@mihrininbahcesi
|
"Bu-bu gerçek değil! S-Sen gerçek değilsin." Feride, gördükleri karşısında kendisine hakim olmakta güçlük çekiyordu. Şu anda yaşadığı şeyler gerçek olamazdı. Yorulmuştu, hemde çok yorulmuştu. Bugün, o hasta çocukları tedavi etmek için çok çalışmış ve çok yorulmuştu, o yüzdendir halüsinasyon görüyordu. Zaten bunun başka da bir açıklaması olamazdı. Halüsinasyon olarak adlandırdığı kadının kıpırdamaksızın kendisine bakmayı sürdürmesi ile Tuğtekin'in hakimiyetinden tamamen kurtulan Feride, ileriye doğru bir kaç ufak adım atarken onun ağladığının farkında bile değildi. Şu anda kendisinde olması bile mucizeyken bu ufacık detayı görmezden gelmesi sorun olmazdı herhalde. "Sen... Feride sen burdasın, buradasın işte, kanlı canlı karşımdasın. Aman Allah'ım, bu gerçekten sensin!" Kadının konuşması ile gerçekliğinin farkında varırken ayakları daha fazla kendisini taşıyamadı eğer karşısında dikilmeye son veren kadın koşarak kendisine sarılmasaydı yeri boylaması ân meseleseydi. "Yaşıyorsun, gerçekten yaşıyorsun! B-biz yani sen öyle birden bire ortadan kaybolunca ne yapacağımızı bilemedik. Çok kötüydü Feride, gerçekten çok kötüydü seni o halde gördük sonra b-birden bire sen kay-" Ağlamaktan konuşamayan kadını kendisinden uzaklaştıran Feride, bir elini onun omzuna koyarken bir diğer elinin avuç içini onun güzel çehresinden dökülen yaşları silmeye çalıştı. Gerçekti, gerçekten gerçekti! "S-sen gerçeksin, ben halüsinasyon görmüyorum!" "Görmüyorsun, ben buradayım Feride. Senin yanındayım. Şükürler olsun." "A-a abla!" Feride, daha fazla kendisine hakim olamayıp aylar sonra gördüğü ablasına sıkısıkıya sarılıp ağlarken Nebibe, küçük kız kardeşini bulduğu için Allah'a şükür ediyordu. İki kadında birbirlerinin acılarından güç alırcasına yine birbirlerine sarılırken Feride, hıçkırıkları arasında "Buldun beni" diye sayıklıyordu. Nebibe, kardeşini daha bir hasretle kucaklarken "Ben seni her zaman bulurum fındık faresi unuttun mu" diyerek geçmişte yaşanan kayboluşlarını ve sonrasında kendisinin onu her seferinde bulan kişi olduğunu hatırlatmaktan çekinmedi. Feride, geri çekilen ilk kişi olarak sert bir şekilde gözyaşlarını silirken elleri kendinden bağımsız bir şekilde ablasının üzerinde gezindi. Onun her hangi bir hasar alıp almadığını kontrol etmeye çalışıyordu. "Sen iyisin değil mi, hiçbir yerinde bir hasar yok, sağlamsın?" Nebibe, telaşlı hallerini bile özlediği kıza gözyaşları arasında tebessüm ederken kafasını iki yana sallayarak iyi olduğunu belli etti. "Sen gerçekten buradasın yada ben bir kez daha kafayı yiyorum." Feride, her ne kadar ablasına sarılıp onun varlığını her zerresine kadar hissetmiş olsa da yaşadığı onca şeyden sonra bir şeylere körü körüne inanmayı reddediyordu sonuçta yaşadıkları malumdu. Nebibe, kardeşinin bu tuhaf hallerine her ne kadar alışık olsa da onda ki bu şüpheci tavırlara ilk kez şahit oluyordu ama bu üzerinde durmak isteyeceği bir detay değildi. O aylar sonra kardeşini bulmuştu ama merak ettiği çok fazla şey vardı ve bunlardan ilki de kardeşinin bunca zaman nerede olduğuydu. "Neredeydin Feride, aylardır neredeydin sen ablam. Neden bizi hiç aramadın. Burası neresi, kim bu insanlar, yoksa seni burada zorla mı tutuyor bunlar, ondan mı bize haber veremiyordun?" "Hayır, hay-" "Kelâmlarına dikkat edesin hatun!" Ve Temirbay sahnelere geri döner. Feride, arkasını dönüp genç askere "Temirbay" diye seslenirken bu adamın kendisinin dünyasından gelenlere karşı olan bu öfkesini hala anlayamamıştı. Feride, onun kendisini dinlemeyeceğini bildiğinden bakışlarını Tuğtekin'e doğru çevirirken niyeti Temirbay'ı zaptetmesini sağlamaktı ama kendisini şaşırtacak bir olay yaşandı ve beyinin kendisini azarlamasına fırsat vermeyen Temirbay, Feride'yi dinleyerek geri çekildi. Bakışları hala arkasında olan Feride, ablasının