Yeni Üyelik
28.
Bölüm

28-Efsunlu Dağ Ayısı ve Kelle Avcısı

@mihrininbahcesi

Engebeli bir dönüş yolundan sonra nihayet eve varmayı başaran Feride, ön kapıyı kullanmak yerine bahçesinin arkasından dolanıp ahıra varırken gördüğü açık kapı ile sertçe yutkundu. Berceste'nin sırtından dikkatli bir şekilde inerken Tuğtekin'in eve gelmiş olmamasını umuyordu ama hemen kendi atının bölmesinin yanındaki koca beyaz at kendisine pekte umut vâdetmiyordu.

Tuğtekin gelmişti.

Ahırdan çıkıp bahçenin taşlı yollarında süzülürken şimdiden hangi yalana sığınacağını hesap ediyordu. Arka bahçede daha fazla oyalanamayacağının bilincinde eve doğru yürürken ablasının sesiyle olduğu yerde durmak zorunda kaldı.

"Anlama kıtlığından mı muzdaripsin anlamadım gitti. Bilmiyorum diyorum sana bil-mi-yorum! Ayrıca sen ne demeye buradasın ve kardeşimden ne istiyorsun?"

Feride, saklandığı duvarın arkasından kafasını çıkarırken ablası ve kocasını karşı karşıya gelmiş bir şekilde bulmayı hiç hayal etmemişti. İşte asıl şimdi bitmişti. Onların yanına gidip gitmemek arasında kararsız kalırken Tuğtekin'in birden hiddetlenip "Bağırmayasın be kadın! Kendi evime gelirken sana izahat verecek halim yoktur. Öyle ki kendi zevcemi merak etmek içinde senden destur almam icazet etmez" diye bağırması beklemiyordu.

"N-NE!"

Hayır, hayır, hayır! Bunu söylemiş olamazdı. Tamam, Feride bu evliliği saklamamak konusunda Tuğtekin'e hak vermişti vermesine ama ablasınında böyle öğrenmesini istemiyordu. Gerçi tüm suç kendisindeydi, adam centilmenlik gösterip onlara zaman vermişti ama Feride bu zamanı dedektifçilik oynamak için kullandığından şimdi böyle büyük patlamıştı.

Ablasının dili tutulduğundan ses etmezken Feride'nin aklında kaçmak gibi mantıklı düşünceler kol geziyordu. Evden habersiz ayrıldığı için Tuğtekin'den korkması gerekiyordu ama Feride, şimdi ablasından daha çok korkuyordu. Bu evlilik meselesini böyle öğrenmeseydi iyiydi. Daha fazla saklandığı yerde durursa yakalanacağının farkında ufak ufak bahçe kapısına yaklaşmaya çalışırken niyeti kimseye görünmeden evden çıkmaktı. Şimdi hem ablasına hem de Tuğtekin'e hesap veremezdi en iyisi onlarla birebir konuşmaktı.

Evin kapısının önünde birbirlerine ölümcül bakışlar atmakla meşgul olan iki sinir küpünü baş başa bırakan Feride, daha fazla onları izlemeyerek arkasını dönüp koşmaya başladı ama bu çabası sadece bir kaç adım sürmüştü. Neredeyse bahçe kapısına yaklaşmış olan Feride, kaçmaya çalıştığı ikilinin görüş açısından çıkmıştı çıkmasına ama birden önüne çıkan başka bir bedenle çarpışıp yeri boylamıştı. Tabi kalçasının üzerinde yere düşmeden önce attığı çığlığıda es geçemezdi. Aldığı darbenin etkisiyle eli sızlayan başına giden Feride, Tuğtekin'e yakalandığını sanıp kafasını yerden kaldırırken gördüğü suretle "Sırık" diye fısıldadı.

"Gene baştan mı başlarız Feride hatun!"

Temirbay duymaktan hiç hazmetmediği mahlas ile kaşlarını çatarken hâla yerde oturmakta olan bey hatununa döndü. Bu kadınla her seferinde böyle saçma bir şekilde karşılaşmak zorundalar mıydı? Feride hatunun kendisine cevap vermeyeceğini anladığı için yanından geçip beyinin evine gidecekken onun kendisine doğru gelmekte olduğu görünce haline tavrına hızla çeki-düzen verdi. Bu deli kadın, beyine onu düşündüğünü demezdi değil mi? Ola ki derse vay Temirbay'ın haline!

Feride, yakalandığına emin olmuş bir şekilde düştüğü yerden kalmaya tenezzül etmezken gözleri sinirli bir edayla sürekli kendisini yakalatan adamın üzerindeydi. Ne zaman gizli bir işe kalksa hep bu adam yüzünden yakalanıyordu. Üzerine düşen iki gölge ile sertçe yutkunurken gözlerini Temirbay'ın üzerinden alan Feride, sağında ve solunda koğuçlanan yüzlere döndü.

Tam da şu ânda bir tabelaya ihtiyacı vardı. Dikkat ateş ile yaklaşmayın. Gerçi elinde öyle bir tabela olsa Feride kime takacağını da bilemezdi ya! Bir an düşünmeden edemedi, acaba Tuğtekin ile ablası arasında bir akrabalık olabilir mi diye çünkü bu benzer bakışlar başka türlü açıklanamazdı.

Asabi üstü asabi! Double asibeler!

Aralarında ki bu saçma bakışmaya son vermek istercesine iki asabi aynı ânda konuşmaya başlarken Feride bir kez daha yutkundu.

"Hatun!"

"Feride!"

