@mihrininbahcesi
|
"Sen artık ne dediğini gerçekten bilmiyorsun Tuğtekin!" "Sesinin tonuna dikkat edesin Feride hatun!" "Et-mi-yo-rum! Etmiyorum işte!!" "HATUN!" "Ya yeter! Artık beni bastırmaya çalışma. Eve dönüş yolunu sorgulama dedin, tamam dedim. Evime geleceksin, yanımda kalacaksın dedin ona da tamam dedim ama evlilik! Sen aklını kaçırmışsın." "Feride, kızım hele az sakin olasın." "Yaşına hürmetim var kalbini kırmayayım Salabuca, sen araya girme!" Yaşını başını almış adamı azarlamak her ne kadar Feride'yi yaralasada bu sefer kimsenin araya girmesine izin vermeyecekti. Her seferinde bir yolunu bulup kendisi yumuşatmaya çalışmaları, kararlarlarını sorgulamaya ve kendisi ile çelişkiye düşmesine sebep oluyurdu ama bu sefer buna izin veremezdi. Kararlarını bir kez daha sorgulatmalarına müsade etmeyecekti, hele ki böylesine önemli bir konuda! Bu sefer kimseye özellikle de karşında duran dağ ayısına müsâma göstermeyecekti. "Ne sanırsın, seninle evlenmeye dünden razı geldiğimi mi hatun?" "Valla bilemeyeceğim, maşaAllah beyimiz pek bir rahat!" "Bak hatun, dışarıda ki bu kalabalık hiç de hayra alamet değildir." "Değilse, değil ben ne yapayım ya!" "Sen beni anlamaz mısın be kadın?" Tuğtekin, tekrar ve tekrar öfkesine hakim olamayıp bir kıvılcım misali çakarken, Feride'nin ondan geriye kalır yanı yoktu. Hodri meydan! "Peki ya sen, sen dediklerini algılayabiliyor musun?" "Feride hatun, ahali aynı evde kaldığımızı öğrenmiş, tedirgindir! Eğer ki onları sakinleştirmez isek başımıza neler gele Allah bilir." "Dıtt yanlış cevap, biz birlikte yaşamıyoruz ki ahali de öyle sansın. Sen saygın birisin çık dışarı anlat olan biteni. Benim, senin evinde değilde bahçendeki derme çatma kulübede kaldığımı söyle onlara." "Hasbinallah!" Tuğtekin, bu inatçı keçiye laf anlatamayacağının bilincinde arkasını dönüp küçük aktarda volta atarken Feride'de sırtını kapıya dayayarak ellerini göğsünde birleştirip memnuniyetsiz bakışlarına adamın sırtına dikti. "Eğer ki sen söylemezsen çıkar ben söylerim." "Sakın! Anlıyor musun beni sakın!" "Başladı yin-" Feride ileriye doğru açılan kapıya bir anda yüklenen manda yüzünden yalpalarken sözlerini yarıda kesmek zorunda kalmıştı. Bütün bunlar yetmezmiş gibi bir de itme kuvveti sayesinde ortada duran tezgaha midesi ile kafa atan Feride, hissetiği ağrı ile birlikte bir bütün olduğu masadan ayrılmadan, kendisini bu hale sokan kişiye doğru döndü ve dilinden öfkeyle "Sırık" mahlası döküldü. "Ula hat-" "Temirbay!" "Affola beyim, bu hatun birden öyle deyiverince..." "Geçesiniz şöyle!" Temirbay'ın ardından birbiri ardına içeriye giren deliler askerleri küçük aktarda kendilerine yer bulurken Feride, ağrısını görmezden gelerek bütünleştiği masadan ayrıldı ve üzerini düzelterek askerlerin karşındaki tezgahın arkasına geçerek kendisine yer edindi. "Feride, iyi misin kızım?" "İyiyim Salabuca iyiyim. Arkadaşın midemle, masaya nikâh kıydıracak olmasına rağmen iyiyim!" Temirbay ile karşılıklı olarak aynı ölümcül bakışları birbirlerine