Yeni Üyelik
19.
Bölüm

19-Beklenmedik Yaşam Alanı ve Aceleci Kararlar

@mihrininbahcesi

"Feride, Feride uyanasın! Mara kendini geldi."

Kolunu deşmek pahasına sarsan ve kulağında senfoni veren Hafsa yüzünden bir kaç saatlik uykusundan uyanan Feride, genç kıza sinirle bakarken neler olduğunu algılayamaya çalışıyordu.

"Mara uyandı diyorum, hadi seni bekliyoruz."

Uykusuz bünyesi sonunda algılarının açılmasına izin verirken, Feride uyukladığı sandalyeden bir hışımla kalkarak merdivenlere yöneldi. Saatler önce Mara ve diğerleri ile birlikte güvenlik için Delibaş ocağına gelmişlerdi. Mara'yı yukarıda ki tedavi odalarından birine aldıkları içinde Feride şuan da oraya ulaşmaya çalışıyordu.

Merdivenleri hızla arşınlayıp tedavi odasına giren Feride, odada ki kalacağı zorda olsa yararak genç kızın yanına yaklaştı. Gözlerinin kapalı olmasıyla bileğine yapışıp ilk önce nabzını kontrol eden Feride sonrasın da genç kıza adıyla seslenip bilincinin ne derecede yerinde olduğunu test etmek istedi.

"Mara, beni duyuyor musun?"

"Mara!"

Feride, ses vermek şöyle dursun gözünü dahi açmayan kıza tedirgin bir şekilde yaklaşırken sol eline uygulanan ufak baskıyla derin bir nefes aldı. Mara, kolunu sıkıyordu. Bir kaç tektikten sonra güler bir yüzle odadakilere dönen Feride, herkesin beklediği o sözleri söyledi. "Gözümüz aydın!"

Hafsa başta olmak üzere herkes sevincini açık bir şekilde belli ederken Feride'nin eli boynuna doğru gitti. İki gündür sandalye tepesinde uyumaktan heryeri uyumuştu ve biraz dinlemesi gerekiyordu. Ufak adımlarla az ilerisinde duran kıza doğru yaklaşırken sesini alçak tutmaya özen gösteren Feride, "Bundan sonrası ile sen ilgilenebilirsin değil mi Hafsa" diyerek biraz dinlemek istediğini belirtti.

"Merak etmeyesin Feride, Allah senden razı olsun. Sen olmasaydın Mara'nın hali nice olurdu bilemezdik."

Feride, elini kendisine minnetle bakan kızın omzuna koyarken aynı şekilde tebessüm etti. "Ben sadece yapmam gerekeni yaptım gerisi taktiri ilahi. Şimdi izninle biraz dinleneyim sonrasın da yeniden yanınıza uğrarım."

Hafsa'nın kendisini onaylaması ile gerekli şeyleri anlatıp kalabalık girişten ayrılan Feride, arkasında bıraktığı kalabalık gruba bir kez daha bakarken onlara imrenmişti. Bu insanların arasında hiçbir şekilde üstünlük taslama çabası yoktu, öyle ki her birinin rütbesi ve yaşam kalitesi birbirinden farkıydı ama hepsi kocaman bir aile olmayı başarabilmişlerdi. İşte Feride onların bu yakınlıklarını kıskanmıştı.

Onun hayatı dört kişiden ibaretti. Halası, eniştesi, Nebibe ablası ve can dostum dediği Ümmü! İşte Feride'nin küçük yaşantısı sadece bu dört kişiden oluşuyordu ne eksik ne fazla! O yüzden bu deliler askerlerini ve diğerlerinin dostluk bağları kendisini ilk günden beri imrendiriyordu.

"Nereye gidersin?"

Eli büyük kapının kulpunda asılı dururken kendisine yaklaşmakta olan adamı yeni idrak eden Feride, Tuğtekin'e alttan bir bakış atarak ona doğru döndü. Az evvel duygusal bir döngünün içinde kaybolan Feride, kendisine sürekli hesap soran adama bıkkın bir şekilde bakarken isteksiz bir şekilde cevap verdi.

