Yeni Üyelik
8.
Bölüm

/ Bir Adım At /

@mileidi61

Elif onun elini sıkmamıştı. Bir cevapta vermemişti.

 

"Siz tanışıyor musunuz?" Sevda'nın masumca sorduğu soruya Hazal cevap verdi.

 

"Evet. Okuldan tanışıyoruz. Bir yıl aynı okuldaydık. Anlatırım. Uzun hikaye. Şimdi içeriye girelim."

 

Elif Hazal'ın bakışlarından rahatsız olmuştu. Nasıl oluyor da sanki hiçbir şey olmamış gibi davranabiliyordu?

 

Yanından usulca gitmesine de ses çıkarmadı. Çünkü nefes alamıyordu. Duvara yaslanmış olan bedeni ona ağır geliyordu. Taşımak istemeyecek kadar ağır. Ama arkasına dönüp baksaydı eğer Ali'nin, onu izlediğini yardımcı olmak için beklediğini görecekti. Ama görmedi.

 

Kapıdan dışarı çıktı. Merdivenleri hızlıca inerek biraz yürüdü. Giydiği topuklu ayakkabı ona şuan hiçte yardımcı olmuyordu. Ama kendini toplamadan içeriye giremezdi. Hafif bir meltemin yüzüne savurduğu saçlarını da önemsemedi. Kendisi için daha büyük bir şok vardı ortada. Bu nasıl bir kaderdi? Neden karşısına çıkmıştı? Neden şimdi?

 

Soruların ve belirsizliklerin içinde kaybolmak üzereydi. Küçük bir ışık bile göremiyordu. Ama bir ses duyuyordu. Düğün salonundan gelen sesler onu kendine getirmişti. İçeri girmeliydi. Miray'ı en mutlu gününde yalnız bırakamazdı.

 

İçeriye girdiğinde doğruca kendi masasına gitti. Usulca oturdu.

 

"Elif bir şey mi oldu kızım? Solgun görünüyorsun. "

 

Nedense buna şaşırmamıştı.

 

"Yok bir şey. Sadece biraz kalabalıktan bunaldım. Dışarıdaydım. Geçer şimdi."

 

Bulabildiği en basit yalan buydu ne yazık ki. Annesinin kadrajından çıktıktan sonra dikkatini dağıtmak için eline telefonu aldı. Karşısına çıkan saçma saçma şeyler ne varsa izlemeye başladı. Ancak böyle zamanın geçmesini bekleyebilirdi.

 

Yine de gözleri arada onların olduğu masaya kayıyordu. Hazal Sevda'nın yanında oturuyordu. Aralarındaki konuşmayı duyamıyordu ama gülüşlerine bakılırsa iyi vakit geçiriyorlardı. Şu düğünün bir an önce bitmesi için neler vermezdi ki? Aslında çekip gitmek için can atıyordu ama Miray vardı. Onun için bunu asla yapamazdı. Yapmazdı.

 

Ali'nin gözlerinin de kendisine kaydığını görebiliyordu. Farklı bir ifade vardı yüzünde. Ciddi bir tavır takınmıştı. Ne olduğunu mu anlamaya çalışıyordu acaba? Bir şeyleri tartar gibiydi. Yoksa iyi olduğundan mı emin olmak istiyordu.

 

Düğünün geri kalanı Elif için sadece kuru gürültüden başka bir şey değildi. Ne yediği şeylerden ne çalan müzikten zevk alabildi. Miray'ın yanında olmak ona daha iyi hissettirecekti.

 

Onun yanına gitti. Gelin sandalyesinin yanındaki sandalyeyi çekip oturdu. Miray'ın desteğine ihtiyacı vardı. Yanında olmak bile ona güç veriyordu. Bu konuyu bir tek o biliyordu. Olayın canlı tanığıydı. O günü benliğinden silip atmak için de çok çabalamıştı. Ama görüyordu ki başarısız olmuştu.

 

Miray ondaki gerginliği hissetmişti. Yüzünün asık olduğunu da görebiliyordu. Çevresinde olan biteni sadece öylesine izliyordu. Kolay bir şey yaşamamıştı. Ve onu burada kendisinden başka anlayacak biri de yoktu. Parmaklarını bacaklarının üzerinde birbirine kenetlemiş onlarla uğraşıyordu. Uzanıp, onun buz gibi soğuyan parmaklarını şefkatle sarmıştı. Sakince dudaklarını araladı.

 

"Elif üzgünüm. Bende bilmiyordum. Daha yeni, dün öğrendim. Sana söyleyecektim ama hep araya bir şeyler girdi."