Üzerindeki bakışlarından kurtulmak isteyen Feride her ne kadar buyrun aradığınız kişi benim demek istesede çenesini kapalı tuttu. Bu ikilinin kendisinden böyle bir cevap beklemediğine emindi. Oturduğu daha doğrusu düştüğü yerden ani bir kararla kalkan Feride, bir sağında duran ablasına bir de solunda tüm heybeti ile dikilen kocasına bakarken geriye doğru iki küçük adım atarak hızlı bir şekilde Temirbay'ın arkasına saklandı ve bahçenin ortasında dikilen üç suretide şaşkına uğrattı.

Temirbay'ın arkasına saklanmasına anlam veremeyen bir adet Tuğtekin, kendisine sığınmış olmasına inanamayan bir adet Temirbay ve bu ikili ile olan iletişimine inanamayan bir adet Nebibe Gencazer! Ah bir de ufacık bedeni ile bunca kaosun arasında sürüklenip duran bir Feride. Dakikalarca süren bakışmaların ardından yine aynı anda konuşmaya başyalan ikili belki farkında değildi ama Feride'yi çok korkutuyorlardı.

"Buraya gel Feride."

"Buraya gelesin hatun!"

Feride, sanki anlaşmış gibi sürekli aynı anda söz olan ikiliden korktuğu için can düşmanı olarak adlandırdığı adamın arkasında iyice ufalırken "Sırık, tam zamanı" diyerek Temirbay'a gaz vermeye çalıştı. Aslında onunla aralarını çoktan düzeltmişlerdi ve Feride o günden beri Temirbay'a sırık diye seslenmekten vazgeçmişti ama şimdi onu kışkırtmak için bu lakabın arkasına saklanabilirdi.

"Neyin zamanıdır Feride hatun?"

Temirbay, bugün sözlerinden ve hareketlerinden hiçbir şey anlamadığı kadına şaşkın şaşkın bakarken onun kafasını kendisine doğru uzatıp "Beni öldürmek istediğini hepimiz biliyoruz, durma al kellemi" demesini hiç mi hiç beklemiyordu. Bir beyine bir de arkasındaki hatuna bakarken ne yapacağını o da bilmiyordu.

"TEMİRBAY!" Beyinin ismini haykırması ile korkuyla Feride'den uzaklaşan Temirbay soluğu beyinin yanından aldı. Onun kendisine attığı bakışlardan kaçmak için kafasını önüne eğerken ne diye bu deli kadının oyununa dahil olduğunu düşünüp durdu. Arkasına saklandığı ân ondan uzaklaşmalıydı ama işte beklemediği bu hareket karşısında o da ne yapacağını bilememişti yoksa haddine miydi bey hatunu ile beyinin arasına girmek. Temirbay'ın tek istediği Ferinşah beyi takip ettikten sonra gelip izahat vermekti ama başına hiç olmayan işler gelmişti. Ne demişti o manyak hatun, beni öldürmek istediğini herkes biliyor. Temirbay şimdi beyine ne izahat verecekti? Kendisine nasıl inandıracaktı... Ahh bu deli hatun sürekli başına iş açmak zorunda mıydı? Oysaki son günlerde ne de güzel anlaşıyorlardı.

Önünden çekilen iri bedenle kendisini çırılçıplak hisseden Feride öyle savunmazsızdı ki şu ânda, düşmanı görse haline acırdı lakin ne ablası ne de kocasının ona acımaya hiç niyeti yoktu. Feride'nin gözleri karşısında dikilen ikilinin üzerinde gidip gelirken resmen kurbanlık koyun gibi akıbetini bekliyordu ve beklediği o ân çok gecikmeden tecelli etti. Nebibe'den daha hızlı davranan kocası atik bir şekilde koluna sarılırken fazla sabırsız gibiydi. Kendisinin ince bileklerine mengene misali sarılmış olan Tuğtekin kimseye aldırmadan bedenini peşinden sürüklemeye başlamıştı ki arkasında kalan bir diğer kolunu ablası tutarak buna engel oldu.

Ve olan yine Feride'ye oldu. Bir kez daha bu asabi ikilinin arasında kalmıştı. "Bana hesap vermeden onu hiçbir yere götüremezsin orman kaçkını kılıklı herif!" Feride, Nebibe ablasındanbeklemediği bu tepki karşısında sadece sırtını gördüğü adama dönerken onun kasılan bedeninden ne kadar öfkeli olduğunu anlayabiliyordu. Feride, ikilinin arasına girmektense sessiz sedasız olan biteni izlerken akıllılık ettiğinin farkındaydı. Sonuçta bir kaç kez ateş hattına girmişliği olmuştu ve hepside hüsran ile sonuçlanmıştı.

Feride, sırt kasları gerim gerim gerilen adamdan bir karşı atak beklerken Tuğtekin onu şaşırtarak ablasına karşı hiçbir söylemde bulunmadı. Karşılık vermek şöyle dursun arkasını dahi dönmezken ufak bir hareket ile kendisinin bileğini ablasından kurtararak kontrolsüz gücünü bir kez daha üzerinde kullanmıştı. Feride daha ne olduğunu anlayamadan dağ ayısının sırtı ile öpüşürken ikinci bir kez çekiştirilerek kendisini onun önünde buldu. Tuğtekin'e bu yaptığının hesabını sormak istercesine yüzünü ona döneceği sırada ise onun yüzündeki alaycı ifadeyi gördü. Bu dağ ayısı gene dalga geçecek ne bulmuştu acaba?

