@mihrininbahcesi
|
Hafıza- i beşer nisyan ile malüldür. (Yani insan unutur!l)
03 "Kimsin sen hatun, buralara nasıl geldin diyesin hele!" Feride, karşında ki iri adamın söyledikerine anlam veremezken ne diyeceğini de bilemedi. Ona göre tuhaflıkların ardı arkası kesilmezken şöyle bir etrafında döndü. Bu nasıl bir set diye de düşünmedende edemedi, Ne kamera vardı ne başka bir şey! Kalabalık evin içinden biran önce çıkmayı düşünürken kendisine tuhaf tuhaf bakan insanlara ne diyeceğini kendi içinde tartıp biçti ama bu duruma ne denileceğini kendisi dahi kestiremedi ve çareyi hiç bir şey dememekte buldu. Buradan hemen gitmek için elini hızlı tutması gerektiğininde farkındaydı Feride, netice de burası bir film setiydi şimdi birde seti böldüğü için o ukala yönetmenlerden birinden azar yemek istemezdi. Az evvel söylene söylene içini topladığı çantasını boynundan çapraz bir şekilde takarken çaktırmadan da çıkış kapıyı dikizledi. Ne olur ne olmaz diye işini sağlama almalıydı. Feride, oldukça ağır görünen kapıya doğru koşar adımlarla yaklaşırken arkasına hiç bakmadı. Uzun koridoru geçip kapıyla bakışmaya başlayınca kendisine vakit tanımadan ağır olduğunu artık bildiği kapıya tüm gücüyle asıldı. Az evvel ki adrenalin patlamasından olsa gerek hiç zorlanmadan kapıyı açarken yüzüne kocaman bir zafer gülüşü peydah oldu. Şansı tersine dönüyordu anlaşılan! Açtığı kapıyı kapatmadan kendini dışarıya atarken gördüğü uçsuz bucaksız manzara ile adeta şaşkına uğradı Feride. Bu güzellik karşısında nevri mi dönse yoksa nerede olduğunu bilmediği için oturup ağlasa mı bilemedi. Uyandığından bu yana kendini İstanbul il sınırları içinde sanıyordu Feride ama gördüğü bu kocaman, boş arazi artık fikrini değiştirmişti. İstanbul'un neresinde böyle betonlardan uzak yemyeşil arazi vardı ki? Feride, içine peydah olan korkuyla ileriye doğru bir kaç minik adım attı, o sıra eliyle tuttuğu kapı serbest kaldığı için arkasından ağır ağır kapanmış ve uçsuz bucaksız bu arazide korkunç bir ses yankılanmıştı. Bu uğursuz ses daha da rahatsız olmasını sağlarken ayakları ondan bağımsız ilerleyip duruyordu. Her bir adımın da etrafına göz atan Feride, neden bir Allah'ın kulunun karşısına çıkmadığını da merak ediyordu. Nasıl bir set bu kadar boş olabilirdi, aksine her yerden birilerinin çıkması gerekmez miydi? Önünde uzayıp giden patika yolu takip edip etmemekte kararız kalan Feride, kısa bir an için koşarak çıktığı eve döndü. Arkasında duran ev şuan için en güvenilir yer olabilirdi belki de, netice de hiç bilmediği bir yerde tek başınaydı ve alıp başını gitmesi kimsenin yararına olmazdı. Bir ormana giren patika yola bir de eve bakıp duran Feride, aklına gelen çıkış yoluyla elini hızla alnına geçirdi. Canı yansada bunu umursamadı çünkü bazen kullanılması için lütuf edilen o beynini çalıştırması için kendini zorlaması gerekiyordu. "Akılsız Feride, sen tam bir gerzeksin kızım!" Hem kendine söylenip hemde minik çantasından son model telefonunu arayan Feride, avuçlarına gelen metal parçasıyla sevinçle yerinde zıpladı. Telefonun ekranını