@mihrininbahcesi
|
Vücudunun her bir zerresi dinlenmeye muhtaçken son çocuğunda tedavisini bitiren Feride, daha fazla dayanamayıp kendisini yere atarken sırtı çadırın sert kumaşına denk gelmişti. Eldeki imkanlarla ve bitkisel ilaçlarla bir çok tedavi yöntemi demek onu bir hayli yormuştu ama günün sonunda doğru tedaviyi bulabildikleri için çok mutluydu. Feride dinlemek için çöktüğü yerde yanına yaklaşmakta olan yaşlı adamı görünce biraz kayanarak onada yer açtı. Salabuca yaşının verdiği yorgunluk ile tıpkı kendisi gibi yere otururken, Feride kendisine samimi bir tebessüm yolladı. Eğer yanında Salabuca gibi bir hekim olmasaydı bugün işler pekte planladığı gibi gitmeyecekti. Bu yaşlı hekim işinin ehli bir profesör gibi her adımda yanında olmuş ve Feride'ye kendi bilgisi ile destek çıkmıştı, bunu kimse göz ardı edemezdi. "İyi iş çıkardın ihtiyar." "Ben hiçbir şey yapmadım, bunca sabiyi kurtaran sen oldun evlat." "Hadi ama mütevazi olmanın hiç zamanı değil, eğer sen olmasaydın onlara ilaç olarak verecek hiçbir şey bulamazdım. Fitoterapi (alternatif tıp) hakkında hiçbir bilgim yok." "F-fitoterapi nedir?" "Senin şuan da uyguladığın tedavi yönteminin adı." "Senin dünyanın dilini anlamak için fazla yaşlıyım lakin sen olmasaydın bunca sabi veba niyetine ziyan olacaktı, Allah senden razı olsun kızım." "Cümlemizden Salabuca." Salabuca ile kısa süren bu sohbetin ardından çadırı deluler ocağının askerleri doldururken herbiri tıpkı kendileri gibi boş buldukları yerlere oturmuşlardı. Tuğtekin ise alışagelmiş bir rahatlık ile kendi yanında ki boş yere oturarak kılıcını aralarına bırakmıştı. "Beyim, yola ne zaman çıkarız?" Güntuğ elini Akbay'ın omzuna koymuş yorgun bir şekilde beyinden cevap beklerken, Feride açlıktan ağrımaya başlayan midesine sarıldı. Gün boyu hiçbir şey yiyememişti. "Hava kararmak üzeredir, bu gece için dinlenecek bir han bulmak lazım gelir. Bu halde yol alamayız." "Buyruk senindir beyim!" Akbay, Güntuğ'u iterek ağırlığından kurtulurken askerlere haber vermek için yanlarından ayrılmıştı, bu sırada Feride içeriye girmekte olan Temirbay ve bir grup askeri izlemeye koyuldu. Onlarda kendilerine yer bulup çadırın içinde bir yerlere kurulurken içerideki hemen hemen herkesi tanıyan Feride, Temirbay'ın yanına oturan iri yarı adamı tanımadığı için bakışlarını üzerine kitlendi. Meraklı bakışları adamın üzerine oyalanırken hemen kulağının dibinde hissetiği nefesin sahibi ile gerilirken kulağına çalınan isimle yanındaki adama döndü. "Baturalp!" "Ne?" Feride, aralarında ki yakınlığı görmezden gelmeye çalışarak adamın gözlerine bakmayı sürdürürken Tuğtekin, "Bakıp durduğun askerin adı Baturalp derim" diyerek genç kadına sitemli bir şekilde açıklamada bulundu ve onun bu tavrı Feride'yi kendisini açıklamaya itti. Tuğtekin'in onu yanlış anlamasını istemiyordu. "Şey... Ben sadece daha önce görmediğim için bakmıştım." Tuğtekin, aldığı açıklamadan memnun bir şekilde genç kadının üzerinde ki hakimiyetini geri çekip tebessüm ederek ondan uzaklaştı. Feride, az evvel ki yakınlıktan olsa gerek açlığını unuturken çadırda eksik olan son kişiler olan kızlarda içeriye girerken gitme vaktinin yakın olduğunu anlamış bulundu. Gerçi gitmeden önce bir şeyler yeseydiler fena olmazdı lakin artık buna da yapacak birşey yoktu. Köye gidene dek beklemek zorunda kalmıştı. Ortamda ki kasvetli sessizlik askerlerin birbirine takılması ile dağılırken, Feride yanında