Yeni Üyelik
24.
Bölüm

24-Acımasız Ebeveynler ve Tarifsiz Hisler

@mihrininbahcesi

Kendisine doğru kollarını uzatmış olan adamı daha fazla bekletmemek için bedenini ona teslim edip attan inerken fazlasıyla endişeliydi. Tuğtekin'in kendisini attan indirmesi ile bakışlarını üzerine diken Feride, neden köyün içine girmek yerine biraz daha ilerisinde durduklarına anlam verememişti.

Yanındaki heybetli adam ile birlikte yanyana durup sessizliklerini sürdürürken köyüne yardım istemek için gelen adamın önlerinde durması ile bu seferde ona dönmüştü. Meraklı gözlerle olan biteni öğrenmeye çalışan Feride, köylü adamın kendisinin yanında konuşmayacağını Tuğtekin kendisine olan bakışlarından anlarken sessiz bir şekilde yanlarından ayrılmak zorunda kaldı.

Feride, Salabuca'nın yanındaki yerini alırken kızlarda tıpkı kendisi gibi olan biteni öğrenmek için merakla askerleri izliyorlardı. Başlarında beyleri ile birlikte hararetli bir konusma içine giren ufak asker topluluğu birbirlerinde ayrılıp farklı yerlere dağılırken Feride kendilerine doğru gelmekten olan Akbay ile merakla oraya yöneldi.

"Önden bir grup köyü keşif etmeye gidecek Salabuca. Onlar dönene dek bizler burada bekleyeceğiz."

"Hayrola evlat, neden böyle bir önlem alırsınız?"

"Adamın anlattığına göre hastalıktan faydalanan bir kaç eşkıya köyde dolanırmış, önden kontrol etmeye gidecekler."

Akbay yaptığı açıklamadan başka bir şey söylemeden yeniden askerlerin arasına karışırken Feride'nin gozleri Tuğtekin'in üzerindeydi. Yarasının hale taze olması kendisini endişelendirirken onu uyarmak istedi fakat bu telaşade kendisini göreceğine bile emin değildi. Tuğtekin'in önderliğinde beş asker ve yardım istemeye gelen adam ile köye gitmeye hazırlanan küçük grup Salabuca'nın sözleri üzerine durmak zorunda kalırlarken Feride'de onlara yaklaştı.

"Beyim, köyde veba vardır böyle girilmez."

Feride, hemen Salabuca'nın yanındaki yerini alırken yaşlı adama hak verdi ve kendisi de bir kaç uyarıda bulundu.

"Salabuca haklı, böyle gidemezsiniz. Salgın niteliği taşıyan hastalıklar doku veya hava yoluyla ürer, ağzınızı ve burnunuzu kapatıp öyle girmelisiniz."

Tuğtekin'in gözleri kendisinin üzerindeyken sadece başını sallamak ile yetinmiş ardından Güntuğ'a yaptığı ufak bir işaret ile genç adamın yanlarından uzaklaşmasını sağlamıştı. Kendisini anlatmaya gerek dahi duymuyordu, istediği zaman bakışları ile her şeyi anlatabilen bir adamdı o yada sadece askerleri onun söylemek istediklerini anlıyordu.

Elini sakince kılıcının kınına götürürken duruşu oldukça güven vericiydi. Öyle ki önünde kendisini öldürmek isteyen bir ordu olsa, Tuğtekin'in bu duruşu Feride'yi güvende tutmaya yeter gibiydi. Düşünüyordu da bu adamla çoğu zaman anlaşamıyordu ama yine de hayatı boyunca görüp görebileceği en güven veren kişi de oydu.

Bu yaşına kadar yanına hiçbir erkeği yaklaştırmayan hatta öyle ki hayal bile etmeyen Feride, şu hallerini hayretle sorguluyordu. Hatırlardı da Nebibe ablası da hep bu yönünden gem vururdu. Ona göre kendisi evlenebilecek bir yapıya sahip değildi, Feride her zaman soğuk ve güvensizdi. Aslında kendisi hakkında yapılan bu yorumlara hak veriyordu çünkü birine bağlanabilecek olma korkusu Feride'yi birini sevmekten veya biriyle ciddi bir ilişkiye girmekten alıkoyuyordu taki Tuğtekin'e kadar...

Nasıl oldu, neden oldu Feride'de bilmiyordu ama Tuğtekin kendisine o güveni çoktan aşılamıştı ve Feride bundan rahatsız olmak yerine aksine oldukça memnundu. Birine güvenebilmek, ondan destek görmek, destek almak gerçekten çok güzel bir duyguydu. Kendisini bu kadar güzel hazlara sürükleyen adam ise hala çok zordu ama Feride emindi ki bu zor adamı da açacak bir anahtar vardı elbet ve bunu bulmakta artık üzerine borçtu.