açıp son arananlar kısmından Ümmü'nün numarasını çevirerek vakit kaybetmeden telefonu kulağına yapıştırdı ama hiç çalmadan kapanması ve o uğursuz sesi duymasıyla bütün heyecanı buhar olup uçtu. Telefonu büyük bir hayal kırıklığıyla kulağından çekip göz hizasına getiren Feride, çekmeyen şebekeyle bir kez daha hayatın silmesini yemiş oldu. "Allah'ım, bugün bu kulunun çilesi bitecek mi?" Artık kendi kendine konuşmakta çekinmeyen Feride, şöyle bir etrafında döndü. Tonlarca para bayıp aldığı telefonu bile bir işe yaramıyordu, sözde operatörü her kanalda cafcaflı reklamlar yapıp denizin ortasında bile çekiyordu ama şimdi en ihtiyacı olduğu anda çekmiyordu. Lânet reklamlar! Telefonun çekeceği yüksek bir yer arayışına giren Feride, bu Allah'ın unuttuğu koca arazide üzerine çıkabilecek bir kaya parçası bile göremiyordu. Neredeyse sinirden oturup ağlayacak konuma gelmişti ki az evvel kaçtığı tek katlı minik evin yanında ki merdiven dikkatini çekti. Merdivenin yardımıyla evin çatısına çıkabilirdi? Son bir gayretle eve doğru koşan Feride, içine serpilen tohumları hala var olan umuduyla suladı, pes etmeyecekti. Sağlamlığını kontrol ettiği merdivene tırmanmaya başlarken kendi kendine olan konuşmalarına da devam etti Feride, neticede o bir kadındı ve günlük kelime kotasını sonuna kadar kullanmalıydı tıpkı şimdi yaptığı gibi! "Bitmeyecek çilen varmış kızım, şu haline bak! Allah'ın dağ başında manyakların arasında kaldın. Nasıl setse burası içeridekilerden başka kimsede yok. Kurtlar, kuşlar yer seni burada, ne bir araba ne de şebeke var. Kimin ahını aldın da bu hale düştün sen Feride!" Feride, umuduna giden son basamağa da basmak üzereydi ki, kurda kuşa gerek kalmadan bir kükremeyle can verecek noktaya geldi. Duyduğu o erkeksi ses ödünü bir taraflara fırlatmış bu da yetmezmiş gibi korkudan yalpalayıp tahta merdiven üzerinde adete modern dans gösterisi yapmıştı. "Sen orada ne edersin hatun!" Zavallı Feride'nin vücudu adate sonbahara yenik düşmüş bir yaprak gibi zangır zangır titrerken daha fazla yerinde sabit duramadı. Ayağının altından kayan merdiven ile yer çekimine meydan okuyamayan Feride'nin çığlığı olduğu yeri titretirken korkuyla gözlerini kapayıp yerle buluşacağı anı beklemeye başladı. Feride gelecek olan acıyı tüm benliğiyle hissetmeyi beklerken sert bir kol çevreledi narin bedenini, beklemediği bu ani temasla gözlerini hızla açarken kendisini saran kolların sahibiyle gözgöze geldi. Uyandığında kapıyla burnuna nikah kıyan, dağ ayısıydı onu kurtaran. Bir müddet adamın sert çehresiyle bakışsa da hızla kendine gelen Feride, kaslı adımın kollarından kurtardı bedenini. "Tövbe estafrullah." Kendini aşağıya fütursuzca atan Feride, elbisesinin toplanan kısımlarını eliyle düzeltirken dağ ayısı tabirini verdiği adamın gözlerinin kendisinin üzerinde olduğunu fark etmişti lakin hiçte oralı olmadı. Evin çatısından düşerken attığı çığlığı artık ne kadar yüksekse herkes dışarıya çıkmıştı. Karşısında duran kalabalık ve bir o kadar iri yarı adamlardan korkmaya başlayan Feride, sertce yutkunurak