oturan adamı ilk defa bu kadar keyifli görüyordu. Güntuğ ve Temirbay'ın birbirlerine takılması kendi kadar Tuğtekin'ni de eğlendirirken, Feride sadece onun değil bugün bütün askerlerin bugün bambaşka bir havada olduklarını gördü. Belki de bambaşka diye dillendirdiği bu ortam onların her zamanki halleriydi, sadece Feride bunu yeni yeni fark ediyordu. Onlara karşı olan ön yargısı bugüne dek kendisini geri çekmesine sebep olurken, burada ki insanların ne kadar samimi olduğunu fark edememişti ama şimdi hepsinin içinde sıcaklığı en derinlerine kadar hissediyordu ve bu da yüzünde ki tebessümden açık bir şekilde belli oluyurdu, zira Hafsa'nın kulağına fısıldadığı sözlerin başka izâhı olamazdı. "Buraya alışıyor gibisin." Yüzünde ki tebessüm anında kesilirken şaşkın bir şekilde yanında oturmakta olan kıza döndü. Gerçekten buraya alışıyor muydu? Uzun zamandır görmekten kaçındığı gerçekleri önüne seren genç kadın ile bir anda yüzü buz kesen Feride, Hafsa'yı bu sözleri zikir ettiği için çoktan pişman etmişti. Onun o buz gibi bakışları sadece Hafsa'yı değil onları izlemekte olan Mara'nın bile içini üşütmüştü. Fakat ikisi de Feride'nin içinde verdiği savaşı biliyor olsaydı bu bakışları yadırgamazlardı. Kendisinin buraya alışması ile geride bıraktıklarına haksızlık ettiğini düşünen Feride, onlarında kendisini unuttuğunu düşününce sol tarafına usul usul nakş eden sızıyı görmezden gelmeye çalıştı zira biraz daha bunun üzerinde düşünecek olursa burada, herkesin içinde hüngür hüngür ağlayabilirdi. "Feride, ben özür dilerim seni üzmek istemedim." İşittiği naif ve bir o kadar da üzgün ses karşında kendine gelen Feride, yüzüne sahte olduğu her halükarda belli olan bir tebessüm eklerken Hafsa'nın daha fazla üzülmemesi için onu teselli etmeye çalıştı. Sonuçta onun bir suçu yoktu. "Üzülme, sadece bir an için evim aklıma geldi o kadar." "Ben, ben gerçekten özür dilerim." Kendisine iyice yaklaşıp daha bir dibine giren Hafsa ile yüzünde ki tebessümü genişleten Feride bu sefer samimi bir şekilde genç kızı teselli etmeye çalıştı. "Dedim ya özür dilemene gerek yok hassas bir gündü sadece." Hafsa, kendisinin samimiyetini görüp aynı şekilde karşılık verirken, Feride onun birden kendisine sarılması ile boş bulunup ağırlığı altında ezilmekten kurtulamadı ama Hafsa kendisini ezdiğinin farkında olmadan "Ayy sen ne tatlı bir şeysin öyle Feride" derken, Feride alaycı bir tavırla "Sen de ne ağır şeysin öyle Hafsa, bence diyet yapmalısın," diyerek herkesi kendilerine güldürtmüştü. Hafsa, kendilerini izleyen askerleri unutup bir anda sevgi pıtırcığına dönüşürken duyduğu lakırdı ile utançla geri çekilip içine kaçan sesiyle utancını gizlemeye çalıştı. "Aşk olsun Feride, benim nerem kilolu." "Onu üstüne atladıklarına soralım istersen, Mara sen nedersin?" Mara ikisinin atışmasını herkes gibi tebessümle izlerken kendisine sorulan soru ile aralarına dahil oldu ve "Feride hatuna hak veririm" diyerek Hafsa'yı bir parça daha utandırdı. Feride, aldığı destek ile sevgi pıtırcığı arkadaşının yeniden kızarmasına kıkırdamalarıyla eşlik etti ve yumruk yaptığı elini Mara'ya doğru uzatıp "Çak bakalım" deyiverdi. Haklı sözlerinin galibiyetini böyle yaşamak istemişti ama unuttuğu bir şey vardı o da Mara'nın yumruk selamını bilmiyor oluşuydu. Kendisine yeni bir eğlence oluşturduğunun farkında olan Feride, heyecanla ileriye doğru atılırken elbisesinin uzun kollarını birazcık yukarıya çekerek