elini tutması ile ona dönerken nasıl bir açıklama yapması gerektiğini düşündü. Şimdi burada olanları nasıl anlatacaktı daha doğrusu Nebibe ablasını nasıl inandıracaktı. "Karanlık çökmek üzeredir Feride, hayde çadıra dönesiniz" Tuğtekin'in haklı sözleri üzerine kafasını sallayan Feride, ablasının önünden çekilip yanındaki yerini alırken hızla koluna girdi. Ablası baygın bir şekilde uyanmıştı ve şu anda olayın sıcaklığı yüzünden ne bir ağrı ne de üşüdüğünü hissedemiyor olmalıydı. Zira burası çok soğuktu, en iyisi çadıra geri dönmekti. "Evet, evet! Tuğtekin çok haklı. Hadi abla çadıra geçelim, önce biraz dinlen sonra ben sana her şeyi anlatacağım" diye söze başlayan Feride, ablasını zorla yürütürken askerlerin önlerinden çekilip kendilerine yol vermesine minnettardı. Gerçi onların bunu bilinçli bir şekilde yaptıklarını sanmıyordu çünkü hepsi kendisini gördükleri ilk gün ki gibi şaşkın ve meraklıydı. Nasıl olmasındı ki, resmen ayda bir kendi dünyasından yeni birileri buraya ışınlanıp duruyordu. Zavallıların aklı kendilerinden daha çok karışık olmalıydı. Sonuçta Feride'de, Nebibe ablası da hatta o cani Sinan dahi geldikleri bu toprakların nasıl bir yer olduğunu biliyorlardı ama buradakiler onların geldikleri yer hakkında en ufak bir bilgiye bile hakim değillerdi. İşte böyle düşününcede Temirbay'ın bu aksi davranışlarına hak vermiyor değildi. Hep birlikte yeniden çadıra girdiklerinde dışarıdaki soğuk havanın esaretinden kurtulan Feride anında gevşedi, kaşından usul usul almakta olan kanı durdurmak için boşta kalan eliyle temizlemek istesede havaya kalkan eli daha kaşına ulaşmadan engellendi. "Ellemeyesin, iyi görünmez." Tuğtekin'in kendinden beklenmeyecek derece naif olması gözlerini yaşatırken sol tarafında hissetiği ince sızı ile kolunu aceleyle nikahlı kocasından çeken Feride, aynı hızla ablasına döndü. Onun meraklı bakışları bir kendisinin bir de Tuğtekin'in üzerinde gidip gelirken aralarındaki bu yakınlığı anlamlandırmaya çalışıyor gibiydi ama kendisinin yaralanması üzerine bu konuya değinmeyen ablası "Pansuman yapmak gerekiyor, mikrop kapabilirler" diyerek kendisini Tuğtekin'den uzaklaştırmıştı. Feride, az evvel kocası ile yanyana oturduğu minderlerden birine ablasını oturtup hemen yanına kendisi kurulurken, Tuğtekin'in yanı başına oturmasını beklemiyordu, en azından kendilerinden uzakta durur sanmıştı ama işler pekte tahmin ettiği gibi olmadı. Nebibe ablasının ikisi hakkından soru sormasını istemediği için kafasını ona doğru uzatırken niyeti onun bir ân önce pansumana başlaması idi yoksa gelecek sorulara cevap vermek kendi can güvenliği açısından pekte sağlıklı olmazdı. Acaba "ben evlendim" dese ablasından nasıl bir tepki alırdı? Kızların kendisine ilaç getirmek için çadırın içerisindeki ufak tezgaha yaklaşmasını izleyen Feride, Nebibe ablasının sırtından indirdiği çantasını daha yeni fark ederken onun çantayı bir anda âlaşağı edip içinden ufak bir sağlık çantası çıkartmasını hiç ama hiç beklemiyordu. "Hazırlıklısın." Ağzından çıkan kelime ile ablasının tebessüm etmesi gecikmezken "Her zamanki halim" demekten geri durmamıştı. Bilmez miydi Feride, ablası her zaman tedbirli bir kadın olmuştu. Biraz zorlasa o çantadan ameliyat malzemeleri bile çıkarabilirdi. Ablası pamuğun üzerine döktüğü ilacı kaşına uygulamak için kendisine yaklaştırırken, Feride kaşına değen tentürdiyot yüzünden farkında olmadan yanında oturan adamın kolunu sıkmak durumunda kalmıştı ve bunu Tuğtekin'in "Canını yakarsın az yavaş olasın" diye ablasına çıkışması ile fark etmişti. Nebibe, beklemediği bu tepki karşısında kaşlarını çatarken bu adamın kim olarak kendisini kardeşi hakkında uyarma gerekçesi hissettiğini anlayamadı ama aynı huysuzlukla ona cevap vermekten de geri durmadı. "Ne yaptığımı biliyorum tamam mı!" Feride, ablasının Tuğtekin'e çıkışması