@mihrininbahcesi
|
Yaşanan olayların gerçek tarihimiz ile uzaktan yakından alakası yoktur. Kişiler ve kurumlar tamamen hayal ürünümdür:)
***** Feride'nin, elleri korkudan olsa gerek Genç kadının şuan da kendisine bile hayrı bulunmazken Tuğtekin, ondan ümidini kesip soluğu askerlerinin yanında almıştı. Feride, ise sanki bir film izliyormuşcasına etrafında olup bitene seyirci kalıyordu. Beylerinin emriyle sultanı hızlı ama oldukça dikkatli bir şekilde yerden kaldıran delibaş askerleri Salabuca'nın, yardımlarıyla onu dışarıya çıkarmışlardı. Feride, bir yerden başka bir yere koşuşturup duran askerlerin kendisine çarpmasına aldırmadan bakışlarını yere az evvel sultanın kanının döküldüğü zemine çevirdi. Hala ıslak olan kan, kendine bir yol oluşturup ayak uçlarına doğru akarken bunların hepsinin kötü bir kabus olmasını diledi ama tüm o çığlıklar, çatışmalar rüya olamayacak kadar gerçekti. Bütün bu olanların bilincinde olan Feride, sert bir şekilde yutkundu. Gözleri etrafı tararken hızlı bir şekilde boşalan aktarın içinde yalnız olduğunu fark etti. O an bütün kanı hücrelerinden çekilerek bacaklarında ki tüm gücü tüketti ve kendisini bir anda yerde, beton zeminin üzerinde buldu. Bütün bunların gerçek olması kalbinde inanılmaz bir sızıya sebep olurken gözünden bir damla yaş süzülüp sultanın kanıyla yıkanmış yanaklarını temizledi. Elinin tersiyle gözyaşlarını kurulmaya çalışan Feride, parmaklarınq bulaşan ıslak kanla elektrik çarpmışcasına kendisine geldi. Gözlerinin önünde biri yaralanmıştı ve Feride, ona yardım etmek yerine kendi derdine düşmüştü. Hani nerede kalmıştı o soğukkanlı kişiliği, nerede kalmıştı yeminler eşliğinde kabul ettiği doktor kimliği. Belki de içeride ki kadın ölmek üzereydi hatta ölmüş bile olabilir ama Feride, burada kendi canının derdine düşmüş o yüce mesleğin getirilerini unutmuştu. Elleri titreye titreye yerden kalkan Feride, askerlerin ve Salabuca'nın nereye gittiği hakkında fikir yürütmeye başladı. Korkusunun gözlerini kör ettiği o kısacık zaman diliminde, askerlerin sultanı dışarıya çıkardığını gördüğünü anımsayınca vakit kaybetmeden çıkış kapısına yönelen Feride, Hafsa'yı gördüğüne ilk kez bu kadar mutlu olmuştu. "Hafsa! Hafsa!" Önünden koşarak giden kadının arkasından bağıran Feride, Hafsa'nın durması ile koşarak ona yetişti. Tabi genç kadın kendisinin bu halini görünce tedirgin olmadı dese yalan olurdu. "Feride, bu halin nedir böyle?" "Uzun hikaye Hafsa! Nereye gidiyorsun?" "Salabuca'nın yanına giderim. Biri yaralanmış herhal beni çağırttı." "Çiçek sultan!" "Ne? Sultanımıza ne oldu Feride?" "Bağırma Hafsa, halkı tedirgin edeceksin. Şimdi anlatamam ama senin beni acil oraya götürmen lazım." "Deliler ocağındadırlar, hayde!" "Tamam, hadi gidelim." Feride, artık ezbere bildigi yollarda Hafsa'yı, arkasına alarak hızlı bir şekilde koşarken onları izleyen kalabalığı hiç mi hiç umursamadı. Pazarın içinde elleri eteklerinde koşan kızlar oldukça hızlı bir şekilde ocağa gelebilmişlerdi. Kimsenin kapıyı korumayışı Feride'nin, dikkatinden kaçmazken bunu umursamadan Hafsa ile birlikte koca kapıyı açarak içeriye girdi. Girişte toplanan askerler kendilerine dönerlerken onların gözündeki endişeye anbean şahit olan Feride, onlara hiçbir şey söylemeden yukarıya çıkan merdivenlere yöneldi. Çiçek sultanı büyük ihtimalle Tuğtekin'i, tedavi