Yeni Üyelik
5.
Bölüm

5-Dağ Ayısı ve Karan Bey

@mihrininbahcesi


*Aslında bütün bu telaş,bir fâninin ölümü unutmasının hikayesidir.*


Bilinç altının oyunundan galip gelen Feride, zihnine mesken edinmiş karanlıktan yavaş yavaş benliğine ulaşıyordu. Gözlerinin üzerinde ki tonlarca ağırlık bir anda kuş olup uçarcasına kendisinden uzaklaşırken, gözlerini açmaya korktuğunu fark etti.

Bilincini kaybetmeden hemen önce duyduklarının gerçek olmadığını biliyordu ama yine de korkmadan edemiyordu. Gördükleri! Evet gözlerinin gördükleri vardı birde! Söylenenler ve gördükleri öylesine birbiri ile örtüşüyordu ki artık neye inanması gerektiğini bilmiyordu.

Feride, sonu bucağı görünmeyen bir karanlığa teslim olmuş gibiydi, gerçeklerle yüzleşmesi gerektiğinin farkındaydı ama bu gerçekliği kabullenmek imkansız gibi bir şeydi!

Mantığının davetkar sesine kulak veren Feride, sanki çok komik bir film izliyormuşcasına gülmeye başladı. Şu halde başka ne yapabilirdi ki zaten! Kapalı gözlerinden yaş gelene kadar güldü, her kahkahası yaşadıklarına bir çeltik atarken gözlerini araladı. Bakışlarına ilk misafir olan şey koca beyaz bir duvar oldu.

Duvarla bakışarak yataktan doğrulurken tanımadığı bu odanın tarçın kokusu burun deliklerinden ciğerlerine kadar dolmuştu. Nerede olduğunu idrak etmek istercesine etrafına bakınırken gözüne çarpan koca divan gerçeği bir hançer misali boğazına dayadı.

Elleri istemsiz bir şekilde boğazına giden Feride, saatler öncesinde yaşadığı çaresizliği hatırladı. Yaşadığı her şey gerçekti, ne kadar inkar ederse etsin bilinç altı artık daha berraktı ve olanları bütün ayrıntısına kadar hatırlıyordu.

Bu durumda ne yapması gerekiyordu. Ağlaması, yakınması yoksa inkar etmesi mi? Peki, Feride neden bunlardan hiç birini yapmıyordu? Küçük yatakta dizlerini kendisine çekerken ellerini etrafına doladı. Öylece duruyor, gözlerini boş duvardan çekemiyordu Feride. Taki olduğu odanın kapısı açılana dek!

Feride'nin bakışları korkuya kapı yönüne dönerken o adamla karşılaşmak istemediğinin farkındaydı. Hiç düşünmeden boynuna bıçak dayayan bir adamın neler yapacağını o bile kestiremezdi. Kapının arkasında beklediği kişinin aksine minik bir kız çocuğu gören Feride, üzerinde ki geleneksel kıyafetlerle kafayı yemek üzereydi.

"Bey dedem gönderdi beni, müsaitsen seni içeri de bekler."

Hiç bir şey söyleyemedi, ağzını açıp tek kelime dahi edemedi Feride. Sadece başını belli belirsiz olumlu anlamda sallamıştı, küçük kızda bunu evet anlamında kabul etmiş olacaktı ki geldiği kapıdan sessizce ayrılmıştı. Feride, oturduğu yataktan usulca kalkarken içeriye gitmesi gerektiğinin farkındaydı.

Aklı başında birinden mantıklı açıklamalar duymaya ihtiyacı vardı ve bunun içinde kendisini görmek isteyen adamla konuşmak zorundaydı. Odadan çıkmadan önce şalının iğnesini açıp düzeltirken ellerinin titremesi gözünden kaçmadı.

Şalını düzelttikten sonra tahta kapıyla bakışmaya son veren Feride, açtığı kapıdan yüzüne vuran sıcaklıkla üşüdüğünü hissetti. Vücudunun soğuğa verdiği tepkiyi görmezden gelmek isteyen Feride, dank eden gerçeklikle adımlarını yavaşlattı. Temmuz ayında neyin soğuğunu yaşıyordu ki?