Feride kendi deryasında öyle uzaklara açılmış olmalıydı ki önünde dikilen adamları ve ellerinde ki sarıkları çok sonradan görmüştü. Öyle ki başta beyleri olmak üzere her bir deluler askeri çoktan beyaz sarıkları başlarına dolamış ağız ve burunlarını kapatmak ile uğraşıyorlardı. Göz kapakları bir kaç kez şaşkınlıkla kapanırken Feride sonunda kendisine gelebildi ama bu bilinçli tavırları çok da fazla süremedi çünkü odak noktası olan heybetli kocası kendisinin bir karış havada olan aklını yeniden almayı başarabilmişti.

Deluler beyinin esmer yüzüne tezatlık oluşturan beyaz bez parçasını sadece gözleri görünecek kadar bağlaması ile nefes almayı unutan Feride oldukça şaşkındı, çok çok şaşkındı. Tuğtekin'in esmer tenini adete ikinci bir beden gibi saran beyaz sarık gözlerinin güzelliğini ilk kez böylesine belirgin ortaya çıkarırken sertçe yutkundu Feride ve düşünmedende edemedi. Bu adamın güzelliği bambaşkaydı evet evet karizma veya yakışıklılık diyemiyordu Feride, güzellik diyordu çünkü bu görüntüyü başka türlü ifade etmesi imkansızdı.

Kavruk teninde bambaşka bir haz sağlayan yeşil gözleri gür kirpikleri arasından kendisini bulurken Feride ellerini karnına doğru götürüp sert bir şekilde bastırma ihtiyacı hissetti zira midesinin içinde tepişen atlar pekte hayra alamet değildi. Daha fazla bu tepişmeleri çekmek istemeyen Feride, bakışlarını gözleri ile yediği adamdan hızla çekerek arkasını dönüp soluğu kızlarından yanında aldı ve içinde ki bu kaosa son vermek adına sesli bir şekilde "Bu herif her zaman bu kadar yakışıklı mıydı ya" deyiverdi.

"Evet."

Mara ve Hafsa'nın aynı anda kıkırdayarak sarf ettiği kelime ile korkuyla yerinde zıplayan Feride, elini kalbinin üzerine götürürken kaşlarını çattı. Oysa ki içindeki hezayandan kurtulmak için sarf etiği cümleleri oldukça kısık bir sesle söylemişti, bunun sadece kendisini tatmin etmesini istemiş ve bir cevap beklememişti ama kendisine alaycı bakışları ile bakan kızların derdi çok başkaydı. Kızların alaycı tavırlarına istinaden çatık kaşlarını düzeltmeyi reddeden Feride toprak zemini otururken "Tek kelime ederseniz sizi buraya gömerim ona göre" diyerek kızları tehtid etti ama bu ne kadar korkutucuydu işte orası tartışılır.

"Feride, kıpkırmızı olmuşsun."

Parmağını gözüne kadar sokup yüksek sesle konuşan Mara'nın elini ittirip sinirli pozlarına devam ederken bu kızların dilene düşmektense Sinan'ın kılıcının tadına bakabileceğini düşünen Feride saniyeler sonra bu saçma fikrinden vazgeçerek Mara'ya doğru döndü. "Bana bak asabi şirine benim tepemin tasını attırma, burada katliam çıkar bak."

"Asabi şirinede nedir?"

"Hem sinirli hem sevimli işte."

Hafsa'nın sorusunu kafa karışıklığı ile cevaplarken onun kahkaha atarak aralarına oturması ile konunun değiştiğine sevinmişti.

"Alemsin Feride, sen ve şu ipe sapa gelmez mahlasların."

Feride'nin saçmalıklarına kulp bulan kızlar kısa bir sohbetin içine gire dururken köyün çıkışından görünen adamlar herkesin bir araya toplanmasına sebep oldu. Kızlar, Salabuca ile birlikte askerlerin arkasında durarak olan biteni izlerken atından inen delibaş beyi hiç kimseye izahat vermeden toprak yolda zevcesinin yanına doğru yürümeye başladı.

Feride, diğerleri gibi Tuğtekin'den bir açıklama duymayı beklerken onun freni boşalmış kamyon gibi üzerine gelmesine bir anlam verememişti. Merakla kendisine gelen yolu bitirmesini beklediği adamın önünde durması ile ciğerlerine derin bir nefes çeken Feride, sadece gözlerini gördüğü adamın bu kadar yakınına girmesi ile heyecanlanmıştı.