ettikleri odaya almış olmalıydılar. Kendisi önde, Hafsa arkasında tahminlerinde haklı çıktığı odaya giren Feride, hiç kimsenin onları fark etmeyişine şaşırmadı. Korku ve endişe ile sultanın etrafina toplanmış kalabalığı onaylamayan Feride, iki askeri geçerek sedyede yatan kadını görmeye çalıştı. Geçen sefer karşılaştığı Fransız kadın elinde ki bezlerle sultanın yarasına tampon yaparken etraftakilere emirler yağdırıyordu ama kalabalığı dışarı çıkarmak aklına bile gelmiyordu anlaşılan. "Nabzı çok düşük, kanamayı durduramıyorum. Salabuca, bir şeyler yapasın." Çiçek sultanın? zarif bedeni masada tirtir titreken herkes korkuyla geriye doğru adımladı. Şok geçiriyordu. Kan kaybı fazlaydı, bilinci yarı açık olduğu için de bünyesi bunu kaldıramıyordu. Bu bariz belliydi. Daha fazla vakit kaybetmeden az ileride duran masadan temiz bir bez alan Feride, sultanın yanına koşarak kendisine bir yer edindi. Fransız kadını iterek yerine geçerken acemiliğinden kendiside korkuyordu ama buna mecburdu, bir şeyler yapmadan duramazdı. "Herkes dışarıyı çıksın!" Feride, kanlı bezleri çekip yeni bir bezle tampona devam ederek kimsenin sözlerini dinlemeyişine sinirlendi. Allah aşkına bunların derdi sultanın öldürmek miydi? Masada açık bir yara vardı ve mikrop kapması içten bile değildi. Lakin gelin de bunu odada ki delibaşlara anlatın. "Sağır mısınız, size derim! Sultanın yarısı açık, siz burada olduğunuz müddetçe onun sağlığını riske atmış oluyorsunuz. İstediğiniz şey onun ölmesi mi?" Sonlara doğru sesi haddinden yüksek çıkan Feride, Tuğtekin'i kendisine getirmiş olacaktı ki delibaş beyi, herkesi küçük odadan çıkarmıştı. İçeride sadece Salabuca, kendisi ve Tugtekin kalmıştı. Feride, odadan en son çıkacak olan Fransız kadını "Siz kalın, yardımınız dokunabilir" diyerek durdururken tampona devam etmesi için yerini kadına verdi ve hızlıca Salabuca'nın yanına koştu. "Çok kan kaybetti, yarasıda çok derin ama şanslıyız ki darbe şah damarına kadar ulaşmamış. Elinde ne varsa ihtiyacım olacak Salabuca, belki de daha fazlasına." "Kızım, eğer sultanın başına burada bir hal gelecek olursa iki cihan birbirine girecektir, Çiçek sultan Yemen p-" "Biliyorum Salabuca, Çiçek sultan, Yemen sultanı Huseyin El Husi’nin "Sen merak buyurmayasın kızım, elimden geleni yaparım elbet." Salabuca, vakit kaybetmeden ilaçları bulmak için yanlarından ayrılırken Tuğtekin, ile başbaşa kalmışlardı. Feride, izlemesi gereken yolu planlarken yanına gelen adamın sesiyle kendisine geldi. "Onu kurtaracaksın hatun?" "Elimden geleni yapacağım!" "Fazlasını yapacaksın, sultan yaşayacak!" Feride'nin, sinirleri zaten yeteri kadar gergindi bir de yanında ki dağ ayısı kılıklı adamın sözleri onu iyice geriyordu. İyisi mi onu da buradan göndermeliydi. "Elimden geleni yapacağım dedim, şimdi çık buradan!" "Sultanımızı seninle yalnız bırakacağımı mı sanırsın hatun?" "Bak, burada kaldığın her dakika onun için risk taşıyor. Zaten ortalık steril değil birde burada kalırsan her şey daha kötü olacak." Sözlerinden pek bir şey anlamadığını açıkça belli edip bir kaç saniye öylece kendisini izleyen Tuğtekin, ardından masada yatan Çiçek sultana dönerek sessizliğini korumaya devam etti. Gözleri bir kendisinin üzerinde bir de masada cansız bir şekilde yatan kadın üzerinde gidip gelirken sonunda odadan çıkmıştı. Feride, rahat bir