Yeni Üyelik
21.
Bölüm

21-Ormanın Efendileri ve Emanet

@mihrininbahcesi

"Bende nikah aktinizi hayırlısıyla kıydım, yüce Yaradan tâbi olsun."

"Amin."

"Amin."

Hep bir ağızdan tekrar edilen duaların ardından kızların baskısı ile yüzünü kapatan kırmızı örtüyü açan Feride, başını eğdiği yerden kaldıramadı. Ona kalsa yüzünü asla açmazdı ya neyse...

Feride, az önce bir insan hayatının saatler içinde nasıl değiştiğini bilhassa yaşayarak teyit etmişti. Yarım saat öncesine kadar bekar bir kadınken, yarım saat sonrasında evli bir kadın oluvermişti. Bu yaşananların Feride için nasıl bir getirisi olacaktı hiçbir fikri yoktu, üstelik hayatında ilk kez böyle hesapsız kitapsız bir iş yapmıştı, hem de böylesine büyük bir iş!

Tuğtekin'e evlenelim der demez kendisini imam olan Temirbay'ın karşısında bulurken, arkasından çevrilen oyunu çok sonradan idrak edebilmişti. Delibaşı Tuğtekin, onun bu evliliği kabul edeceğine öylesine emindi ki bütün hazırlıkları tam bir şekilde kendisini bekliyordu, yoksa yarım saat içinde bu nikahı kıymaları pekte kolay değildi.

Şahitleri olan Salabuca ve Güntuğ onları ilk tebrik edenlerden olurken ardından sırasıyla kızlar ve Mükremine ana tebrik etmişti. Feride, elinde ki kırmızı örtüyü hala sıkı sıkıya tutarken avuçlarındaki ani baskıyla kırmızı duvağı bir anda yok oluverdi.

Tuğtekin, kendisinin elinden aldığı kırmızı örtüyü katlayıp yanlarına koyarken, Feride sinirli bakışlarla onu izlemeye başladı. Zaten ona fazlasıyla öfkeliydi şimdi ne yaparsa gözüne batıyordu. Temirbay'ın mehir konusu üzerine değinmesi ile hiçbir şey istemediğini belirtirken, Tuğtekin'in emrivaki yapar gibi yüklü bir altını öne sürerek kendisini susturması pekte hazmedilecek bir durum değildi. Sonuçta bu nikah ikisinin de akıbeti için kıyılıyordu, altına ne gerek vardı ki?

Tabi Feride bu duruma sessiz kalır mıydı, asla! Ama dağ ayısı kılıklı, imam nikahlı kocası onu dinlememiş sözlerinde ısrarcı olmuş ve dediğini yapmıştı. Bunun üzerine Feride, altınları hiçbir şekilde harcayamayacağını söyleyerek evdeki çinilerden bir kaçını istesede, pinti kocası buna izin vermeyip herkesi kendilerine güldürtmüştü.

Bir de tüm bunlar yetmezmiş gibi "Daha fazla konuşmayasın hatun, nikah üzerinde kavga edildiği nerede görülmüş. Zaten benim olan her şey artık senindir, zevcem oldun Feride hatun" diyerek kadını iyice sinirlendirmişti.

Daha fazla tartışmak istemediği için oturduğu minderden kalkan Feride, önde ki kalabalığı takip ederek Mükremine ananın hazırladığı sofraya oturdu. Yemeksiz nikah olur muydu hiç?

Ardından gelen Tuğtekin'e bakmadan kendisine yer bulabilmek adına etrafa göz gezdirirken bilinçli bir şekilde sofranın baş ucuna ayrılan ikili minderlerden birine oturdu. Eskiden böyle toplu sofralarda hep en sonda yer alırken artık bir bey karısı olarak sofranın başında ki yerini almış bulundu, tabi hemen yanı başında da bey kocası!

"Yarın sabah kâdı efendinin huzuruna çıkacağız haberin ola!"

