Yeni Üyelik
8.
Bölüm

8-Kanlı Suikast ve Yaralı Sultan

@mihrininbahcesi

Uzunnncaaaa bir aradan sonra herkeslere merhaba🤗 Beni takip eden okurlarım bilir, artık Osmanlı Güneşi'nin bir bölüm günü var. O da bugün 😄 Artık her perşembe gününü OG günü sayabilirsiniz yani🥰 Uzun lafin kısası, panonuda da duyurduğum gibi bölüm yorumları 500 altında düşmediği müddetçe hafta da bir bölüm fiks gelecek ama bu kitap zaten yazılmış ve düzenlemede olduğu için müsait olduğum zamanlarda hafta da 2-3 bölüm bile atabilirim haberiniz ola😉

AHHH UNUTMADAN! İNSTAGRAM SAYFAMIZDA OG İÇİN HARİKA BİR TANITIM VİDEOMUZ VAR:) İZLEMEK İSTEYENLERİ IG VİDEOLARA BEKLERİZ

 

Feride, kestiği otları koluna taktığı küçük sepete atarken yorgunluktan bitap düşmüştü. Ayaklarının onca yolu yürürken su topladığına artık emin olurken, kendisini yanında ki koca kayanın üzerine attı. Biraz dinlense hiç fena olmayacaktı. Oturduğu kayanın üzerinde yorulmayı bırak, terlemeyen kızları izlerken onların kendisine gülmesine aldırmadı.

"Bu iş daha ne kadar sürecek, ben çok yoruldum."

Feride, kızların kendisinden uzakta olmasına aldırmadan bomboş arazide bağırıp sesini duyurmaya çalışırken hangi akla hizmet onlara yardım etmeyi teklif ettiğini düşünmüyor değildi.

"Sen de amma dirayetsiz çıktın Feride, biraz daha gayret edesin. Kara kış kapıda, Salabuca'ya daha çok şifalı ot lazım gelir."

Duydukları üzerine oturduğu kayadan kalkıp Mara'ya doğru adımlarken kulakları duyduklarını inkar etmek istiyordu.

"Kara kış mı? Mara, şuan da donuyorum ve sen daha da soğuk olacak diyorsun!"

"Bu daha nedir ki yeni dünyalı, buranın ayazı pek soğuktur."

Feride, Mara'nın kendisine her yeni dünyalı deyişinde kendisini uzaylı gibi hissediyordu. Bu terime geçen bir haftadır yaptığı gibi göz devirirken elinde ki sepeti yanlarına gelen Hafsa'nın eline tutuşturdu.

Ne garipti, ailesinden, evinden, arkadaşlarından uzak bir hafta daha geçmişti bu ata topraklarında ama Feride'nin yapabildiği tek şey ayak uydurmak olmuştu. Buraya ve insanlarına...

Kim bilir ailesi şu anda ne haldeydi, peki ya kendisine ne olmuştu. Feride'yi şuan da nerede biliyorlardı. Öylece, hiç varolmamış gibi ortadan kayıp mı olmuştu yoksa? Peki ya halası, zavallı halası! Kim bilir yokluğunda ne düşünmüştür, neler yaşamıştır? Peki ya Nebibe ablası, kardeşim dediği can dostu Ümmü? En çok da onlardan bir haber yaşamak yoruyordu Feride'yi, onların ne halde olduğunu bilmemek, kendisi için yas tuttuklarını düşünmek kahrediyordu kendisini ama elden hiç bir şey gelmiyordu.

Bu dünyaya hapsolmuştu!

"Ne düşünüyorsun kara kız?"

Hafsa, elindeki sepeti yüzüne doğru tutarken, Feride düşüncelerinden sıyrılmış bir şekilde gözlerinin önünde sallanan sepeti ittirip "Dalmışım" diyerek kısa bir cevap ile onu geçiştirdi.

Hafsa, genç kızın konuşmak istemediğini anlayıp öyle olsun dercesine başını sallarken, Mara kendisini iterek önüne geçti.