"Üç gecedir buradayım, Mara'da uyandığına göre biraz dinlenmek istiyorum."

"Üç gecedir kendini helak eden sensin, ben sana odalardan birinde dinlenesin demedim mi hatun?"

"Belki ben burada kalmak istemiyorumdur, olamaz mı?"

"Hasbinallah ve nimel vekil! O vakit yürüyesin!"

"Sağol, kendim giderim bekçiliğine ihtiyacım yok."

"Hatun! Hala neye inat edersin, Mara içeride yaralı yatar, Salabuca desen hala kendini toplayamadı, ne istersin bizden?"

"Ben sizden bir şey istemiyorum ama siz beni anlamıyorsunuz! Ben burada, yanınız da kaldığın müddetçe bu sahneleri daha çok izleyeceksiniz. Ne istiyorsun anlamıyorum ki, daha fazla ölüm mü?"

Ölüm! Feride'nin ağzından ne kadar da kolay çıkmıştı bu kelime! Oysa Feride, sırf bu kelimenin yaşattığı histen kurtulmak için onca yıllık emeğinin sonucunda kazandığı mesleğini bir çırpıda bırakmıştı ama hayat buya kaçtığı şeyler yeniden bulmuştu kendisini.

Tuğtekin, bir hışımla arkasını dönüp giderken, Feride onunda artık tüm bu kargaşalardan vazgeçtiğini anladı ve bunda sonunda kadar haklıydı. Feride, geldiğini günden beri onların başına beladan başka hiçbir şey getirmemişti.
Sessiz sedasız kapıyla bakışmayı sürdürürken düşündü, nereye gidecekti, buradan ayrıldıktan sonra nereye gidecekti? Hadi buradakileri düşünüp gitmeyi kendinde hak buldu peki ya sonrası, sonrasında bir başına ne edecekti? Sinan'ın gazabından kendisini nasıl koruyacaktı?

"Hatun, sana derim duymaz mısın?"

Feride, düşünceleri arasında kulağına patlayan yüksek ses ile kendisine gelirken dudaklarından "Ne" diye ufak bir nida kaçtı.

"Yürü hatun yürü, seninle çok işimiz var."

Tuğtekin, sinirle sarf ettiği cümlelerin ardından koca kapıyı tek seferde açıp dışarı çıkarken, Feride her zaman ki gibi onun peşine takılarak kendisini dışarıda buldu.

"Ben tek başıma giderim, Salabuca'nın evi pekte uzak değil."

"Oraya gideceğimizi kim söyledi."

"N-nereye gidiyoruz o halde?"

"Benim evime!"

"NE!"

"Kulağımın dibinde bağırmaya son veresin Feride hatun!"

Feride, duydukları ile buz keserken taş sokaklar arasında kalakaldı. Bu adam ne diyordu böyle, Tuğtekin kendisini beklemeden dar sokaklara girerken, Feride bu sefer koştur koştur peşine takıldı ve ani bir kararla koca adamın önüne geçerek onun daha fazla ilerlemesine müsade etmedi.

"Sen ne söylediğinin farkında mısın?"

"Yine ne dersin sen hatun?"

"Ne mi derim! Sen az evvel ne söyledin farkında mısın acaba?"

Tuğtekin, sağ omzunu dar sokağın duvarlarına yaslarken ellerini göğsünde birleştirdi ve Feride o an sokağa birinin daha girmesinin imkansız olduğunu fark etti. Adamın iri bedeni ve kendisinin gelinlikten hallice kaftanı sayesinde mümkünatı yoktu bu sokaktan bir kişi daha geçsin.

"Bir kez denilince anlamazsında mı sürekli aynı şeyleri sorar durursun sen?"

"Yok ben anlıyorum ama sen ne dediğini algılayamıyorsun. Ben ne demeye senin evinde kalacakmışım!"

"Kellen boynuna ağır mı gelir Feride!"

Tuğtekin'in sözleri kendisini geçmişe ama yakın bir geleceğe doğru sürüklerken Feride sertçe yutkundu. Boğazına dayanan hançerin ağırlığı hala üzerindeydi. Kendisini bir kez daha ölüm ile tehtid eden adamla geriye doğru sendelerken eli istemsiz bir şekilde boynuna gitmişti.

