olduğunu biliyordu.

"O değil mi? Beni istiyor!"

Tuğtekin, duyduğu soru karşısında yumruklarını sıkarken kanının delicesine kaynadığının farkında bile değildi.

"Kimse seni alamaz, meraklanmayasın hatun! Sadece işine odaklanasın, Mara sana emanettir."

Feride, bir zamanlar Mara ile Sinan arasında geçen olayları bilmesede yine de bu durumu kabullenemedi ve hırsla şu sözleri sarf etti

"Yapacağım, o herife inat bu kızı sapasağlam ayakta göreceğim."

Tuğtekin, başka bir şey söylemeden odadan çıkarken Feride ile Hafsa birbirlerine umut dolu gözlerle bakarak Mara için dua etmeye başladılar.

BİR KAÇ SAAT SONRA

Feride, hem açlıktan hem de yorgunluktan bitap düşmüş bir halde aktardan çıkarken niyeti biraz temiz hava almaktı ama karşılaştığı kalabalık asker grubu ile bir an için şaşırmadan edemedi. Anlaşılan güvenlikleri için çoktan önlem alınmıştı. Aslında Feride, buradan gidecek olursa her şey son bulurdu. Sinan, burada ki insanların peşini bırakır ve kimse kendisi yüzünden rahatını bozmak zorunda kalmazdı.

"Başka bir sual istemem, son sözüm budur!"

Feride, artık aşinası olduğu sesin sahibini anında tanırken sağa dönerek az ileride duran taburelerde oturan adamlara yaklaştı. Tuğtekin ve Salabuca'nın konuşmasına kulak misafiri olurken oldukça rahat tavırlarla bir ağacın gövdesine yaklaşarak onları daha rahat duyabileceği bir şekilde konumlandı.

"Beyim, telaşla bir karar vermeyesin, bunun sonuçlarını düşünesin."

"Herkes için en hayırlısı budur Salabuca! Feride hatun bundan böyle benimle birlikte kalacaktır!"

Yok daha neler, ne demek Feride hatun benimle kalacak?

 

H

adi bakalım, sizce bizleri neler bekliyor?

Mara, iyileşecek mi?

Peki ya Akbay'a neler oluyor?

Salabuca'ya ne demeli, neden Tuğtekin beyine Feride'yi götürmemesi için baskı sağlamaya çalışıyor?

 

Loading...
0%