omuzlarını dikleştirdi. İçinde her ne kadar firtılar kopsada bunu dışardan belli etmeye niyeti yoktu. Nerede olduğunu öğrenmek için artık başka çaresi kalmamıştı Feride'nin. Bu insanlardan başka çıkış yolu yoktu bunu anlamıştı, iyisimi onlarla iletişime geçmeli ve nerede olduğunu öğrenip telefon edebileceği bir yer bulmalıydı. "Ecnebi herhal bu hatun delibaşım!" Feride, mental olarak kendini hazırlamış tam karşısında ki insanlarla iletişime geçecekti ki uzun boylu bir adamın kendisi hakkında söyledikleriyle kalakaldı. Ecnebi mi? O adam kendisine ecnebi mi demişti? Feride, içinde fokurdamaya başlayan duygularını bastırmak istercesine dişlerini sıkarak uzun boylu adama karşılık verdi. "Elhamdülillah, müslümanım ben!" Uzun boylu adamın kaşları hayretle havaya kalkarken, Feride onun mallığına yandı. Hayır neresi ecnebiye benziyordu da böyle bir atıfta bulanabilmişti bir de müslüman olduğunu söylediği zaman şaşırması yok muydu? Feride'yi asıl şaşkına çeviren de bu olmuştu. "Nereden gelirsin buralara hatun?" İri yapılı, kaslı adamın sorusuyla yeniden ona dönen Feride, en çok da bu adamdan korktuğunu düşündü. Hepsinden daha iri ve çatık suratlıydı bir de sanki bu kalabalık grubun önderliğini de yapıyor gibi bir hali vardı. Feride, sorduğu soruya cevap vermek istiyordu istemesine lakin adamın duruşu, hali ve tavrı cevabı hakkında iki kez düşünmesini sağlıyordu. "Ben en son Topkapı'daydım, buraya nasıl geldim bilmiyorum." "Topkapı mı?" Feride, uyandığında kendisiyle ilgilenen kadının sorusuyla ona döndü ve cevap verdi. "Evet." "Yalan söylüyor delibaşım, biz bu hatunu ormanda bulduk. Kulübenin yakınlarındaydı." Korktuğu dağ ayısı kılıklı herif uzun boylu oğlanın sözleriyle bir adım ileriye atılıp elini belindeki kılıcın kınına götürdü. Feride, kılıcın gerçek olup olmadığına emin olmak istercesine bakışlarını oraya sabitlerken adamın gür sesiyle kendine geldi. "Bana bak hatun! Seni buraya kim gönderdi bilmem lakin bir kez daha sorduğum suallere doğru cevaplar vermezsen sonun elimden olacak." "S-siz kim oluyorsunuz da beni tehdit ediyorsunuz beyfendi, dağ başımı burası, hukuk var nizam var." Feride, adamın baskın tavrını görmezden gelerek tek kaşını havaya doğru kaldırdı. Kalın kaşları ve iri gözleri bakışlarını destekler nitelikte adamın içine işlerken Feride'nin kendine olan özgüveni yerine gelmişti. Az evvel ki kılıcın dekor olduğuna kanaat getirdiğinden olsa gerek duruşunu dikleştirip, tavrını koydu ve devam etti. "Bana bak dağ ayısı, senin için kanunların pek bir önemi olmasa da hukuk devletinde yaşıyoruz. Öyle her önüne geleni tehdit edemezsin sen, ayrıca size yalan borcum mu var? Topkapı sarayındaydım sonra bayılmışım, gözümü bir açtım ki buradayım." "Tuğtekin beyim bu hatun cariyelerden biri olmasın?" Cariye mi? Allah aşkına bu deliler hangi hastaneden kaçırmıştı böyle. "Bakırköyü aramamı ister misiniz? Ne cariyesi be adam!" "Bana bak kadın-" Feride, biraz fazla gaza gelmiş olmalıydı ki uzun boylu adama oldukça ters cevaplar vermeye başlamıştı. Tabi bu mahalle ağzı tavrı bilmediği