atarlarken bundan ilk vazgeçen genç adam olmuştu. Sabır çekerek döndüğünü beyine "Tedbirli çağırmışsın beni beyim. Kim evlenir, kimin nikahını kıyacağım" derken Feride duyduklarına inanmak istemiyordu. "Yok artık!" Bir de bu sırık mı kıyacaktı nikahlarını, daha doğrusu Feride'nin onay vermediği ve sonuna kadar direteceği nikahlarını! "Bir de bu herif mi kıyacak nikahı?" "Evlenmeyi kabul edersin yani! Feride, Tuğtekin'in sorusuyla kurduğu cümlenin altında yatan manayı yeni yeni kavrarken "Etmedim" diye bağırdı ama bu dağ ayısının onu dinlemeye pekte niyeti yok gibiydi. "Kızlar seni bekler, gidip hazırlığını yapasın Feride hatun!" "Ya hala hazırlık diyor, bak senin için heceliyorum. Seninle ev-len-me-ye-ce-ğim, nokta!" Delilerin hiçbir şey bilmediği bariz bir şekilde tavırlarından belli olurken üzerinde ilk şoku atlatıp araya giren kişi her zaman ki gibi baş düşmanı Temirbay olmuştu. "Beyim, bu hatunla mı evlenirsin?" Temirbay, bu hatun derken öyle bir tonlama kullanmıştı ki, sanki kim bu der gibiydi, resmen kendisini beyine yakıştırmadığını bas bas bağırıyordu. Tabi Feride, bunun da altında kalmazdı, o kimdi ki kendisini kalas olan beylerine yakıştırmıyordu. "Bu derken, ayrıca sanane! Kimle evlenirse evlenir, sana hesap mı verecek!" Feride, kendisine gülen kalabalığa hayretle bakınırken hırsla Tuğtekin'e döndü. O bile gülmemek için kendisini zor tutuyor gibiydi. Onların bu hali kendisini daha da sinirlendirirken soluğu Delibaş beyinin önünde aldı. Buna bir son vermesi gerekiyordu. "Bana bak bey bozuntusu, buraya geldiğimden beri beni bir çok şeye zorladın, mecbur bıraktın ama bu sefer olmaz. Anladın mı, olmaz. Beni evine zorla götüren sendin, bunu ben istemedim şimdi bunun sonucunda seninle evlenmem gerektiğini söylüyorsun, neden? Hâ neden? Ben hiçbir şeyi istemezken, beni bunlara zorlayan senken neden sonuçlarına katlanan ben olmak zorundayım?" Feride, kendisine hakim olamadığı gibi herkesin içinde sesini yükseltirken Tuğtekin'in otoriterisini zerre düşünmüyordu, tek derdi kendisi ve geleceğiydi ve bunda sonuna kadar haklıydı. Delibaş beyi kendisine cevap vermek yerine "Bizi yalnız bırakasınız" diyerek askerlerini dışarıya yolladı. Feride, çıkan adamların ardından sertçe yutkunurken yalnız kaldıkları için biraz da olsa tedirgin olmuştu. Etraf kalabalıkken sanki onlardan güç alıyor gibiydi ama şimdi bir başlarına kaldıklarında yaşanacak tartışmadan korkmuştu ama geri adım da atamazdı. Sonuçta haklı olan kendisiydi. "Evet, ben haklıyım!" "Haklısın Feride, buna deyecek sözüm yoktur." Feride, gene kendi kendine konuşup bir de sesli bir şekilde kendisini cevaplarken Tuğtekin'in üzerine alınıp cevap vermesi ile yere eğdiği bakışlarını adamın yüzüne kaldırdı. Bu dağ ayısı kılıklı herif az evvel kendisini haklı mı bulmuştu yoksa Feride yanlış mı duymuştu? "O zaman biz neyi tartışıyoruz?" "Yaptığım hatanın farkındayım, seni korumak için dahi olsa evime götürmemeliydim ama artık yapacak bir şey yoktur. Eğer bizim nikahsız aynı çatı