Feride, kulağına fısıldanan cümleler ile sağına dönerken ne ara bu kadar dibine girdiğini kestiremediği adamdan uzaklaştı ve kaşlarını çatarak söylendi. "Nikahlandık ya işte, daha ne demeye kâdı'nın huzuruna çıkıyoruz?"

"Biz kendimizi izah etmeden kâdı efendinin evlendiğimizden nereden haberi olacak Berceste?"

Feride, mantıklı mantıklı konuşup sonunda yeniden kendisini sinirlendiren adamla "S-sen bana atının adıyla mı seslendin" diyerek huysuz bir şekilde söylendi.


Tuğtekin, etraftaki kalabalığın pekte umurlarında olmadığı için rahat bir tavırla, az evvel nikahlandığı karısına daha bir yaklaşıp sohbetlerini sürdürürken duyduğu isyan ile kendisine engel olamadı ve kısık sesli bir kahkaha ile bu isyana eşlik etti ama bu neşeli halleri çokta uzun sürmedi ve hemen eski despot halini aldı.

"O artık senin atındır, tabi bir de binmeyi öğrensen!"

"Öğrenmeyeceğim, o uyuz atını geri alabilirsin."

"Bende bu tavrını kendime özel sanırdım, sen nefes alan her canlıya karşı böyle imişsin hatun!"

"Böyleymişsin derken! Nasılmışım ben?"

"Bugün seninle tartışmayacağım Berceste, madem Hafsa'dan öğrenmiyorsun, yarın kâdı efendiye uğradıktan sonra Temirbay sana öğretecek."

"Yok deve! Eğer beni o sırıkla yalnız bırakırsan ya ben onu öldürürüm, ya o beni!"

"Emmimin oğluyla iyi geçinmeye bakasın Berceste, bundan sonra birbirinizi daha sık göreceksiniz haberin ola!"

"Beyim az bakasın hele!"

Feride, askerlerden birinin seslenmesi ile yanından kalkan adamın arkasından şaşkın şaşkın bakarken açık tuttuğu ağzını hayal kırıklığı ile kapadı.

Emmi oğlu! Deluler askeri! Sırık!İmam! Daha sık görüşmek?

Kimdi ula bu herif, her yerden karşısına çıkıp duruyor. Ayrıca bu sırık oğlanın, Tuğtekin'in yanında neden bu kadar çok vasfı vardı. Hem yapmazdı değil mi, onu Temirbay ile at binmeye yollamazdı...

"Ne bakarsın öyle?"

Feride'nin kendi içinde ki fırtınalı düşünceleri süre dururken artık Temirbay'a nasıl bakıyorsa fark edememiş ve sırık oğlanın dikkatini üzerine çekmişti.

"İstediğim yere bakarım, keyfimin kahyası mısın sen?"

"Beyim ile nikahlandın diye beylik taslamayasın hatun! O dilin fazla uzar, dikkat edesin."

Feride, karşısında ki adama olan tutumunu her zaman aynı çizgide tuttuğu için sözlerini üzerine almazken "Yoksa ne olur, sıkıyorsa gel de göster sırık efendi" diyerek meydan okudu.

"Sen şimdi görürsün hatun!"

Temirbay'ın oturduğu minderden bir hışımla kalmasıyla arandığının farkına varan Feride, korkuyla etrafına bakınmaya başladı. Neredesin Tuğtekin?

"Gelme bak, vallahi çığlık atarım."

Ağır ağır üzerine yürüyen adamın "Hele bir dene" sözleri üzerine sertçe yutkunan Feride, can havliyle nikahlı kocasına seslendi.

"Tuğtekin!"

Temirbay, artık beyinin hatunu olan kadının zikir ettiği isimle yerine geri otururken, Feride onun bu haline katıla katıla gülmek istedi ama hemen dibinde biten dağ ayısı yüzünden kendisini tutmak zorunda kaldı.