Mara'ya yumruk selamını öğretmeye soyuldu. "Bak böyle yapacaksın. Önce altan, sonra üsten ve en sonda karşılıklı tokuşturacağız." Feride, iki yumruğunuda kullanarak Mara'ya ne yapması gerektiğini gösterirken onun yumruk yaptığı elini çekingen bir tavırla kendisine uzaması ile ufak bir kargaşanın içine düştü. Feride yukarıdan vurmaya çalıştığında Mara'da aynısını yaparak düzeni bozuyordu ve her seferinde yumrukları birbirlerine dolaşıyordu. Feride, gülmemek için kendisini zor tutarken inatla yumruk selamlaşmasını karşısında oturan şaşkın arkadaşına öğretmeye çabalıyordu. Bu sırada onları izleyen diğer gözleri çoktan unutmuştu ama deluler askerlerinin gözleri bu garip selamlaşmayı öğretmeye çalışan bey hatununun üzerindeydi. Yeni bir şeyler görmek onlarıda heyecanlandırmıştı. Mara bir türlü beceremediği tuhaf selamlaşma ile elini hırsla çekerken "Tabi ki de hayır, bu daha çok gençler arasında bir selamlaşma türü." Feride, Mara'nın öfkeli hallerine gülerek geri çekilirken daha uygun bir zamanda bu selamlaşmayı iki kadına da öğretmeyi aklına kazımıştı. Bu sırada Hafsa'nın iki eliyle kendilerini taklit etmesine dayanamayıp yumruğunu ona doğru uzatan Feride, onun önden pratik yapmasına yardımcı olmak istiyordu ama kendisi bunu yapamadan onların bu sempatik halllerini bugün ilk kez gördüğü deluler askerlerinden Baturalp "Madem burada bekler dururuz, yeni dünyadan gelen hatun bize bir şeyler anlatıversin" diyerek kesmişti. Baturalp'in bu patavatsız halleri Feride'yi gülümsetirken yanında oturan Temirbay'ı sinirlendirmişti. Genç asker yanındaki adamın karın boşluğuna kılıcının kabzası ile vururken "Destur diyesin Baturalp! Feride hatun, beyimizin zevcesidir. Bir daha bu denli pervasız davranmayasın" diyerek genç adamı azarlamaktan beter etmişti. Feride, duydukları karşında şaşkın bir şekilde Temirbay'ı izlerken diğer askerlerinde kınayan bakışlarını genç askerin üzerinde bulmuştu. Tuğtekin'nin otoritesinden dahi olsa böyle önem görmek kendisini tebessüm ettirirken Baturalp'in, Tuğtekin'inden özür dilemesini gereksiz buldu. Sonuçta özür dilenecek bir kabahati yoktu. "Affedesin beyim, Feride hatununun zevcen olduğunu bilmezdim." "Özür dilenecek bir durum olduğunu sanmıyorum aksine sohbet etmek böyle boş beklemekten saha eğlenceli olur. Ne anlatmamı istersiniz." Feride, araya girmeyi kendine hak görmüş bir şekilde tatlı tatlı konuşurken yanındaki adama hiç dönmedi ama Baturalp onunla aynı fikirde olmayacaktı ki gözlerini beyinin üzerinden alamıyordu, ondan gelecek bir izin olmadan da kendisi ile konuşmayacağını açıkça belli ediyordu. Halbuki Feride, bey karısı olduğu için gördüğü bu saygıyı kullanabileceğini sanmıştı. Tuğtekin, zevcesinin bir türlü buradaki kaidelere uymayacağının bilincinde elini sakalına atarak kafasını iki yana salladı. Bu kadın bir türlü kendisine sorulan sorulara cevap vermemesi gerektiğini anlamıyordu ve bu bir bey olarak kendisini zor duruma sokuyordu lakin ona kızamıyordu da, hoş kızacak olsa ne fayda! Dili boyundan uzun olan bu kadın kendisini kızdığına pişman ederdi, dilinin de kendisinin de ayarı yoktu ki! Buradaki herkesin Feride'nin nereden geldiğini bilmesiyle konuşmasında mahsur görmeyen Tuğtekin, kendisinden cevap bekleyen askerine olumlu anlamda kafa sallarken bu anı uzun zamandır beklediğini belli etmekten çekinmeyen Mara "Geldiğin yer, orası nasıl bir dünyadır Feride" diyerek ilk soruyu sordu. Feride, duyduğu soru karşısında bir an için ne diyeceğini bilemedi. 