Feride, ağzını açmaya fırsat bulamadan kendisini sürüklemeye başlayan adamın peşine takılırken oldukça isteksizdi ama bu koca adamın kendisini burakmaya hiç niyeti yoktu. O hesap ya sorulacaktı ya sorulacaktı. Feride, ablasının ne durumda olduğunu görmek için başını saniyelikte olsa arkasına çevirdiğinde ablasının sinirden yerinde tepinmesini ve onun yanlarına gelmesine mâni olmaya çabalayan Temirbay'ı görmüştü. Az evvel önünden çekilerek kendisini beyine yem eden adama şu anda acıması normal miydi? Sonuçta düşmanı bile olsa kimsenin Nebibe ablasının öfkesine maruz kalmasını istemezdi. Doğrusunu söylemek gerekirse Nebibe fazla uysal biri sayılmazdı, gerçi bunu buradaki çoğu kişi ilk günden fark etmiştir lakin onun sinirlenince gözünün nasıl döndüğünü bilen tek kişi Feride'ydi ve şimdiden zavallı sırık oğlana acımaya başlamıştı. Oysaki araları daha yeni yeni düzeliyor ve dost olmaya başlıyorlardı. Ne yapalım, demek ki sırığın ömrüde buraya kadardı.

Elindeki baskının artması ile bakışlarını arkasından çeken Feride, önünde ki koca sorunu yeni yeni idrak ediyordu. Şu ânda acıması gereken kişi Temirbay değilde bizzat kendisiydi çünkü Nebibe ablasının öfkeli halinden daha çok korktuğu bir şey varsa o da Tuğtekin'in gözü dönmüş haliydi. Zamanında boğazına hançer yemişliği vardı hani, hemde tam 2 kez!

Onlar el elemi tutuşuyorlardı???

Korkusuna tezat bir şekilde birden içinde peydah olan duygulara anlam veremeyen Feride, gözlerini birleşen ellerine kenetlendi. Tuğtekin'in kocaman olan elinin arasındaki minik el ve parmaklarını çevreleyen uzun ama ince parmaklar tam olarak kendisine aitti. Başlarda bileğini tutan koca el şimdilerde parmakları ile kendi parmaklarını kafeslerken Feride'nin korkusu buhar olup havaya karışmıştı bile!

Ayağının irili ufaklı taşlara takılmasını görmezden gelip iki adımda bir tökezleyen Feride bunu dert etmiyordu ama kendisine dönen adamın "Yürümeyi mi unuttun hatun" diye bağırması ile anında kendisine geldi. Tuğtekin başka da bir şey demeden yoluna devam ederken Feride az evvelki büyülü dakikalardan çoktan sıyrılmıştı. Hayır yani şu köklerinin atıldığı topraklarda iki dakikası bile yoktu, midesinde uçuşan kelebeklerin ömürleri sadece 2 saniyeydi, katili ise dağ ayısı mahlasını sonuna kadar hak eden şahıstı.

Her ne kadar ellerini geri çekmek istesede Tuğtekin'in buna izin vermeyeceğini bilen Feride el mecbur susmak zorunda kaldı. Bakışları ellerinden ayrılmış geldiği yeri incelerken neden kendisinin küçük kulübesine geldiklerini anlayamamıştı. Feride, neden buraya geldiklerini sormak için hazırlanmışken malum şahsın omzuyla küçük kulübesinin kapısına vurup açması saniyelerin almıştı.

Birilerinin bu adama ufacık bir el hareketiyle kapıyı açabileceğini söylemesi gerekiyordu. Sergilediği bu ufak güç gösterisini alkışlayarak protesto etmek isteyen Feride bir anda içeriye savrulması ile neye uğradığını şaşırdı. Gözleri şaşkınlıkla büyürken "Yavaş olsana dağ ayısı! Allah'a şükür yürümesini biliyoruz. Gidip bu ucuz güç gösterilerini askerinin üzerinde dene ve beni rahat bırak" diye bağırmayı kendiside beklemiyordu. Bir ân için gözü dönmüş ve o çenesine yine hakim olamamıştı.

Tuğtekin'e bağırmış olmasının yanı sıra küçük kulübesinin tam ortasında dikilirken onun üzerine doğru yürümeye başlaması ile sertçe yutkundu. Gözüne eskiden küçük gelen bu kulübe delibaşın üzerine yürümesi ile daha da küçülürken kaçacak bir yerinin olmadığının farkındaydı. Tuğtekin'in durmaksızın üzerine yürümesi ile geri geri yürümek zorunda kalırken dizleri kulübenin köşesindeki sert divana çarpmış ve kendisini poposunun üzerine düşerken bulmuştu ama Tuğtekin hala üzerine gelmekten vazgeçmiyordu.

Feride, ona olan korkusunu görmezden gelerek elini havaya doğru kaldırırken niyeti bu sinirli adamı durdurmaktı. "Dursana be adam, ne demeye üzerime gelip durursun!" Tuğtekin sanki bu anı bekliyormuşcasına üzerine gelmeye son verirken ellerini belinin arkasında birleştirerek tam karşısında durdu.

"Nereden gelirsin Feride?"

Sorgu suâl kısmına hızlı bir giriş yaptıklarının farkında gözlerini hızlı hızlı kırpıştırarak durumun ne kadar vahim olduğunu kendince tarttı. Feride diyordu! Hatun yok, Berceste yok! Galiba sinirliden bir tık daha sinirliydi. Feride, biraz zaman kazanabilmek adına çirkeflik kartını öne sürerken tek istediği Tuğtekin'in kendisi ile ağız dalaşına girmesini sağlamak ve hesap vermekten kurtulmaktı.

"Keyfimin kahyası mısın sen? Canım istedi çıktım, bir de hesap mı vereceğim sana?"

"FERİDE!"

Tamam, bu saçma planı hiçbir işe yaramamıştı. Tuğtekin'in bu sefer onunla ağız dalışına girmek gibi bir niyeti yoktu. O zaman sırada ikinci kartı vardı, mecburi yalan söylemek.

"Yürüyüşe çıkmıştım, oldu mu?"