Salon tarzında ki odaya girerken daha önce fark edemediği ama şimdi koca bir gerçeklikle gözlerinin önünde yanan sobayla karşılaştı. Feride, yaşadığı şok üzerine salonun girişinde dikilirken yaşlı adamın sesiyle kendisine geldi.

"Gelesin hele kızım. Oturasın az, soluklanasın."

Adının Salabuca olduğunu bildiği adamın sesiyle sobanın arkasında ki ufak mindere otururken, az evvel kendisini çağıran küçük kızın önüne bakır bir bardak bırakmasıyla irkilen Feride, ağzından çıkan çığlığa engel olamadı.

"Abide, dikkatli olasın! Kızcağızı korkutursun."

Küçük kız mahçup bir şekilde kafasını önüne eğerken, Feride gülümsemeye çalıştı. Onun bir suçu yoktu ki, her şey o dağ ayısı olacak hançerli psikopatın suçuydu.

"Affedesin, maksadım seni ürkütmek değildir. Sadece su getirmek istemiştim."

"Estafurullah, senlik bir sorun yok. Ben fazla hassasım şu sıra!"

Feride, sözlerinden sonra başını hızla kaldırıp kendisini inceleyen küçük kıza nasıl bir tepki vereceğini bilmiyordu. O da diğer herkes gibi kendisini yabancı bir madde gibi inceliyordu. Taki Salabuca onu gönderene dek.

"Abide, sen içeri geçesin kızım."

Küçük kız, yaşlı adamın sözünü ikiletmeden odadan çıkarken kapıyı tam kapatmamıştı. Onun bu tavrı Feride'nin bir hayli hoşuna giderken bakışlarını kızdan çekip merakla Salabuca'ya döndü.

Feride, ihtiyar adamın da aynı şekilde kendisine baktığını görünce hafifçe yutkundu. Salabuca, aynı babacan tavrıyla kendisine önünde ki suyu işaret ederken onu ikiletmeden kurumaktan helak olan boğazına soğuk suyu gönderdi. Bakır bardağı aynı soru işaretleriyle boş bir şekilde beton zemine bırakırken söz alan yaşlı adamla kafasını kaldırdı.

"Bu olanlara bir anlam veremediğinin farkındayım ama hepsinin gerçek olduğunu bilesin kızım. Buraya nasıl ve neden gelirsiniz bilmeyiz ammâ ve lakin kaderiniz böyle yazılmıştır der geçeriz. Lâkin şunu bilmeni isterim ki, bundan böyle Osmanlı'dasın!"

"Evet haklısınız, anlam veremiyorum. Söyledikleriniz o kadar akla hayale sığmayacak türden ki ama bir de gördüklerim var. Görüpte inanmakta güçlük çektiklerim. Tüm bunları geçtim artık ama biri var dediniz, senin gibi biri. Nerede o?"

"Var idi, beş sene evvel bir delikanlı tıpkı senin gibi buralara geldi."

"Peki noldu ona, nerede şimdi? Geri dönüş yolunu elbet biliyordur."

Salabuca, bir şeyleri saklamak istercesine yerinden kalkıp duvara dayadığı deyneğini eline alırken, Feride oturduğu yerden kalkmak zorunda kaldı. Yaşlı adamın kapıya doğru bir kaç adımda ulaşması ve kapı arkasında ki askılıktan bozma tahta parçasından aldığı dış giyisi ile kendisinden kaçtığını emin oldu, Feride.

Emin oldu olmasına ama öylece gitmesine izin vermedi. Yaşlı adamın kapıyı açmasına firsat vermeden bedeniyle kapıya siper olurken sesinin tonunu ayarlayamadı ve kaba bir sesle yaşlı adamı sorguladı.

"Nereye gidiyorsunuz? Daha konuşacaklarımız bitmedi!"

"Benim az işlerim vardır kızım, ben gelene dek burada kalasın. Daha sonra hasbihal ederiz."

"Olmaz, beni böyle bırakıp gidemezsiniz!"

"Kızım bekleyiver hele, her şeyin bir vakti vardır."

"Hayır, bari bahsettiğiniz çocuğa ne oldu, onu söyleyin."

"Kayboldu!"

"Geri dönmüştür. Evet, evet! Kesinlikle geri dönmüştür. Bu da demek ki bir çıkış yolu var!"

"Kızım umut bağlamayasın, böyle hurafelere bel bağlarsan hakikatle yüzleşmen zor olur."