Tuğtekin, konuşmasını bölen çığlık sesiyle odadan koşar adımlarla çıkarken soluğu nikahlı karısının yanında aldı.

"Ne olur hatun?"

Feride, meraklı gözlerle kendisine bakan adama ne açıklama yapacağını düşünürken gözleri bir an için minderinde uslu uslu oturan adama takıldı.Nasıl da keyifle gülüyordu sırık!

"Şey, ben şey diyecektim. Bu eğlence faslı ne zaman bitecek?"

Tuğtekin, mühim sözler işiteceğini düşünüp dikkatlice karşısında ki kadını dinlerken bir an için duyduklarını idrak edemedi. Şimdi bunlar bunca velveleye sebep olacak kelamlar mıydı? Sinirle "Bunun için mi boğazına hançer dayanmış gibi bağırırsın hatun" diye söylenirken bir yandan da kötü bir şey olmadığı için rahatlamıştı.


Feride, her ne kadar az daha gelmeseydin o da olurdu canım demek istesede kendisini zor tuttu ve bahanelerinin ardına bir yenisini daha ekledi.

"Sen üzerimde ki elbisenin ne kadar rahatsız olduğunu biliyor musun da böyle konuşuyorsun. Gel istersen test amaçlı sana giydirelim."

Kendisini haklı çıkarmak için ağzından çıkan kelimeleri tartmayı boşveren Feride, sonlara doğru ağzından çıkanları kulaklarının duymasına izin verdi. Koskoca beye edilecek laf mıydı şimdi bu! Hemde böyle bir günde, böyle bir ortamda!

"Öyle demek istemedim, doğrusu bir anda ağz-"

"Biraz daha konuşursan lafta kalmayıp hançeri boğazına ben dayayacağım!"

"S-Sen beni yine mi tehtid ediyorsun?"

"Nasıl anladıysan?"

"Dağ ayısı!"


Giden adamın arkasından sitemle bağırırken yeniden Temirbay ile göz göze gelen Feride, sertçe yutkunup kızların arasına karışarak kendisini kurtardı. Bir kaç geleneksel adetin peşin sıra gece tüm ihtişamıyla göğe çökerken az evvel ki kalabalık birbiri ardına dağılmış ve yeni evli çift bir başlarına kalmıştı.

"Orada daha ne kadar dikileceksin hatun?"

Feride, zaten yeterince gergindi bir de Tuğtekin'in kendisini azarlar tonda konuşması ile gerilen sinirleri iyice gerildi ve bir kez daha diline hakim olamadı.

"Keyfimin kahyası mısın be adam, ister dikilirim ister halay çekerim sanane!"

"Elbisenden rahatsız olan sen değil miydin hatun?"

"Alıştıysam demek ki!'

"Seninle çene yarıştırılmaz hatun, gidip yatasın, yarın çok işimiz var."

"Aman yemedik pek kıymetli evini gidiyoruz işte."

Feride, kendisini kovmaktan beter eden adama sitemle elbiseninin eteklerine asılırken onun birden önüne çıkması ile durmak zorunda kaldı.

"Nereye gidersin?"

"Sen demedin mi git diye, bende yatmaya gidiyorum."

"Odalar yukarıdadır, neden dışarı çıkarsın."

"Ooo, beyimiz unuttu herhalde beni o kulübeye sürgün etmiştiniz ya."

"Saçmalamayasın Feride hatun, artık nikahlı karımsın! Bundan böyle yerin yanımdır, nereye gidersin?

What dedin gülüm! İç sesinin saçma ama bir o kadar haklı sesine kulak kabartan Feride, anın şaşkınlığı ile "Oldu, koynuna da gireyim mi?" diye saçma bir soruyu Tuğtekin'e yöneltirken yine ağzından çıkanları tartmadığı dakikaların içindeydi ama bu sefer bambaşka bir şey oldu. Her saçma diyaloğunda kendisine kızıp etrafından uzaklaştıran adam bu sefer kendisinin boşboğazlığına eşlik etti ve Feride'yi sözleri ile yerin yedi kat dibine gömdü.