Sesi sandığının aksine oldukça kısık ve korku dolu çıkarken kendisini bastıranın Tuğtekin olduğunun bilincindeydi. Bu adam sinirlenince içinden koca bir ayı çıkıyordu ve kükreyip Feride'yi her seferinde korkutuyordu. Yere eğdiği bakışlarını onun yüzüne doğru çıkartırken içinden dua etmeye başlamıştı bile. Tuğtekin'in minik ve altı boş yalanına inanmasını çok istiyordu. Delibaş beyi birbirini kovalayan saniyelerin ardından elini sakallarına atarken bir kaç adımda olsa kendisinden uzaklaşmıştı. Feride onun bu düşünceli halinin ardından kendisinden uzaklaşması ile derin bir soluk çekti. Anlaşılan duaları kabul olmuştu ve dağ ayısı yalanına inanmıştı.

Yüreğindeki ağırlık saniyesinde kalkarken Tuğtekin onu şaşırtacak bir hamle yaparak aralarında ki bir kaç adımlık mesafeyi hızlı bir şekilde kapatıp üzerine doğru edildiği. Bir eli ardındaki pütürlü zemin ile buluşurken bir diğer eli hemen yanı başında oturduğu divanın üzerine konuçlanmıştı. Hatta öyle ki serçe parmağını birazcık oynatsa kendisinin yumruk yaptığı eli ile öpüşecekti.

Tuğtekin'in güzel suratı hemen gözlerinin önündeki yerini alırken Feride ne yapacağını bilemiyordu. Her zaman örgü olan saçlarının bugün açık olup sert çehresinden aşağıya doğru süzülmesi ve onun yüzünün aksine kendi yüzünüde yalayarak gözlerinin önüne düşmesi aklını başından almıştı. Daha önceleri birden fazla kez dip dipe girmişlikleri olmuştu lakin bu sefer ki başkaydı, bambaşka. Sanki... sanki hipnoz edilmiş gibiydi. Tuğtekin'in kumral saçları, küçücük kulübenin içine sızan az biraz güneş ışığıyla adeta parlıyordu. Gözleri, öfkeyle kısılan gözleri resmen benim için yan dercesine kendi gözlerine nüfuz ediyordu. Kemikli yüz hatlarını saklayan koyu sakalları ise elini onlara daldırması için kendisini çağırıyor gibiydi. Tuğtekin gerçektende kendisini hipnotize etmişti, baş döndüren güzelliği ile bunu başarmıştı. İşte Feride asıl şimdi korkmalıydı, eğer gözlerinde ki hayranlığı delibaş beyine yansıtmışsa asıl o zaman korkmalıydı çünkü kendisini konuşturacak tek güç bu adamım muazzam görüntüsü olabilirdi. Yalanlarını ardı ardına dizmesine engel olacak suret bu suretti.

Feride'nin, Tuğtekin için dizdiği methiyelere ket vuran yine aynı adamın sesi olurken bu seferde sesinde ki tınıya şiirler yazmak istedi. Bu adam ne ara kendisi için böylesine efsunlu biri olup çıkmıştı ki? Sesi ayrı, görüntüsü ayrı efsunluydu. Saçları hala kendisinin yanaklarını öperken Tuğtekin'in sözlerini bir kaç dakika sonra algılayabilmişti. "Neredeydin Berceste?" Feride, küçük ağzını bir kaç kez açıp kapattığında adeta kendi iç muhakemesinde savaş veriyordu. Cevap vermek istemiyordu yada vereceği cevabın bir doğruluk payı olsun istemiyordu ama kendisine engel olamıyordu. Sanki doğruyu söylemekten kaçındığı vakit önünde ki bu muazzam görüntü kaybolacak gibiydi.

"B-beni bulduğunuz ormana gittim." Neden kekelediği hakkında en ufak fikri yokken önünde ki adamın başını sağa doğru yatırması ile aralarındaki o milimlik mesafede yok olmuştu. Az biraz daha yaklaşacak olursa ikisininde kirpikleri örtüşecekti. Sahi Tuğtekin'in kirpikleri neden bu kadar uzundu?

"Orada ne işin vardı Berceste?"

Sanki çok normalmiş gibi baygın bakışlarını kocasının gözlerinden bir saniye olsun ayırmayan Feride, onun dudaklarından dökülen Berceste mahlası ile eriyip yok olacağını düşündü. "Beni kurtaran kadını bulmaya gittim."

Tuğtekin'in kaşlarının bir ânda çatılması ile dudaklarını büzen Feride, onu neyin sinirlendirdiğini merak etti. Oysaki saniyeler öncesinde gözlerine çok güzel bakıyordu. Şimdi ise çattığı kaşları yüzünden kısılan gözlerinin bebeğini görmekte zorlanıyordu. Feride bunu sevmemişti. "Kim, seni nereden kurtardı Feride?" Feride, dakilardır etkisinde olduğu bu efsunlu adamın yaydığı enerjiden bir türlü kurtulamazken sol eli kendinden bağımsız bir şekilde havaya kalktı ve işaret parmağı ileriye doğru atılarak tam Tuğtekin'in iki kaşının ortasında durdu. Az evvelki çatılan kaşlarını düzeltmek isterken onun şaşkınlıktan değişen yüz hatları ile memnun bir ifade takındı. İşte şimdi göz bebeklerini yeniden görebiliyordu. Parmağını usul usul onun yüzünden çekerken derin bir iç çekti, elini saçlarının üzerinde gezdirmek isterdi. Yüzündeki hülyalı ifadeye bir son vermeden anlatmaya devam etti.

"Eşkıyalardan kaçtığım zaman takılıp düşmüştüm. Gözümü açtığımda ise bir mağaradaydım, biri beni kurtarmıştı ama ben o kişiyi göremedim. Ama dün gece bir rüya gördüm. Beni kurtaran kişinin taşıdığı mağaranın tam önündeydim ve yaşlı bir kadın beni kurtardığını söyleyerek beni çağırıyordu-"

"Ve sende kalkıp oraya gittin öyle mi Feride!"