bu ıssız yerde, tanımadığı insanlar arasında başına oldukça iş açacaktı nitekim öylede olmuştu. Uzun boylu adam tüm heybetiyle üzerine doğru yürürken Feride korkuyla geriye doğru bir adım atmıştı lakin korktuğu sahne başına gelmemiş adının Tuğtekin olduğunu duyduğu adam kendisinin önüne geçerek uzun boylu adamı durdurmuştu. "Temirbay, saraya haber edesin! Kaçan cariye var mıymış öğrenesin!" Kendi iç muharebesinde lakaplar taktığı insaların isimlerini öğrenen Feride, Temirbay'ın bakışlarını kendisinden çekmesiyle rahat bir nefes aldı. Korkutucu bir simaya sahip olan o genç tuhaf bir şekilde Tuğtekin'e selam verip koşar adımlarla yanlarından ayrılırken Feride'nin yapabildiği tek şey bu saçma seremonileri izlemek oldu. Neden ciğerlerini çıkaracak şekilde göğsüne vurmuştu ki şimdi? Feride, artık rüya gördüğüne hatta okkalı bir kabus gördüğüne emin olmuştu. Artık bayılırken kafasını ne kadar sert vurmuşsa bilincini öyle bir yitirmişti ki uyanmak bilmiyordu ama biraz daha uyanmazsa rüyada kafayı sıyıran ilk insan olarak tarihe geçecekti. Sinirinden elinde duran telefonu sıkmaktan eritecek kıvama getiren Feride, artık ne olacaksa olsun diyerek telefonunu tuttuğu elini havaya kaldırıp Tuğtekin denen adamın suratına doğru salladı. Maksadı görünür bir hal alarak derdini anlatmaktı lakin karşısındaki şahsı insan sanarak büyük bir hataya düşen Feride, kolunun bükülmesiyle acı içinde inledi. "Allah'ın, ayısı ne yapıyorsun sen?" Feride, adama sövedururken elinden çekilen telefonuyla neye uğradığını şaşırdı. Boştaki eliyle telefonunu almak için adama doğru atılsa da bir işe yaramamış hatta bu hareketi kendi lehine dönmüş ve bir anda yüzünü evin pürüzlü ahşap zemininde bulmuştu. Dağ ayısı kılıklı herif kolunu arkaya doğru büküp kendisini iyice etkisiz hale getirmişti. Bu nasıl adamlıktı böyle!!!! Feride, bunu misliyle ödetecekti! O dağ ayısı, kendisinin kim olduğunu öğrenecekti, ne sanıyordu böyle yaparak onu sindirebileceğini mi? Daha çok beklerdi, Feride şimdi ona dünyanın kaç bucak olduğunu gösterecekti. Boş bir çabayla gücünü boşa harcamayan Feride, en doğru anı bekledi. Tuğtekin onun pes edip artık debelenmediğini fark edince tutuşunu gevşemişti ve Feride beklediği fırsatı kaçırmayıp omzunu ileriye doğru çekti, dağ ayısı tabi ki de bu hareketinden zerre etkilememişti ama Feride'nin maksadı farklıydı, kendisine hareket kabiliyeti için yer açan asabi kadın kafasını geriye doğru savurarak onu tutan adamın suratına okkalı bir kafa attı. Bu hareketi beklemediği her halinden belki olan Tuğtekin, anın şaşkınlığıyla afallarken Feride vakit kaybetmeden önüne dönüp can alıcı son hamlesini yaptı. Botunun sivri kısmıyla adamın erkekliğine tekme atan genç kadın zafer kazanmış bir şekilde telefonunu alarak bir adım geriledi. Şimdi küçücük kadından yediği dayakla kalsındı! Feride, nefes nefese kalmış bir şekilde bir önünde diz çökmüş adama bir de etrafında ki kızgın kalabalığa göz gezdirdi. Her daim sinirlerine yenik düşen Feride yaptıklarını daha yeni yeni kavrayabiliyordu. Kendisinden kat ve kat iri