@mihrininbahcesi
|
Aile olmak için kan bağı arayan insanları hiçbir zaman anlayamamıştı, belki de bunda ki en büyük etken kendisine kandan çok can ile aile olmaya çalışan insanlardı. Çocuk yaşta hem annesi hem babasını kaybedince Feride'den geriye köksüz bir çocuk kalmıştı. Köksüz diyordu çünkü onu sahiplenecek kimsesi yoktu, tıpkı kökü olmayan bir ağaç gibi koca kalabalığın içerinde boynu bükük kalmıştı. Kandan olan akrabaları bile kendisine sahip çıkmak istemezken kucak açmıştı ona eniştesi. Amcaları, teyzeleri ufacık bedenini fazlalık olarak görürken halasından önce eniştesi sahiplenmişti onun küçük bedenini. Sofrasına bir tabak fazla koymaya gocunmamıştı, ona sırtına dönen amcalarından daha çok amca olmuştu ona. Bunda halasının payıda büyüktü elbet, köksüz kaldığı o günlerde kucak açmıştı onlar kendisine bir de gelip şimdi görmek vardı. Feride, kendisine kucak açıp candan aile olan insanları resmen bir bir kaybediyordu. Şimdi bütün bunları bilerek burada nasıl kalacaktı, nasıl nefes alacaktı.
Feride, döktüğü gözyaşlarını sanki günahmışcasına silip arkasını dönerken ruh halini yansıttığının farkındaydı ama buna yapacak hiçbir şeyi yoktu. Gözyaşlarını dindirebilmişti dindirmesine ama o da neticesinde bir insandı değil mi? Acısını içine gömecek kadar güçlü değildi! Bir yerde patlak vermesi gerekiyordu. "İyi değilim ama olacağım." İçinden geçenleri en yalın hali ile dışa vururken iyice soğuyan havaya kulak kabarttı. Çadırdan ayrılalı neredeyse bir saatten fazla olmuştu, kendi dertleri ile sadece canlarını değil bu soğukta bedenlerinide bitap düşürmüşlerdi. Feride, ablasına son kez sıkıca sarılıp ayrılırken "Hava iyice soğudu, geri dönelim" diyerek geri dönüş yolunu tuttu. Kendileri ile birlikte delular askerlerinide bu soğuğa maruz bıraktığı için bunu da kendine dert sayan Feride, onlara döndüğü vakit Temirbay ile göz göze gelmişti ve belki de o adamda ilk kez insanı bir duyguyu görmüştü. Üzgündü, kızgındı ve daha böylesine birbirine kardeş bir çok duyguya ev sahipliği yapıyordu gözleri. Anlaşılan ailesinin dertlerine sadece kendisi değil arkalarından aheste aheste yürümeye başlayan iki genç askerde iç yanmıştı. Gecenin ayazından paylarını hep birlikte aldıklarından koca adımlarla bir kaç dakika içinde çadıra varabilmişlerdi. Feride, soğuk havanın etkisiyle yaşlarını göz pınarlarında kuruturken Nebibe'nin de ondan geriye kalır bir yanı yoktu. İkiside sanki az evvel ağlayanlar onlar değillermiş gibi güçlü bir şekilde çadırdan içeriye giriverdiler. Feride, bıraktığı gibi bulamadığı çadırın ortasındaki sofraya bakarken artık pekte aç olmadığını fark etti. Zaten az evvelki açlığını ailesinin başına gelenler ile doyurmuştu, daha ne yiyecekti! "Sofraya buyurasınız kızım, ahali bizler için aş hazırlamış." Salabuca'nın daveti ile yerdeki ufak sofradan gözlerini ayıran Feride, ablasınıda alarak az evvelki yerlerine yeniden oturdular. Feride'nin bir yanına Tuğtekin bir değer yanına ise Nebibe ablası kurulmuştu. Gözleri yeniden sofraya dönerken iştahsızlığı gördüğü yemeler ile bir kez daha kendisini terk ediverdi. Kendileri için hazırlanan sofrasının pek bir albesini yoktu, niyeti hazırlanan yemekleri hor görmek değildi lakin burada görmeye alıştığı sofraların görkemi yanında bu hiçti. Kendisi hariç herkes hazırlanan yemekleri büyük bir iştahla yerken Feride'nin yaptığı şey onları izlemek oldu. Bir kaç dakika boyunca öylece boşalan tabakları izlerken kalkmaya yeltenmişti ki aynı anda tabağına bırakalan iki koca but ile kalkamadan yerine yeniden oturmak zorunda kaldı. Henüz kendi önündeki yemeği bile yiyemezken aynı anda iki parça butun tabağına bırakılması ile nefesini bıkkınlık ile dışarıya doğru üfledi. Yemek istemiyordu ki, tahta tabağı işaret parmağıyla önünden iterken niyeti belliydi, yemek istemiyordu fakat Tuğtekin onunla aynı fikirde olmayacaktı ki az evvel ittiği tabağını elinin tersi ile yeniden önüne ittirerek "Yola çıkacağız, kuvvetli olman gerek. Yemeğini yiyesin hatun" diyerek kendisine buyruk vermişti. "Bir şey yemek istemiyorum." "Hatun, yemek ister misin diye suâl etmedim! Yiyesin dedim." "Bende yemeyeceğim diyorum." "Feride ba-" "Kız yemek istemiyorum diyor daha neye zorluyorsun acaba, kurmalı bebek mi bu, onu yap bunu yap deyip duruyorsun." Ablasının birden parlaması ile şaşkınlıkla ondan tarafa dönerken elini onun kolunun üzerine koyarak sakin olmasını sağladı. "Abla, sakin ol lütfen." Kendisinin bu ufak ikazı ablasını sakinleştirirken yeniden tabağına dönmesini sağlamıştı. Feride, hangi ara arayı bulan taraf olduğunu anlayamazken başını iki yanına doğru sallayıp bu seferde sağında oturan ikinci agresif kişiye döndü. Tuğtekin'in keskin bakışlarını ablasının üzerine kitlenmiş bir şekilde görünce hiç şaşırmadı. Onların yıldızları ilk saatlerden beri barışmamıştı ve hiçte barışakacak gibi durmuyordu. Kendisinin bakışlarını hissetmiş gibi gözlerini ablasından