"İstersen neden olmasın!"

Elbisesinin tuttuğu eteklerini şaşkınlıkla bir anda bırakan Feride, ağırlığı ile sendelerken ağzını yirmiden fazla açıp kapadı ama bir türlü ne demesi gerektiğini bilemedi. Utancını yanına alıp gitmeyi dahi akıl edemezken gözleri o sinirle yanında duran çiniyi hedef aldı ve nasıl yaptıysa eline aldığı gibi karşında duran dağ ayısı kılıklı herife doğru fırlattı, tabi isabet ettiremedi orası ayrı. Pek sevgili nikahlı kocası Tuğtekin, o muhteşem refleksleri ile kendisinden çok kolay bir şekilde kurtulmuştu.

"Pis sapık!"

Tuğtekin ona firllatığı çininin gerçekliğini anlamaya çalışa dururken, Feride olası bir geri dönüş için koşarak evden çıktı. Koca kapıyı açıp kendi kulübesine doğru koşarken evin içinden kopup taaa, kulaklarına kadar gelen uyuz kahkahayı işitti ve sinirlerine bir kez daha hakim olamadı. Öyle ki eline gelen ilk taşı alıp açık camdan içeriye fırlatırken oldukça bilinçsizdi. Taki hemen ardından gelen kükremeyle isabat ettirdiğini anlayana dek, dağ ayısının kendisine ettiği söylemleri duyar duymaz son sürat koşmaya devam eden Feride, kulübesine girer girmez kapıyı ardından kapatıp kendisini sağlama aldı.

Neme lazım şimdi kalkar gelirdi! Hoş gelse haklıda sayılırdı ya, koskoca delibaşın kafasını yarmıştı. Acaba bir şey olmuş mudur? Yok yahu, o dağ ayısı kılıklı taş kafaya hiçbir şey olmazdı.

*****

"Kararım bellidir. Delibaş beyi Tuğtekin buralardan gidecek, sürgünü caizdir. Bu hatunun cezası ise ölümdür. Katli vaciptir!"

Bu nasıl bir ayrıcalıktı, Feride canından olurken, Tuğtekin'in kaybedeceği tek şey makamı oluyordu. Korkuyla yanında duran heybetli adama dönen Feride, bu koca adamın başını ilk kez eğik görüyordu ve bu da korkması için en büyük emareydi.

Onun gözünde hiçbir şeyden korkmayan, herşeye göğüs geren bu adam şimdi başı öne eğik bir şekilde verilen hükme boyun eğmişti. Neden, neden bu karara karşı çıkmıyordu, neden hiçbir şey yapmıyordu. Tuğtekin, gözgöre göre kendisini ölüme mi yollayacaktı yani...

Bir şey desin, bir şey yapsın diye inatla ona bakmayı sürdüren Feride, kafasını yerden kaldırmayan adama karşı bütün güvenini yitirmişti çünkü o herşeyi kabullenmişti! Gözleri çoktan yağmur bulutlarına teslim olurken, içeriye giren iki adamın kendisini götürmesine hiçbir şekilde engel olmadı.

Bağırıp, çağırmak istiyordu ama ağzını açmaya dahi maceli yoktu. Ona bağırmak, hani beni koruyacakdın diye haykırmak istiyordu ama yaşadığı hayal kırıklığı bunu bile söylemesine müsaade etmiyordu.

Kapıdan çıkarken son bir umut ona döndü gözleri. Kendi gözünden süzülen damlaya karşın o yıkılmaz adamın da gözünden aynı şekilde bir damla düştü sert çehresine. O da ağlıyordu! Feride'nin dağ ayısı, onun için ağlıyordu...