ile acısını unutup sırıtırken yanındaki adama dönmek istedi ama ablası kafasını tutarak buna engel oldu. Anlaşılan punsumanı bitirmeden kendisini rahat bırakmayacaktı. Sonunda pansuman işini bitiren Nebibe, eşyalarını aynı sakinlik ile çantasına koyarken eline gelen ağrı kesici paketini aynı ahestelikle çantasından çıkarıp kardeşinin avuçlarının içine bıraktı. "Ağrın olursa alır-" daha lafını bitirmeden elinden çekilen ilaç kutusu ile yanlarından bir saniye olsun ayrılmayan orman kaçkını kılıklı adama dönen Nebibe, bir kez daha kaşlarını çatmak durumunda kaldı. "Bu nedir?" "Görmüyor musun ilaç işte." Feride, daha önce buna benzer bir ağrı kesiciyi Tuğtekin'e vermişti ama onun kutusu farklı olduğu için şimdiki ilacın ne olduğunu anlayamamış olmalıydı. "Ne tuhaf şeydir bu böyle!" Feride, ilaç kutusunu bir savaş silahıymış gibi inceleyen adamın elinden alırken ona zararlı bir şey olmadığını anlatabilmek için gülümsedi ve "Fazla etkisi olmayan düşük dozlu bir ilaç bu, ağrım olursa kullanmam için verdi yani tehlikeli bir şey değil" diyerek diken üstünde olan adamı rahatlatmaya çalıştı ama pekte başarılı olduğunu söylenemezdi. Tuğtekin, bir kez daha yeni dünyadan gelen biri ile karşılaştığı için diken üstündeydi ve Feride bunu çok açık bir şekilde görebiliyordu. O yüzden şimdi ablası ile aralarında geçen her bir diyaloğun veya nesnenin açıklamasını yapmalıydı ki bu koca adam kendisini yiyip bitirmesin. "Veresin şunu hatun, Salabuca senin için merhem hazırlar." "Bu Salabuca'nın yaptığı ilaçlardan daha etkili, emin olabilirsin." "Bana bu lanet yerde neler döndüğünü artık anlatacak mısın Feride, Allah aşkına kim bu adam ve seninle nasıl bir yakınlığı var!" Nebibe ablasının, sert sesiyle Tuğtekin ile bakışmaya son veren Feride anında ablasına döndü. Etraftaki tuhaflığın başından beri farkında olduğu bariz belliydi ama Feride olan biteni bütün gerçekliğiyle ablasına anlatınca ne olacaktı işte orası muammaydı ama artık bir yerden başlaması gerekiyordu. "Feride, buradaki her şey bu kadar garipken beni daha fazla tedirgin etmeden başlasan iyi olur." "Şimdi şöyle......." Aradan geçen yarım saatin ardından Feride, yaşadığı her şeyi bütün çıplaklığıyla ablasına anlatmıştı. Nerede olduklarını, buraya nasıl geldiğini, burada başına nelerin geldiğini daha nice yaşadığı olayı tek tek anlatmıştı, sadece Tuğtekin'in ile evlendikleri kısmı es geçerken tek niyeti ablasına ikinci bir şok ile kalp krizi geçirtmek istememesiydi, tamamiyle iyi niyetinden yani. Bu süreç boyunca ağzını hiç açmayan Nebibe, kız kardeşinin derince bir soluk alıp susması ile etrafındaki insanlara şaşkın şaşkın bakınmaya başladı ve az evvel kulaklarının işittiklerini bir kez de gözleri ile doğruladı. Feride, bir kaç kez ağzını açıp konuşmadan geri kapatan ablası ile iyice dibine sokulurken "Abla, iyi misin" diye sordu, zira durmu pek iyi görünmüyordu. "S-sen şaka yapıyorsun değil mi?" Sonunda sesini bulan Nebibe'nin ilk sözleri bunlar olurken, Feride kendi yaşadığı ikilemleri hatırlayarak ablasını yadırgamadı. Malum bu yollardan o da geçmişti. "Şaka demek isterdim ama üzgünüm abla, tüm bu anlattıklarım ve senin gördüklerin hepsi gerçek" Nebibe, kafasına yeni dank etmiş gibi oturduğu yerden adete kaçarcasına kalkarken kendisi ile birlikte kardeşinide kaldırdı. "Kalk hadi, seni bir hastaneye götürmek lazım. Sen iyi değilsin kardeşim." Feride, kendisinin kolundan tutmuş sürükleyen ablasını durdurmaya çalışırken Tuğtekin'in de arkasından bir hışımla ayağa kalktığını görmüştü. Eğer hemen şimdi ablasını durduramazsa burada olacakları tahmin bile etmek istemiyordu. Buradaki insanlar fazla anlayışsızdı canım! "Abla! Ablam, dur bir gözünü seveyim" Feride kolunu Nebibe'den kurtarıp onu durdurmayı başarmıştı. Ablasının önüne dikilip ellerini onun omzuna koyarken derin bir nefes