Tuğtekin, onda ki korkuyu hızlı bir şekilde fark ederken omzunu dayadığı taş duvardan çekerek üzerine doğru yürümeye başladı. "Benden sana zarar gelmez korkmayasın, benim kastettiğim Sinan denen o dalkavuk. Bak hatun, biz hepimiz senin iyiliğini ister ona göre hareket ederiz. Sende bize daha fazla zorluk çıkarmayasın, zaten başımızda binbir dert vardır birde seninle uğraşmayalım."

Karşısında ki adamı ilk defa bu kadar ılımlı gördüğünün farkında olan Feride, onda ki dinginliğin kendisine de etki ettiğinin farkında olmadan yumuşarken "Neden, neden beni koruyorsunuz" diye sordu.

"Sen bize emanetsin, biz de emanetimizi günü gelene dek koruyacağız."

"Emanet mi! Kimden, ben size kimden emanetim?"

Feride, şaşkınlıkla hemen yanı başında ki adama sorular sorarken söylediklerine anlam veremiyordu. Nasıl onlara emanet olabilirdi ki?

"Yaradan'dan! Sen sanır mısın o demeden yaprak kımıldar, eğer sen buralara kadar gelsiysen vardır O'nun bir bildiği, eğer sen onca insan içinde benim kapıma düştüysen vardır bir isteği! Buna suaâl olunmaz, bundan mütevellit sen bana emanetsin bende emanete gideceği yere kadar göz kulak olacağım."

Beklemediği bu konuşma sayesinde deyimi yerindeyse küçük dilini yutan Feride, sessiz bir kabullenişle elbiseninin eteklerine asılarak Tuğtekin'in önünden çekildi. Bağırmak dışında böyle güzel konuşma yeteneği olmasına da ayrıca şaşırırken kabullenişini sessiz bir şekilde belli etmişti.

Tuğtekin, yüzüne kondurduğu ufak tebessümüyle yanından geçip önüne düşerken alışagelmiş bir şekilde Feride'de peşine takıldı. Eğer bu adam kendisini koruyacaksa birazda olsa onun egemenliği altına girebilirdi. Sonuçta onun şehri, onun hayatı ve ona emanet edilmiş kendisi!

Onların hikayesi bundan ibaretti. Feride biçare kaybolmuş bir ruh, oysa bu ruhun koruyucusu, ne kadar yol alırlardı, nereye kadar kendisini korurdu bilemezdi ama hayatı boyunca ona minnettar olacağı bir gerçekti. Tuğtekin ve arkadaşları olmasaydı Feride burada ne yapardı, ne halde olurdu düşünmek bile istemiyordu.

Bir kaç dar sokağı da geçtikten sonra iki katlı ahşap bir evin önünde durdular. Tuğtekin sanki etrafı incelemesi için bilerek oyalanırken Feride'nin eli bahçenin taştan surlarına gitti. İrili ufaklı bir sürü taşın birleşip koruduğu bu ahşap ev artık onun yeni yaşam alanı olacaktı.

Tuğtekin ile kendisinin diye düzeltti sesi!

"Sen su be!"

"Kiminle konuşursun sen?"

Feride, duyduğu soru karşında şaşkınca gözlerini kırpıştırırken iç sesine karşılık verdiğine inanamıyordu.

"B-ben şey, evin güzelmiş onu diyordum."

"Eyvallah."

Feride, Tuğtekin'in karşılığı ile tebessüm ederken aklına eniştesi ve bahçıvanları Mahmud abi gelmişti. Anlık bir gafletle tıpkı Tuğtekin gibi elini göğsüne doğru götürürken, Mahmud abi gibi de sesini kalınlaştıran Feride "Eyvallahınla yaşa koç" diyerek bu komik konuşmayı devam ettirdi.