Dibine girmiş adam ile arasında kaç adım olduğunu hesaplamaya çalışırken haddinden fazla yakın olduklarının farkına varan Feride, ola ki bir adım daha atsa ikisininde birbirine yapışacağına emindi. Beynine jimnastik yaptırmayı bir kenara bırakıp Tuğtekin'in her yaptığı hareketi sorgulamayı bırakması gerektiğini düşünen Feride, onun elini tülbentine atması ile bu kararından hızlıca vazgeçerken ağzını aralayıp ne yaptığını soracaktı ki kafasında ki bordo kumaşın fazlalık kalan kısımları çoktan dudadaklarının üzerine mengene misali sarılmıştı.

Tuğtekin tıpkı kendisine yaptığı gibi onun da ağzını ve burnunu kapatırken işinde oldukça dikkatliydi. Feride, bugün bilmem kaçıncı kez aynı deryalarda kaybolurken gemisinin alaboro olmasından kocasının sesi sayesinde kurtuldu.

"Köy güvenlidir lakin hasta fazladır, içeri girdiğimizde yanımdan ayrılmayasın hatun."

"Peki."

Kendisinden çıktığına inanılmayacak derece cılız bir sesle karşılık veren Feride, bu halinin en az kendisi kadar Tuğtekin'in de garibine gitmesi ile kendisine sövmeye başladı. Hayır, ne vardı da bu adamın çipil çipil bakan gözlerinin bu kadar yakınına girmesine izin vermişti, hadi vermişti diyelim peki ya ne demeye midesinde tepişen atların dizginlerini eline alamıyordu?

"Gidelim artık yapacak çok fazla iş vardır."

Kendisinin cevabını beklemeden yanından ayrılan adamın arkasından bakmakla yetinen Feride, ellerini yanaklarına bastırırken bu havada nasıl üşüdüğünü düşündü.

Tuğtekin'in, askerlere ve diğerlerine yaptığı açıklamalardan sonra yeniden atlara binerlerken Feride yolculuğa başladığı şekilde devam ediyordu. Köyün girişine vardıklarında kocasının yardımı ile attan inerken oldukça tedirgindi.

Öyle sessiz, öyle ıssız bir köye gelmişlerdi ki, burası resmen ben terk edildim diye bağırıyordu. Tuğtekin az evvel sarf ettiği yanımdan ayrılmayacaksın sözlerini lafta bırakmayıp kendisini dibinden ayırmazken, Feride geçtikleri her toprak yoldan sonra biraz daha şaşırdı. Geldiği köy neredeydi burası nerede, burada yaşayanların hasta olmamaları içten bile değildi. Etrafa yayılan kötü kokuyu kapalı burnuyla dahi alırken yıkık dökük evlerin harabeyi aratmayan görüntüsüne aldırmamaya çalıştı. Bu insalar sefalet içinde yaşıyorlardı, böylesine bir yerde hasta olmayıpta ne yapsınlardı.

İnin cinin top oynadığı bu köhne köyde kendilerine önderlik eden adamın durması ile adımlarını yavaşlatan Feride, kendisini soğuk kanlı olmaya zorladı. Burada ki insalara yardım etmek için gelmişlerdi, o yüzden sakin kalmalı ve mantıklı düşünmeliydi.

"Beyim ahali vebadan korktuğu için dışarıya çıkmaz. Bir tek çocuklar gezer köyün içinde."

Adamın son sözlerinden sonra kaşlarını çatan Feride, çocuklarına karşı böyle pervasız davranan ebeveyinlere sinirlenmeden edemedi. Ortada son derece tehlikli hir hastalık kol gezerken nasıl olur da böyle sorumsuz davranabilirlerdi.

"Çocuklar mı?"

Bu soruyu soran kendisinden başkası değilken köylü adımın kendisine üstün körü bir bakış atıp yanında duran kocasına dönmesi ile ağırlığını tek ayağının üzerine verip gelecek cevabı bekledi. Adamın konuşmak icin Tuğtekin'den izin alıp yeniden kendisine dönmesi ile duruşunu dikleştiren Feride, gelecek cevabın kendisini sinirlendireceğine adı kadar emindi.

"Evet hanımım, sadece çocuklar dışarıya çıkar."

"Çocukların bağışıklık direnci daha düşük, hastalığı kolaylıkla kapabilirler neden onlar?"

"Hanımım zaten bu veba illeti çocuklardan köye bulaşmıştır, hepsi hastadır yavrucakların."