altında yaşadığımız doğrulanırsa inan bana hiç ummayacağın şeyler olur hatun!" "A-ama biz aynı evde kalmıyorduk ki..." "Bunu biz biliriz. Ya ahali, onları buna nasıl inandıralım Feride!" Feride'nin omuzları yenilgiyle düşerken arkasında duran küçük tabureye oturdu. Şimdi ne olacaktı? "Buna mecbur değiliz!" "Mecburuz, mecburum Feride hatun!" Feride, Tuğtekin'i ilk defa böylesine mahçup bir tavırda bulurken sözlerine "Kendim için bu evliliği yapmak zorundayım" diye devam ettirdi. Feride, her zaman senin iyiliğin için diye devam eden sözlerini bu sefer kendim için diye bitiren adama kocaman olmuş gözleri ile eşlik ederken bir kaç saniye ne diyeceğini bilemedi. "Kendin için mi?" "Evet kendim için, eğer ki seninle nikahsız yaşadığım doğrulanırsa her şeyimi kaybederim Feride! Yerimi, yurdumu, uğruna savaştığım her şeyi! Bunu yapmayasın Feride hatun!" Tuğtekin'nin sözleri Feride'yi gafil avlamıştı. Ne cevap vereceğini bilemediği için hakkını sessizlikten yana kullanırken Delibaş beyi de tıpkı askerleri gibi sessiz sedasız çıkmıştı aktardan. Omuzlarında ki sorumluluğun farkında bir şekilde başını tahta masaya gömen Feride oldukça düşünceliydi. Sırf başkasının geleceği için kendi geleceğinden vazgeçmeye hazır mıydı? "Burada ne işin var Hafsa, Mara'ya kim bakıyor?" "Meraklanmayasın Feride, Mükremine ana döndü, o yanındadır." "Mükremine ana mı, o da kim?" "Hatırlarmaz mısın, buraya ilk geldiğinde seninle ilgilenen kadın." Feride, hafızasını hiç de zorlamadan bahsi geçen yaşlı kadını hatırlarken "Şimdi hatırladım, peki kim o kadın" diye sordu. "Beyimizin teyzesidir." "Anladım, sen ne için gelmiştin. Salabuca'ya yardıma mı?" "Yok, beni beyim gönderdi. " Feride, daha dakikalar önce burada olan adamın yine ne gibi bir haber gönderdiğini merak ederken "Neden" diye soruverdi. "Sana at binmeyi öğretecekmişim." "Ne!" ************ "Ya yeter! Ben at filan binmeyeceğim." Beşinci denemesinde de kendisini yerde bulan Feride, onu bir türlü sırtında taşıyamayan siyah ata bütün kötü enerjisini yollarken artık gerçekten pes etmişti. "Ama Feride, Berceste'ye hiç sevgiyle yaklaşmıyorsun ki!" "Ne yapayım, kalbimi mi vereyim. İstemiyorum ben bu atı, sevmedim." "Olmaz Feride, beyimiz bu atı sana hususi tahsis etti. Geri veremezsin." "Belli zaten beyinden geldiği, bu da aynı kendisi gibi uyuz!" "Aman diyeyim Feride, beyimiz duymasın!" "Duysun, duysun belki sayemde kendisine çeki düzen verir." Hafsa, hala düştüğü yerden kendisine laf yetiştiren kıza gülümserken kara ata yaklaşıp onu bir ağacın gövdesine bağladı ve Feride'nin yanına oturdu. "Alem kızsın Feride!" Gülerek söylediği sözler üzerine aynı şekilde karşılık veren Feride, bacaklarını kendisine doğru çekerek dertop oldu. "Beyimle evlenecek misin Feride?" "Demek sende duydun." "Yanlış anlama hemen, beyim böyle şeyleri bizlere anlatmaz. Mükremine anadan icazet alırken duydun." "Anladım, ben ne diyeceğimi bilemiyorum Hafsa. Bu çok fazla, yani tüm bu olanlar, yaşananlar... Ben ne yapacağımı