çeken Tuğtekin'in yeni hedefi kendisi olurken bakışlarında ki vahşiliğin yerini şefkate bıraktığını gördü. Feride, tıpkı kendisi gibi onunda bazı şeylerin farkına vardığını biliyordu bilmesine ama ikiside bu durum için bir açıklık getirmiyordu. Kendi aralarında sessizlik yemini etmiş gibiydiler. Sanki bir taraf aralarındaki bu şeyden bahsedecek olsa herşey yerle bir olacakmış gibi ses etmiyorlardı. "Yaşadıkları çok da kolay şeyler değil, alışması için ona biraz zaman vermelisin." Feride, ablası için biraz anlayış talep ederken. Tuğtekin'in "Sana verdiğim gibi mi" demesi üzerine bugün ilk kez gerçek anlamda güldüğünü hissetti. Feride ilk tanıştıkları zamanı hatırlayınca onun anlayış çerçevesini pekte tastiklemedi. "Pek sayılmaz, daha ılıman olmalısın. Malum beni defalarca kez tehdip edip bir de boğazıma hançer dayamıştın. "Sen-" "Yemek soğuyor." Konuyu uzatmamak adına Delibaş'ı susturup tabağına odaklanan Feride, herkes sofradan kalkana dek yemeğiyle oyalanmıştı. Yemek faslının fazla uzun sürmeyişine şükür ederken didikleyip durduğu koca tavuk butundan sonunda kurtulmuştu. Kızların ve köylülerin yardımı ile sofra toplanırken bu geceyi köyde geçireceklerini öğrenmişlerdi. Tuğtekin'in önden gönderdiği ufak ekip elleri boş bir şekilde geri döndükleri için köylüler kendileri için kalacak yerleri çoktan hazır etmişlerdi. Delular askerleri kurdukları ikinci bir çadır ile kendilerine kalacak yer temin ettikleri için kadınlar köylülerden birinin evinde kalacaklardı. Yaşlı bir kadının önderliğinde Feride ve diğerleri köyün içindeki evlere doğru yol alırlarken bu sefer askerlerden biri yerine bizzat Delibaş beyi Tuğtekin kendilerine refakat ediyordu. Geldikleri evin önünde içeriye girmek için bekleyen kızlara kaş göz işareti yapan Feride, onların eve önden girmesini anlatmaya çalışıyordu. Mara'nın kendisini anlayan kişi olarak ablası ile birlikte eve girmesiyle derin bir nefes alarak arkasındaki adama döndü. Ablasına anlatacak daha çok fazla şeyi vardı ama ondan önce gizlemek istediği şu evlilik mevzusunu Tuğtekin ile konuşması gerekiyordu. "Biraz konuşabilir miyiz?" Feride'nin bu naif isteği üzerine geri dönmekten vazgeçen Tuğtekin, elindeki meşaleyi evin duvarındaki çıkıntıya bırakırken ellerini belinin arkasında bağlayarak kendisine döndü. Feride, kendisini dinlemeyi kabul eden adam ile arkasındaki eve kısa bir bakış atarak bir kaç adım ileriye atıldı tabi yanındaki adamda onunla birlikte yürümek zorunda kalmıştı. Nikahlarının olduğu günden beri evlilik konusunu bir kez bile açmadığı için şimdi nereden başlaması gerektiğini bilmiyordu. Şimdi dikkatli düşününce ikiside evlilikleri konusunda hiç sohbet etmemişlerdi, nasıl başladığı ve nasıl biteceği bile meçhuldu. "Konuşmayacak mısın hatun?" Önden yürümeye son verip olduğu yerde arkasını dönerken bir yerden başlaması gerektiğini biliyordu. "Konuşmak istediğim şey evliliğimiz, daha doğrusu bu evliliğin gizli kalmasını istemem. Ben bu konu hakkında ablama hiçbir şey anlatamadım Tuğtekin, yani sende kabul edersen bir müddet daha aramızda olan bu şeyi bilmesini istemiyorum." Feride, bir çırpıda içine dert olanları diline döktüğünde Tuğtekin'in kaşları yeniden çatılmıştı."Hayde biz söylemedik diyelim, öğrenmeyecek mi hatun. Nerede kalacaksınız?" Feride, işin bu yönünü hiç düşünmezken Tuğtekin'e hak vermişti. Onun evinde kalırken ablasına ne diyecekti. "Bunu düşünmemiştim." Tuğtekin'in çattığı kaşları karşısındaki kadının saf halleri ile anında yumuşarken biraz daha ılımlı yaklaştı. Sohbetleri esnasında evden iyice uzaklaşırlarken Feride duydukları ile adımlarına hızla son vererek yanındaki adama döndü. Bu koca adam az evvel sırf kendisi için ablasına katlanacağını söylerken oldukça ciddiydi, peki ya ablası kendisi için kocasına katlanır mıydı... işte bunu bilemiyordu. Bu topraklarda en güvenli yerin Tuğtekin'in yanı olduğunu biliyordu Feride, ortada Sinan gibi büyük bir bela varken onu koruyacak tek kişinin yanında duran adam olduğunu da biliyordu ve böyle düşününce bir kez daha Tuğtekin'e hak verdi. Onun yanında kalmak zorundaydı, şimdi sadece kendisi değil, ablasıda tehlike altındaydı ve onları koruyacak tek kişi Delibaşı Tuğtekin bey idi! Sırf ablası evliliklerini öğrenmesin diye uzaklaşmak artık çok da doğru bir fikir gibi gelmiyordu Feride'ye. Sinan denen adam daha kendisinin varlığını hazmedemezken bir de ablasını öğrenecek olursa yapacaklarına bir başına engel olamazdı. Ablasını o cani adamdan koruyamazdı hadi korudu diyelim peki ya ahali, onlara ne diyeceklerdi. Sırf onların akıl almaz yakıştırmaları yüzünden Tuğtekin ile evlenmek zorunda kalmışlardı. Şimdi bir de ayrı evlerde kalacak olurlarsa haklarında ne gibi söylentiler çıkardı ve bunları nasıl örtbas ederlerdi. O yüzden en iyisi Delibaş beyinin yanında kalmaktı. "Ne düşünürsün?" İçine düştüğü bu bilinmezliğin arasından Feride'yi geri getiren Tuğtekin olurken