Kendisini anlamak ister gibi bakıp kaşlarını çatan adamla yaptığı saçmalığın farkına kısa sürede varan Feride, utançla başını öne eğerken Tuğtekin'in kahkahası ile hızla kafasını yerden kaldırdı. Bu dağ ayısı gülmüştü, hatta gülmemiş kahkaha atmıştı.

"Siz gülmeyi bilir miydiniz Tuğtekin beyim?"

Tuğtekin gülüşü ona hitap şekilde sayesinde anında son bulurken yalandan bir kaç kez öksürerek ağır adımlarla yanına yaklaşmaya başladı ve "Gereken yerde gereken muameleyi yapmayı biz de biliriz elbet" diyerek anlaması güç bir cümle kurdu, tabi Feride bunu bende gülmeyi bilirim diye algıladığı için karşılığını vermekte pekte gecikmedi.

"Fazla pokerface takılıyorsun bu yüzden ki bu hallerin bana oldukça yabancı."

"P-p-oker neyi, nedersin sen?"

Feride, Tuğtekin'in kendisini tekrar etme çabasını büyük bir keyifle izlerken üzerine basa basa açıklamada bulundu.

"Po-ker-fa-ce! Bu İngilizce kökenli bir kelime ayrıca senin gibi suratsız insanları tarif etmek için de mükemmel bir kelime."

Tuğtekin duyduklarından pekte memnun olmadığını açık bir şekilde belli ederken evinin tahta bahçe kapısını hışımla açarak eliyle içeriyi işaret etti ve "Uzatmayasın da geçesin hatun" diyerek yeniden emir komuta zincirini aralarına çekti.

Feride, anında yüzünü asarak bahçeden içeriye girerken yeniden elbisenin eteklerine sarıldı. Suratsız herif ne olacaktı işte, az evvel iki güldü diye hemen eski haline geri dönmüştü ne vardı yani Feride'nin minik kelime oyunlarına katılıp bir gülümsese. Ahh, tabi o nemrut suratı kırışırdı.

"Nereye gidersin?"

Arkasından gelen anlamsız soruyla kaşlarını çatan Feride, elbisesinin eteklerini bırakmadan arkasını dönerken gayet sakin bir şekilde
"Eve giriyorum işte" deyiverdi ama aldığı cevaptan pekte memun olmayacağı taa buradan belliydi.

"Orada kalacağını da kim söyledi hatun!"

"Nasıl yani?"

"Beni takip edesin!"

Aklında binbir soru ile Tuğtekin peşine takılan Feride, ön yargılı davranmamak adına ses etmezken bahçeyi dolanıp arka kısma geçmelerine de hiçbir tepki vermedi taki ufak hatta ufaktan bile daha ufak bir kulübe ile karşı karşıya gelene kadar. Tuğtekin'in hiçbir şey demeden ufaktan, ufak olan ahşap odanın kapısını açması ile içeriye giren Feride, etrafta ki toza aldırmadan artık ağır gelmeye başlayan eteklerini yere bıraktı ve kapı pervazından kendisini izleyen adama döndü. Hoş Tuğtekin kapı pervazında durmayıpta ne yapacaktı, sanki içeriye sığabilecekti.

"Şimdi biz neden buraya geldik?"

Feride, aklına gelenin başına gelmemesi için ezbere bildiği tüm duaları içinden okurken Tuğtekin'in "Burası kalacağın yerdir" sözleri ile dumura uğradı. Minik başını ellerinin arasına alıp zılgıt çekme isteğini bastırıp bir kenara fırlatırken korkuyla kapıya doğru yaklaştı.

"Ne demek kalacağım yer ama sen demiştin ki benim evimde kalacaksın."

"Feride hatun, sen beni yanlış anlamışsın. Benimle kalacaksın dedim, benimle yaşayacaksın demedim."

Feride, aldığı cevap karşısında bir kaç kez ağzını açıp kaparken adamın bu hallerine hayret etti. Yahu inkar edecek durumda bile değildi, Tuğtekin gerçekten de öyle demişti ama Feride bunu kabullenemezdi, bu kulübeden bozma küçük yerde kalmazdı. Bunun içinde elinden geleni yapmalıydı.