aldı. "Şu anda kafanın çok fazla karıştığına eminim ama biraz zaman ver. Kendine de buraya da, işte o zaman her şeyi kavrayabilmen daha kolay olacak abla" Nebibe bir omzunda ki ele bir de onun sahibine bakarken gözleri dolmuştu. İnanmak istemiyordu, kardeşim dediği kuzeninin sözlerine inanmak istemiyordu. Zaten böylesine bir deliliğe kim inanırdı ki ama işte bir de gözlerinin gördükleri vardı. Bir ân düştüğü için kafasını sağlam vurduğunu bile düşünmüştü, tüm bunların kendi hayal gücünden varolduğunu ama buraya gelip Feride'yi bulalı saatler olmuştu ve hiçbir şey değişmiyordu. Rüya dese uyanmıyor, hayal dese yok olmuyordu bu lanet yer! "Tüm bu olanlar yani burası, sen, söyledilerin çok saçma Feride! Feride, ablasına hızla sarılırken geçecek demek istiyordu, tüm bunlar geçecek ve biz eskisi gibi gözlerimizi evimizde açacağız demek istiyordu ama diyemiyordu işte! Çünkü geri dönmeleri için ne yapması gerektiğini bilmiyordu. Ablasından ayrılırken aklını yiyip kemiren kurtlardan daha fazla kaçamayan Feride, saatler önce sormak istediği soruyu tek solukta soruverdi. "Abla sen buraya nasıl geldin, beni nasıl buldun?" Nebibe'nin gözlerini kaçırması ile bir şeylerin ters gittiğinin farkında olan Feride, kendince binbir türlü senaryo yazdı ama hiçbirinin içinden çıkamadı. "Abla, bana her ne olduysa anlatabilirsin. Lütfen, orada olanları bileyim ki bizi buradan çıkarmak için hangi yolu izlememiz gerektiğini bulalım." "Y-yalnız konuşsak olur mu?" Ablasının bu tedirgin ve mahçup tavırlarının arkasında ne olduğunu deli gibi merak eden Feride, arkasını dönerek Tuğtekin'inden bir onay bekledi ama o kendisine bakmıyordu. Bütün dikkati ile ablasını izleyen adama yaklaşırken elini onun koluna koyarak ilgisini üzerine çekti. Onun ablasından rahatsız olduğunun farkındaydı, Nebibe ablasının kendilerine zarar vereceğini sanıyordu tıpkı kendisi ile karşılaştığı zamanlarda ki gibi endişeliydi ama bu gereksizdi. "Ondan ne size ne de bana bir zarar gelmez Tuğtekin." "Bundan emin misin?" Feride onun endişelerine hak vermek istiyordu, kendi içinde Tuğtekin ile empati kurmaya çalışıyordu ama bu da bir yere kadardı. Şüphelendiği kişi kendisinin ablasıydı bu kadarına da hakkı yoktu. En azından o da tıpkı kendisi gibi empati yapabilirdi. Bu düşünceyle "O benim ablam, onun hakkında böyle düşünmen çok yanlış Tuğtekin, sadece konuşmak istiyor" diyerek kendisini anlamasını istedi. "Sana zarar vermesini istemem hatun. Bilesin diye söylerim, yeni dünyadan gelenlere güven olmuyor." "Bunu atlattığımızı sanıyordum, bende yeni dünyadan geldim. Bana da mı güvenmiyorsun?" Kendi aralarında ne kadar hiddetli konuşurlarsa konuşsun ses tonlarını alçak tutan ikili kimseye bir şey duyurmadan birbirlerine dert yanarken Tuğtekin duyduklarından hiç hoşlanmamıştı. Feride, onun az da olsa belli ettiği mimikleri sayesinde yüzünü okurken onun aniden geri çekilmesi ile bu konuşmanın burada son bulduğunu anladı. Kendisine hala güvenmiyor olacaktı ki cevap vermeye tenezzül etmemişti. "Göl kenarına gidesiniz, Akbay ve Temirbay size eşlik edecek." "Yalnız olma-" "Uzakta duracaklar meraklanmayasın, sadece tedbir!" Feride, az evvel yaşadığı hayal kırıklığını içine atıp arkasını dönerek ablasının koluna girdi. Onunla birlikte çadırdan çıkıp göl kenarına doğru yürürken, Temirbay ve Akbay biraz gerilerken gelerek kendilerine eşlik ediyorlardı. Güneşin batması ile hava daha da soğurken Feride, ablasına eşlik ederek onu gölün az ilerisinde gördüğü kuru bir kütüğe oturtup yanına geçti. Şimdi iki genç kadın yan yana oturmuş gölü izlerken epey düşünceliydi. Birisi buraya neden ve nasıl geldiklerini düşünürken bir diğeri buraya geliş sebebini nasıl anlatacağını düşünüyordu. Feride, ablasına olan biteni anlatması için zaman tanırken gözü az ileride kendilerini izleyen iki askere takıldı. Her