onun çok fazla yakınında durduğunu fark etmesi uzun sürmemişti. Bu yakınlık kendisinde ufak çaplı bir şaşkınlığa sebep olurken kelimelerine de etki etmişti. "Hiç, hiçbir şey... Peki biz şimdi nerede kalacağız?" Bu soruyu büyük bir merakla sorarken, Tuğtekin'i yeniden sinirlendirmişti. "Ne demek nerede kalacağız, bizim evimizde kalacaksınız hatun!" "B-bizim evimiz mi?" Tuğtekin, yanındaki şaşkın kadının bu hallerine her ne kadar gülmek istesede kendisine hakim oldu ve "Evet, bizim evimiz" diyerek sözlerini bir kez daha tekrar etti ama şaşkın karısının kendisini anlamak gibi bir düşüncesi yoktu, hâla anlamamakta ısrar ediyordu. "Haa şu küçük klübe mi! Ablama orada kal diyemem Tuğtekin." "Hatun dellendirmeyesin beni! Sana orada kalmana gerek yok derim lakin sen ve şu şuursuz inadın!" Feride, beklemediği bu tepki ve hakaret yüzünden kaşlarını çatarken "Sen bana hakaret edemezsin" diyerek adamı anlamamakta ısrarcıydı ama Tuğtekin'de kendisini ona anlatmak için fazlasıyla ısrarcıydı. Aralarında zaten olmayan mesafeyi attığı koca adımlarla sıfıra indirirken yüzüne alaycı tavrını çoktan konuk almıştı. "Ettiklerine sayasın Berceste!" "Ettiklerime mi, ne etmişim ben sana be adam?" Feride, yavaştan sinirlenmeye başlarken aralarındaki yakınlığı umursamadan birazda o yanaştı Tuğtekin'in bedenine ve dik burnunu biraz daha kaldırarak karşında kendisini zevkle izleyen adama karşılık verirken buldu kendini. Tuğtekin, zevcesini sinirlendirmekten hoşlanmış bir vaziyette üzerine gitmeyi sürdürmek isterken onun kızarmaya başlayan burun ucu ile geri çekilerek eliyle dönüş yolunu gösterdi ve "Geç oldu, hayde geri dönesin" diyerek onu soğuk havadan korumak istedi. Feride, aralarındaki yakınlığı yeni fark etmiş gibi hızla Tuğtekin'den uzaklaşırken onun yüzündeki alaycı gülüşü hızla ekarte etmesine rağmen yakalamıştı. Kendisinin bu şaşkın hallerinden zevk alıyor gibiydi hatta gibisi fazla bile kalırdı. Birbirlerine attıkları bakışları daha fazla uzatmadan her ikiside gözlerini çekerken Feride, yanından geçip önüne düşen adamın koluna sürtünerek yolan devam etmesi ile aptal aptal sırıtarak peşine takılmıştı. Evden pek fazla uzaklaşmadıkları için dönüş yolu oldukça çabuk biterken, Feride tuhaf bir şekilde ondan ayrılmak istemiyordu. Ne zaman yanyana gelseler bir şekilde kendilerini bir tartışma içinde bulsalarda Feride onun yanındayken içine işleyen huzuru görmezden gelemiyordu. Sanki Tuğtekin'in yanında olduğu zamanlar bütün derdi tasası uçup kendisinden uzaklaşıyordu. Adam resmen 15.yy'da kendisinde antideprasan etkisi oluşturuyordu. "Neye gülersin hatun?" "Hı!" "Sırıtıp durursun derim, neye keyif ettin böyle diyesin hele." Saf saf sırıtmaya anında son veren Feride, izahını yapamayacağı şeylere gülmeye kendisine tam da şu anda yasaklamıştı. Tuğtekin, ona açıklama yapmayacağını anlamış gibi kaşlarını çatarken eliyle evin kapısını gösterip "De hayde, giresin içeri" diyerek kendisini azarladı. Koca adamın gür ve huysuz sesi anında Feride'nin yüzünü asmasına sebep olurken çoktan bahçeden içeriye girmişti bile, evin kapısını çalmadan önce son kez arkasına dönerken aynı suratsız yüzü gördü ve "Antidepresanmış, papucumun antideprasanı" diye söyleniverdi. "Söylenmeyesin hatun, söylenmeyesin!" Hafsa'nın açtığı kapıdan girmeden önce arkasından seslenen adamın kendisini duyduğunu fark eden Feride, bir elini kapının tahta köşelerine koyarken arkasını dönmüştü. Tuğtekin'in suratındaki munzur ifade az evvelki suratsız haline tezatlık oluşturup yüzüne yakışırken Feride çoktan kendisini yeniden tebessüm ederken bulmuştu ama bu demek değil ki onu sinir etmeden eve girecekti. "Sana da iyi geceler dağ ayısı." Tuğtekin sinirlenmek şöyle dursun keyfi daha bir yerine gelirken kafasını iki yana sallayarak kadına resmen senden iflah olmaz dercesine bakmıştı. "Gecen hayra kalsın Berceste!" Başkada bir şey söylemeden arkasını dönüp giden adamın ardından öyle baka kalan Feride, kendisine yeniden taktığı mahlas ile seslenmesi üzerine aklı dolu bir şekilde eve girdi. Berceste'nin anlamını bilmiyordu, acaba ne demekti? Sobanın ısısını daha kapının eşiğinden hissederken soğuktan buz tutmuş yüzü yanmaya başlamıştı. Daha fazla kapıda durmamak için Hafsa'nın peşinden salona girerken ablasını ve Mara'yı sobanın etrafına konulan minderlerin üzerinden buldu. İçerideki yaşlı iki kadına selam vererek ablasının yanına kurulurken bakışlarından bir çok soru duyar olmuştu. Neredeydin, kimleydin gibi bir çok soruyu sormak istercesine bakıyordu. Feride, ona cevap vermek için kafasının içinde dolanan kırk tilkinin kuyruğunu düzeltmeye çabalarken önlerine bırakılan bakır bardaklar ile rahat bir nefes aldı. Genç bir kızın önlerine bıraktığı bardaklardan birine kurtarıcısıymışcasına sarılırken hemen dudakları ile buluştu. Yalnız kalacakları zamanı iple çeken ablasından bakışlarını çeken Feride, kendilerini izlemekte olan kadınlara