bir adama neler yapmıştı öyle? Peki o adam kalkıp da o koca pazılarıyla kendisine vuracak olsaydı ne olurdu? Aman Allah'ım! Feride, korkuyla ellerini kendisine siper ederken üzerine doğru gelen adamların yüzüne doğru çemkirdi. "Yaklaşmayın! Yeminle taciz ediyorlar diye bağırırım!" Feride, tehdidinin hiç bir işe yaramadığını adamların üzerine yürümeye devam etmesiyle anlamış bulundu. İlk hareketi yere serdiği koca adamdan bekleyen Feride, arkadaşlarının üzerine yürümesini hiç de hayra yoramadı. "Durasınız hele! Feride, adamın tıslarcasına sarf ettiği sözler üzerine gülmemek için dişlerini sıkmıştı, böyle bir durumda bile gülebiliyor olması hiç de mantıklı değildi ya neyse! Yerden kalkan adama dönen Feride, gördüğü sert çehreyle yutkundu. Canı acıyor olmalıydı, oh olsundu! Feride, koluna nikah kıyan bu dağ ayısına hiç mi hiç acımıyordu. Eğer üzerine doğru acımasız bir şekilde yürüyor olmasaydı korkusunu bir kenara bırakıp bu hâline katıla katıla gülebilirdi lakin dediği gibi üzerine yürümüyor olmasaydı. Feride, içine peydah olan korkuyla atik davranıp ona bakan yaşlı kadının arkasına saklandı. Bu hareketi işe yaramış olacaktı ki dağ ayısı kılıklı herifin adımları sekteye uğraşmıştı. Feride, hiç bir zaman bu kadar pısırık bir kadın olmamıştı ve şuan ki halleri kendisine bile yabancıydı. Eğer bilmediği bir yerde ki burası dağın başı! Bilmediği iri yarı adımlarla yalnız kalmış olmasaydı yapacakları daha farklı olabilirdi ama elbet buradan kurtulacaktı, işte o zaman bu delilerden intikamını alacaktı. Şimdilik kendisini böyle bastırabileceklerini sansınlardı. "Tuğtekin oğlum, yapma etme. Görmez misin kızcağız korkar oldu. Hem belli kafasını sağlam vurmuş, belki de meczupdur." Feride, yaşı gereği sözü geçer sandığı kadına sığınmıştı sığınmasına ama güvendiği dağlara karlar yağmıştı. Bu yaşlı kadında tıpkı diğerleri gibi kendisine hakaret etmişti. Feride, artık sabrının son demlerine gelmişti öyle ki sinirden gözü önünde ki iri yarı sinir küpüne dönmüş adamı bile görmemiş ve sakladığı yerden bir hışımla çıkmıştı. "Tamam hepinizin bana olan hakeret silsilesi bittiyse biriniz bana taksi durağını gösterebilir mi? Buradan hemen şimdi gitmek istiyorum!" "Ta-taksi ne?" Kızlardan zayıfça olanı şaşkınlıkla Feride'ye dönerken onun söylediklerini tekrarlamıştı daha doğrusu tekrar etmeye çalışmıştı. Feride bunca delilinin nasıl bir araya geldiğini anlayamazken sinirle tepinmek istedi ama yine de kendine hakim olarak tane tane anlatmaya çalıştı. "Tak-si, TAKSİ!" Şimdi sadece o kız değile herkes Feride'ye anlamsız gözlerle bakıyordu. Öyle boş ve şaşkın gözlerle kendisine bakıyorlardı ki, Feride kafayı yemek üzereydi. Elini ensesine atıp sakin olmaya çabaladı, sakin olmalı ve düşünmeliydi. Bütün bu yaşananları kafasında toparlamalıydı ki bir çıkış yolu bula bilsin çünkü burası gerçek olamayacak kadar abes bir yerdi. Tabi yaaa!! Tüm bunlar bir şaka olabilir miydi? Feride, kardeşim dediği Ümmü ile son bir haftadır televizyonda ki şu şaka programlarına sarmıştı. Sırf gülmek için gece gündüz o programları