Feride, nefes nefese gözlerini açarken eli istemsiz bir biçimde kalbine doğru gidiverdi. Kafese tıkılmış, çaresiz bir kuş gibi atıyordu. Hala rüyanın etkisinde yataktan doğrulurken baş ucuna bıraktığı çelik bardaktaki soğuk sudan birkaç yudum aldı. Gördüğü rüyanın daha doğrusu kabusun onda ki etkisi büyüktü ama en çokta Tuğtekin takılmış aklına, o ve onun kendisi için döktüğü gözyaşı...

Ellerini uzun saçlarına daldırıp terleyen saç diplerini havalandırırken, kafasını hızla iki yana salladı Feride. Üzerindeki stresten kaynaklı gördüğü kabusu hayra yormaya çalıştı. Güneş yeni yeni tepelerde yüzünü göstere dururken, birkaç saat sonra kâdı'nın karşısına çıkacağı için stres yaptığına emindi.

Sıcak yatağına geri dönmek yerine yarım saat önce yere serip toplamadan bıraktığı seccadesi toplayan Feride, küçük ama oldukça soğuk olan kulübede hızlıca hareket ederken bir solukta üzerini giyindi. Malum bugün bütün gündü.

*****

Kapı ardlarında aheste aheste kapanırken, Feride saatler sonra rahat bir nefes aldı. Çok şükür bu belayıda def edebilmişlerdi. Kâdı'nın karşısında tirtir titrediği dakikaları hatırladıkça gerilen Feride, bir an için kabusunun gerçekleşeceğini düşünsede beklediği gibi olmamış, haklarında olumlu hir karara varılmıştı. Sonuçta o nikah tantanası boşuna olmamıştı ya!

Tuğtekin'de tıpkı kendisi gibi rahat bir nefes alırken, Feride gördüğü rüyanın etkisiyle kaşlarını çatarak ona döndü. Tabi başlarına birşey gelecek olsaydı aralarında tuzu kuru olan tek kişi bu dağ ayısı olacaktı. Nitekim kendisinin kellesi giderken? Tuğtekin beyin tek kaybı işi olacaktı. Ahh, bir de sanki çok normal bir şeymiş gibi ölüm emrinin verilmesini izlemişti, akıttığı timsah gözyaşları ile birlikte...

"Hatun, sabahtandır nedir bu halin, tavrın! Bıraksalar beni öldüreceksin."

"Yok canım sana hiçbir şey olmaz. Benim kellemi alırlar, sen de anca öyle bön bön bakıp timsah göz yaşları akıtırsın."

Stresin vermiş olduğu bocalamayla bir anda rüyayla gerçek hayatı karıştıran Feride, kendilerine şahitlik etmek için yanlarında bulan Temirbay ve Akbay'ın şaşkın bakışlarına aldırış etmezken oldukça ciddiydi.

"Belli sen pek iyi sayılmazsın, Akbay atları hazır edesin, Ferinşah beyi ziyarete gideriz."

"Emrin olur beyim."

Tuğtekin, kendisi ile uğraşmak istemediği bariz bir şekilde belli ederken, Akbay beyinin emirlerini ikiletmeden elini göğsüne vurarak yanlarından uzaklaştı. Bu sırada Feride, bana ne olacak dercesine yanında duran adama bakmayı sürdürürken dağ ayısı kılıklı bey bozması, bir diğer yanında duran askerine bakarak "Feride hatun sana emanettir, onu gözün gibi koruyasın Temirbay" diyerek kendisinden tarafa hiç dönmemişti.

"Meraklanmayasın beyim, Feride hatunu eve bırakır bırakmaz bende size eşlik ederim."

"Kim dedi Feride hatunu eve bırakacaksın diye, talim yapacaksınız. At binmeyi öğrenecek."

"Beyim, affola lakin bunu yapacak başka insan mı kalmadı da bunu benden istersin!"