"Yalnız sende pek bir yamanmışsın kara kız, geçenlerde Temirbay'a ettiklerin neydi öyle?"

Feride, alaycı bir şekilde tebessüm ederken, Temirbay ile arasında geçen sürtüşmenin uzamadan bitmesine anlam veremesede sevinmişti. Öyle ki o plaza kalası kendisinden özür dilerken az kaldı küçük dilini yutacaktı. Evet, evet o burnundan kıl aldırmayan, havalarda gezen adam kendisinden özür dilemişti.

Tabi hemen ardından tehditvari bir konuşmada yapmayı es geçmemişti. Eğer kendisine karşı bir kez daha aynı tavırda ve hareketlerde bulunursa cevabını misliyle verecekmiş. Zaten Feride'de cazgır bir kadın değildi, olmazdı da o sadece aldığını veren birisiydi o kadar! Bu hayatı kısasa kısas yaşamayı severdi. Yani demesi o ki, Temirbay kendisine nasıl yaklaşırsa Feride'de aynı şekilde karşılık verecekti.

O günün devamında Feride, daha fazla onların yanında kalmayıp kendisine tahsil edilen odaya geçmişti. Delibaş askerlerini ve diğerlerini yalnız bırakmıştı. Sadece o gün içinde değil, delibaş askerleri her gün belirli bir saate Salabuca'nın evinde toplanır sohbet ederlerdi ve geç saatlerde de evlerine dağılırlardı. Tabi Feride, o vakitlerde asla odasından çıkmazdı her ne kadar Hafsa ve Mara'da onların yanında olsalarda.

"Karşılıklı olarak birbirimizden pek haz etmiyoruz ama bir sulh imzaladık gibi."

Feride, Mara'nın sorusuna üstü kapalı ve mantıklı bir şekilde cevap verirken onun söylemlerine anlam veremedi.

"Pekte karşılıklı sayılmaz aslında."

"Anlamadım, ne demek istiyorsun Mara?"

"Sence Temirbay ona ettiğin şeyden sonra senle sulh imzalar mıydı?"

"Seni anlamıyorum, daha açık ol lütfen."

"Demem o'dur ki karı kız, sen o hengamede fark edemedin lakin Tuğtekin beyim bakışları ile Temirbay'ı uyardı. Yani Temirbay'ın bu tavrı senden değildir, beyimizdendir."

Ne yani o dağ ayısı kendisini ki korumuştu. O zaman Temirbay'ın kendisine olan tavrıda bu yüzden değişmişti, Tuğtekin sayesinde! Oysa ki Feride'de zavallı gibi kendisi bir halt sanmıştı.

Aslında mantıklı tarafi devreye girince koskoca adamın kendisinden korkupta geri vitese takması pekte akıl alır değildi. Tuğtekin'in, onu korkutması daha mantıklı geliyordu. Sonuçta iki metrelik adamın onun küçücük hareketiyle korkacak hali yoktu ya!

"Bunu düşünmemiştim."

"Beyime kinlisin belli ama onu bir tanısan Feride, koca yürekli bir adam olduğunu anlarsın."

Hafsa'nın son sözleri üzerine kimse bir şey demezken üç kızda yollarına devam etti. Dağlık yolları aşıp şehrin bir hayli kalabalık pazarına girdiklerinde Feride, etrafta bir hareketlilik olduğunu hemen sezdi. Pazarda ki bu telaş hiç de hayra alamet değildi.

Feride önde, kızlar arkasında Salabuca'nın ufak aktarına doğru yol alırlarken Deliler ocağından Akbay, telaşlı bir şekilde içeriden çıkıyordu. Akbay'ın, yanlarından geçmeden önce Mara'ya attığı bakışlar Feride'nin gözünden kaçmazken aktardan içeriye girerek elinde ki küçük sepeti tezgahtan bozma tahtanın üzerine koydu.

Feride, dışarıda ki telaşı merak ettiği için Salabuca'ya yanaşırken "Hayırdır Salabuca, bu ne kalabalık böyle" diyiverdi.