Feride'nin kafası iyice karışırken bir kaç saniye sessizliğin ardına sığındı ve "Bu çok saçma, yani sadece çocukların hasta olması" diyerek kendi kendine söylendi. Burada başka bir şeyler döndüğünü kesindi, veba denen şey sadece belirli bir yaşa veya ırka etki etmezdi ki?

"Hasta olan bütün çocukları görmek istiyorum, hepsini buraya getirebilir misiniz?"

Feride, her ne kadar yaşlı adama rica da bulunsada gözleri söylediklerinin tam aksini iddia ediyordu. Çocukları getirmemesi içten bile değildi. Köylü adam, genç kadının ardında duran heybetli beyden aldığı onayla yanlarından ayrılırken Salabuca değneğinden yardım alarak Feride'nin yanına yaklaştı.

"Kızım, yaptığın tehlikeli bir iş değil midir? Bu çocukların hepsi hasta."

Feride, aklını kurcalayan şeyleri diline yansıtmaktan çekinmezken hâlâ giden adamın arkasından bakmayı sürdürüyordu.

"Bu işte bir terslik var Salabuca, sadece çocukların hasta olması sence de tuhaf değil mi?"

Salabuca, ortada dönen pis kokuları alamadığı için genç kadına itimat ederek yanındaki yerini aldı. Elbette ki yeni dünya hekimleri işinin ehliydi, onların yaptıklarına kendisinin aklı yetmezdi o yüzden çareyi çocukların gelmesini beklemekten yana kullandı.

Feride, veba tehşisini çoktan kafasında elerken arkasında duran adama döndü. Tuğtekin'in bakışlarını kendisinin üzerinde yalakarken gözlerini kaçırmadan aynı sekilde karşılık verdi. "Köy meydanına bir çadır kurabilir miyiz?"

Tuğtekin, aldığı soruya cevap vermek yerine zevcesini duyduklarını bildiği askerlerine ufak bir kafa hareketi yaparken yeniden önünde duran kadına döndü ve "Aklında ne vardı hatun, ne edeksin" diye sordu.

"Çocukların tedavisi için temiz bir ortam oluşturmak lazım."

Aldığı cevapla kafası karışan Delibaş "Vebanın tedavisi var mıdır ki" diye sorarken oldukça ciddiydi.

"Ben bu hastalığın veba olduğunu düşünmüyorum ve umarım yanılmıyorumdur."

Sadece belli bir kısmı etkileyen bu hastalığın veba ile alakası olmadığına içten içe inanan Feride, arkasından gelen sesler ile bakışlarını Tuğtekin'in üzerinden çekerken gördüklerine inanamadı. Köylü adam ardına taktığı yirmiden fazla çocukla kendisine doğru gelirken Feride gördüğü çocuklar ile beyninden vurulmuşa döndü.

Nereden bakılırsa 5-13 yaş aralığında olan bu küçücük çocuklar berbat haldeydiler. Feride onların üzerlerinde ki kirli kıyafetleri, yüzlerinin isyen görünmeyecek olmasını dahi geçmişti ama açıkta kalan minik kollarında ki yaralar, elbiselerinin içinde adeta kaybolmuş minik bedenlerini görmezden gelememişti. Bu çocuklar nasıl bu hale gelmişti?

Köylü adamın ikazı ile kendilerinden bir on adım geride duran çocukların ürkek halleri insanın yüreğini yakarken yaşlı adam yeniden önlerindeki yerini almıştı.

"Hasta olan bütün çocukları getirmişim beyim."

Feride, adamın bu rahat ve umursamaz hallerine daha fazla katlanamazken "Bu çocukların hali de ne böyle" diye soruverdi. Şaşkınlıktan konuşmayı unutmuş gibi kısık çıkan sesine bir karşılık beklerken adamın yerinde gitgide ufalması ile bakışlarını çocuklardan çekip onun üzerine kitlendi.

"Iııı.... Beyim..."

Feride, adamın kendi sorularına Tuğtekin'in üzerinden cevap veriyor olmasına alışmış bir şekilde ayağını yere vururken daha fazla dayanamadı ve sert bir üslupla "Sen bu çocukları nereden getirdin be adam, nedir bunların hali" diye öfkeyle bağırdı. Tuğtekin kendisini sakinleştirmek istercesine ileriye doğru bir kaç adım atıp yanındaki yerini alırken yaşlı adam ondan medet umarcasına gözünün içine bakmaya başlamıştı ama Delibaş beyi adama destek olmak şöyle dursun elini kılıcının kınına atarak dimdik yanında durmuş ve adamın cevabı bir ân önce söylemesi için korkutarak da olsa teşvik etmişti.

"Beyim çocuklar vebalıdır diye onları meydandaki ahıra götürmüştük, ahali tedirgin neticede. Vallahi de billahide başka bir şey etmedik sabilere."