nefes alarak masaya yaklaşırken kendisine ne yapacağız dercesine bakan Fransız kadına tampona devam etmesini söyleyerek kullanacağı malzemeleri temizlemeye etmeye başladı. Her ne kadar elinde olan malzemelerin kısıtlılığı onu zorlasada denemekten başka çaresi yoktu. Ya yapacaktı, ya yapacaktı! Osmanlı topraklarında kan dökülmesine izin veremezdi, burası onun ata topraklarıydı. Eğer yanlış hatırlamıyorsa Çiçek sultan, Yemen sultanı Huseyin El Husi’nin en küçük kız kardeşiydi, Osmanlı topraklarıyla barış sağlamak adına yapılan bu izdivaç şimdi kanla sonuçlanamazdı. Eğer ki Çiçek sultan, sağ salim ayağa kalkmazsa Yemen ve Osmanlı düşman olacaktı ve bu da büyük bir kaosa sebep olurdu. Feride, kendi düşünceleri arasında kaybolurken Salabuca, elindeki malzemelerle içeriye girmişti bile. İşte Feride'nin asıl macerası şimdi başlıyordu hatta sadece onunda değil, bu odada bulunan sadece üç kişi asıl sınavlarını şimdi verecekti. 4 SAAT SONRA Tuğtekin, askerleri ile birlikte delibaş ocağının içinde dört dönüyordu. Kendi vatanı büyük bir savaşın içine girmenin eşiğindeydi. Üç gün sonra sarayda abisi, Huseyin El Husi ile görüşmesi olan Çiçek sultan, şimdi delibaş ocağında kanlar içinde yatıyordu. Tuğtekin, ilk defa kendisini bu kadar köşeye sıkışmış ve çaresiz hissediyordu. Sıkıntıyla sakallarını çekiştiren Tuğtekin, ortada duran tahta masaya otururken askerleride ona eşlik ederek masanın etrafina toplandı. Şimdi bir masanın etrafında, deliler ocağının en yaman fedaileri oturuyordu. "Beyim, sultanımıza haber etmemiz gerekmez midir?" Güntuğ, aklına gelen ilk soruyu öylece ortaya atarken Temirbay, daha fazla sessiz kalamayıp araya girdi. "Olmaz öyle şey gardaşım, önce bir Çiçek sultanın ahvalini öğrenelim, ondan sonra gerekirse haber ederiz." "Temirbay, doğru der Güntuğ! Hele az daha sabredelim." Tuğtekin, son sözlerini söyleyip yine sessizliğine bürünürken içeriye yayılan ayak sesleri ile herkes merdivenlere döndü. Salabuca ve Abella aşağıya iniyorlardı. Tüm askerler aynı anda meraklı bir şekilde etraflarına toplanırken Salabuca, yaşlılığın verdiği yorgunlukla Tuğtekin'in, masasına oturdu. "Ahval nedir yaşlı kurt?" "Durum ehemmiyeti korur beyim lakin Feride kızım iyi iş çıkarır. Tedaviye devam eder." "Siz neden yanından ayrıldınız o vakit!" "Bu yaşlı adam daha fazla dayanamadı beyim, affola ama merak etmeyesin Feride kızım bunlara alışkın olduğunu söyler, bir başına halleder imiş." Temirbay, zaten başından beri haz etmediği Feride'nin, bir açığını bulmuşcansına hemen beyine yanaştı. "Beyim, bu kız sultanımıza bir kötülük etmesin?" "Temirbay! Sana bu kinine bir son veresin dedim, o hatun hiçbir zorunluluğu olmadan sultanımız için saatlerdir uğraşıp durur, bir kötülük etmek isteyeydi elinde bunun için çokça vakti vardı." Herkes Tuğtekin'in, kelamları üzerine sessizleşirken Temirbay, kendinden utandı. Beyi haklıydı, bunca zaman kötülük eden aslında kendisiydi. O hatun geldiğinden bu yana her işlerine el atmış, önce beyini sonra da sultanlarının hayatını kurtarmıştı ama kendisi ne ederdi, sadece kötülük! Bu kine bir son vermesi gerekiyordu. ******* Aradan kaç saat geçmişti Feride, bile bilmiyordu. Yorgunluktan neredeyse düşüp bayılacaktı. Böyle bir yoklukta dahi bu kadar uzun süre bir operasyon yapması ciddi anlamda mucizeydi. Feride, yorgunluktan ayaklarını