dönerken onların bakışlarının ablasının üzerinde olmasını yadırgamadı. Nebibe'nin üzerindeki siyah mom jean ve kırmızı sweet bu döneme ait olamayacak kadar moderndi. Ah bir de beline kadar uzanan sarı saçları vardı, bu döneme göre fazla bakımlı ve canlı saçları. Ev sahibi olan iki yaşlı kadın bu konuda kendilerine anlayış göstererek hiçbir şey sormazken Feride bundan memnun kalmıştı. Zaten ablasına verecek bir hesabı varken bir de ikinci bir sorgu vakası kaldıramazdı. Kaldı ki deluler ocağından hariç kimseye geldikleri yer hakkında hiçbir şey anlatamazlardı. "Rahat olasınız bacılar, burada bizden başka kimse yoktur. Hekim kızımda, arkadaşlarıda bu gece misafirimizdir." "Allah razı olsun teyzecim." "Asıl senden razı olsun hekim kızım, sayende balalarımız evlerine döndü. Sen olmasan kim bilir neler olurdu." Feride bir an için düşündü, eğer burada olmasaydı gerçekten o çocuklara ne olurdu. Vebalı diye hepsini sonsuza dek bir yere kapatmazlardı değil mi? "Cümlemizden razı olsun, şükür ki bu bela geçti gitti." Hastalığın pençesinden kurulan çocukların şu anda evlerinde, annelerin kucaklarında olması en büyük övüncü olurken tıpkı yaşlı kadınlara söylediği gibi belanın geçip gittiğine inandırdı kendisini. Daha fazlasını düşünmeye de gerek yoktu. "Siz çaylarınızı içe durun bizde döşeklerinizi hazırlıyıverelim." "Olur mu hiç teyzem, biz yardım ederiz. O kadar kadınız burada, sen oturasın." Aralarındaki en hamarat kız olan Hafsa bu teklifi anında reddederken herkes onu desteklenmişti. Çaylarını içtikten sonra hep bir elden yatakları koyabilirlerdi. Yaşlı kadınların yeniden yerlerine oturması ile çaylarını içmeye kaldıkları yerden devam ederlerken Feride daha fazla dayanamadı ve yanındaki savaşçı kadına dönüp "Mara, Berceste ne demek" diyerek sessiz bir şekilde sordu. "Niye sorarsın?" "Hiç, merak ettim." Feride, Tuğtekin'in kendisine taktığı bu mahlası sadece başbaşa iken söylediği için mutlu olmuştu. Bir de Mara'nın iğneleyici laf sokmaları dinlemek zorunda kalmayacaktı. Mara'nın, sinsi sinsi sırıtmaya başlaması ile aklından neler geçtiğini merak eden Feride, kaşlarını çatmakta gecikmedi. Acaba Tuğtekin'in kendisine böyle seslendiğini biliyor muydu? "Seçilmiş ve güzel olan demektir. Beyim bu yüzden sana tahsil edilen ata bu adı vermiş olmalı. Sahibi gibi onunda öne çıkan bir güzelliği vardır zannımca." Duyduğu açıklama ile gözleri anında büyüyen Feride, ellerini yanaklarına bastırmak gibi bir aptallık yapmamak için yumruk yaparak yanındaki yastığın üzerine bastırdı. "İyi misin bacım, yanakların al al olmuş." Mara'nın alay kokan sesiyle başını diğer tarafa çeviren Feride, hiçbir şey söylemedi. Hoş diyecek neyi vardı ki, Mara gibi çakala ne derse desin kendi bildiğini okurdu. Keşke Hafsa'ya sorsaymış, onun saflığı işine gelirdi ama nerede Feride o akıl, gitsin Osmanlı'nın en çakal hatununa danışsın. Çayların bitmesi ile Mara'dan kaçmak için hemen yatakların hazırlanmasını isteyen Feride, herkes gibi bir işin ucundan tutarken biran önce uyumak istiyordu. Sobanın olduğu odaya iki yer yatağı yaptıklarında birinde kendisi ve ablası yatacak bir diğerinde ise Mara ve Hafta yatacaktı. Hazır olan yatakların ardından kendilerine veda eden ev sahiplerinin odadan çıkması ile dört kadın başbaşa kalmışlardı. Feride, tıpkı ablası gibi üzerindeki fazlalıklardan kurtulup beyaz yorganın altına girerken Mara çoktan odada ki mumları söndürüp kendilerini karanlığa esir etmişti. Odada çıkan tek ses sobada yanan çalı çırpının çatlama sesleri iken kendisine yaklaşan kadına iyice sokulan Feride, uzun süredir çektiği ev hasretini ablasının siğnesine girerek gidermeye çalıştı. Tabi Nebibe'de aynı şekilde kendisine karşılık veriyordu. "Konuşacak çok şeyimiz var gibi duruyor Feride. Bugün çok yoruldum ama yarın anlatma sırası sana gelecek işte o zaman benden kaçamayacaksın." Feride, sertçe yutkunup cevap vereceği sırada "Uyu fındık faresi uyu. Sorgu, sual faslın yarın" diyerek kendisini susturan ablası ile hiçbir şey söylemedi. Asıl sınavını yarın vereceğini bilincinde uykunun şehvetli kollarına teslim oldu. Yarın ola hayrola.... Feride, yüzünü yalayan rüzgar ile tebessümünü daha da genişletirken korkusuzca arkasına hızlı bir bakış attı. Kocasının öfkeli yüzünü aralarına girmiş olana mesafeye rağmen çok net bir şekilde görürken atının dizginini daha bir hırsla tutarak Berceste'nin hızlanması için yüksek sesli bir nida koyverdi. "HAYDE!" Sesi bozkırın ormanlarında bir name edasıyla süzülürken kendisi bile bu hallerine inanamıyordu. Evet, her zaman çabuk öğrenen bir öğrenci olmuştu ama at binmek hele ki üzerinde böylesine süzülebilmek herkese nasip olmayan bir meziyetti. Seçilmiş atının naif yelesi tıpkı kendisi gibi özgürlüğe kucak açarken Feride, daha da hızlandı artık arkasına baktığında ne Tuğtekin'i ne de delular askerlerine görebiliyordu. Takip etmesi gereken patikayı bırakıp kendinden bağımsız