 

Elif onun yüzündeki mahcupluğu görebiliyordu. Mavi gözlerinde ışığın kaybolmasına gönlü razı olmazdı. Avucuna yavaşça dolan o sıcaklığa karşı gülümsedi.

 

"Bu senin en mutlu günün. Sakın üzgün olayım deme. Bunun olacağını kimse bilmezdi. Bizde bilemezdik. Ayrıca yanımda olman yeterli biliyorsun."

 

Gülümsemeye devam ediyordu. Miray onun tek dostuydu. Evet etrafa sahte gülücükler atmayacaktı ama dostu Miray istisnaydı. Ve bugüne Hazal'ın gölge düşürmesine izin vermeyecekti.

 

"Her zaman yanındayım."

 

Elif parmaklarında hissettiği o sevgi selini sıcaklıkla pekiştirmişti. Miray'ın en içten söylediği cümlelerden biriydi bu. Ve gerçekti. Miray her koşulda her zaman yanındaydı. Ve bunu hissettirebiliyordu. Birbirlerine verdikleri destek aralarında her zaman güzel bir sinerji yaratıyordu. Özellikle Elif bu konuda çok hassastı. Onu da bugün üzmeye hakkı yoktu.

 

Kısa bir süre sonra fotoğraf faslına geçilmişti. Elif yine en iyi gülümsemesini takınmıştı yüzüne. Ne garipti. Hiç mutlu olmadığınız anlarda bile bir kare de sırf yüzünüz gülüyor diye insanlar sizi mutlu zannediyordu. Ne kadar güzel çıktığınızla ilgileniyorlardı. Oysa Elif'e göre fotoğrafların anlamları vardı. Gizli, görünmez anlamlar. Ama onlara anlam yüklemek kimsenin aklına gelmezdi...

 

Son olarak onları tebrik edip masasına döndü. Kalabalık iyice azalmıştı. Annesi ve babası daha fotoğraf çektirmemişti. Ama onları beklemeye niyeti yoktu. İlerleyip babasından arabanın anahtarlarını aldı. En iyisi onları araba da beklemekti.

 

Düğün salonundan çıkmıştı. Merdivenleri indiğinde onları karşısında görmüştü. Hazal tüm dikkatini ona verirken Ali ile yan yana duruyordu. Oradan bakınca fazla yakın duruyorlardı. Bir an duraklasa bile defolup gitmek için can atıyordu. Kimseyle konuşacak hali de yoktu. Sadece başıyla selam verip ilerledi. Doğruca babasının arabasına yöneldi. İçeri geçip beklemeye başladı.

 

İçindeki tuhaf bir his Ali'nin peşinden geleceğini biliyordu ki yanılmamıştı. Kısa bir süre sonra biri camın penceresini tıklatıyordu.

 

Görmezden gelmeyi çok isterdi ama nazlı bir kız gibi görünmek istemiyordu. Başını kaldırdı. Oydu. Ve kahretsin yine gülümsüyordu. Pencerenin açma düğmesine basmıştı. Yavaş yavaş inen bu camın sesinden nefret ederdi. Ali'nin flu olan yüzü artık netlik kazandı.

 

"Evet. Ne vardı?" Ona karşı kibar davranamayacaktı. Hele bu akşam kimseye tahammülü yoktu.

 

"İyi geceler dilemeden mi gideceksin?"

 

İyi geceler dilemek mi? Böyle bir şeye neden ihtiyaç duyacaktı ki? Aralarında bir şeyler yaşanmışta da kendisinin mi haberi yoktu?

 

Elif bir şeyler söylemek için dudaklarını aralamıştı aniden sustu. Derin bir iç çekmişti. İmalı bir gülümsemeyle

 

"İyi geceler." cevabını vermişti. Ardından camı kapatmak üzereydi ki Ali eliyle onu durdurdu.

 

"Konuşmamız... Yarım kalmıştı?"

 

Onun düşündüğü tek şey o olsaydı keşke.

 

"Üzgünüm ama o konuşma zaten bitmişti."

 

Başını düğün salonunun kapısına çevirmişti. Babasının sesini duymuştu. Sonunda geliyorlardı. Gözlerini Ali'ye çevirerek devam etti.

 

"Şimdi izin verirsen eve gitmek istiyorum. Babamda geliyor."

 

Ali yüzünü geriye doğru çevirmişti. Karşıdan Ferda teyzenin ve Ender amcanın gelmekte olduğunu görüyordu. Ve daha fazla ısrar etmenin bir faydası olmayacağını biliyordu. Ama böyle de gitmeye niyeti yoktu. Yüzünün çevrelediği narin bir gülümseme ile hafifçe cama doğru eğildi.