bilmiyorum." "Feride, beni yanlış anlamanı istemem lakin bunu yapmak zorundasınız. "Ne olur yani en en fazla ne olabilir Hafsa?" Hafsa, genç kadının omuzlarına yeni bir dert daha yüklediğinden habersiz "Sen canını, beyiminde uğruna ailesini sehit veridiği makamını kaybeder Feride" derken oldukça acımasızdı. ******* Dönüş yolu iki genç kadın içinde oldukça sessiz geçiyordu. Hafsa, yolculuk boyunca kendi beyaz atını arkasından yürütürken Feride'de, Tuğtekin'in kendisine verdiği atı ardından sürüyordu. Ormandan çıkıp pazar yoluna girdiklerinde sabah ki manzaranın aynısıyla karşılaşmayı bekleyen Feride, düşüncelerinde zerre yanılmadı. Aynı kınayan bakışlar, aynı hakaret eden nefisler. Kimse gerçeklerle ilgilenmek istemiyor gibiydi, gördüklerini geçti duydukları bile onlara yetiyor gibiydi. Pazarı zor da olsa geçtikten sonra, Hafsa kendisini teselli etmek istercesine elini omzuna koyarken Feride iyiyim dercesine ona gülümsedi. Sonunda kalabalık insan topluluğundan kurtulup kaldığı evin dar sokaklarına giren Feride, rahat bir nefes aldı ama bu rahatlığı evin bahçesinde ki koca kalabalığı görene dek sürmüştü. "Neler oluyor orada Hafsa?" "Kokuyu almıyor musun Feride, Mükremine ana gözleme açar. Deliler bunun kokusunu on metre ileriden alır, bu kalabalık ondandır." Hafsa, resmen koşa koşa bahçeye girerken Feride vakit kaybetmeden atını bir ağaca bağlayıp kalabalığın arasına karıştı. Gürültüleri bütün köyü ağaya kaldıracak kadar yüksekti ama bu kimsenin umrunda değil gibiydi. Feride, aheste aheste bahçenin ortasında ki kadınların yanına yürürken karşında oturan yaşlı kadını hemen tanıdı. Hatıralarında bölük pörçük bir şekilde yer alan yaşlı kadın kendisine dönünce, Feride birden gerilediğini hissetti. Tuhaf bir enerjisi vardı, gözleri gözlerini bulur bulmaz içinde bir şeyler patlamış gibiydi. Bu histe neydi böyle? "Yeni kızımızda buradaymış, hele az yaklaşasın." Mükremine ana ile herkesin dikkatini çeken Feride, başı yerde yaşlı kadına doğru ilerlerken surlarda oturan ve bıçağını bileyen koca adamı görmezden gelemedi. Tuğtekin her zaman ki Tuğtekin idi işte. Eliyle yanında ki boşluğa vuran kadın sayesinde bakışlarını adamın üzerinden çekerken kendisi için açılan yere bir çırpıda kuruldu. Ee o kadar yolu yürüyerek gelmek zorunda kaldıkları için çok yorulmuştu. Tuğtekin'in tıpkı kendisi gibi uyuz atı sırtına binmesine izin vermeyince topuklara kuvvet diyerek bütün yolu yürümüşlerdi. Gerçi Hafsa her ne kadar onun atıyla gidebilecek olduklarını dile getirsede, Feride uyuz atı sayesinde bütün atlardan soğumuştu. Yere çökmesi ile etrafından kaçışan Deliler askerlerine çatık kaşları ile eşlik ederken, kendisinden vebalıymışcasına kaçmalarına hiçbir anlama veremedi. Ayrıca bu tavırları oldukça can sıkıcıydı... Askerler, beylerinin etrafında toplanırlarken Feride önünün boşalması ile evin içinden çıkan kadınla gözgöze geldi. Mara'da buradaydı, koluna giren genç bir kızın yardımı ile yanlarına gelirken önce davranan Feride oldu. "Nasıl oldun Mara?" "Sayende