sürüye sürüye inerken çıkardığı gürültü ile herkesin dikkatini çekmiş bulundu. Bütün askerlerin yüzünde aynı ifade vardı ve Feride, hepsini açık bir kitap gibi okuyabiliyordu. Salabuca'nın, olduğu masaya yaklaştıkça Tuğtekin'in, enerjisini hissedebilen Feride, diğerlerinin aksine onun yüzünde ne bir korku ne de başka bir duygu gördü. Tepkisiz bir şekilde kendisini izliyordu ama onunda neler hissettiğini az çok tahmin edebiliyordu. Neticede o büyük bir vatan severdi. Feride, emindi ki Çiçek sultanın, kaybının neler getireceğini en iyi o bilirdi. "Sultanın ahvali nasıldır?" Tuğtekin, yerinden kalkarak önüne geçerken Feride, onun sorusu ile elinde tuttuğu bezi daha bir sıkı kavradı. "Ben elimden geleni yaptım, şimdilik bir terslik yok gibi duruyor ama net sonucu o uyanınca alacağız." "Ne zaman uyanır o vakit?" "Bilmiyorum." "Ne demek bilmiyorum hatun! Sen hekim değil misin?" "Bak ne güzel dedin, hekimim ben! Müneccim değil!" Feride, üzerine doğru gelen adamla korkuyla gerilerken Tuğtekin, onun bu korkmuş hallerini görmezden gelerek üzerine doğru yürümeye devam etti. "Bana bak kadın! Sultanımız o odadan sağ salim çıkacak yoksa-" "Yoksa ne! Yine boğazıma hançer mi dayarsın." Feride, tek kaşı hayretle havaya kalkan adamın üzerine bu sefer kendisi giderken delicesine bir cesaret ile dolup taştığını hissetti. Bilmediği bir yerde, tanımadığı insanlarla kaldığı yetmezmiş gibi her gün yeni bir aksiyona giriyordu bu da yetmezmiş gibi önünde kılıçla birilerini doğruyorlar ve bu kişi de bir sultandı! Saatlerdir aç bitap onu kurtarmak için uğraşıyordu Feride ama gelin görün ki bir teşekkür almak yerine yine ve yeniden tehdit ediliyordu. Peki onun sinirleri bozulmasında kimin ki bozulsundu? "Ne bakıyorsun öyle, ne bakıyorsunuz!Daha doğruluğunu bile sorgulayamadığım bir şekilde ata topraklarında uyanıyorum. Bu da yetmezmiş gibi önümde insanlar yaralanıyor. Ben az evvel kitaplarda okuduğum, tanıdığım kadını ameliyat ettim. Boğazı boydan boya yırtılmıştı. Akan kanı sen gördün mü! Hayır ama ben gördüm, görmekle de kalmadım hissetim. Ben içeride sizin geleceğiniz için ter dökerken bir teşekkürü bile çok görüyorsunuz ama tehdit etmeyi ihmal etmiyorsunuz. Kaç saat geçti sen söyle, ben kaç saatir içeride ter döküyorum, bir mi iki!" Bir anlık boşlukla ağzına gelen her şeyi döküp içini rahatlatan Feride, doğru mu yapmıştı bilmiyordu ama kendisini şimdi daha iyi hissettiği su götürmez bir gerçekti. Tuğtekin, mimik dahi göstermeksizin kendisini izlemeye devam ederken Feride, buradan çıkmak için arkasını dönmüştü ama dağ ayısı kılıklı, anlayışsız herif yüzünden bu eyleminden vazgeçti. "Ne istersin söyle o vakit?" "Yoruldun mu? Aç mısın? Normal insanlar bu tarz sorular sorar ama sen de bu nezaket nerede anca tehtid edersin sen dimi!" Feride, yine gözünü yumup ağzını açarken onun bir şey söylemesine izin vermeden koşar adımlarla tahta basamaklara yöneldi ve hızla yukarıya çıktı. Çiçek sultanın, kaldığı odaya girerken bir damla yaş aktı gözlerinden, bütün bunlar daha ne kadar sürecekti daha ne kadar bunlara katlanmak zorunda kalacaktı Feride! Devam edecek... Elinde sümüklü peçeteleri, kucağında bol limonlu çayıyla sözünü tutan bir ben bırakıyorum buraya. Kafam allak bullak düzenlediğim bir bölüm oldu umarım beğenmişsinizdir:) Haftaya kadar Allah'a emanetsiniz 😘
|
0% |