 

"Bugünlük kazanan sensin. Sadece bugünlük."

 

Sonra da dönüp gitti. Elif elinde olsa o pencereyi kapattığı düğmeyi kıracaktı. Öyle bir sert bastırmıştı ki tırnaklarının acıdığını hissediyordu. Annesi ve babasıyla arasında da küçük bir konuşma geçtiğini görebiliyordu. Babasının keyfine diyecek yoktu. Bu çocukta şeytan tüyü vardı kesin.

 

Araba annesinin ve babasının arabaya binmesiyle ufak bir sallandı. Sonunda.

 

"Çok güzel bir düğün oldu. Allah mutlu mesut etsin. Çok yakıştılar."

 

Bu konuda Elif annesine hak veriyordu. Kendisi için güzel başlayan ama kötü biten bir gece olmasına rağmen güzel bir düğün olmuştu.

 

"Al benden de o kadar. Kuzey çok iyi çocuk. Miray'ı mutlu edeceğinden şüphem yok. Ali de öyle."

 

Laf nasıl dönüp dolaşıp yine Ali'ye geliyordu? Babası onun adını ağzından düşürmüyordu. Elinde olsa tüm gün onu övecekti herhalde.

 

"Sahi. Elif. Dikkatimi çekti. Sen neden onu görmezden geliyorsun? Sanki bir yabancı gibi davranıyorsun."

 

Öyleydi zaten. Ali onun için yabancıydı. Babasının bu kadar kendini dikkatli izlediğini ise fark etmemişti. Koltuğunda biraz kımıldandı.

 

"Öyle mi yapmışım. Bilmem. Dikkat etmedim.

 

Annesi de ondaki değişimi fark etmişti.

 

"Evet normalden fazla sessizdin. Ama bugün senin için yoğun geçti. Yorgunluğuna veriyorum." Dikiz aynasından yansıyan görüntüsünde annesinin ona göz kırptığını görebiliyordu.

 

Evet yorgundu. Bedeni, ruhu, yüreği yorgundu. Üzerinde bir ton ağırlık varmış gibi hissediyordu. Ve o bunun altında eziliyordu. Un ufak olana kadar da parçalanacaktı sanki. Yok olana kadar.

 

Daha konuşmadı. Başını arabanın hareket eden camına dayadı. Her ne kadar kafasında sarsıntı yararsa da dışarıyı seyretmek güzel oluyordu. Gözlerinin önünden hızlıca geçen her şey anlamsız, boş gelse de ona yetiyordu. Aslında ağlamak için harika bir zamandı ama yeri yanlıştı. Sadece gözlerini kapatmakla yetindi. Yüreği onunla nasıl olsa konuşacak, ne yapması gerektiğini söyleyecekti.

 

Eve girer girmez yaptığı ilk iş ılık bir duş almak oldu. Düşüncelerini toplamak, acı çeken ruhunu dindirmek ona iyi gelecekti. Akan suyun altında gözyaşlarının damla damla yanağına süzülüşünü seyretti. Ama fazla dayanamadı. Hiçbir şey yaşadığı sarsıntıyı telafi edemedi. Daha da boğulduğunu hissetti. Daha fazla kalamazdı. Suyu kapatıp çıktı.

 

Annesinin ya da babasının onu böyle görmesini istemiyordu. Kalan gözyaşlarını da parmaklarıyla silmişti.

 

Üstünü giyip banyodan çıktı. Annesi içeride koltukta sırasını bekliyordu. Babası ise diğer koltuğa uzanmış tabiri caizse şekerleme yapıyordu.

 

"Yine mi burada uyuyakaldı?"

 

"Evet. Yine. Valla umurumda değil. Bende çok yorgunum. Duş alıp yatacağım. İsterse burada yatabilir."

 

"Tamam ben kaldırım onu. Sen içeri girebilirsin. Bende yatarım zaten anne."

 

Annesi ayaklanıp banyoya yöneldi. Elif babasının uzandığı koltuğun önüne geldi. Çok güzel uyuyordu. Bazen onu izlemek için bile burada uyumasına izin verirdi. Ama düğün herkesi yormuştu. Rahatını da bozmak istemiyordu ama burada yatmasına da razı gelemezdi.

 

Kolundan çekiştirip onu sarsmayı deniyordu.

 

"Babacığım hadi kalk. Odana gidip yat. Hadi."

 

Uzun bir süre onu kaldırmak için çabaladı. Sonunda çabaları karşılık bulmuştu. Babasının kısık gözleri yavaşça açılmıştı.

 

"Sende olmasan ne yaparım ben."

 

"Oyalanma bak yoksa yine uyuyakalacaksın."