Feride, önündeki bedenin bağırarak kendisinden ayrılması ile adeta transtan çıkmış gibi sarsıldı. Az evvel ne olmuştu öyle, Feride az evvel neler deyip, neler yapmıştı öyle! Yumruk yaptığı sol elini sert divana bastırırken işaret parmağı ile kimin yüzüne dokunduğunu düşündü. Çıldırmış olmalıydı! Evet, evet Feride kesinlikle çıldırmıştı. Ani bir gafleti ile oturduğu yerden kalkarken kendisinden uzaklaşan adamın üzerine doğru yürüyen kişi bu seferde ta kendisiydi.

"Bu yaptığın şey haksızlık ama böyle bir konuşturma yöntemi olamaz!"

Zavallı Tuğtekin olanlardan bihaber üzerine doğru yürüyen kadına ters bir bakış atarken "Ben bir şey yapmadın hatun" diyerek kendisini savundu ama Feride'nin bu suçu ona yıkmak için haklı sebepleri vardı.

"Yaptın işte efsunlu dağ ayısı!"

"Ne dedin sen?"

"Dağ ayısı dedim, dağ ayısı!"

Feride, yaşadığı o garip dakikaların öcünü karşısında dikilen adamdan almaya yeminli gibi bağırırken onun yeniden üzerine gelmesi ile çığlık atarak kulübenin en uç köşesine doğru koştu. Bir kez daha bu adamın büyüsüne kapılamazdı. Kendisini aynı şekilde ekarte etmesine izin yoktu. Tuğtekin, kendisinin bu tuhaf hareketleri karşısında sabır çekerken olduğu yerden kıpırdamadan "O kadını buldun mu peki" diye sordu. Feride, bir kaç kez kırpıştırdığı kirpiklerinin ardından karşısında duran adama bakınırken bu defa olmaz diyordu. Bu sefer hiçbir şey anlatmayacaktı. Kendisini buradan kurtarmak için kafasındaki tilkileri serbest bırakan Feride, ilk kez boyunun kısa olmasının avantajını kullandı ve Delibaş beyinin anlık boşluğundan yararlanarak kolunun altından sıvıştığı gibi kapıya doğru koşuverdi. Başarmıştı ondan kaçmıştı. Kulübenin kapısını açmış tam da özgürlüğü için dışarıya adım atacağı sırada Tuğtekin'in "Buldun onu değil mi, sana ne anlattı Feride" sözleri üzerine olduğu yerde durmak zorunda kaldı. Anlaşılan kaçarak kendisini ele vermiş bulunmuştu. Belki de kaçmak yerine yeniden yalan söylemeliydi. Arkasına bakmaya cesareti olmadan kulübeden çıkarken kapıyı büyük bir gürültü ile kapayıp sırtını dayadı.

Az evvelki yoğun duyguları kulübeden çıkar çıkmaz peşini bırakırken sertçe yutkundu. Başını yukarıya doğru kaldırırken onu selamlayan güneşe alaycı bir gülüş yollayan Feride, daha gün ağırmadan neler yaşadığını düşündü. O kadar yorulmuştu ki sanki bütün bir gün ayakta dolanıp durmuştu. Oysaki gün ağıralı daha saatler olmuştu, gece henüz tüm ihtişamı ile gökyüzünü çevrelememişti bile ama Feride, hem fizikten hem de ruhen bugün çok ama çok yorulmuştu.

Tuğtekin'e anlatmalı mıydı, ya da ona güvenmeli miydi? Yoksa daha az mı güvenmeliydi? Feride'nin aklı o bunak kadınla görüştüğünden bu yana oldukça karışıktı ve nasıl düşünmesi gerektiğini, ne yapması gerektiğini hiç ama hiç bilmiyordu. Adımları kendinden bağımsız bir şekilde ahır yolunu tutarken bir kaç saat öncesine düşündü. Mağarada karşılaştığı kadının anlattıklarını bir kez daha kendi iç muhakemesinde değerlendirdi.

2 SAAT ÖNCE;

"Çok çabuk pes ediyorsun Gencazer!"

Duyduğu sesle hızla arkasını dönen Feride, gözlerini kısarak mağaranın girişinde duran bedeni mercek altına aldı. Mağaranın karanlığı yüzünden kadının yüzünü göremiyordu ama sesini tanımıştı. Bu o kadındı, rüyasına musallat olan kadın!

"Kimsin sen?"

"Kim olduğumu biliyorsun güzel kızım, yoksa neden burada olasın ki!"

Yaşlı kadının ukala cevabı karşısında kaşlarını sanki mümkünmüş gibi daha da çatan Feride, aksi bir ses ile "Yüzünü göster bana" diye bağırdı. Kadın sanki bu komutu bekliyormuşcasına arkasında tuttuğu bastonunu önüne alarak aheste aheste mağaranın içinde çıkmaya başladı. Feride, kadının sağ bacağında ki aksaklığı anında fark ederken yeni doğmaya yüz tutmuş güneş sayesinde kadını artık daha net görebiliyordu. Gözleri anında kadının yüzüne tırmanırken büyük hir hüsrana uğradı.

Kadının yüzünü gizleyen siyah bir örtü kendisine sadece gözlerini görmesi için izin veriyordu. İşte şimdi her şey tam da rüyasında olduğu gibi ilerliyordu. Ses var ama görüntü yok, yeniden! Sesinde ki aksilikten zerre bir şey kaybetmeyen Feride, bunun yanına bir de alaycı tavrını serpiştirirken bu sefer de "Bu gizem ne için, film mi çekiyoruz burada" diye bağırdı. Birileri onunla oyun mu oynuyordu bilmiyordu ama biraz daha bu gizeme maruz kalacak olursa buradan çekip gidecekti. Birilerinin maskarası olacak yaşı çoktan geçmişti.