Salabuca'nın kendisini nazik bir şekilde kapıdan çekmesine izin veren Feride, giden adamın arkasından öylece kalakalmıştı. Ne demişti öyle; "Hurafelere bel bağlamayasın." Feride'ye göre zaten bu olanların hepsi hurafeydi. Omzuna yüklenen yüklerin haddi hesabı geçerken, Feride öfkeyle az evvel kalktığı mindere geri oturdu.

Zaten başka ne yapabilirdi ki! Resmen kafese hapsedilmiş bir kuş gibi hissediyordu kendini. Kafesten çıkmak için var gücüyle çırpınıyordu lakin bir müddet sonra aklına dışarıda ki yırtıcı kuşlar geliyordu ve bu fikrinden hızla vazgeçiyordu.

Feride, önünde duran boş bakır bardakla oynarken bu olanların gerçekliğine inanmak için kafesinden çıkması gerektiğini düşünüyordu ve bunu yapması içinde cesur olması gerekiyordu. Eğer kendisini koydukları bu kafesten çıkmayıp dünyayı kendisi keşfetmeyecek olursa kafayı yiyebilirdi. Akıl sağlığı için nasıl bir oyunun içine düştüğünü keşfetmesi gerekiyordu ve bunu bizzat kendisi deneyimlemeliydi.

Evet, evet! Tam olarak bunu yapmalıydı. Birileri gelmeden önce
oturduğu minderden kalkıp az evvel Salabuca'nın çıktığı kapıya yaklaştı Feride. Eğer anlattıkları her şey doğruysa bunları kendi gözleriyle görmesi lazımdı. Evden çıkmadan önce tıpkı Salabuca gibi kapının arkasına istif edilmiş dış elbiselerden birini eline aldı, evde ki kızlara ait olduğunu düşündüğü koyu renkte ki dış giyisiyi omuzlarına atarken kendisini iyice kamufile ettiğinden emin oldu.

Eğer gerçekten geçmişe geldiyse ve gerçekten 15.yüzyılda ise üzerindeki kıyafetler bir hayli dikkat çekecekti. Feride, hazır olduğuna kanaat getirdikten sonra sessiz bir şekilde kapıyı açıp kendisini hızla dışarıya attı. Soğuk hava anında ciğerlerine nüfuz ederken uzun pelerin tarzı dışlığın şapka kısmını da kafasına örtüp seri adımlarla evin bahçesinden çıktı.

Feride, bahçeden henüz yeni çıkmıştı ki gördükleri ona hayli hayli yetti. Salabuca'nın evine gelirken baygın olduğu için mahşer yeri gibi kalabalık olan burayı görememişti. Gözleri gerçekliği görmüş korkuyla büyürken elbisesinin eteklerine yapışıp kaldı. Öyle ki az evvel emin adımlarla çıktığı eve koşa koşa geri dönmek istiyordu.

Sadece dizilerden ve filmlerden aşinası olduğu sahneleri birebir yaşamının verdiği şaşkınlık ve korkuyla bir kaç minik adım atabilen Feride, kalabalığa karışabildiği için kendisini tebrik etti. Hâla tüm bu olan bitenlere anlam veremezken etrafinda ki insanları incelemeye başladı.

Sırtında koca koca sepetlerlerle oradan oraya koşuşturan mı, rengarek kumaş standları mı, mücevherat standlarının önünde duran kadınlar mı yoksa ellerinde oyuncaktan bozma tahtalar ile koşuşturup duran çocuklar mı dersiniz her şey ama her şey bir tarihi dizi setini anımsatıyordu ama Feride buranın artık bir dizi seti olmadığının farkındaydı.

Vakıf olan gerçeklik Feriden'nin gözünü bir hayli korkutmuştu, artık emindi gerçektende geçmişe yolculuk yapmıştı. Yoksa bu olup bitenin başka bir açıklaması olamazdı. Nasıl olmuştu, neden olmuştu işte bunlara cevabı yoktu ama o artık Osmanlı topraklarındaydı.

Korkularına gem vurup derin bir nefes aldı Feride. Devam etmeliydi, göreceğini görmüştü lakin yine de devam etmek istedi. Gidebileceği kadar gidecekti, gerçekler bütün çıplaklığıyla karşısında olsa bile bilinç altı bu kadar çabuk pes etmeyeceğinin sinyalini veriyordu. Kavrayabilmiş olması Feride'ye yine de yetmiyordu, bulanık zihninin önderliğinde nereye gittiğini daha bilmeden yürüyordu.