bir şekilde ağaçların daha sık olduğu ormana girmesi ile dizginlere asılırken artık eğlenmiyordu. Feride korkuyla atını durdurmaya çalışırken Berceste sanki hakimiyet bende dercesine bildiğini okuyordu. Sık ağaçların dalları yüzünden vücuduna aldığı darbeleri görmezden gelemeyen Feride, kurtarıcısının adını kaç kere bağırdığını artık sayamıyordu. Oysaki sadece küçük bir oyun oynamak istemişti. Kendisini her konuda yetersiz gören o koca adama bir şeyler ispat etmek istemişti ama şimdi fark ediyordu ki bu yaptığı aptallıktan başka bir şey değildi. "Dur artık seçilmiş varlık." Çığlıkları bile çıldırmış olan atını durdurmaya yetmezken Feride son bir gayret asıldı dizginlere avuç içlerini yakan iplerin üzeri kendi kanı ile yıkanırken Berceste sanki sona geldiği biliyormuşcasına durmuştu. Feride, nefes nefese atının üzerinden inerken hızla ondan uzaklaştı. Bu deli hayvanın kendisini kaçırdığına inanamıyordu. Korkuyla etrafında yarım tur dönerken niyeti nerede olduğunu anlamaktı ve anladıda, niyeti temiz kalbine hâsıl oldu ve Feride durduğu bu toprak zemini ve hemen ardındanki karanlık mağarayı tanıdı. Atı onu eşkıyalardan kaçarken sığındığı o mağaraya getirmişti. Feride, kendisini buraya getiren hayvanın hiçbir şey olmamış gibi yerdeki otları yemeye başlaması ile kaşlarını çattı. Harika! Onu buraya zorla getiren kendisini değilmiş gibi bir de karnını doyuruyordu. Feride, elini alnına atarak delicesine etrafında dönerken bir an için atına binip geri dönmeyi düşündü ama o deli hayvanın ne yapacağını bilemediği için bu fikrinden hemen vazgeçti. Zaten Tuğtekin hemen arkasındaydı, her ne kadar onu atlatmış olsa da arkasında bıraktığı izler bariz bir şekilde belliydi. Delibaş beyi o izleri takip ederek kendisini bulabilirdi. En iyisi delular gelene kadar burada beklemekti. Feride, fikrine sadık bir şekilde hemen yanında duran koca kayının üzerine oturmak için eteklerini toplamışken duyduğu ses ile korkarak geri çekildi. Ansızın duyduğu boğuk ses karşısında çığlığı sessiz ormanın içinde patlarken hızla sesin geldiği yere doğru döndü. Arkasına... "Sonunda gelebildin Berceste." Eli kalbinde korkuyla arkasını dönmüş sesin sahibi arayan Feride, kimseyi görememesiyle geriye doğru ufak adımlar atmaya başladı. Korkuyordu... ama korkusu kendisine seslenen kişiyi bulmasına engel olmadı. Mağaranın içinden geldiğini düşündüğü sese karşı "Kim var orada" diye bağırdı. "Korkma benden Berceste, ben seni kurtaran kişiyim. Seni bekliyordum, hadi bana gel." Yaşlı bir kadının dudaklarından kopup kulaklarına ilişen ses ile geri geri gitmeye son veren Feride, mağaranın en az on adım gerisinde dururken kaşlarını çattı. Onu bir kadın mı kurtarmıştı. Peki ya neden kendisini bekliyordu, uyandığında yanında bile değildi. Feride'de onun kim olduğunu öğrenememişti, tanımadığı birine gelmesine nasıl beklerdi. "Beni neden bekliyordun, kimsin sen. Çık karşımada beni kimin beklediğini göreyim." Feride, sesini olabildiğince ılımlı tutmaya özen göstererek mağaraya doğru seslenirken gelecek cevabı duymak için nefesini tuttu. "Yıllardır seni bekliyordum Feride. Bana gel, beni bul Berceste. Seni bekliyorum." Feride, inatla aynı şeyleri tekrarlayan kadın ile kaşlarını çatarken sinirlenmeye başlıyordu. Buradaydı ya işte daha ne istiyordu ondan. "Geldim işte, buradayım. Göster kendini." "Beni bul Berceste, seni bekliyor olacağım bul beni." Daha fazla bu çağrılara kayıtsız kalamazken adımları kendisinden bağımsız mağaranın içine doğru gidiyordu, bunu yaparkende içeriye seslenmeyi ihmal etmedi. "Neredesin, seni göremiyorum. Geldim, hadi çık karşıma." Mağaranın karanlık duvarlarını tutarak ilerlemeye çalışırken gözlerini kısmıştı. Bir şeyler veya birilerini görebilmek için tüm gücünü kullanıyordu ama sadece sesini duyduğu kadın ona hiç yardımcı olmuyordu ki. "Beni bul, beni bul Berceste!" Sesin gitgide daha yakından gelmesi ile kadına yaklaştığını fark eden Feride "Geldim işte, neredesin? Çık karşıma" diye öfkeyle bağırdı. Bu saklambaç oyunundan sıkılmaya başlamıştı. "Feride, Feride! Kendine gel ablacım." "Bulamıyorum..." "FERİDE!" Duyduğu haykırış ile yataktan neredeyse zıplayarak uyanan Feride, göğsünün hızla kalkıp inmesi ile kendisini ablasının kucağında buldu. Rüyamıydı yani... Feride, ellerini ablasının kollarına koyarak geri çekilirken sırtınını odanın buz gibi olan duvarlarına yasladı. Gece boyu yanan sobanın sabaha karşı hiçbir esamasi kalmazken Feride alev alev yanıyordu. Sırtından boşalan soğuk terler ile kafasını duvara yaslarken ablasının sorularını duyuyordu ama algılayamıyordu. Hala gördüğü rüyanın etkisindeydi. Buraya geldiğinden beri ikinci defa rüya görüyordu ve bu rüyada tıpkı diğeri gibi oldukça gerçekçiydi. İlkinde kendi cenazesine katılırken ikinci gördüğü rüyada kendisini çağıran bir kadının sesisini duymuştu. Tüm bunlar ne demekti, ne anlatmak istiyordu bilemiyordu ama kendisinde hissettirdiği