"Yaklaşasın hele!"

Yaşlı kadının yorgun sesi kulaklarına ilişirken Feride onun oldukça savunmasız duran tavırlarından bir tehlike sezemedi ve ufak adımlarla ona yaklaşmaya başladı. Kadına yaklaştıkça duyumsadığı nergis kokusu ile çatılan kaşlarını düzeltirken çoktan onun peşine takılmıştı. Mağaranın içine girmek yerine yanındaki patika yoldan yürüyerek arkasını dolaşırlarken Feride gördüğü manzara karşısında adeta büyülenmişti. Üzerinde durdukları patika yolun aşağısında oldukça berrak görünen ufak bir göl vardı ve bu gölün etrafında binbir çeşit çiçek, çiçeklerinin üzerinde ahenkle dans edip duran renkli kanatların sahibi olan kelebekleri saymıyordu bile. Gördüğü bu bahçe adeta bir peri masalından fırlamışcasına güzeldi ve bu güzelliği nasıl olur da kimse bilmezdi diye geçirdi içinden. Sanki saklı bir cennet gibiydi burası.

Orta yaşlarlarının sonunda olduğunu tahmin ettiği kadın ile birlikte patika yolu inen Feride, nergis kokusunun asıl kaynağını bulmuş gibi eliyle kendilerine bir yol oluşturan nergisleri okşarken kadının az ilerideki gölün kenarına oturması ile çiçeklerle aşk yaşamaya bir son verip tıpkı onun gibi kalın bir ağaç kökünün üzerine oturdu.

"Beğenmiş gibisin." Az evvelki yorgun sesine tezat daha gür bir sesle kendisine soru soran kadına dönen Feride, beğenmek şöyle dursun mest olduğu bahçeyi bir kez daha süzerken elinde olmadan "Çok güzel" diye fısıldadı. Gözleri kapalı bir şekilde içine çektiği kokuları ayırt etmeye çalışırken yaşlı kadının söz alması ile kapattığı gözlerini büyük bir hızla açarak ona döndü.

"Fazla vaktin kalmadı Feride!"

"Nasıl, anlamadın?"

Feride, yaşlı kadının ne demek istediğini anlayamazken birden bire bu eşsiz bahçenin kasvetli bir havaya büründüğünü hissetti. Burası soğumuş muydu, yoksa Feride'ye mi öyle geliyordu?

"Tuğtekin eve gelmeden dönmen gerekmez mi?"

"Gerekir ama siz bunu nereden biliyorsunuz?

"Seni izliyoruz küçük kızım." Feride, yavaş yavaş yanında oturan kadından korkmaya başlarken onun kendisini nasıl bu kadar iyi tanıdığını düşündü. Adını biliyordu, Tuğtekin'i tanıyordu ve en kötüsü onun eve gelmeden geri dönmesi gerektiğini biliyordu ama nasıl?

"Kimsen sen, beni neden izliyorsun? Benden ne istiyorsunuz?"

Destek aldığı bastonu ile birlikte yanından kalkan kadının arkasından bakmayı sürdüren Feride, onun gölün kenarına giderek etrafında dolanmasını tedirgin gözlerle izliyordu. Kadının hareketleri bile tıpkı kendisi kadar tuhaftı. "Bunlar bugünün soruları değil güzel kızım, daha çok karşılaşacağız" Feride onun kurduğu bu cümleden sonra oturduğu yerden kalkarken "Sorularıma cevap vermeyeceksiniz değil mi" diyerek cevabını bildiği bir soru sordu. Bu kadının derdi kendisinin aradığı cevapları vermek değildi aksine kendi sorunlarını Feride'ye anlatıyordu ki bir şeylerin cevabını alabilsin.

"Her zaman akıllı bir kız oldun."

Feride'nin kaşları bir kez daha aynı nizamlq çatılırken bu kadının kendisini tanıdığına emin oldu ve bu sefer cevabını alacağını bildiği bir soru yöneltti.

"Siz beni tanıyor musunuz?"

"Tanıyorum elbet yoksa neden seni çağırayım."

"Peki beni nereden tanıyorsunuz?"

"Bu önemli mi?"

"Kusura bakmayın ama şu ânda sapık bir takipçimmiş gibi konuşuyorsunuz ve bence önemli olan bu!"

"Cevaplarını alacaksınız kızım ama şimdi değil."

Artık kafadan kontak olduğuna inanmaya başladığı kadının kendisine dönmesi ile keskin mavi gözlerinin hedefi olan Feride korkmaya başlamıştı. Gözünün feri kaçmış bu kaçık kadın artık kendisini korkutuyordu. Feride, bir kaç adımla ondan uzaklaşırken korkusunu dizginlemeye çalışarak başka bir soru sordu. Elbet birinden birine cevap alacaktı.

"Benden ne istiyorsunuz?"

"Anahtarı bulmanı!"

"Ne anahtarından bahsediyorsunuz?"

"Onu da sen bulacaksın güzel kızım. Hepimizin kurtulması için o anahtarı bulmalısın, benim sana anlatacaklarım kısıtlı."

"Tamam, bu kadar yeter! Eğer bana hemen şimdi mantıklı bir açıklama yapmazsanız buradan gideceğim!"

Tehtidinin inandırıcı olması için arkasını dönerek kendisini çıkışa götürecek patikaya doğru yürümeye başlayan Feride, geride bıraktığı yaşlı kadının gülmeye başlaması ile dehşete düşmüş bir şekilde arkasını döndü. Manyak mıydı bu kadın?