Feride, bir cevap beklerken bunları duymayı hiç ama hiç düşünmemişti. Bu nasıl bir vicdansızlıktı, bu nasıl bir merhametti. Hadi köyün bir kısmı bunu kabul etmişti diyelim peki ya bu çocukların anneleri, babaları onlar nasıl göz yummuştu bu caniliğe. Bir annenin yüreği nasıl el verirdi kendi evladına bunu yapmalarına. Allah'tan reva mıydı bu yaptıkları?

Adama bir şey demek şöyle dursun gözleri üzerine değmezken Feride ayaklarına mani olmadı ve ağır ağır çocuklara doğru yürümeye başladı. Onlara yaklaşmasına çok az kalmışken önde duran küçük çocukların geriye doğru hareket etmesi ile elini kaldırıp "Korkmayın, ben size zarar vermem. Aksine buraya size yardım etmek için geldim" diyerek onları sakinleştirmeye çalıştı.

Küçücük bedenler birbirlerinden destek almak istercesine bakışlarını arkadaşlarına kenetlerken, Feride kendisini izleyenlere sıcak bir tebessüm yolladı. Allah bilir başlarına neler gelmişti de böyle korkar olmuştu sabiler. Feride, kendisinden kaçmaya son veren çocuklara iyice yaklaşırken devam etti.

"Buraya sizleri tedavi etmek için geldik. Bizlerden korkmanıza gerek yok, arkamdaki abiler, ablalar da sizin iyiliğiniz için buradalar."

Gözlerini bütün çocukların üzerinde tek tek gezdiren Feride, en arkada duran iki küçük çocukta takılı kalırken onların ağızlarına doğru götürdüğü yabancı cismin ne olduğunu öğrenmek için gözlerini kıstı ama anlayamadı. Ne olduğunu öğrenmek için çocuklara yaklaşmak istemiştiki kalabalık grubun önünde duran yaşca hepsinden büyük görünen erkek çocuğu kendisini durdurdu.

"Sen hekim misin?"

Feride, önünde dikilen çocuğun gözünde ki hüzne kendisini de ortak ederken "Evet" diyebildi.

"Biz vebali değiliz, tüm köy bizden kaçar ama bizim bir şeyimiz yoktur."

Küçük çocuğun yardım dileyen bakışlarına şefkatle yaklaşan Feride, elini çocuğun is içinde kalmış yanağına götürürken onların vebaya yakalanmadıklarını zaten biliyordu.

"Hatun!"

Tuğtekin'in endişeli sesi ile arkasını dönen Feride, onun hemen yanında bulurken neden bu kadar telaşlı olduğunu anlamıştı. Çocuğa dokunduğu için kendisini uyarıyordu ama buna gerek yoktu. Feride, göz kapaklarını ağır ağır kapatıp yanlış giden bir şeylerin olmadığını ona anlatırken yeniden önüne döndü ve küçük çocuğa aynı şefkatle yaklaştı.

"Peki neden sizden kaçıyorlar, neden size hasta muaamelisi yapıyorlar?"

Taş çatlasa dokuz yaşında olan oğlan çocuğu eliyle arkada duran yaşca en küçükleri gibi görünen bir kaç çocuğu gösterirken konuşmaya başladı. "Onlar sürekli kusar durur, bir de kollarında küçük küçük yaralar çıktı. Ahali de bu vedadır deyip hepimizi bir yere kapattırdı."

Feride, oğlan çocuğunun sözleri üzerine hışımla köylü adama dönerken yemin olsun onu öldürmek istedi. Bu yaptıkları resmen istismara giriyordu. Ne olup bittiğini anlamadan, bir hekimden yardım istemeden ne kadar çocuk varsa hepsini aynı yere kapatmaları affedilecek bir durum değildi, olamazdı da!

Çocukları tedirgin etmemek adına, gözlerinde ki öfkeyi kontrollü bir şekilde yok eden Feride, küçük çocuğunun kafasını okşayarak yüzüne sahte de olsa bir tebessüm yerleştirdi.

"Artık korkmanıza gerek yok, bizler sizin için buradayız. Hepinizi bu durumdan kurtaracağım. Tamam mı?"

Çocukların gözünde ki umut ve mutluluk ışığıyla yüzünde ki sahte tebessümün yerini gerçeğe bırakan Feride eğilmek zorunda kaldığı çocuğun önünden çekilerek kendilerini uzatan izleyen adam doğru sert bir şekilde seslendi.

"Derhal çocukların ailelerini buraya çağırın!"