duygular bambaşkaydı. Feride, bu iki rüyanında gerçeklikten bir parça olduğunu düşünüyordu çünkü gördükleri bir rüyadan daha fazlasıydı. "Feride, ablacım iyi misin? Güzelim korkutuyorsun beni, kendine gel." Kollarından sarsılması ile kendine gelen Feride, kafasını dayadığı duvardan çekerken ablasının ellerini tuttu. "İyiyim ablam, iyiyim. Sadece bir rüya gördüm." Nebibe, emin olmak istercesine gözlerini küçük kuzeninin üzerinden gezdirirken derin bir nefes aldı. "Bugün çok fazla şey yaşadık ablam, onun etkisi olmalı. Hadi sen uyu." Nebibe, kuzeninin yeniden yatağa uzanması ile başında dikilirken " İyi olduğuna emin misin" diye bir kez daha sordu. "İyiyim ben, hadi uyu artık saat daha erken." Nebibe'nin öyle olsun bakışları altında yeniden yatağa girmesi ile arkasını dönerek bakışlarını boş duvara sabitleyen Feride'nin aklında rüyasında duyduğu o sesin sahibi ve mağara vardı. Rüya diye tabir ettiği şeylerin bir gerçeklik payı olabilir miydi? Gerçektende orada kendisini bekleyen biri olabilir miydi? Bunu öğrenmenin tek bir yolu vardı. Feride, yeniden uykunun tatlı esintise kapılırken "Öğreneceğim" dedi. Öğrenecekti de... ****************** "Herkes burada mıdır?" Akbay, beyinin sözlerini onaylamak adına bakışlarını herkesin üzerinde tek tek gezdirdikten sonra soluğu beyinin yanında almıştı. Onlar kendi aralarında yol hakkında istişare ederlerken Temirbay ve iki askerde arkada otlayan atları alarak yanlarına gelmişlerdi. "Hazır mısın hatun?" Feride, kendisine sorulan soruyla bakışlarını sabahtandır boş boş gezdirdiği ağaçtan çekerken yanındaki adama döndü. "Evet, hazırım." Tuğtekin, gün ağırdığından beridir başka bakan kadının gözlerinin içine bakarken neler olduğunu anlamaya çalışıyordu ama Feride ona hiç yardımcı olmuyordu. Onun yeniden gözlerini kaçırması ile sıkıntıyla atına doğru yol alırken neye öfkelendiğini bile bilmiyordu. "Hayde, yola çıkarız!" Feride, yanındaki adamın ayarsız ses tonu ile yerinde zıplarken ablasının koluna koyduğu eli ile ona tebessüm ederek kafasını yok bir şey dercesine iki yana salladı. Ablasından çektiği bakışlarını hemen dibinde, atına binen adama çevirirken onun elini kendisine uzatması ile sertçe yutkundu. Buyrun cenaze namazına. Feride, bir onun kendisine uzattığı eline bir de ablasının kendisine attığı tuhaf bakışlara takılırken ikisinin arasında mekik dokuyurdu. Şimdi ne yapacaktı? Gördüğü rüyanın etkisi ile bir başına kendi atına binmeyi reddederken ablasına doğru döndü. Battı balık yan giderdi, açıklayacak çok fazla şeyi varken bir yenisini daha bu listeye eklemek sorun olmasa gerekti ya hadi hayırlısı. "Abla?" "Efendim." "Eve varınca her şeyi anlatacağım tamam mı?" "Eve mi! Ayrıca sen neyi anlatacaksın?" Feride, dişlerini dudaklarının arasında ezerek hızla arkasını dönerken kendisine düşünmek için fırsat tanımadan Tuğtekin'in uzattığı elini tuttu. Delibaş beyi, yaptığı bu hareket karşısında dudaklarının kıvrılmasına engel olamazken o güçlü kollarının hakkını vererek tek eli ile zevcesini siğnesine doğru çekip belini tuttuğu gibi önüne oturttu. Saniyeler içinde olan biten bu sahneyi herkes normal karşılarken şaşkın olan tek kişi Feride'nin ablasıydı. Kızılca kıyametin kopacağını ablasının bakışlarından bile anlayan Feride, kafasını önüne eğerken beklediği tepki pekte gecikmedi. "Feride, sen orada ne halt ediyorsun!" Kafasını eğdiği yerden kaldıran Feride, dudaklarını oynatarak "Sonra" derken ablasının başka bir şey sormaması için dua ediyordu. Ablası sanki kendisini anlamış gibi ses etmeden önüne dönerken tepesinde uçuşan alevleri bir Feride görüyordu gibiydi zira Temirbay onun bu öfkeli hallerine görebilseydi ona karşı böyle buyurgan konuşmazdı. "Hatun, sende Hafsa'nın atına binesin, hayde!" Temirbay, yerinde durmayan atının dizginleri sıkısıkıya kavrarken söylemişti bu sözleri. Feride, ablasını izlerken onun ses etmeden Hafsa'nın atına doğru yürümesini izledi. Hayret sesini etmemişti, gerçi Feride'nin ki de laftı kadının aklını allaç pamuğuna çevirmişken neyin hesabını sormasını bekliyordu. Nebibe, gördüklerinden memnun olmadığını her halinden belli ederken kendisine gösterilen kıza yaklaştı ve onun yardımı olmadan tek seferde ata bindi. Herkes şaşkın bir biçimde onu izlerken dizginleri eline alan genç kadın Hafsa'nın arkasına binmesi ile atın tüm kontrolünü eline almıştı. Feride, binicilik konusunda yetenekli olduğunu bildiği ablasına tebessüm ederken herkesin bir ona bir kendisine bakması ile akıllarının neden karıştığını anlamıştı. Yeni dünyadan gelen iki kadın ve ikisininde meziyetleri bambaşka ama Feride'nin bunda hiçbir suçu yoktu ki, sonuçta o bu tarz aktiviteleri hiç sevememişti. Yolun geri kalanını Tuğtekin ile birlikte kervanın en önünde sürdürürken bir kaç saatin sonunda köye varabilmişlerdi. Havanın kararması bile meydandaki pazarın kalabalıklığından ödün vermezken atlardan inmek zorunda kalmışlardı. "Burası