15 milyonluk bir şehirden geldiği söylese çok şaşırırlar mıydı acaba? Bir yerden başlaması gerektiğinin farkında söz alan Feride: "Geldiğim yer koca bir metropol. İstanbul yani burada bilinen eski adıyla Konstantinopolis! 15 milyonluk koca bir şehir" derken herkesin ifadesini tek tek izledi. Evet çok şaşırmışlardı ve bu şaşkınlığını ilk dile getirende askerlere haber vermek için yanlarından ayrılıp tam da sohbete başladıkları sıra yanlarına geri dönen Akbay olmuştu. "15 milyon mu?" Feride, şaşkınlık için onu dinleyenlere kafa sallarken "Evet" diyerek kendisini bir kez daha onaylamak zorunda kaldı. Temirbay şaşkınlığını hızlı bir şekilde atarken işin siyasi boyutunu düşünüyordu ve düşüncelerini sesli bir şekilde zikir etti. "O kadar insanı yönetmek zor olmalı?" "Haklısın, çok zor! Burayı ve geldiğim yeri kıyaslayınca daha zor olduğunu fark ediyorum." "Burayı ve bizleri geldiğin yere nazaren küçük mü görürsün Feride hatun!" Temirbay'ın bu soruyu hiçbir art niyet gözükmeksizin sorduğunun farkında olsa da yine de kendilerini ve yaşadıkları yeri küçük gördüğünü düşünerek sinirlenmiş görünüyordu. Feride, tam aksini düşündüğü için genç adama tebessüm ederek "Aksine geldiğim yeri ve kendimi küçük görüyorum" diyerek herkesi bir kez daha şaşırtmayı başarmıştı. "Neden öyle dersin hatun?" Tuğtekin, tam anlamaya başladım derken yeniden kendisini şaşırtan kadının neden geldiği yeri küçük gördüğünü merak etmişti ve bunu sormaktanda geri durmamıştı. Feride ise kendisini açıklamaktan gocunmadı. "Buraya geldiğimden beri fark ettiğim tek şey insanların huzur ve güven içinde yaşıyor olması. Evet, belki açlık ve sefalet içinde yaşıyorlar ama yine de huzurlu hayatları var. Geldiğim yerde buradaki gibi hiçbir esnaf iş yerini öylece bırakıp bir yere gidemez, gitse bile kapıdan çıkmadan dükkanını soyup soğana çevirirler. Sonra kadınlar, kızlar, küçücük çocuklar dahi rahatça, özgürce dışarıda gezemez oldu. Her gün bir kadın, eşi veyahut yoldan geçen bir serseri tarafından öldürülüyor. Küçücük çocuklar kendilerinden yaşça büyük insanların tacizine uğruyor ve bunu yapanlar erkek veya kız çocuğu olduğunu gözetmiyor. Sizlerden bizlere emanet bırakılan bu topraklar artık hiç masum değil. Kardeş, kardeşi öldürüyor, yahudi adetleri günümüze kadar uzanıp bizlerin birer parçası olmuş durumda yani anlayacağınız tam bir kaosun içinde yaşıyoruz." "Bunlar gerçek mi, bütün bu anlattıkların! Kimse bir şey yapmıyor mu? Hak, hukuk nerede?" Hafsa, şaşkınlık ile kendisini dinleyen herkesin sesi olurken oldukça öfkeli bir şekilde sarf etmişti cümlelerini, Feride ise sıkılmadan cevap vermeye devam etti. "Şeriat! Artık ülkemiz islami kanunlara göre yaşamıyor. Yıllar geçtikçe dinimiz unutuldu, bırakın şeriatı uygulamayı zaten birazcık Allah korkuları olsaydı bunları yapmazlardı. Benim geldiğim yerde padişahlık sistemi hüküm sürmüyor artık, babadan oğla devri son buldu! Halk liderini kendi seçiyor ve bizim kanunlar için bir anayasamız var, sırf mahkemede takım elbise giydi diye çocuk katillerini, tecavüzlerini serbest bırakan bir hukuk sistemi içinde yaşıyoruz." "Bu çok korkunç!" "Şaşalı bir yaşam ama derinlere inildiği zaman fazlasıyla korkutucu, haklısın Mara." "Böyle bir yerde yaşamak zor olmalı?" "Aksine yaşamak daha kolay." Kafası iyice karışan Akbay elini sakalına atarken "Daha açık olasın Feride hatun, seni