"Ama bu nasıl olur hanımım, çocuklar ve-"

"Bu çocukların neyi olduğu henüz belli değil lakin ortada veba filan da yoktur. Şimdi git, bu çocukların ailelerini bul, getir!"

Köylü adam aldığı cevaptan memnun bir şekilde güle oynaya giderken, Feride sinirle gülmeye başladı.

"Bu nasıl bir vicdan ya! Çocukları kendi hallerine bırakıp bir yere kapatmaları yetmiyormuş gibi bir de güle oynaya gidiyor!"

"Az sakin olasın hele hatun! Köylülerde korkarlar."

Tuğtekin'in kendisini ikaz etmesi ile hızla ona dönerken öfkesi bir kat daha artmıştı. "Ne korkusu bu, hangi anne çocuğundan korkar Tuğtekin?"

Feride, bütün sinirini Delibaş beyinin üzerinden çıkarmak istercesine üzerine yürürken onun bu denli sakin kalmasına anlam veremiyordu.

"Hatun, burada ki insalar korku ve cehalet için de yaşarlar. Onlara göre hayatın normal düzeni budur."

Aldığı cevaptan hiçbir şekilde memnun olmayan Feride, sıkıntılı bir şekilde nefesini dışarıya verirken "Peki ya sana göre de normal olan bu mu" diyerek büyük bir merakla sordu. Tuğtekin'in burada ki insalar gibi olmasından ölesiye korkarken içten içe dua ediyordu, onun da böylesine cani bir insan olmaması için dua ediyordu.

"Evlat kıyamadığındır, onun başına bir zeval gelmesin diye acılarını sırtlandığın tek varlıktır Feride hatun! Yani demem o'dur ki ben ne kanımdan olandan, ne de cânımdan olandan korkarım."

"Beyim, çadırlar hazırdır!"

Adamın sözlerini büyük bir hayranlıkla dinleyen Feride, ne araya giren askeri duymuştu ne de Tuğtekin'in çoktan yanından gittiğini. Hatta öyle ki koluna girip kendisini Salabuca'nın yanına götüren Hafsa'yı bile çok sonradan fark edebilmişti. Kendi gibi kalbide güzel olan adamın sözleri adeta içine bir nakış misali işlemiş ve kendisini bir kez daha çok farklı alemlere sürüklemişti.

Aradan geçen yarım saatin sonunda eldeki imkanlarla çadırı ufak bir sağlık çadırına dönüştürürlerken çocukları tedavi etmeye başlamışlardı bile. Feride, son çocuğunda gösterdiği belirtileri aklına kazırken eğildiği yatağın başından kalkıp Salabuca'nın yanına yaklaştı. Hemen hemen her çocuğun belirtileri aynıydı. Mide ağrısı, kusma, sarılık ve deride döküntüler. Tüm bu belirtilerin tek bir teşhisi vardı o da zehirlenme ama nedenini henüz çözememişti.

Başlarda gıda zehirlenmesi diye düşünsede işin içine giren sarılık bu tezini çürütmüştü, ayrıca midelerinde ki kasılmada zehrin çoktan kana karıştığını gösteriyordu ve böylesine hızlı yayılan zehirin ne olduğu ise henüz belli değildi.

"Ne düşünürsün kızım, neyi vardır bu sâbilerin?"

"Zehirlenmişler Salabuca, bundan eminim tüm belirtiler bu yönde lakin onları neyin zehirlediğini bulamıyorum."

Salabuca ile birlikte çocukları izlerken askerlerin hep bir elden kendilerine yardım etmelerini sıcak bir tebessümle izledi. Kimi çocuklarla ilgileniyor, kimi köylüye erzak dağıtıyordu. Feride biraz temiz hava alabilmek için çadırdan dışarıya çıkarken gözleri köyün yaşları ile konuşan Tuğtekin üzerinde gezindi. Adamın ciddi ve otoriter tavırlarından gözünü alırken dikkatini başka bir şey çekti. Kocasının bacaklarının arasından oynayan küçük bir oğlan çocuğu, daha doğrusu onun elinde ki yabancı cisim!

Çocukları ilk gördüğünde de aynı cisim dikkatini çekmişti ama ne olduğunu öğrenemeden diğerleri ile konuşup durum kritiği yapmıştı. Feride, merakla küçük çocuğa yaklaşırken onun elindeki siyah parçayı ağzına sokması ile kaşlarını çattı ve adımlarına hız kazandırdı.

"Hayrola hatun, bir müşkül mü vardır?"