zamanki gibi kendilerine bir ağacın gölgesini mesken tutmuş etrafı kolaçan ediyorlardı. "Ben nereden başlamam gerektiğini bilemiyorum Feride." Ablasının kararsız sesi ile bakışlarını çocuklardan alan Feride, sağ tarafında oturan kadına dönerken onun dizlerinin üzerinde duran ellerini avuçlarının içine alarak güç vermek istercesine sıktı. "Bunu ikimiz için yap, tam olarak neler oldu bilmiyorum ama bana her şeyi eksiksiz bir şekilde anlatmanı istiyorum abla, lütfen." Nebibe, kardeşim dediği kadının gözündeki umut ışıklarından habersiz derin bir nefes çekti içine, bir yerden başlaması gerekiyordu değil mi? O zaman her şeyi en başından anlatmak en doğrusu olurdu. "O zaman sözümü hiç kesmeden beni dinlemek zorundasın Feride. Eğer bir kez durursam yaptıklarımı anlatmak için ikinci bir şansı bulamam. Ben çok utanıyorum." "Utanıyorum" kelimesini duyduğu an kaşlarını çatan Feride bir şey söylememek için kendisi ile savas verirken sadece kafasını sallamak ile yetindi. Ablasının mizahi gereği fazla çekingen olduğunu bilen Feride'nin bundan başka yapabileceği bir şey yoktu. Ablasını sonuna kadar kesmeden, yargılamadan dinlemeliydi. "O sabah! Senin bizim evde kaldığın günün sabahı, hani apar topar evden çıkmıştın, Ümmü'ye yardım edeceğim diye işte o gün hemen senden sonra bir telefon geldi. Arayan şirketin genel müdür yardımcısıydı, bize mali şubenin baskına geldiğinin haberini vermişti. Hem babam hem ben bu duruma o kadar şaşırdık ki ne yapacağımızı bilemedik. O güne kadar bırak mâli şubeyi hiçbir emniyet birimi ile en ufak sorun yaşamışlığımız yoktu. Biz, biz her şeyi kaidesine göre yapan temiz ve tescilli küçük bir firmaydık en azından biz öyle sanıyorduk. Şirkete gidince öyle şeyler öğrendik ki Feride, inanamazsın. Finans müdürü Mehmet'i tanıyorsun, yıllarca birlikte çalıştık hatta öyle ki bu şirketi onunla birlikte büyüttük. Ya da sadece biz öyle sandık, o şerefsiz bizim adımızı, aile şerefimizi resmen iki paralık etti Feride. Şirketin adını kullanarak öyle yolsuzluklar yapmıştı ki! İhaleye fesat karıştırma, rüşvet ve en kötüsü kara para aklama. Biz bunca zaman buna nasıl uyanamadık hala anlamış değilim, her şeyi o kadar güzel kılıfına uydurmuş ki... Savaş ülkelerine çıkan silahların tüm kirli parasını bizim şirketimiz üzerinden aklamış. Benim, babamın hatta yönetim kurulundaki hissadarların bile ruhu duymadan bizim imzalarımız ile tüm bu kirli paraları aklayıp ülkeden çıkarmış, anlayabilir musun? Meger biz bunların farkında olmasak bile uzun süredir mali şubenin radarındaymışız ve o gün her şeyin başladığı o gün bizim yıkımımız oldu Feride!" Feride, duydukları ile duygudan duyguya girerken tüm bunlara inanmak istemiyordu. Abi diye bildiği o adam ailesi için bir çalışandan daha fazlasıydı. Evlerine girip çıkan, sofralarına oturan biriydi. Tüm bunları nasıl yapardı? "Mehmet abinin böyle bir şey yaptığına inanmıyorum!" Feride'nin hayretler içindeki sesine karşın yüzüne soğuk bir tebessüm ekleyen Nebibe, sert bir şekilde yutkunarak "Emin ol sonrasında yaşadığımız şeyler daha ağırdı Feride" diyerek acı içinde konuştu. Feride daha fazla ne olabilir dercesine ablasına bakarken, Nebibe büyük bir soğuk kanlılık ile devam etti. Bir kere başlamıştı anlatmaya şimdi nasıl sussun. "Şirkete gittiğimiz gibi bizi apar topar tutuklayıp karakola götürdüler. Biz daha neler olduğunu anlayamadan kendimizi bir savcılık ofisinde bulduk Feride, zaten her şeyide orada öğrendik ama iş işten geçmişti. Tüm bu yolsuzluklar babamın ve diğer bir imza yetkisine sahip olan benim üzerime yıkılmıştı bile. Günlerce kaç avukat geldi geçti ama hiçbiri bizim için bir çare bulamadı sonunda da babam tüm bu olanlardan kurtulabilmek için baskıları kabul etti ve tüm suçu üstlendi. Niyetinin beni kurtarmak olduğu çok belliydi bu yüzden sesimi edemedim Feride, dışarı