anlamayız! Geldiğin yeri korkunç mu bulursun, yoksa sever misin" diyerek kendisine başka bir soru yöneltti. "İki dünya düşün Akbay, biri çok parlak! Bir yerden bir yere gitmek için sizin gibi atlar üstüne günlerce değilde dört tekerleği olan kapalı araçlarla sadece bir kaç saat de gidebildiğini, her türlü hastalığın tedavi edilebildiğini, avuç içi kadar ufak bir kutu ile istediğin şehir, ülke fark etmeksizin saniyesinde konuşabildiğini, ev işlerini dahi mekanik aletlerin yapabildiğini, yani aklına gelebilecek bütün kolaylıkların sağlanıldığı koca bir dünya düşün!" Kısa bir ara verip herkesin anlattıklarını sinirmesine izin veren Feride, derin bir soluk aldıktan sonra devam ett: "İşte benim geldiğim yer tam olarak böyle bir yer. Size anlattıklarım, yaşadıklarımın yanında hiçbir şey. Bunların kat ve kat fazlası var ama bir de bu dünyanın anlattığım karanlık yüzü var, kan ve ölüm! Soruna gelecek olursam Akbay, geldiğim yeri seviyor muyum yoksa sevmiyor muyum bende bilmiyorum." "Anlattıklarını düşününce aklımızda canlanan şeyler kısıtlıdır kızım ama geldiğin yerinde ne zor, ne yaman olduğunu az da olsa anlayıverdik. Yeni dünyanın ahvali pekte iyi değilmiş." Salabuca'nın söylediği sözler üzerine sadece kafasını sallamakla yetinen Feride'nin diyecek sözü yoktu! Rahatsız edici bir sessizlik ortamda hüküm sürerken, Mara bu sessizliği bozan isim oldu: "Peki neden geri dönmek istersin Feride, burası daha güvenli ve huzurluysa neden evine dönmek için çabalarsın?" İşittiği soru karşısında acı bir şekilde tebessüm eden Feride "Sen ne yapardın Mara! Evinden uzakta, hiç bilmediğin bir yerde, bir dünyada olsan, evin her ne kadar kötü olsa da oraya dönmek istemez miydin, ailene dönmek istemez miydin" derken oldukça üzgündü. Mara ise böyle bir cevap beklemediği için başını önüne eğerek kısık bir sesle "İsterdim" deyiverdi. "Galiba sorunun cevabını aldın." Geldiği yerden bahsetmek Feride'nin içinde ki özlemi deşerken sesli bir şekilde iç çekmekten geri alamamıştı kendisini, evini özlemişti. İçini yakıp kavuran özlemi yavaş yavaş Feride'yi esir alırken içeriye paldur küldür giren asker ile korkarak ufak bir çığlık atıverdi. Tuğtekin, kendisini anlamış gibi koca avcunu dizlerinin üzerinde duran elinin üzerine koyarak onu sakinleştirmek istercesine sıkmıştı ve ardından bakışlarını içeriye dalan adama çevirerek "Destur be adam" diyerek askerini payladı. "Affola beyim, lakin mühim bir mesele vardır?" "Neler olur diyesin hele!" "Beyim devriye gezen askerler göl başında baygın bir hatun bulmuşlar, hatun bir vakit sonra uyanmış lakin ortalığı toza dumana katar, kimseyi yanına yaklaştırmaz. Zannımca buralardan değildir. Hali, tavrı, giyimi, kuşamı pek farklıdır beyim." Adamın söyledikleri Feride'nin zihnini bulandırırken, hep birlikte ayağı kalkan askerler ile kendisinide ayakta dikilmiş bir vaziyette buldu. Tuğtekin hiçbir şey söylemeden en önde çadırdan çıkarken askerleride onu takip ediyordu. "Ne oturuyorsunuz, hadi bizde gidelim!" "Beyim kızmasın Feride, biz gitmeyiverelim." "Korkaklık etmede yürü Hafsa!" Mara çoktan ayağa kalkmış kendisine eşlik ederken, Hafsa ısrarlara daha fazla dayanamayıp kızların peşine takıldı. Erkekler onlardan önce gittikleri için aralarında epeyce bir fark vardı ve kızlar bu farkı kapatmak için koşmak zorunda kalmışlardı. Göl kenarına onlardan önce varan Tuğtekin ve askerleri, Feride'nin görüş açısını kapattığı için kendisinin