"Sözümün üzerine söz demekte yeni adetin midir Temirbay!"

Feride, sanki kendisini hiç ilgilendirmiyormuş gibi üçüncü bir şahıs olarak kendi hakkında verilen kararları dinlerken, Temirbay'ın "Estağfurullah beyim! Ne haddime, lakin sen de bilirsin ki Feride hatun ile pek anlaşamayız" demesi ile hızlıca araya girdi.

"Hay yaşa! Seninle aynı fikirde olmak benim için her ne kadar ızdarap sebebi olsa da bu sefer haklısın sırık. Beni ona emanet edemezsin, bu beni gömer de gelir."

"Hatun!"

Tuğtekin'in ikaz dolu kelimesiyle memnuniyetsiz bir şekilde burun kıvırırken, ikilinin kendisinden uzaklaşmasını sırtını dayadığı duvardan izlemeye başladı. Temirbay'ın mahçup, nikahlı kocasının kendinden emin duruşu ile bu kısa konuşmanın galibini taaa buradan anlayan Feride, kendisine içten içe dua etmeye başladı.

Sonu hayrolsundu...

Konuşmanın bittiğini arkasını dönerek kendisine doğru gelmekte olan kocası bariz bir şekilde belli ederken, Feride sırtını yasladığı duvardan ayrılarak bu seferde ellerini göğsünde birleştirdi. Anlaşılan bugün ki bekçisi can düşmanı Temirbay olacaktı, kaçarı yoktu yani!

Tuğtekin, bir arkasında duran emmioğluna bir de önünde tüm ihtişamı ile beklemekte olan karısına bakarken elini gür sakallarına atarak derince bir nefes aldı.

"Dikkat edesin!"

Feride, nikahlı kocasının kendinden emin çıkan sesine karşın minik burnunu havaya dikerken pek bir memnuniyetsizdi. "Ederim."

Tuğtekin, aldığı cevaptan memnun lakin karısının tavrından memnuniyetsiz bir şekilde "Uslu durasın" derken kastettiği Temirbay ile atışmamasıydı.

"Dururum!"

Feride'nin verdiği cevaptan tatmin olmayarak daha açıklayıcı bir şekilde sorusunu yenileyen Delibaş, alacağını cevaptan kara sakalı kadar emindi lakin adet yerini bulsundu.

"Temirbay ile de atışmayasın!"

"Heeh işte ona söz veremem."

Delibaş beyi yüzüne pehdah olan tebessüm ile başını iki yana sallarken bu kadından çekeceklerine şimdiden yanıyordu. Bundan öncesinde sadece bir emanetken kendisine kök söktürtüyordu, şimdi ise Allah katında nikahlı karısıydı. Sanki başında az dert vardı da bir de bu deli kadınla nikahlanmıştı.

Feride, karşısında tebessüm eden adama aynı şekilde karşılık verirken Temirbay'ın varlığını çoktan unutmuştu ama hatırlaması da pek uzun sürmemişti. Zira sırık oğlan yanındaki yerini alırken, Tuğtekin ile aralarında oluşan ambiyansı çoktan bozmuştu.

"Ben artık gideyim."

"Gidesin hatun, gidesin! Lakin günün sonunda yine yanıma geleceksin!"

Feride'nin boncuk gözleri, bilye misali yerlere serpilirken karşısında ki despot adama iki günde ne olduğunu anlamaya çalışmayı denedi ama beceremedi. Yahu ne olmuştu da bu dağ ayısı iki gündür imalı imalı konuşmalara heves sarmıştı.

Ne Temirbay'a ne de kocası olacak o dağ ayısına tek laf etmeden yanlarından ayrılan Feride, nereye dahi gittiğini bilmeden koştururken elleri ile göğüs kafesine baskı uyguladığından bir haberdi.

******

"Ne oldu korktun mu?"

"Senden mi korkacağım çırpı!"

"Sana derler çırpı diye sırık!"