çıkmalıydım. Birimizden biri o lanet yerden çıkmalıydı ki esas suçluyu yakalayabilsin bende öyle yaptım. Babamın suçu kabullenmesine karşı gelmeden onun cezaevine girmesine izin verdim." "Abla sen neler diyorsun öyle! Eniştem, o iyi mi?" Feride daha ne olabilir ki dediği yerde başka bir şok dalgasının içine hapsolurken Nebibe gözyaşlarını zaptetmeye çalışıyordu. Yaşananları anlatırken bir kez daha hatırlamak ona ızdırap veriyordu. Babasını kurtarmak için ne çabalar sarf etmişti ama bir de şimdi geldiği yere bak! Babasının nasıl olduğunu bile bilmiyordu. "Bilmiyorum Feride. Babam nasıl, oradan çıktı mı hiçbir şey bilmiyorum. Önümüzde ki hafta babamın bir duruşması olacaktı. Avukatlar bu davaya olumlu bakıyorlardı, delil eksikliğinden süre kazanabileceklerinden bahsediyorlardı ama gel gör ki ben buradayım ve elimden hiçbir şey gelmiyor. Babamı bir başına bıraktım Feride, onu orada bir başına bıraktım." Nebibe'nin ağlamaya başlaması ile ona sarılan Feride "Yalnız olduğunu kim söylemiş, halam var yanında abla. Hem biz geri döne-" derken bir anda sözleri ablası tarafından acımasızca kesildi. "A-annem yok Feride..." Tam göğsünün üzerine oturan koca bir yumru ile ablasından ayrılan Feride, bir kaç saniye öylece ablasının kızarmış gözlerini bakındı. İçinde fırtınalar koparken ne sorması gerektiğini dahi bilemedi. Annem yok demişti, halası yoktu! Neden yoktu, Feride'nin anne dediği o güzel kadına ne olmuştu ki? Feride alacağı cevaptan öylesine korkuyordu ki, ona ne oldu diye bile soramıyordu. "Feride..." Aldığı nefesi kesik kesik geri veren Feride, ablası hariç her yere bakınırken "H-ha-halam, o..." diye başladığı cümleyi tamamlayacak gücü kendisinde bulamadı. Bu sefer ablasının ona sarılması ile dişlerini dudaklarına geçirdi. Ağlamayacaktı, ona bir şey olmazdı ki, olsa Feride hissetmez miydi? Canının yarısı sökülüp alınsa Feride hissetmez miydi? Nebibe, sarıldığı o küçük bedenin sahibinden ayrılmadan anlatmaya devam etti. Şu anda devam edebiliyorsa o da sarıldığı kadından aldığı güç sayesindeydi. "Bizi apar topar içeriye almalarının üzerinde üç gün geçmişti. Üç gün boyunca ne senden ne annemden bir haber alamadığım için o gün berbat bir halde eve gittim ama kimseyi bulamadım. Seni aradım, açmadın sonra annemi aradım ama o da açmadı. Ben ne yapacağımı bilemez bir halde senin evine gittim Feride, tam kapını çalacaktım ki Ümmü açtı kapıyı, elinde bir kaç parça eşyayla öylece dikildi karşımda. Öyle kötüydü ki Feride, halini bir görsen yıkılmıştı resmen. Anladım, o an biz yokken bir şeylerin ters gittiğini anladım." Ablasının ara vermesi ile hızlıca ondan ayrılan Feride, izin vermediği halde yanağından akan yaşları silerken "Sonra, sonra ne oldu" diyerek büyük bir cesaret ile Nebibe'yi devamını anlatması için teşvik etti. "Öldü dedi, senin için öldü dedi Feride! Hiç acımadı, Ümmü bana hiç acımadı kardeşim... Geçti karşıma, senin kardeşin öldü dedi. Sonrasında bayılmışım, kendime geldiğimde salondaki kanepelerden birinin üzerindeydim. Senin öldüğünü yeni öğrenmişim, babam cezaevinde ama en önemlisi annem yok... Annem seni çok severdi Feride, sen annemin kıyamadığıydın. Senin canın yansa onun nefesi kesilirdi, senin gözünden bir damla yaş aksa onun yüreğini sel başardı. Bastı da Feride! Sen gittin annem dayanamadı, onun yüreği senin kaybını kaldıramadı kardeşim." Ablasının gözünden akan yaşlar Feride'nin ciğerini yakarken sadece sustu. Ağlamak istiyordu ama yapamıyordu, ayağa kalkıp delicesine bağırıp, çağırmak istiyordu ama onu da yapamıyordu. İçinde fırtınalar koparken hissetiklerini dışa yansıtamıyordu çünkü hiçbir serzeniş hissetiklerini anlatmasına yetmeyecekmiş gibi geliyordu, o yüzden suskunluğu yıkılışının en büyük göstergesi oldup. Nebibe, belkide dakikalarca sessizce kardeşini izledi. Onun dökemediği gözyaşlarını kendisini