Sanki hipnozite olmuş gibiydi, beyni işlevini yitirmiş sadece bacaklarına yürü komutunu veriyordu. Havanın buz gibi ayazında evden gitgide uzaklaştırdığının farkında olmayan Feride, nihayet üşüyen uvuzlarının farkına vararak kendisine geldi. İçerisinde yürüdüğü pazar çoktan bitmiş lakin kalabalık hala aynı yerinde duruyor gibiydi. Etrafında bir tur dönerken nerede olduğunu bilmediğini fark etti.

Şaşkınlıkla etrafına bakınıp geldiği yolu geri dönmek için tanıdık bir işaret ararken yanından geçen küçük bir kalabalık ile olduğu yerde durmak zorunda kaldı Feride. Kalabalık grup hızlı adımlarla üzerine doğru yürürken oldukça güzel giyinmiş bir kadın kendisine çarptı. Üzerinde ki kabarık elbisesinden olsa gerek Feride kendini yerde bulurken kadın ile göz göze geldi.

Fransız dantelleri için de ince belini ortaya çıkaran kocaman güpürlü bir elbise giymiş olan kadın özür mahiyetinde kafasını sallarken tanıdık bir sesin araya girmesiyle kendine geldi. Kadın ve yanında olan üç adam yollarına devam ederken, Feride hızla ayağa kalkıp üzerinde ki tozları silkeledi ve arkasına dönerek gidenleri inceledi.

Tanıdık gelen sesin sahibine dönerken uzun ama sıska bedeni hemen tanıdı. Bu Temirbay'dı, dağ ayısı delibaşın yanında ki adam. Feride, tanıdık birini görmenin sevinciyle peşlerine takılırken onların önünde ki koca yapıya girdiklerini gördü.

Salabuca'nın evine geri dönebilmek için yardım alabileceğini düşündüğünden hiç beklemeden tıpkı onlar gibi koca yapıdan içeriği girdi. Feride, dışı gibi içerisinin de ahşap olduğu yapıya girerken temkinli davranıyordu. Niyeti biran önce Temirbay'ı bulup kendisini eve götürmesini istemekti ama gördükleri karşısında bu yaptığının çokta doğru bir davranış olmadığını fark etti.

İçeriye girmesiyle bir oda dolusu adamın kendisine dönmesi bir olmuştu. Feride, bir ordu kurabilecek kadar adamın bir arada olmasına şaşırırken korkuyla geriledi. Kimisi yerde, kimisi masalarda, kimisi de yukarıya çıkan merdivenlere oturuyordu. Feride, ufak adımlarla gerisin geriye giderken merdivenlerden inmek üzere olan Temirbay ile gözgöze geldi.

"Senin burada ne işin vardır hatun!"

Sıska diye tabir ettiği o adam oldukça kuvvetli bir şekilde kendisini çekiştirerken Feride ne diyeceğini bilemedi. Evden tek başına çıktığını söylese sanki daha kötü olacakmış gibi geldiğinden aklına gelen ile yalanı söyledi.

"B-ben kayboldum."

Sözleriyle anında duran adamdan zorda olsa kendini kurtaran Feride, acıyan bileğini ovarken şaşkın bakışlarının da hedefi oldu.

"Sen Salabuca ile değil miydin?"

"Evet onunlaydım. B-biz beraber çarşıya çıktık ve ben onu kaybettim sonra da kendimi burada buldum."

"Burada olmaman lazımdı gelir, şimdi askerlerden biri seni geri götürsün, beyim uyanırda seni burada bulursa kızılca kıyamet koparır."

"Burası neresi?"

"Delibaş ocağıdır."

"Sizler Fatih'in aslanları mısınız?"

"Yine ne saçmalarsın sen hatun."

"Başınız kim yani delibaşı Karan bey nerede?"

Feride, duyduklarına istinaden tarihten bildiği şeyleri sıralarken merakla gelecek olan cevabı bekledi. Lâkin hiç bir şey beklediği gibi olmadı. Temirbay az evvel sıkmaktan morarttığı bileğini aynı pervasızlıkla yeniden tutup kendisini merdivenlerden yukarıya doğru sürüklerken korkuyla kendisini onun kıskaçlarından kurtarmaya çalıştı ama bu çabası nafileydi.