"Hazırlık yapılıyor, Feride kızım."

"Neyin hazırlığını yapıyorlar?"

"Çiçek sultan şehre geliyor, onun telaşıdır bu!"

"Padişahın eşi olan Sultan mı!"

"Evet kızım, başka sultan mı vardır ki?"

"Neden geliyor peki, yani şehre böyle sık gelir mi?"

"Gelmez aslında ama köylülerde, halkta tedirgindir. Sultanımız nicedir harbe çıkmadı, halimiz yamandır. Bizleri teskin etmeye gelir."

"Topkapı sarayından mı gelecek?"

Feride, sultan ismini duyar duymaz aklında koşuşturup duran tilkilere mani olamazken heyecanla ileriye doğru atılıp Salabuca'nın cevap vermesini bekledi ama yaşlı adama nasıl bakıyorsa o bile bir şeyler olduğunu hemen sezmişti.

"Aklından ne geçer Feride?"

"Saraya girebilir miyim Salabuca?"

"Sen ne dersin kızım, ne demek saraya girmek?"

Feride, içine peydah olan umut tohumlarıyla daha bir heyecana gelirken, Salabuca'nın dibine kadar girmişti.

"Buraya kendi zamanımda ki Topkapı sarayından geldim. Belki geri dönüşümde oradadır, olamaz mı Salabuca?"

"Olsa bile bunu unutasın, saraya girmek öyle kolay değildir."

"Neden, eğer Çiçek sultan ile karşılaşabilirsem kendimi izah ede-"

"Sen aklını mı yitirdin kızım?"

"Salabuca, beni de anlamalısın. Buraya nasıl geldiysem öyle dönebilirim. Belki de çıkış yolu sarayda!"

"Ne diyeceksin sultana! Sana nasıl inanacak, bunları düşündün mü hiç!"

"Elbet bir yolu bulunur, ben o saraya öyle yada böyle gireceğim Salabuca!"

"Hele az sakın olasın Feride. Bir düşüneyim, hep birlikte hasbihal edelim. Yol bulalım."

"Bana artık sakın ol demeyin,
bekleyecek takatim kalmadı Salabuca!"

"Ben bir hal çaresine bakacağım, biraz daha bekle hele kızım."

*****

Bu sabah yatağından her zamankinden daha heyecanlı ve umutlu kalkan Feride, bir çırpıda üzerini giyinip odasından çıktı. Bugün onun için büyük gündü. Çiçek sultan, şehre gelecekteki. Üzerindeki kırmızı kaftan Feride'ye, yine küçük gelirken sinirle elbisesinin bel kısmını çekiştirdi.

Hayır çokta kilolu bir kadın değildi ama burada ki kızlar ona göre daha minyon kalıyorlardı ve onların giysileri kendisine bir kaç beden küçük kalıyordu. Odasından çıkıp salona geçen Feride, evde ki kargaşaya ayak uydururken başka bir odadan, elinde bakır bir ğüğüm ila çıkan Hafsa'yı gördü ve onu hemen durdurdu.

"Hafsa, Salabuca nerede?"

"Sabah vakitlerinde pazara gitmişti."

"Bende çıkıyorum o zaman!"

"Dur kara kız, bu hengamede nereye gidersin, kaybolacaksın."

"Merak etme, kimseye görünmeden gider gelirim."

Hafsa, arkasından bağıra dururken hızlıca evden çıkan Feride, koşar adımlarla pazar yoluna girdi. Öyle heyecanlıydı ki, içinde patlamaya hazır bir volkan vardı adeta. Öncelikle Salabuca'ya bir şans verecekti, eğer o yaşlı kurt derdini Çiçek sultana açmayacak olursa da bu sefer kendisi devreye girecekti. Sonuç ne olursa olsun Feride, kafaya koymuştu bir kez! O saraya girecekti.