görebildiği tek şey havada uçaşan irili ufaklı taşlardı. Bir de kadının attığı çığlıklar vardı tabi, garip bir şekilde tanıdık gelen çığlıklar! Bir kaç adım ileri atılıp kalabalık gruba yaklaşmaya çalışırken koluna mengene misali sarılan Hafsa yüzünden durmak zorunda kalan Feride, çatık kaşları ile arkasında durmakta olan kıza döndü. "Naparsın Feride, olduğun yerde kalasın. Başına bir hal gelecek şimdi!" "Bir şey olmaz Hafsa, kolumu bırakta ne olduğunu anlayayım." Zorda olsa kolunu Hafsa'dan kurtarıp kalabalığa yaklaşan Feride, kendisinden uzun olan deluler yüzünden ne kadar yaklaşırsa yaklaşsın hiçbir şey göremiyordu. Hatta bir ara olduğu yerde zıplayarak ileriyi görmeye çalışmıştı ama bunda da başarılı olamadı. Son çare olarak dizlerini kırıp eğilen Feride, kısa boyunun avantajını yerde kullanmaya çalıştı ve bundan başarılıda oldu en azından şimdi çığlık çığlığa bağıran kadının ayaklarını görebiliyordu zira bu bile onun için büyük bir başarı sayılırdı. sonuçta hiçbir şey görmemek yerine bir çift sneakers görüyordu. Bir dakika! Feride az önce sneakers mı demişti? 15. yy sneakers görmüştü! Şaşkınlığının kendisini ele geçirmesine izin vermeden ileriye atılan Feride, deluler askerlerinin arasına karışıp her birini iterek ön saflarda kendisine yer bulmaya çalışırken oldukça heyecanlıydı. Kum torbası gibi iri olan bedenleri kendisinin kum tanesi kadar dokunuşları etki etmesede pes etmeyen Feride, son bir gayret önünde dikilen askeri itecekti ki alnına değen koca bir taş ile acıyla çığlık atarak sert bir şekilde yere düştü. Biri onu vurmuştu? Ağrıyan kısma eliyle baskı uygularken eline bulaşan yapışkan sıvıyla elini göz hizasına indiren Feride, gördüğü vıcık vıcık kan ile ister istemez yüzünü buluşturdu. Kaşı patlamıştı işte! Çığlığı sayesinde tüm dikkatleri üzerine çektiği için sessizleşen ortamda kalabalık grubun dağılıp pek sevgili kocasının kendisine doğru gelmesi ile yutkunan Feride, Tuğtekin'in hiç zorlanmadan koltuk altlarından tutarak kendisini kaldırmasını hayretle izledi. Deli kuvveti vardı bu adamda yahu! Az evvel kendisinin elinin olduğu yerde şimdi Tuğtekin'in parmakları usul usul dolaşırken, Feride hiç ses etmeden onun kaşındaki yarayla ilgilenmesine izin verdi zira şuan da önceliği patlayan kaşı değildi. Önündeki kalabalığı yarıp kendisine gelen adam sayesinde artık sneakersların sahibi görebilirdi. Tabi önce önünde koca adamın kendisine birazcık yer açması lazımdı zira bu sefer de onun vücudu az biraz görüş açısını kapatıyordu. Hafif sağa kayarak kendisine alan açmaya çalışan Feride, Tuğtekin'in kolunu kaldırıp kaşına bastırdığı bez parçası yüzünden yine hiçbir şey göremezken bu seferde sol tarafına doğru vücuduna eğim verdi tabi bu hareketi Tuğtekin işini zorlaştırdığı için ufak bir azar işitmek zorunda kaldı. "Yerinde durasın hatun!" Tuğtekin sinirlendiği için kolunu indirirken farkında olmadan Feride'ye önünde ki kadını görebilmesi için yer açmıştı. "Ama göremiy- mom jean mı o?" Kadının sneakerslarından sonra gördüğü mom jeani ile gözleri şaşkınlıktan on kat büyüyen Feride, deli kuvveti denilen o gücü ilk kez vücudunda misafir ederken kolundan tuttuğu koca adamı önünden nasıl çektiğini bilemiyordu ama gördüğü suret ile bu durum hiç mi hiç önem arz etmiyordu zira şuan da şok üstüne şok yaşamak ile meşguldü. "YOK ARTIK!" "Aman Allah'ım Feride!!!"
Yeni dünyadan gelenler üç etti! Sinan, Feride ve ........ ? Sizce😉
|
0% |