Dibine girdiği adamın sorusu ile kafasını iki yana sallarken dizlerinin üzerine çöktü ve Tuğtekin'in dibinden ayrılmayan çocuğa yaklaştı. Elini ona doğru uzatırken kendisinden korkan ufak çocuk endişesiyle dibinden ayrılmadığı adamın arkasına saklanıverdi. Feride, yüzüne kocaman bir gülümseme yerleştirerek yeniden çocuğun doğru hareket ederken onu ürkütmemek adına kısık bir ses tonu ile konuşmaya başladı.

"Benden korkmana gerek yok çocuk, sadece elindekini istiyorum."

Şaşkın oğlan çocuğu bir kendisine bir de elinde ki demir plakaya bakarken birden hırçınlaşıp koşarak kaçmaya başladı tabi Feride'de onun arkasından.

"Ufaklık! Dur, koşma düşeceksin."

Feride köy meydanında deli danalar gibi ufak çocuğu kovalarken kimse ona yardım etmiyordu, bey kocası hariç! O da tıpkı kendisi gibi çocuğun peşindeydi yada peşinde olduğu kişi çocuk değilde zevceside olabilirdi. Feride, nefes nefese koşmaya devam ederken ilerden kendilerine doğru gelmekte olan Hafsa'yı gördü ve "Hafsa, yakala su bacaksızı" diye bağırarak destek istedi.

Bağırması ile anında ileri atılan Hafsa, küçük çocuğu kolundan tuttuğu gibi yakalamıştı. Feride, nefes nefese onlara yaklaşırken kulaklarını kapamamak için kendisiyle savaşıyordu. Yakalanan çocuk fazla asibi olacaktıki kaçmak için debelenip durmasının yanı sıra bağırtıları ile de köyü resmen ayağa kaldırıyordu.

"Bu yaşta bu ciğer, pes yahu! Sanırsın bana Usain Bolt."

"Usa-usain ne?"

Hafsa, her zamanki gibi kendisinin sözleri üzerine düşünürken Feride elini arkadaşının omzuna koyarak başını iki yana salladı. Şimdi bir de ona açıklama yapmak ile uğraşamazdı.

"Bizden korkmana gerek yok canım, eğer bana elindeki şeyi verirsen seni rahat bırakacağız."

Küçük çocuk yine aynı hırçınlık ile elindekini arkasına saklarken, Feride onu nasıl ikna edeceğini düşündü ve tam o sırada yanlarına yaklaşmakta olan Mara'yı gördü.

"Evden çıkmadan önce aldığın çöreklerden birini versene Mara!"

"Sen onu nereden gördün ki?"

Şu kadarcık zamanda Mara'nın boğazına nasıl düşkün olduğunu ezberlemiş olan Feride, onun hala kendisini çok iyi kamufule ettiğini düşünmesine sadece gülüyordu.

"Hadi Mara, ver şunu."

Omzundaki heybeye elini daldıran Mara çöreklerden birini çıkarıp kendisine doğru uzatırken, Feride onun elinden aldığı çöreği çocuğun gözünün önünde sallamaya başladı.

"Eğer elindekini bana verirsen bende sana bunu vereceğim."

Çocuk bir kendi elindeki siyah şeye bir de Feride'nin elindeki yumuşacık çöreğe bakıp duruyordu. Sonunda doğru kararı verip elindekini yere atarak hızla çöreği kaptı. Feride, rahat bir nefes alıp çocuğun yere attığı plakaya uzadı.

Paslanmış bir demir parçası! Çöktüğü yerden kalkıp etrafına bakınırken yanlarına ne ara geldiğini anlayamadığı Salabuca'nın sorusuyla ona döndü.

"Neler olur Feride kızım?"

Salabuca ve Temirbay yanlarına gelmesiyle dikkatli bir şekilde etrafı incelemeye başlarken geldiğinden beri gözünden kaçan o büyük resmi gördü.
"Bu çocukların çoğu hasta bile değil."

"Ne dersin Feride!"

Kendince mırıldandığı sözler üzerine şaşkınlıkla yanına gelen genç kıza dönen Feride "Sırf korkularından bütün çocukları kilit altına almışlar ama bu çocukların sadece bir kaç tanesi hasta o kadar" diyerek bir açıklamada bulundu.

"Allah'ım sen koru, peki ya şimdi ne olacak. Ya diğer sabileride bulaşmış ise bu hastalık."

"Meraklanma Mara, bulaşmaz."

"Nasıl bulaşmasın Feride hatun, vebadır bu!"

Bugün ilk defa sesini işittiği Temirbay'a dönen Feride onu iyi gördüğüne sevinmişti. Gün boyu sarf ettiği cümlelerin bir aslı olmadığı için kimseye kendisini izah edemediğinden insanların çoğu hala vebada ısrarcıydı ve artık elinde hastalık ile ilgili bir kanıtı olan Feride, gönül rahatlığı ile olan biteni anlatmaya başladı.