Kurtuluş yolunda büyük bir umutla yürüyen Feride, aktarın önüne geldiğinde içerideki kalabalığa anlam veremedi. Ufacık aktar, şuana kadar hiç görmediği kadar kalabalıktı ve bu kalabalığın sebebi ise aktarın ortasında duran ihtişamlı bir kadındı. Her halinden soylu olduğu belli olan zarif kadının yanında birden fazla iri kıyım adam nöbet tutarken, Feride o iri kıyım adamlardan birininde Tuğtekin'i olduğunu gördü.

İçerideki kalabalık sayesinde neredeyse görünmez olan Feride, küçük adımlarla aktarın içine girdi. Kimse onu fark etmediği için rahatça hareket ederken, kendisine görüş açısı olabilen bir yer bulup Salabuca'ya bakındı.

Askerlerin arasında elinde bastonu ile tebessüm eden adamı görür görmez elini kaldıran Feride, yaşlı adamın kendisini fark edemediğini anladı. Önünde ki iri kıyım adamlara çarpmamaya dikkat ederek Salabuca'ya yetişmeye çalışan Feride, o sırada Tuğtekin'in gür sesini duydu.

"Sultanım, burada daha fazla oyalanmayalım, malum yolumuz uzundur!"

Sultan! Çiçek Sultan, o buradaydı!Salabuca, kendisini kandırmıştı. Feride, bunca zaman o yaşlı kurdun sözlerine itimat ederken nasıl olurdu da kendisini böyle kandırmaya çalışırdı. Resmen sırtından bıçaklanmış gibiydi!
Salabuca, bunu neden yapmıştı, neden sultanın akşam vakitlerinde geleceğini söyleyip Feride'nin, tek kurtuluş yolunu elinden almaya çalışmıştı.

Madem Salabuca, kendisinin güvenini boşa çıkarmıştı, Feride'de bundan sonra onun sözlerine itimat etmeyecekti. Bizzat kendisi sultanla tanışacaktı. Kendi içindeki muharebaye öylesine dalan Feride, yanında duran adamın kınındaki kılıcına uzandığını son anda fark edebilmişti.


Adamın ne yapmaya çalıştığını geç de olsa idrak edebilen Feride, korkuyla adama dönerken kınından çıkan kılıç ile gözleri kocaman açıldı. Siyah saplı parlak kılıç yukarıya doğru aheste bir şekilde kalkarken Feride, şaşkınlıktan küçük dilini yutmuş, hiçbir tepki veremiyordu.

Havaya kalkan kılıç hızlı bir şekilde önünde ki kadının boğazına inerken Feride, olabildiğince büyük bir çığlık koyverdi. İçerideki bütün askerler hep bir anda kılıçlarına asılırlarken her şey için artık çok geçti.

Feride, yüzüne sıçrayan kan damlaları ile korkuyla geriye sıçrarken Çiçek sultan, tam da ayaklarının dibine düşmüştü. Korkudan olduğu yerde kitlenen Feride, Tuğtekin'in üzerine atlayıp derdest etmeye çalıştığı adamın kendisine çarpması ile soluğu yerde hareketsiz bir şekilde yatan Çiçek sultanın yanında aldı. Yere düşmenin etkisiyle elleri taş zemini bulurken, avuç içleri sultanın kanıyla yıkandı.

Tuğtekin, yakaladığı saldırganı askerlerine verirken Feride, ile göz göze gelmişlerdi. Eli, yüzü kan revan içinde kalan kadını bir çırpıda düştüğü yerden kaldıran Tuğtekin, elini Feride'nin omuzlarına koyarken "Kendine gelmelisin hatun, sana ihtiyacımız vardır. Sultanın halini gördün, onu kurtarmak zorundasın yoksa osmanlı topraklarında kan akacak, kan gövdeyi götürecek. KENDİNE GEL FERİDE!" Diyerek genç adını kendisine getirmeye çalıştı.

Çünkü gelecekleri için tek çaresi,
kollarında yaprak gibi titreyen bu hatundu.

*******


İnstagram sayfamızı takibe almayı unutmayın✅ @mihrininbahcesi

Allah'a emanet olun🤗

 

Loading...
0%