geldiğimiz yerden daha büyük ve daha güzelmiş Feride." "Öyle, burası diğer köylere nazeren daha gelişmiş." Feride, daha önceden deneyimlediği şeyler hakkında ablasına ön ayak olurken onun bir anda durması ile kendiside durmak zorunda kaldı. "Feride, biz buraya geldik ama sen nerede kalıyorsun. Biz burada ne yapacağız?" "Abla biz -" "Feride!" Hafsa'sın kendisine seslenmesi ile derin bir nefes alarak arkasını dönerken ne ara aktara geldiklerini fark edemediğini düşündü ve "Efendim Hafsa" deyiverdi. Kızların kendisini ikinci bir hesap safsatasından kurtardığına minnettardı. "Allah'a emanet olun, biz eve geçiyoruz." Hafsa, Salabuca ve Mara aktarın kapısında kendilerine veda ederlerken kızlarda onlara veda etmişlerdi. Onların gitmesi ile Akbay'ın yanlarına gelmesi bir olurken Feride, Tuğtekin'in arkasında olduğunu fark etti. Bu adam daha dakikaların önce önlerindeyken şimdi nasıl arkalarına geçmişti ki! "Beyim, askerler haber göndermişler. Ferinşah bey ocaktadır, buyruğun nedir?" Tuğtekin'ın birden değişen aurasını içten bir şekilde hisseden Feride onun ellerini sakalına atması ile bakışlarını üzerine sabitledi. Anlaşılan yine bir şeyler canını sıkıyordu. Akbay'ı yollayıp kendisine dönen adam ile ablasının kolundan çıkan Feride, Tuğtekin'in kendisine bakması ile bir şeyler söyleyeceğini anlayarak yanına yaklaştı. "Alpler size eşlik etsin, bu gece gelmeyeceğim. Sizinde konuşacaklarınız vardır." Feride, onun incelik göstererek kendilerini yalnız bıraktığının farkında olup minnetle gülümserken "Kendine dikkat et" diyerek içten bir dilekte bulundu. Tuğtekin onun bu ilgili hallerine aynı şekilde karşılık verirken dudaklarının kıvrıldığından bir haberdi. "Sende dikkat edesin hatun." Aralarındaki sözsüz bakışmalar her zamanki gibi bir kaç saniye sürerken Feride arkasını dönerek yeniden ablasının yanındaki yerine aldı. Tuğtekin'in atına binip yanlarından ayrılması ile Güntuğ'ün liderliğinde kendilerine eşlik eden üç asker ile birlikte evin yolunu tutmuşlardı. Askerlerin onları eve bıraktıktan sonra geri dönmesi ile daha fazla kapı eşiğinde beklemeyen Feride, mumlar ve gaz lambaları ile aydınlattığı salondan içeriye girdi. Ablasının etrafı incelemesine izin verirken sobanın yanından gördüğü odunlar ile tebessüm etti. Daha önce çok şömine yakmışlığı vardı eminim soba yakmakta aynı derecede kolay olmalıydı. 1 saat sonra; "Allah aşkına şundan vazgeç Feride, biraz daha şu sobayla uğraşmaya devam edersen bizi karbonmonoksitten öldüreceksin." Feride, bir türlü yanmayan soba ile elinde tuttuğu yarısı yanmış ama sönmüş tahta parçasını hırsla evin bir tarafına fırlattı. "Haklısın, soba yakmak pekte benlik değilmiş. İyisi mi ben yatakları bulup onları sereyimde birazda olsa ısınırız." Feride, iki katlı olan ahşap evin içinde on dakikalık bir uğraştan sonra yer yataklarını bulurken onları ablasının yardımı ile aynı kattaki boş odalardan birine serdi. Aslında içeride koca yataklı bir oda görmüştü ama oranın kime ait olduğunu tahmin ettiğinden girmek istemedi. Her ne kadar Tuğtekin onun nikahlı kocası olsada bu yakışık almazdı değil mi? Ablası ile birlikte yeniden aynı yatağa girerlerken ikiside uyumuyordu. Sırt üstü bir şekilde uzanmış kalın yorgan ile ısınmaya çalışıyorlardı ama Nebibe bu sessizlikten oldukça sıkılmıştı. "Bunu da mı sormamalıyım Feride?" "Senden bir gün daha istesem iyi niyetini sömürmüş mü olurum abla?" Feride'nin tüm saflığıyla sorduğu soru karşısında ne diyeceğini bilemeyen Nebibe suskunluğunu korurken Feride devam etti. "Burada öyle şeyler oldu ki inan bana anlatması hiçte kolay değil. Bende yaşadığım her şeyi sana anlatıp sığınmak istiyorum ama nereden başlamam gerektiğini hâla bilemiyorum. Bir gün daha istiyorum senden, bugün uyuyup yarın uyandığımızda her şeyi bütün gerçekliğiyle sana anlatacağım söz veriyorum." "Yaşadıklarını tahmin bile edemem Feride ama bende merak ediyorum ve bu merak beni yiyip bitiriyor. Sadece bir gün kardeşim, sadece bir gün sonrasında ne yaşadıysan bende bileceğim anlaştık mı?" "Anlaştık." Koca evdeki son sözler bunlar olurken Feride, soğuktan titreyen bedenini ablasına sığınarak ısıtmaya çalışıp gözlerini yumdu. Yarın ki konuşma için sağlam bir uyku çekmesi gerekiyordu. Aslında Tuğtekin'in gösterdiği inceliği boşa harcamaması gerekiyordu, bu gece onlara yalnız kalmaları için verdiği vakti her şeyi anlatmak için kullanmalıydı ama yapamamıştı işte, belki de bir başına anlatmak yerine yarın nikahlı kocasından destek alarak anlatması daha doğru olurdu. Kafasının içi patlayacakmışcasına dolu olan Feride kendisini uykunun eserekli havasına teslim ederken yarının umut doğurması için dua ediyordu. ****** Tuğtekin'in evinin meydana yakın olması dolayısıyla ezan okuyan imamın sesini rahatlıkla duyan Feride, yataktan çıkarken oldukça sessiz hareket ediyordu. Şu ân için isteyeceği en son şey ablasını uykusundan etmek olurdu. Gerçi bunu bile onun