"Şunlara baksanıza hemen hemen her küçük çocuğun elinde bir demir parçası var ve hepsi de paslı. Uzun zamandır açlık ve sefalet çektikleri çok belli. Ellerindeki demir parçaları açlıktan emmeye başlamışlar, vücutları ise uzun süredir aç kaldığı için kanlarındaki alyuvarlar demiri besin sanıp içlerine almış, bu zehirde kanlarına karışmış."

"Yani ne dersin hatun, bu sâbilerin neyi vardır?"

"Yani demem o'dur ki Tuğtekin beyim bu çocuklar vebalı filan değil, sadece demirden zehirlenmişler."

"Allah'ım sana şükürler olsun."

Herkes hep bir ağızdan aynı şeyleri söylerken Feride daha fazla vakit kaybetmemek adına kurulan çadırlara doğru yürümeye başladı. Aileler çadırlara yakın yerlerde toplamışken gözlerindeki korku hala yerli yerindeydi. Feride onlara da bir açıklamayapması gerektiğinin farkında aralarına karışırken sesini duyurabilmek adına bağırarak konuşmaya başladı.

"Artık korkmanıza gerek yok, çocuklarınız vebalı değiller. Sadece ufak bir zehirlenme sürecindeler o kadar. Bu süreçte sizinde yardımınıza ihtiyacım olacak, şimdi elinizde ne kadar yoğurt varsa hepsini burada ki çadırlara getirmenizi istiyorum."

Köylüler rahat bir nefes alıp birbirlerine sarılırken kadınlar koşarak evlerine gitmişlerdi bile! Onlardan yoğurt getirmelerini istemesinin nedeni
çocukların ciğerlerini temizlemek içindi. Bir nevi doğal detox etkisi.

Salabuca, kendisinin yanındaki yerini alırken ona da zehiri vücuttan atacak ne kadar bitki ilaç varsa bulup getirmesini söylemişti. Hafsa ve Mara'da ona yardıma giderken bütün çocukları toplama işi ise askerlere kalmıştı.

Feride, yanında ki adamdan destek alarak onun askerlerine dönerken tanıdığı iki gençten ricada bulundu.

"Temirbay, Güntuğ çocukların ellerinde ki demirleri toplayıp hepsini buraya, çadıra getirebilir misiniz?"

"Emrin olur Feride Hatun!"

Güntuğ elini göğsüne vururken Temirbay sadece başıyla kendisini onaylanıp çocukların arasına karıştı. Bundan sonra ki süreç ise sanıldığından daha kolaydı.
Feride, çadırın girişinde durup gelecek yardımları beklerken Tuğtekin'in istifini bozmadan yanına gelmesi ile ondan tarafa döndü. Delibaş beyi ellerini arkasında birleştirip aslerlerini izlerken yine düşüncelere dalmış gibiydi ve Feride onun ne düşündüğünü merak ediyordu.

"Ne düşünüyorsun?"

"Seni!"

Aldığı cevap karşısında şaşkınlıktan küçük dilini yutan Feride "Nasıl" diye sorarken oldukça alık göründüğünün farkındaydı.

"Yine herkesin gönlünde taht kurdun." Feride, duymaya alışık olmadığı sözleri duymayı hiç beklemediği adamın ağzından duyarken bir an için ne diyeceğini bilemedi ama sonrasında mesleki bir soğukkanlılık ile "Ben yapmam gerekeni yaptım" diyerek saçma bir cümle kurdu.

"Feride!"

"Efendim."

Delibaş'ın sıkıntılı bir şekilde kendisine dönmesi ile kavisli kaşlarını havaya kaldıran Feride, onun cümlesine "İyiki..." diyerek başlayıp susması ile "İyiki ne" diyerek devamını getirmesine teşvik etmeye çalıştı.

"İyiki b-"

"Beyim!"

Feride, merakla beklediği cümlenin deluler askerleri yüzünden havada kalması ile sinirle solurken bir umut yeniden Tuğtekin'e döndü ama Delibaş beyi cümlesini tamamlamak yerine bir kaç saniye olduğu yerde sallanıp askerlerinin arasına karıştı. Feride'yi ardında bırakarak.

İyiki demişti, iyiki ne? Tuğtekin, genç kızı aklında binbir türlü ucu açık
soruyla başbaşa bırakırken Feride son bir kaç gündür her zaman yaptığı gibi kendini yine onu izlerken buldu.

Allah aşkına kendisine neler oluyordu böyle?

 

Loading...
0%