"Yani sen şimdi, orada koskocaman ev dururken benim bu bekçi kulübesinden bozma yerde kalacağımı mı söylüyorsun."

"Tam olarak bunu derim! Bana yakın olman lazım."

"Tamam yakın olayım ama evinde olayım, burada olmaz! Hem evinde bana verecek bir odan bile mi yok da beni buraya kapatıyorsun."

"Benimle, sen ne demeye aynı evde kalacakmışız hatun! Bunun caiz olmadığını bilmez misin?"

Feride, beklemediği bu cevap karşında bir an için ne demesi gerektiğini bilemedi. Tuğtekin haklıydı, burası osmanlı topraklarıydı ve bu zamanda bir kadın ile erkeğin nikahsız aynı evi paylaşması yasaktı ama bu o evde kalamayacağı anlamınada gelmiyordu, Feride'de çareler tükenmezdi öyle değil mi?

"Tamam o zaman, bir misafirperver olarak belki evini bana vermek istersin ve sende burada kalırsın hı! Olmaz mı?"

Tuğtekin'in, kaşları alayla yukarıya kalkarken eliyle kendisini göstererek. "Bir bana bakasın birde şu eve hatun, sence ben buraya sığar mıyım" deyiverdi ama Feride'nin altta kalmaya hiç ama hiç niyeti yoktu.

"Bak ne güzel dersin küçücük yer diye peki ya ben burada nasıl kalayım?"

Feride, sözleri üzerine kapının küçük kulpuna sarılan adama bakarken, Tuğtekin daha fazla bu çenesi düşük kadına katlanmamak adına "Burada ocak vardır, kendi aşını kendin pişiresin" diyerek gerisin geri kulübeden ayrıldı.

Feride, tabiri caizse giden adamın ardından mal mal bakınmak ile yetindi. Gerçekten gitmişti hemde son sözü söyleyerek. Sinir kat sayısı tavan yapan Feride, bir kaldığı küçücük odaya bakındı bir de haline ve rahatlayabilmek adına yerinde tepinerek çok sevgili Delibaşa sövmeye başladı. Zaten bu adamı tanıdığından beri sinirini ancak bu şekilde atabiliyordu.

"Dağ ayısı kılıklı moron, ben boşuna sana dağ ayısı demiyorum ki! Nezaketsiz hödük, bu dağ başındaki evde kalakala tam bir dağ ayısı olmuş. Allah bilir daha ne zorbalıkları vardır bunun. Önce güzel güzel konuşup beni ikna ediyor yok emanetmişim, yok beni koruyacakmış, böyle mi koruyacaksın nezaketsiz refize, ya ben burada oksijensizlikten ölürüm be!"

Bağıra çağıra tepinme seansı biterken vücudunu bir anda divana bırakan Feride, beklemediği bu sertlik karşısında divandan kıymeylisini tutarak kalkarken kendisine hakim olamadı ve büyük bir çığlık koyverdi.

"ALLAH ADI VERDİM SUS ARTIK HATUN!"

Tuğtekin'in birden bağırması ile susmak zorunda kalan Feride, ağlamaklı bir ifade ile bu sefer daha kibar bir şekilde oturduğu divana uzanırken artık Osmanlıya mââl edilmiş bir insan olduğunu kabullendi. Onun hikayesi de bundan ibaretti işte...

1 HAFTA SONRA;

Feride, küçük kulübesinden binbir zorlukla çıkarken yine isyan modundaydı. O bu kapıdan çıkamayacak kadar iriydi daha doğrusu kendisi değilde elbiseleri iriydi. Hay diline eşşek arısı soksaydı da sultandan giysi talebinde bulunmayaydı.

Hafsa ve Mara'nın kıyafetleri her ne kadar dar olsa da bu kadar şaşalı değillerde bunlar bildiğin gelinlikti yahu! Tabi onda ki bu kıyafetleri gören kızlar da artık kendi giysilerini vermemeye başlamış hatta bir kaç parça kıyafetini de Feride'den almışlardı.