Temirbay onu öyle delicesine bir kuvvetle çekiştirip bir odaya fırlatmıştı ki son anda odanın köşesinde duran masaya tutunmasaydı duvarlarla öpüşecekti resmen. Korkuyla arkasını dönerken dışarıda kendisine çarpan kadınla göz göze geldi. Kadının ellerinde ki kanlı bezler Feride'yi daha ne kadar hayrete düşürebilecekse o kadar düşürürken kanın sahibini aramak için etrafına bakındı ve odanın bir köşesinde sedyeden bozma bir tahta parçasının üzerinde oturan adamla karşılaştı.

"Bunun burada ne işi vardır Temirbay!"

"Ne işi olduğundan ziyade, söylediği kelamlar iş değildir beyim."

Feride, boğazına hançer dayamış bir adamla yeniden aynı ortamda olmanın gerginliğini yaşarken, dağ ayısı diye nitelendirdiği adam tek bir bakışıyla odada ki kadının dışarıya çıkmasını sağladı. Ardından aynı sakinlikle Temirbay'a dönerek anlat dercesine bir bakış yolladı. Adamın konuşmasına gerek yoktu, her şeyi tek bir bakışıyla yaptırabiliyor olması onu daha da korkunç bir kalıba sokuyordu.

"Karan bey, nerededir der?"

"Sen ne dersin Temirbay!"

"Hal budur beyim, bu kadın Karan beyi tanır?"

"Tanır tanımasına âmmâ belli ki neye benzediğini bilmez."

Feride, tüm bu insanların kendisini salak yerine koymasından bıkmıştı artık. Kendi tarihini bilmeyen olur muydu hiç? Öyle ki 15.yy sonlarında olmalıydılır bu da demekti ki Karan beyin delibaşı olduğu zamanlara gelmişti. Feride, tarih dersini çok sevmesinin yani sıra eniştesinin de emekli tarih öğretmeni olması burada çok işine yarayacak gibiydi. Zamanında, eniştesine çok dert yanmıştı, her akşam anlattığı tarih dersleri bir müddet sonra onu sıkmış olsada şimdi onu dinlediğini için ne kadar şanslı olduğunu düşündü.

"Kim demiş bilmediğimi!"

Yarasına aldırmadan oturduğu yerden kalkan adamın heybetli vücuduyla karşı karşıya kalan Feride, sesli bir şekilde yutkundu. Adamın kibirli haline sinir olduğu için bu sefer kendini dizginleyemeyen Feride, başına bu topraklarda daha çok iş açacak gibi görünüyordu.

"Kimmiş, diyesin hele?"

"Fatihin aslanlarının başı olan delibaşı Tuğtekin bey! Sultanınız sizin Karan bey namıyla civar köylerde ki beylerle harp hazılığı yağtığınızı biliyor mu?"

Feride, dilinin kemiğine gem vuramamış söyleyeceklerini söylemişti lakin hesaba katmadığı bir şey vardı o da Karan beyin acımasız kimliği. Bir dejavu yaşayıp sırtını duvarla bir bulması hatta ki boynuna yeni bir hançer dayanması sadece beş saniye sürerken bu sefer daha soğuk kanlı olduğunu fark etti Feride. Acaba alışmış mıydı?

Kendisini öldürmekle tehdit eden adamla ikinci kez aynı pozisyona gelmesi Feride'yi korkutmak yerine tuhaf bir haz verirken, düşündükleri için kendisine kızdı. Ölürken haz alan ilk insan olarak tarihe adını kazımaya yeminli gibiydi ya neyse!

Feride, adamın yüzünde ki kana susamış ifadeyle kendisine gelirken bir çıkar yol düşünmeye başladı. Eğer ki bu hançer ikinci kez boğazına gelmişse kan akmadan kurtulması bir hayli zor görünüyordu. Zaten dağ ayısının kendisi dâhi böyle söylemişti, hançeri kınına kan akıtmadan girmeyecekti.

Düşün Feride, düşün kızım! Bu dağ ayısını evcilleştirmenin bir yolunu düşün!

*************

 

 

Loading...
0%