için istemiyordu, tamamiyle kendisini düşündüğünden ablasının uyanmasını istemiyordu. Dün gece verdiği sözü elbet tutacak ve her şeyi anlatacaktı ama ondan önce yapması gereken ufak bir işi vardı. Bütün kıyafetlerinin evin bahçesindeki ufak kulübede kalması ile yeniden dün gece ki kıyafetlerini giymek zorunda kalan Feride, evden aceleyle çıkarken ne ablasına yakalanmak istiyordu ne de eve gelecek olan kocasına. Evin bahçesinde deli danalar gibi koşturup ahıra yaklaşırken son kez etrafını kontrol ederek hiçte zorlanmadan ahırın tahta kapısını açıverdi. Berceste'nin tutulduğu bölmenin kapısını açmadan önce oldukça tertipli duran ahırın köşesinde duran eyeri alarak kendi atının üzerine Temirbay'dan öğrendiği gibi sağlam bir şekilde oturttu. İşte şimdi tam olmuştu. Daha fazla vakit kaybetmek istemeyerek atı ahırdan çıkaran Feride "Beni özledin mi seçilmiş varlık" diyerek tıpkı rüyasındaki gibi seslenmişti ona. Anlaşılan bazı şeyler bilinç altına sandığından daha çabuk tesir ediyordu. Berceste ile sohbetini kısa kesip kendinden beklenmeyecek bir atiklikte atının üzerine binen Feride, dizginleri tek elinde toplarken çoktan yola çıkmaya hazırdı. Oldukça dikkatli bir şekilde evin bahçesinden ayrılırken boş sokaklarda oldukça rahat yolculuk yapıyordu. Çok sürmeden Temirbay ile talim yaptıkları ormana girerken şimdi ne yapması gerektiğini düşündü. Buraya kadar her şey güzel gitmişti gitmesine ama ya şimdi hangi yolu takip etmesi gerekiyordu? Tuğtekin'in ve delularun onu kurtardıktan sonra köye varabilmek için çok fazla yol almadıklarını biliyordu ama mağaranın ne tarafta olduğu konusunda hiçbir fikri yoktu. Şimdiden yaptığı plandan pişman olurken neyine güvenerek bir rüyanın peşine düştüğünü sorgular olmuştu. "Acaba neyine güvenirsinde bozkırın ortasında iki günlük at eğitimi ile yol almaya kalkarsın sen aptal Feride!" Kendi kendine söylenmeleri bu topraklara geldiğinden beri adeti olan Feride, geri dönmeyi düşünürken Berceste'nin bir anda huysuzlaşmaya başlaması ile koca hayvanın boynuna asıldı. Şu anda dizginlere asılmak aklına bile gelmiyordu. "Sakin ol kızım, sakin ol!" Tıpkı rüyasında olduğu gibi inatçı hayvanı kendisini dinlemeden ormanın derinliklerine dalarken, Feride genzinden kaçan çığlığa engel olamamıştı. "Dur, dur derim sana inatçı hayvan DUR!" Dört nala koşan hayvanın kendisini dinlemeye hiç niyeti yokmuş gibi daha da hızlanırken Feride resmen Berceste'nin bedeni ile bir bütün olmuştu. Atının boynuna öyle bir sarılmıştı ki uzaktan bir göz onu görse başı boş bir atın ormanda dolaştığını sanırdı öyle bütün olmuşlardı Berceste ile! Feride'nin çığlıkları her saniye daha da artarken rüyasında gördüğü ânları yaşadığını idrak bile edemiyordu. Ağaç dalları korkudan kireç gibi olan o narin yüzünü acımasızca çizerken Berceste sanki sahibinin acısını hissetmiş gibi durmuştu. Duran hayvan ile korkuyla üzerinden atlayan Feride, dengesini kuramayıp kalçasının üzerine düşerken öfkeyle bağırdı. "Seni uyuz hayvan, beni kaçırdığına ina-" Sözlerini bıçak gibi kesmesine sebep olan mağara ile düştüğü yerden hızla kalkan Feride gözlerine inanamıyordu. "Allah'ım sen aklıma mukayyet ol. Bu o mağara!" Feride, hayretler içerisinde bir atına bir de mağaraya bakarken rüyasında gördüğü şeyleri bire bir yaşadığına hâla inanamıyordu. İşini sağlama alarak Berceste'nin dizginlerini hemen yanı başındaki ağaca bağlarken kendince atına nasihat veriyordu. Sonuçta bu seçilmiş varlık kendisini anlamıştı ki buralara kadar getirmişti değil mi? "Buradan ayrılma kızım, oldu ki çığlığımı filan duydun sen zeki hayvansın kopar ipini kaç!" Feride, korkusuna tezat bir şekilde gülmeye başlarken artık kafayı yediğine emindi. Bir hayvana akıl vermediği kalmıştı onu yaptı tam oldu. Atınından uzaklaşıp mağaranın girişine doğru yol alırken aydınlık havanın aksine zifiri karanlık olan mağaraya girmeye korkuyordu. Mağaranın girişine oldukça yaklaşmış bir şekilde "Kimse var mı, beni duyan var mı" diye bağırırken içeriye girmeyi düşünmüyordu. Sadece bir seslenip gidecekti. Maksat içinde ki bu kasvetli duygular kaybolsun. Boş mağaranın içinde dağılan sesi yankı yaparak yeniden kendi kulaklarını ilişirken bir kez daha seslendi. "Orda birileri var mı? Teyze, yaşlı bayan!" Rüyasında duyduğu o kadının sesinin yaşlı birine ait olduğunu hatırladığından ona hitaben bağırsada yine hiçbir karşılık alamamıştı. Anlaşılan umut bağlayıp buraya gelmek tamamiyle hataydı. Her ne kadar rüyaları fazla gerçekçi olsa da adı üstünde rüyaydı işte, gördüğü bir düşe bu kadar anlam yüklemesi kendi aptallığıydı. En iyisi biran önce eve geri dönmekti. Ablası uyanmadan, Tuğtekin'de eve geri dönmeden gitse iyi olacaktı. Feride, içine peydah olan hayal kırıklığı ile omuzlarını düşürüp topladığı etekleri ile birlikte geri dönmüştü ki ardında bıraktığı mağaradan kopup gelen o boğuk ses kulaklarına ulaştı. "Çok çabuk pes ediyorsun Gencazer!"
|
0% |