Neymiş saraya gelen kumaşlar çok özelmiş, çok güzelmiş! Yahu rahat olmadıktan sonra neresi güzel, neresi özeldi bunların. Feride'nin en kısa zamanda para kazanıp kendisine birşeyler alması gerekiyordu yoksa daha çok çekerdi bu zorlukları.

Son bir haftadır olduğu gibi yolu yine aktardı. Bu eve geldiği ilk gün haricinde Tuğtekin ile hiç karşılaşmamıştı, ne evde ne de Salabuca'nın aktarında.

Bahçeden çıkıp alıştığı dar sokakları geçtikten sonra küçük pazarın içine giren Feride, çamurlu yollarda elbisesi kirlenmesin diye hafiften kaldırıp yürümeyi yeni öğrenmiş penguenler gibi paytak paytak yürümeye çalışıyordu. Gerçi penguenler hep paytak yürürdü.

Bir farklılık vardı, her gün geçtiği bu ufak pazarda bugün bir tuhaflık vardı!Feride bunun farkındaydı, mesela yanından geçen herkes durup birbirine kendisini gösteriyordu yada sadece Feride'ye öyle geliyordu. Yoksa neden kendisine bakıp dursunlardı ki, onunla ne alıp veremedikleri vardı?

Kendisini izleyen kalabalığa anlamsız bakışlar yollamaya devam Feride, elbiseninin ağırlığıyla bıkkın bir ifade ile yürümeye devam ederken yanından geçen ufak kadın grubunun edepsiz diye başlayan hakaret söylemleri ile hızla onlara doğru döndü.

Feride, edilen hakaretleri üzerine alınmamakta ısrarcı bir şekilde yoluna devam ederken yanından geçen başka bir kadının aynı şekilde kendisinin gözlerinin için baka baka hakaret etmesi ile resmen dumura uğradı.

"Hayasız, utanmaz!"

Bir kez daha hayretle giden kadının arkasından bakmakla yetinen Feride, bu sefer edilen söylemleri üzerine alınırken hızla önüne döndü ve az evvel yürümekte dahi zorlandığı elbisesini görmezden gelerek yavaş bir tempoda koşmaya başladı. Bu insanların kendisiyle ne gibi bir derdi vardı bilmiyordu ama biran önce onlardan uzaklaşmalıydı yoksa kendisine hakim olamayacak ve büyük bir tartışmanın fitilini ateşleyecekti.

Koştur koştur pazardan çıksa dahi arkasında ki insanların bakışlarının hedefi olmaktan kaçmayan Feride, Salabuca'nın aktarının kapısını ilk defa kapılı görmesini hiçe sayarak paldır küldür içeriye girdi ve aynı şekilde kapıyı kapatarak ellerinin ayasını tahta zemine sert bir şekilde koyarak derin derin nefes alıp verdi.

Kafası daha fazla bu adrenaline galip gelemez bir şekilde kapıya doğru düşerken aldığı sık nefesler arasında içeriye doğru seslendi. Emindi ki Salabuca, neler olup bittiğini biliyordu.

"Salabuca, bu insanların neyin var?Daha doğrusu benimle ne alıp veremedikleri var?"

"Sadece seninle değil?"

Tuğtekin'in sesiyle korkuyla yerinde zıplayan Feride, hızla arkasını dönerken onu Salabuca ile bir başına aktarın ortasında buldu. Minik adımlarla iki adama doğru yaklaşırken Delibaşın tedirgin halleri dikkatindan kaçmamıştı, hoş saniyede bir sakalını çekiştirip dururken nasıl kaçsındı ki!

"Başka kiminle dertleri var?"

"Benimle!"

Feride, bugünün bilmem kaçıncı anlamsız bakışlarını bu seferde Tuğtekin'e atarken "Neler oluyur Tuğtekin, bunlar bizden ne istiyorlar" diye sormadan edemedi.

"Soru sorma hatun, sadece hazırlığını yap!"

"Ne hazırlığı?"

"Nikah hazırlığı!"

"Allah aşkına, sen yine ne diyorsun be adam! Ne nikahı ne hazırlığı?"

"Bizim nikâhımız hatun. Seninle, benim! Hazırlığını yapasın bu akşam evleniyoruz."


 

Loading...
0%