"Konuşmayı bırakasında yoluna bakasın!"

"Anladım ben seni, desene benimle yarışmaktan korktun!"

"Her ne kadar harikulade bir müderris olsam da hala yeterince donanımlı değilsin. O yüzden oturasın oturduğun yerde de, düşüpte başıma iş açmayasın Feride hatun."

Temirbay'ın kendisini övmesine ses etmeden atını kontrol altında tutmaya odaklanan Feride, bir türlü yıldızının barışamadığı adama hakkını teslim etmekten gocunmadı. Gerçekten oldukça iyi bir hocaydı, yiğidi öldür hakkını yeme! Yarım günde baya yol katetmişlerdi, hatta Feride'ye göre başka derslere gerek dahi yoktu.

Temirbay, önce atını sevmeyi ve kendisine güvenmesini sağlamayı öğretmiş ardından ise onunla düzgün bir iletişim kurup nasıl bineceğini anlatmıştı. Şimdi ise patika yolda aheste aheste köye dönüyorlardı ve bunda ki en büyük pay ne yazık ki Temirbay'a aitti.

"Hakkını yiyemeceğim iyi bir öğretmendin, sağol."

"Sen kibarca konuşmayı bilir miydin?"

"Adamına göre muamele diyelim."

"Bak yi-"

Feride, ılımlı yaklaşmakta oldukça zorlandığı adama karşı çok bile dayandığının farkında hemen dişlerini gösterirken, Temirbay'ın da ondan aşağı kalır yanı yoktu lakin sözleri her zaman ki gibi yine yarıda kesilmek zorunda kalmıştı ama bu sefer kendisini koruyan dağ ayısı kılıklı kocası sayesinde değilde, etraftan yükselen sesler sayesinde olmuştu.

Temirbay, bir anda tüm ciddiyetini takılarak atının eyerlerini sıkısıkıya kavrayarak atik bir şekilde beyinin karısına yanaştı ve aynı şekilde onun da atının dizginlerini bir diğer elinde topladı.

"Neler olu-"

"Şiişşt!"

Feride, korku dolu gözlerle kendisini susturan adama dönerken, Temirbay oldukça kontrollü bir şekilde kendisine yanaşarak kısık bir sesle "Beni iyi dinleyesin Feride hatun" diyerek genç kadını iyice tedirgin etmeyi başardı.

"Neler oluyor Temirbay?"

F

eride, genç adama ilk kez adıyla seslenirken korkusu kendisini hemen elevermişti.

"Meraklanmayısın Feride hatun, sadece yanımdan ayrılmayasın o kadar!

Temirbay'ın sözlerini bitirmesi ile önlerindeki sığ ağaçların ardından çıkan onlarca adam bir anda etraflarını sararken, Feride korkuyla kendisini korumak isteyen adamın tuttuğu atının eyerlerine asıldı. Berceste, sanki kendisinin huzursuzluğunu hissetmiş gibi yerinde duramazken, Temirbay ani bir hareketle eyerleri serbest bırakarak Feride'ye döndü.


"Attan indiğim gibi ardına dahi bakmadan geldiğimiz yolu dönesin Feride."

Feride, kendisine söylenen sözleri henüz idrak edememişti ki, Temirbay kendinden bir hayli emin bir şekilde atından inerek kılıcına sarıldı.

"Ne beklersin, hayde!"

Feride, can düşmanım dediği adamın gür sesiyle kendine gelirken atının eyerlerini iki eliyle toplayarak yönünü arkaya çevirmeye çalıştı. Bu hareketinde başarılı olmuş tam geri dönecekti ki nereden çıktıklarını dahi göremediği üç adam ellerinde ki koca kılıçlarıyla önünü kesti.

Etrafları sarılmıştı!

"TEMİRBAY!"