çok iyiyim kara kız, sağolasın sana bir can borcum var." "Teknik olarak benim yüzümden yaralandın, bu durumda benim sana bir can borcum var sayılır." "Ödeştik var sayalım mı?" "Sayalım." İki genç kızda birbirlerine tebessüm ederlerken Mükremine ana elindeki oklava ile önünde duran küçük masaya bir kaç kez tıklatarak "Muhabbetiniz bittiyse hele el atasınız, bunca oğlan aç billaç sizi mi dinleyiverecek" diyerek kızlara ayar verdi. Hafsa, maharetli kız kontenjanından anında kollarını sıvarken Mara hasta olduğu için bu işten yırtmıştı. Feride ise kendisini misafir olarak nitelendirdiği için kurtulabileceğini sanırken üzerinde ki bakışlardan misafir konumundan çoktan çıktığını fark etti. "Hamur açmayı bilir misin hatun?" Bir Kayseri'liye edicek laf mıydı bu yahu! Feride, yaşlı kadına tebessüm ederek elinde ki oklavayı alırken çoktan kollarını sıvamıştı bile. Kendini övmeyi sevmezdi lakin mutfakta pek bir hamarattı Feride, hele ki mantı da üzerine tanımazdı. "Hay maşaAllah, hamarat hatunsun belli." Feride'nin yanakları çoktan al al olmuşken başını deve kuşu gibi önüne eydi ama Mükremine ananın susmaya hiçte niyeti yok gibiydi, kendisini gelinlik kız görmeye gelmiş kaynanalar gibi övüp durmaya devam ediyordu. Hem de bunca kalabalık içinde. "Hele kendinden az bahsedesin güzel yüzlü kızım, kimsin sen, kimlerdensin?" Feride, övgülerinin sonunda kendisinin kim olduğunu soran kadına bir kaç saniye bön bön bakarken sonunda dayanamayıp kahkahayı bastı. Hem de ne kahkaha! O an için etraftakilerin varlığını bile unutan Feride, dakikaların ardından kendisine uzatılan suyu avuçları arasına alıp haline ve tavrına anında çekidüzen verdi ve herkesi ikinci kez şaşırttı. Hem de ne şaşırtmak, az evvel delicesine gülen sanki kendisi değilmiş gibi oldukça ciddi bir hal alırken "Kusura bakmayın, siz birden öyle sorunca.." diye sözlerine başladı ama daha fazla devam ettiremedi çünkü o da ne diyeceğini bilemiyordu. Aslında başka bir zamanda yani kendi dünyasında, kendi yaşam sınırlarında olsa ve bu soruyu duysa bu kadar yadırgamazdı ama gelin görün ki içinde olduğu durum ve olduğu nokta ona bu delice hakkı tanımıştı. Feride, her kim olursa olsun veyahut kimlerden olursa olsu bunun cevabını bu insanlara veremezdi çünkü onun ailesi bu topraklarda hatta bu diyarda bile değildi ve bu insanlar ona ailesini soruyordu. 21.yy yaşayan ailesini... Ne ironi ama! "Ne kusuru kızım, sende haklısın. Feride, biraz mahçup bir tavırda "Kabalık etmek istemedim, tekrar özür dilerim" derken gerçekten kendisini kötü hissetmişti. Yaşlı kadının tek derdi kendisini tanımakta ve Feride, çenesinin yayını gevşetip bir şeyler anlatmak yerine zavallı kadını da mahçup etmişti. "Sorun etmeyesin Feride kızım, lakin söylemeden geçemeyeceğim ailen pek şanslıdır böyle marifetli, aklı başında bir kızları olduğu için! Her insanın harcı değildir böyle şeyler yaşayıpta bu kadar dirençli kalmak. MaşaAllah." Feride, mevzu aileden açılınca aklına gelen isimlerle istemsiz bir şekilde tebessüm