akıttı, onun çekemediği içleri kendisi çekti ama devam etti. Sustuğu yerden anlatmaya devam etti çünkü daha anlatacak çok fazla şeyi vardı. "Kalp krizi geçirmiş, seni hastaneye kaldırdıklarını öğrenince koşa koşa sana gelmiş annem ama seni bıraktığı gibi bulamamış. Ümmü, senin öldüğünü söyleyince zavallı kalbi bu acıya daha fazla dayanamamış oracıkta düşüvermiş. Üç gün boyunca, içeride kaldığımız üç gün boyunca kimse bize haber etmemiş Feride, annem de sende öyle kimsesiz bir şekilde o soğuk hastane odalarında bizi beklemişsiniz. Emniyetten çıktığım gibi size gelmiştim gelmesine ama ben ikinizde geç kalmıştım Feride. Hastaneye geldiğimde annem yoğun bakımda, sen.... Sen ise..." Nebibe daha fazlasını anlatamadan hıçkırıklara boğulurken Feride, ablasının gizlediği yüzünü avuçlarının arasına alarak büyük bir heyecanla "Ha-halam yaşıyor mu" diye sordu. Nebibe, kendisinde konuşacak takati bulamadığı için kafasını olumlu anlamda sallarken alamadığı nefesleri arasında "Buna yaşamak denirse" diye yeni bir serzenişte bulundu. "Allah'ım sana şükürler olsun." Feride, halasının öldüğünü düşündüğü şu bir kaç dakikada canından can verirken çok korkmuştu, öyle korkmuştu ki bu korkusunu dile getirecek kelamları bile bir araya getirememişti. "Halamın durumu nasıl peki?" "Yoğun bakımda, öyle hareketsiz bir şekilde yatıyordu. Doktorlar pek umutlu konuşmasada ben umutluyum Feride, biz buradan evimize dönünce annem uyanacak. Zaten senin sesini duysa hemen kalkar ki." Neler yaşamışlarda böyle, oysa ki Feride hiç böyle hayal etmemişti. Belki kendisi burada mahsur kalmıştı ama ailesinin hep iyi olduğunu düşünmüş öyle hayaller görmüştü ama şimdi bu duydukları, meğerse hepsi bir tarafa dağılmıştı. Halası, eniştesi ve ablası. Feride, herkes hakkında bilgi edinmişti ama Nebibe hâla buraya nasıl geldiğini anlamamıştı. "Abla, sana ne oldu? Sen buraya nasıl geldin?" Feride, en başından beri merak ettiği sorunun cevabını duymak isterken Nebibe soğuk havaya aldırmadan ciğerlerine derin bir nefes çekti. "Annemden sonra senin yanına uğradım ben Feride. Morga! O kapının önünde kaç saat bekledim bilmiyorum bile! Babamdan, annemden sonra bir de seninle sınandım kardeşim ben. Kendimde o soğuk odaya girme cesaretini bulduğumda ise hiçte tahmin etmediğim bir şey ile karşılaştım." Nebibe, gördüklerini anlatırken ne kadar zorlandığını bariz bir şekilde belli ediyordu. Kısa bir solukta sonra devam ederken, Feride artık daha ne olabilir diye isyan edecek dereceye gelmişti. "Yoktun, sen yoktun Feride. Sevinsem mi üzülsem mi bilemiyordum ama sen o soğuk odada ki sedyede yatmıyordun. Ben içeride senin cansız bedenin ile karşılaşmayı beklerken koca bir hiçlik ile karşı karşıya kaldım. Görevlileri bulup onlara seni sorduğumda yine aynı şeyleri söylediler ama onlarla birlikte morga girdiğimde hepsi çok şaşırmıştı. Hastane yönetimini ayağa kaldırdım seni bana vermelerini istedim ama kimse bana yardımcı olmadı, kimse seni bana göstermedi Feride. Ben, ben o kadar ağır şeyler yaşamıştım ki... Bir kaç günde ailem dediğim herkesi kaybetmiştim ben Feride! Kimsesizdim, yalnızdım..." Feride, ablasının bu çaresiz hallerine öyle aşinaydi ki! Kendisinden bilirdi kimsesizliği, onun verdiği çaresizliği ama çok şükür ona bir kapı açılmıştı, kimsesizliğine her şey olacak bir ailesi olmuştu ve bu dipsiz kuyudan şükür ederek kurtulmuştu ama ablası işte burada onu hislerinden ayrılmak zorunda kalıyordu. Onun böyle bir psikolojide ne kadar sağlıklı düşünebileceği hakkında en ufak bir fikri yoktu ama dua ediyordu ki yanlış bir yolda yürümüş olmasın ve buraya gelişinin ardından büyük bir günah olmasın. "Sonra, sonra ne oldu abla?" Artık sona geldiklerinin bilincinde ablasına destek olmak isterken duyacaklarından şimdiden korkuyordu Feride ama öğrenmek zorundaydı, ablasının neler yaşadığını ve