"Gidemeyeceğini ikimizde biliyoruz o yüzden otur şuraya da devam edelim."

Feride, kıstığı gözlerin ardından bir kaç saniye karşısında duran kadını süzerken yalan söylemeyi bu kadar mı beceremediğini düşündü. Bir kez daha blöfünü yedirememişti. Merakı korkusunun üzerine geçerken el mecbur gerisin geriye kalktığı ağaç kütüğüne yeniden oturan Feride, nefesini bıkkınlıkla dışarıya üfledi ve yaşlı kadının konuşmaya devam etmesi ile pür dikkat onu dinlemeye koyuldu.

"Anahtar bizim kurtuluşumuz lakin bu sembolik bir şey değil eğer öyle olsaydı çoktan bulmuş olurdum. Ama sen bulacaksın Feride! Çünkü sen güzel kızım, bir istisnasın."

Feride, bilmiş bir edayla kaçık diye nitelendirdiği kadını dinlerken başını olumlu anlamda bir aşağı bir yukarı sallıyordu. Nihayet yaşlı kadının susması ile ellerini dizlerinin üzerine koyan Feride, alaycı bir tavırla "Kusura bakmayın ama tam olarak, şu ânda bu sözlerinizden ne anlamam gerekiyorsa onu anlamadığım kısımdayım" diyerek ona inanmadığını açıkça belli etti.

"Çünkü hala aydınlanmadın, önce aydınlanmam lazım yoksa bir işime yaramazsın."

"Pardon!" Feride, resmen kendisine gereksiz olduğunu yüzüne vuran kadına öfkeyle parlarken hayretler içerisindeydi.

"Alınganlığın sırası değil güzel kızım, şimdi beni iyi dinlemedini istiyorum. Sırf aydınlanmam için sana büyük bir gerçekten bahsedeceğim tabi bunun nasıl bir karşılığı olacağını henüz bilmiyorum ama anlaman için bu gerekli."

Feride, kafasını iki yana sallarken üzerindeki alaycı kimliğinde zerre bir şey kaybetmemişti ama yine de daha ne duyabilirim diyerek kadını dinlemeye devam ediyordu. "Sizi dinliyorum aydınlatın beni lütfen."

"Tuğtekin!"

"Ne olmuş ona?"

"Onun yüzünden buradasın, seni o istedi"

"A-anlamadım, n-ne demek Tuğtekin yüzünden buradayım."

"Seni istedi çünkü sen ona aitsin ama bu adil değildi! Seni istemesi onun bencilliği şimdi bu gerçekliğe sığın ve odaklan. Aydınlan Feride, aydınlan ki kurtuluş yolumuz ol!"

"S-sen ne saçmalıyorsun. Tüm bunlarda ne demek? Kimsin sen, buralardan olmadığınız belli ama görüntün, sen gerçekte kimsin be kadın?"

Bastonunu tutup ayağa kalkan kadın ile korkuyla ileriye atılan Feride, kendisine saçma sapan sözler söyleyip öylece ortadan kaybolacağını düşünen kadına yanıldığını gösterebilmek için bileğine yapıştı. Böyle gidemezdi, Feride'nin beyninin içini allaç pamuğuna dönüştürdükten sonra hiçbir şey olmamış gibi çekip gidemezdi. Buna izin vermezdi.

"Nereye gittiğini sanıyorsun, daha konuşmamız bitmedi!"

"Anlatacaklarım bu kadar Feride. Gerçeklikten uzaklaşma, buraya alışma!Tuğtekin'in gerçekliğine tutun ve aydınlan güzel kızım, hepimizi buradan kurtar."

Az evvel aksadığına yemin bile edebileceği kadın şimdi bir ceylan gibi sekeseke gidiyordu. Peki ya Feride ne yapıyordu, neden onun peşinden gitmiyordu. Kadın gözlerinin önünden kaybolana dek sanki ayaklarına beton dökülmüş gibi olduğu yere çakılı kalan Feride, ne zamanki yaşlı kadını artık göremedi o vakit beynine kan gitmeye başladı ve bir kaç saniyeliğinede olsa kaybettiği beyin fonksiyonlarına kavuştu.

Az evvel ne olmuştu öyle?

Feride, patika yolu koşarak mağaranın önüne çıkarken nefes nefese kalmıştı. Delicesine etrafında dönüp bir sağa bir sola bakınırken çok geç kaldığını idrak etti. Kadın çoktan kaybolmuştu. Elleri sanki vücuduna tesir eden bir şey varmış gibi vücudunda gezinirken Feride kendisine ne olduğunu düşünüyordu. Bir şey yapmıştı, buna emindi. O yaşlı bunak kendisine bir şekilde tesir etmiş ve oradan uzaklaşana kadar kendi hakimiyetini kaybetmesini sağlamıştı ama nasıl?

Atını bağladığı ağacın dibine çökerken ellerini başının arasına alan Feride, şakaklarında ki ağrının kaybolmasını istercesine iki eliyle baskı uyguladı. Beyni patlayacak gibiydi, o kadın neler söylemişti öyle. Tuğtekin demişti, seni burada isteyen o demişti. Bu mümkün olabilir miydi? Hadi mümkündü diyelim peki ya kendisini buraya çağıran adamın neyine tutunacaktı ki aydınlansın. Allah aşkına tüm bunlar ne demekti, neyi işaret ediyordu.