etti. Halasını, eniştesi ve Müjgan ablasını çok özlemişti ve bu özlemi dilinin bağını hemencecik çözmüştü. "Sadece ailem değil bende çok şanslıyım Mükremine ana. Öyle güzel bir ailem var ki, keşke onları tanıma fırsatın olsaydı özellikle de halamı! O da senin gibi insanları böyle etrafına toplayıp onlarla birlikte olmayı, onlar için bir şeyler hazırlamayı çok sever. Sonra bir eniştem var dünya iyisi, o da çok sever böyle kalabalık ortamları. Burada olsaydı eminim sizlerle vakit geçirmeyi çok severdi. Kendisi tarihe aşık bir adamdır." Feride, aklına gelen güzel anıları ile kısa bir an sessiz kalırken kendisinin üzerinde olan bakışları daha yeni fark edebilmişti ve o an ne kadar çok konuştuğu fark etti. Buraya geldiğinden beri kendisi ve ailesi hakkında hiç konuşmamıştı ama şimdi bülbül gibi şakıyıp herkesin kafasını şişirmişti. "Olur mu heç, susmak insana kafayı yedirir. Hele ki senin durumda olan biri için, anlatmaya devam edesin hele. Anan, baban, onlar nasıl insanlardır." Feride, aile deyince aklında ilk gelen isimleri sayerken böyle bir soruyu beklemiyordu. Çünkü o hiç anne ve babasından bahsetmezdi. Onu tanıyan bir avuç insanda ona bu konuda hiç soru sormazdı çünkü onlar da bilirdi ki Feride'nin, ailesini tanımaya hiç fırsatı olmamıştı. Kısa bir sessizliğin ardından "Ben onları küçük yaşta kaybettim. Yani nasıl insanlardır bilmem ama halam ve eniştem hep iyi bahsederler onlardan" diye duygusuz bir tonda sarf etti sözlerini. Belki başkalarına göre fazla kalpsizdi, fazla acımaz bir tutum sergiliyordu ama Feride tanımadığı insanlar hakkında en fazla ne söyleyebilirdi ki? Yüzlerini bile hayal meyal hatırlarken, annesinin kokusunu bile bilmezken, babasının sesini bile hatırlamazken onlar hakkından ne anlatabilirdi ki... Kısa bir sessizliğin ardından kendisini ilk toplayam Mükremine ana olurken "Başın sağola kızım. Allah anana, babana cennetinden en güzel yerleri nasip etsin inşaAllah fakat üzülmeyesin, Rabbim bir yerden kapısını kapamış amma başka bir yerden açmış. Halan sana ana olmuş, kucak açmış. Sen kendine pek güzel bir aile kurmuşsun" diyerek Feride'ye morel vermeye çalıştı. "Allah razı olsun Mükremine ana. Haklı dersin, Rabbimin hikmetinden suâl olunmaz dememişler boşuna." Konuşmaları burada son bulurken kızlar sanki hiçbir şey olmamış gibi işlerine koyulup el birliğine ile tüm işleri yapmışlardı. Yarım saatin sonunda harika bir sofra küçük evin büyük bahçesine kurulurken herkes halinden pek memnun gibiydi. Hatta askerlerden biri kısık bir sesle türkü söylemeye bile başlamıştı. Feride, oturduğu yerden kalkarken anlık bir karar vermişti. Hafsa'nın sorgulayan bakışları altında Tuğtekin'in poz kestiği surlara yaklaşırken henüz ne diyeceğine bilemiyordu ama artık konuşmaları gerekiyordu. "Hayırdır hatun?" Feride, Tuğtekin'in sorusuyla yanına geldiğini yeni yeni idrak ederken her şeyi akışına bıraktı. Battı balık yan giderdi değil mi? "Ben... Şey demek istiyorum." "Ne demek istersin?" "Evlenirim yani evlenelim mi?"
|
0% |