Feride'nin endişeli sesiyle hızla arkasını dönen delibaş askeri, gördüğü kalabalık grup ile en okkalısından bir küfür savururken elini, atının üzerinde korkuyla duran kadına doğru uzattı.

"Yanıma gelesin Feride hatun!"

Feride, genç adamın lafını ikiletmeden attından inip koşmaya başlarken korkuyla Temirbay'ın arkasına saklandı. Şuan da can düşmanına güvenmekten başka hiçbir çaresini olmadığının farkındaydı ve bu durumdan nefret etmişti.

"Kimsiniz, ne istersiniz?"

Temirbay'ın, sert sesiyle kendine gelen Feride, kafasını genç adamın sırtından ileriye doğru uzatırken gördüğü adamların kılıksız sıfatlarını tükürmek istedi.

"Biz bu ormanın efendileriyiz!
İstediğimize gelirsek, neyin varsa isteriz. Buna yanında ki hatunda dahildir."

Yüzüne tükürmek istediği adamın son sözleri ile korkuyla Temirbay'ın koluna yapışan Feride, onun kendisine dönmesiyle ağlamamak için dişlerini birbirine bastırdı.

Delibaş askeri, beyinin karısının gözlerinde gördüğü korkuyu bastırmak istercesine şefkatle kadının gözlerine bakarken "Korkmayasın Feride hatun. Sen bana beyimin emanetisin, bizde emanet namustur" diyerek genç kadını bir nebze dahi olsa rahatlatmak istedi ama bilmiyordu ki Feride'nin bu kelimelerden sonra kendisine olan güven duygusunun had safaya ulaştığını.

Temirbay, yüzüne eğreti duran bir gülüşle emanetini arkasına alırken "Ya Allah, bismillah" diyerek önce Allah'a, sonra bileğine güvendi ve az evvel haddinden büyük laflar ederek kendisini bu ormanların efendisi olarak nitelendiren adamın pişmiş kelle gibi sırıtan kafasını kılıcından geçirerek Feride'nin ayak uçlarına yolladı.

Benden fantastik kitap okumayı seven okurkuşlarıma müjde:) MÜRDÜM ELÇİLERİ artık yayımda... Sizler için aşağıya yeni fantastik maceramızın ufak bir TANITIMI'nı bırakıyorum, umarım okuyarak sever, severek yorum yaparsınız. SEVİLİYORSUNUZ💚

Sıradan bir hayat yaşayan Bellur için her şey bir masal kitabıyla başladı. Hayır, sıradan bir masal kitabı değildi!
Bilindik ve bilinmedik tüm efsaneleri içinde barındıran büyülü bir kitap, Efsaneler kitabı! Bu kitabın içindeki efsanelere bekçilik yapacak olan üç kadın şövalye. Bellur, Nur ve Beyza, Ihlamuraltı mahallesinin esrarengiz sakinleri olan üç kadın! Akraba bağıyla birbirlerine bağlı olmaktan daha güçlü ortak bir kaderleri vardı: büyülü bir kitaba mühürlenmek! Ailenin kadınlarına bahşedilen gizemli bir efsane, üç kadının hayatını derinden sarsmıştı.

Hayal gücünüzün ötesinde bir kitap düşünün ve bu kitabın içindeki büyülü dünyaya seyahat eden üç kadın. Kitabın içine doğru yapılan her yolculuk fazlasıyla gizemli ve tehlikeliydi. Her bir macera bir ölümle sonuçlanırken, yaşanan cinayetleri gizlemek hiç kolay değildi.

Bu cinayetler İstanbul Emniyet güçlerinin dikkatini çektiğinde ise artık bir şeyleri değiştirmek için çok geçti.

Tozlu sayfaların gizemi dört bir yanı kuşatmışken, artık herkes bu gizemin bir parçasıydı.

Masalların hepsi bir varmış ve bir yokmuş diye başlamazdı çünkü bazı masallar anlatılmaz bizzat yaşanırdı.

 

 

Loading...
0%