izler hatta bir gün kendileride o programa kayıt yapmak istediklerinden bahsederlerdi ve şuan da tüm bu yaşananlar, bu büyük prodüksiyonlar o programlardan birinde kurban olduğunu anlatır gibiydi. Evet, evet! Bunların hepsi şakaydı. "Ümmü, tamam kardeşim hadi güldük eğlendik çık şuradan da bitsin şu şaka yoksa ben kafayı yiyeceğim." Ses yoktu! Boş arazide yankı yapıp kuşlardan karşılık almasını saymazsak gerçekten de hiç bir ses yoktu ama Feride pes etmeyecekti, bu sefer daha gür bir sesle eşek şakası yapan arkadaşına seslenecekti ki buna izin vermemişlerdi. Feride, bileğini saran kocaman el ile çığlığı basarken az evvel çıktığı eve doğru sürüklenerek götürülüyordu. Korkuyla bezenmiş çığlıkları kimsenin olmadığı dağda yankı yaparken istemeye istemeye kulübeden bozma eve girmişti bile, debelenmelerinin hepsi boşa çıkarken Feride ağlamamak için kendini zor tutuyordu ama ne yaparsa yapsın bu ruh hali sesine yansıyordu. "B-bı-bırak beni, bırak! Kime diyorum bıraksana beni dağ ayısı." Yüz üstü kendini sert bir divanda bulan Feride, hırsla arkasını döndü. Herkes başına toplanmış ona bakarken nereden çıktığını bilmediği ufak bir kız ayak ucunda belirdi. Bir kendisine bir de ayakkabılarına bakarken elini Feride'nin botlarına atmıştı tabi bu ani hareketle kendini geri çekemeyen Feride, küçük kızın elini tutarak ayakkabılarından uzaklaştırdı. "Pis onlar, mikrop kaparsın elleme küçük." Küçük kızda uyandığından bu yana herkesin kendisine baktığı gibi tuhaf tuhaf bakmayı sürdürdü. Feride artık bu kaba uslubuyla bir yere gelemeyeceğini anlamıştı. Onlara her çıkıştığında ya kendisini yerde buluyordu ya da sürüklenip duruyordu, "Bakın Tuğtekin bey, ben buraya nasıl geldim, neden geldim bilmiyorum ama bana yardımcı olursanız evime gitmek istiyorum. Ailem beni çok merak etmiştir, lütfen bana yardım edin." Dağ ayısının yüz hatları birazcıkta olsa yumuşarken, Feride kendisine kızdı. En başta böyle ılımlı yaklaşmış olsaydı belki de başına hiç de böyle işler gelmeyecekti. "Evin nerededir?" "Balat'da!" Hayır, hayır neden yine şaşkın bakışlar, yapma böyle. "Söylediğin o yer, nerededir hatun?" Feride, adamın saçma sapan lehçesine takılmak istemedi. Evine gitmesine yardımcı olsun da nasıl konuşmak isterse öyle konuşsundu. "Nerede olacak, avrupa yakasında." "Avrupa ne?" "İstanbul be adam İstanbul!" Feride'nin son sözlerinden sonra küçük oda da çıt çıkmazken, genç bir kadın hala yanında durmakta olan küçük kızı hızla yanına çekip kucağına almıştı. "Beyim düpedüz meczupdur bu zavallı." "Ben deli değilim, buna bir açıklık getirelim. Asıl deli olanlar siz-" "Burası zaten İstanbul'dur kızım ama senin söylediğin gibi bir yer yok burada." Yaşlı kadın önüne geçip sözlerini tane tane beyninin en ücre köşelerine yollarken bu seferde Feride'nin gözleri hayretle büyüdü, bu da neydi şimdi! Bütün bu olanlar gerçek miydi? Burası İstanbul'du! Peki ya Balat, neden öyle bir yerin olmadığını söylüyorlardı. Kimdi bu insanlar, kendisinden ne istiyorlardı ve en önemlisi Feride neden buradaydı? Ona ne olmuştu!!!
|
0% |