Feride biraz daha düşünecek olursa kafayı yiyeceğine emin olurken oturduğu yerden kalkarak atının ipini çözdü. Belki de sadece eve dönmeliydi, eve dönüp ablasına sarılıp uyumalıydı. Belki o zaman bu lanet baş ağrısından da düşüncelerdende kurtulurdu. Güneşin doğuşunu kıstığı gözlerinin ardından izlerken bir eliyle Berceste'nin eyerine asılan Feride, atının heybesinde gördüğü şeyle elini çekerken havaya kaldırdığı ayağını yere bastı. Bir yay ve oklar! İyi de Feride evden çıkarken yanına böyle bir şey almamıştı ki? Elini heybeye daldırdı ve içinden bir ok çıkararak ince parmaklarının arasında çevirdi. Okun sonundaki renkli taşlar ilgisini çekerken elini onların üzerinde gezdirdi. Her bir okun sonunda yakut taşlar vardı ve bu taşlar Feride'ye bir yerden tanıdık geliyordu.

"Tabi ya baston!"

Yaşlı kadının elindeki bastonda da aynı taşlar ve sembol vardı, bunları o mu bırakmıştı! Oku yerine koyup bu seferde yayı eline alan Feride bir müddette onu inceledi. Aynı sembol ve taşlar. Öfkeli bir şekilde elindekileri heybeye atan Feride, atına bindiği gibi eve dönüş yolunu tuttu. Aydınlanması gereken bir sır ve o sır üzerine yürümesi gerek uzun bir yol vardı ama o şimdilik bunları görmezden gelmeyi tercih etti.

ŞİMDİKİ ZAMAN;

Hala kulübeden çıkmamıştı, Feride saatlerdir ahırın kapısında onu bekliyordu. Elindeki yayı sıkmaktan avuç içleri mosmor olmuştu ama Tuğtekin hala inatla o küçücük kulübenin içinde kalmakta ısrar ediyordu. Sahi orada ne yapıyordu bu adam, neden çıkmıyordu?

Feride, Tuğtekin'in yanından ayrıldığı bir saat boyunca ahırın önünde beklemişti ve bu bekleyişinde kendisine yarenlik eden yoldaşı o bunak kadının kendisi için bıraktığı yay olmuştu. Neden burada bekliyordu, neden gözlerini kulübesinden alamıyordu bilmiyordu ama bekliyordu işte. O kadının sözleri saatlerdir beyninin içinde dolanıp dururken pekte sağlıklı düşünemiyordu açıkçası. Etrafında olup biten gerçeklerden bihaberdi ama yine de umutla bekliyordu işte.

Tuğtekin'in bu işin neresinde olduğunu merak eden Feride, onun kulübeden çıkmayacağına emin olmuş bir şekilde tam arkasını dönüp gidecekti ki kapının büyük bir gürültü ile duvarla buluşmasıyla olduğu yerde çakılı kaldı. Kırmızı görmüş boğa edasıyla kulübeden çıkan Tuğtekin artık ne kadar sinirliyse önünde duran kendisini bile görmemişti. Yanından bir hışımla geçip ahıra giren adam ile bir köşeye saklanırken kendisini görmemesinin işine geldiğini düşündü.

Atına atladığı gibi dört nala süren adamın peşinden düşünmeden kendi atına atlayan Feride, izini kaybettiğini düşündüğü Tuğtekin'in ardından yola çıkarken onun ormana girdiğini gördü ve peşine takıldı. Feride, tanıdık patikları gördükçe içine çöken kasvete engel olamazken nereye gittiklerini tahmin edebiliyordu ama inanamak istemiyordu.

Korktuğu başına gelmiş bir şekilde atından inen Feride, mağaranın aşağısındaki patikaya takip ederek göl kenarını ulaştı. Tuğtekin'in kendisinden önce geldiği bildiği için küçük bedenini bir ağacın gölgesine saklarken kalbi ağzında atıyordu. Yaşlı kadının söyledikleri ve Tuğtekin'in gittiği yeri öğrenir öğrenmez buraya gelmesi... artık emindi, hiçbir şey tesadüf değildi.

"Burada olduğunu bilirim, ortaya çıkasın ihtiyar!"

Tuğtekin'in sesi bomboş arazide yankı yaparken yeniden kendi kulaklarını ulaşırken Feride oldukça şaşkındı. Onun bu öfkesi neyeydi, kimeydi? Neden böylesine çılgına dönmüştü, Tuğtekin kendisinden ne saklıyordu?

"Çık derim sana! Feride'ye ne anlattıysan bana da anlatasın hele, anlatasın ki o kelleni boynundan ayırmak için sebebim olsun!"

"Sonunda geri gelebildin evlat! Sana söylemiştim, gerçeklerin önüne geçemezsin. Gerçek elbet gün yüzüne çıkacak, o kız bizi kurtaracak."

Feride, nerede olduğunu göremediği yaşlı kadının oldukça sakin bir sesle konuşmasını dinlerken bu sözlerden her zamanki gibi hiçbir şey anlamıyordu ama anladığı bir şey varsa o da Tuğtekin'in, yaşlı kadın kadar sakin olmayışıydı. Hatta öyle ki onun sesini duyar duymaz elini kınına atıp kılıcını meydana çıkarmıştı. Koca kılıç güneşin yakıcı ışınları altında parlarkan Feride gözünü ondan ayıramıyordu.

"Sen hiçbir şey bilmiyorsun, tek bildiğin o yalan sözlerinle bizleri zehirlemek. Şimdi senin o kelleni alacağım ve bir daha bizi zehirlemeyeceksin."

Feride, duyduğu öfke dolu sözlerle saklandığı yerden çıkarken yaşlı kadının ne ara Tuğtekin'in önüne geçtiğini görememişti. Koca kılıç havaya kalktığı gibi yaşlı kadının boynuna doğru yol alırken Feride avazı çıktığı kadar bağırarak öfkeli adamı durdurmaya çalıştı.

"YAPMA!

 

--------

Gerçek, gerçek ne bu gerçek dediğinizi duyar gibiyim:)

Tahminleri alayım?

 

Loading...
0%