buraya nasıl geldiğini bilmek zorundaydı. Sonra bir de kendisinin akıbeti vardı, öldü denilen ama ölü bedeninin kaybolduğu kendisinin... "Her şeyimi kaybetmiştim ben, önce işimi sonra ailemi... Düşünecek vaktim olmadı Feride. Ben, ben sadece biraz nefes almak istemiştim. Uyuyup uyanmak, belki de her şeyi çözmem için yapmam gereken tek şey buydu ama birilerinden de akıl almazsam ölecek gibiydim. Babama gittim, her başım sıkıştığında yaptığım gibi babama gitmek istedim ben Feride ama olmadı." Nebibe yaptığı şeyin ağırlığı altında ezilirken tırnakları ile kendisine zarar verdiğinin farkında bile değildi. Etinden et koparırken kardeşinin ellerini tutarak kendisine engel olmasına dahi izin vermek istemedi. Bunu hak ediyordu ama Feride'ye de daha fazla karşı gelecek gücü yoktu, çok yorulmuştu. "Babama gidecekken onu gördüm, Mehmet'i gördüm Feride, cezaevinden çıkıyordu. Yanında iki adamla birlikte güle oynaya babamın esir olduğu o lanet yerden çıkıyordu. Bir görsen nasıl keyifli, nasıl mutlu. O ân içimde öyle bir öfke birikti ki Feride, lav oldu dışarı taştı adeta gözüm hiçbir şeyi görmedi. O ve yanındaki iki adamı arabalarının yanında dururken hiç düşünmeden bende kendi arabama bindim. Başta oradan kaçmak istemiştim ama sonra o lanet herifin iğrenç kahkahsını kapalı camlar ardından bile duyunca daha fazla dayanamadım. Bastım gaza Feride..." Feride daha fazla dayanamadı, araya girerken böyle bir şey beklemediğini bariz bir şekilde belli ediyordu. Nebibe ablasının birine bile isteye zarar vereceğini hiçbir zaman düşünmezdi, şimdi de düşünmek istemiyordu ama onun anlattıkları kendisine yardımcı olmuyordu. "Abla, yapmadım de! Allah aşkına o herife hiçbir şey yapmadım de!" Nebibe, daha fazla ağlamak istemiyordu ama yaşadıkları hiçte kolay şeyler değildi ve bu psikoloji ile bunu beceremiyordu. "İstedim, yemin olsun ki o adamı orada öldürmek istedim Feride. Bana, bize yaptıklarının intikamını böyle almak istedim. Yaptım da, onu öldürmek için teşebbüste bulundum. O kısacık mesafede olabildiğince süratli bir şekilde arabayı üzerine sürdüm ama o ân bir şey oldu. O kadar yaklaşmıştım ki, o iğrenç herifin canını kendime hak olarak görüp almaya o kadar yaklaşmıştım ki ama bana engel oldular. Başka bir araç, benim ve Mehmet'in arasına giren başka bir araç buna mâni oldu. Ben o hızla önümde ki arabaya çarparken Mehmet'e ne oldu bilmiyorum, bana ne oldu, anneme ne oldu hiçbir şey bilmiyorum Feride! Gözümü açtığımda burada öylece yatıyordum." Artık kendisinden sonra ailesine neler olduğunu öğrenen Feride, tükenmişlik ile oturduğu kütükten ayağıya kalktı. O böyle hayal etmemişti. Belki bencilceydi ama ablasını burada görmek, kendisinin yanında olduğu bilmek iyi hissettirmişti. Onun ve ailesinin yaşadığı onca şeye rağmen Nebibe'nin burada olmasına sevinmişti. Fazla bencildi değil mi? Ama bu bencilliğini kendisine kalkan olarak kullanmak isteyen Feride'nin artık geri dönmek için daha büyük bir motivasyonu vardı, belki geçmişte eve dönmek için çabalamaya ara vermiş olabilirdi ama şimdi bunu ailesi için yeniden denemeliydi. Ne pahasına olursa olsun evine dönecekti, bu uğurda neyi feda edeceği ise şimdilik umranda bile değildi. Ama Feride'nin en büyük düşmanı olan zaman, bakalım ona ne gibi bir oyun oynayacaktı. Eve dönüşü için çabalarken zaman ona istediğini yapması için fırsat verecek miydi? ************** Bu bölümde Feride'nin geride bıraktığı ailesini ve kendisine ne olduğunu az da olsa okumuş olduk:) Bir de sürekli bölüm soran okurlarım için ufak bir açıklama; Bölümleri haftada bir kere attığımın farkında olduğunuzu varsayıyorum lakin sürekli bölüm ne zaman gelecek diye soruyorsunuz, arkadaşlar haftada bir düzenli olarak bölüm atıyorum fakat belirli bir günümüz yok. Umarım anlaşılır olmuştur;) Bir sonra ki bölümde görüşmek dileğiyle💚
|
0% |