 

Babasının kalkıp sürüne sürüne odasına gittiğini gördükten sonra içi rahatlamıştı. Bu hali küçük bir çocuğu andırıyordu ve Elif bu halini çok seviyordu.

 

Artık odasına çekilebilirdi. Salonun ışığını kapatıp küçük yuvasına gitti. Odanın ışığını açmadı. Telefonunun fenerini açıp doğruca yatağına girdi.

 

Uzun bir günün ardından gecenin bitmesi hiçte kolay olmuyordu. Düşünmeden edemiyordu. Hazal'ın karşısına çıkmasını nasıl yorumlamalıydı? Planlı ya da kasıtlı bir hareket olduğunu düşünmüyordu. Hazal böyle bir şeyin peşine düşmezdi. Ama kaderin farklı bir planı vardı demek ki.

 

Duyguları bulanık, zihni karmakarışıktı. Hangi yöne gideceğini de bilmiyordu. İlk kez önünü göremiyordu. Atacağı tek yanlış bir adım onu nasıl bir uçuruma sürükleyecekti bilmiyordu.

 

Aklına gelen ilk fikirle eline telefonu aldı. Ali'nin instagram hesabı gizli değildi. Fotoğraflara baktı. Bayağı ilerledikten sonra nihayet aradığını buldu.

 

Fotoğrafta bir Cafedeler. Ali, kardeşi Sevda ve arkadaşı. Hazal da bu karede var. Ve Ali'nin yanında mutlu bir poz vermiş. Yüzündeki o ışıltısını hiç kaybetmemiş gibiydi. Acaba aralarında bir şey var mıydı ki? İçine düştüğü durum içler acısıydı. Ona neydi ki? Varsa da vardı. Sanane değil mi yani? Onu ilgilendirmezdi sonuçta.

 

İçinden lanet okuyarak telefonu ters çevirdi. Hayatı bu kadar normal giderken neden tepetaklak oluyordu? Yönettiği sandığı her şey kontrolden çıkıyordu.

 

Kalkıp ışığı açtı. Saçlarını kurutmayacaktı. Sadece taraması yeterliydi. Sehpanın üzerinde duran tarağı eline yeni almıştı ki telefona gelen bildirim sesi ile şaşkınlığa uğradı. Bu saatte?

 

Tarağı bırakıp yorganın üstünde duran telefonu eline aldı. Mesaj Ali'den.

 

Uyudun mu?

 

Şimdi bu mesaj isteğini direk engellemek isterdi. Silmek, kurtulmak daha işine gelirdi. Ama ne diyeceğini de merak ediyordu. Kararsızlığın yarattığı etki ile odasında dolanıyor parmağını dudaklarında yavaşça gezdiriyordu.

 

Hangisini yapmak daha mantıklıydı? Mantık aradığını da sanmıyordu ya.

 

Sonunda merak duygusu galip gelmişti. Ama mesajına da hemen cevap vermeyecekti. Bakalım ne kadar bekleyecekti?

 

Telefonu tekrar yatağın üstüne atmıştı. Önce saçlarını halletmeliydi. Öyle de yaptı. Saç uçları hala biraz nemliydi ama onun için problem değildi.

 

İşini bitirince telefonu eline alıp ışığı kapattı. Yorganın içine girdi. Birazdan üşümeye başlayacaktı nasılsa. Artık ona cevap verebilirdi.

 

Hayır. Neden?

 

Yine bir mesaj. O kadar ani gelmişti ki. Demek ki pusuda beklemeyi tercih etmişti.

 

Konuşmamız yarım kaldı. Yarın müsait isen buluşabilir miyiz?

 

Yani inadından vazgeçmeyecekti. Neden konuşmak istiyordu ki? Eline ne geçecekti? Elif'ten ne bekliyordu?. Çok iyi biliyordu ki Ali ona duymak istemediği şeyler söyleyecekti. Daha doğrusu duymaya hazır olmadığı şeyler. Biraz sinirle tuşlara basmaya başlamıştı.

 

Ben öyle düşünmüyorum. Bence bitti.

 

Mesajı gönderdiğine biraz mahcup olmuştu. Ona karşı biraz kaba davrandığını kabul ediyordu. Ve Ali hiçbir zaman bunu yüzüne vurmamıştı. Kendisine bir kere bile kızdığını hatırlamıyordu. Her zaman kibar, sevecen bir tavırla yaklaşıyordu ona.

 

O ne kadar kaba davranırsa Ali de o kadar nezaketle yaklaşıyordu. Bu onda pişmanlık duygusunu yaratıyordu. Kendini kötü biri gibi hissediyordu.

 

Bir kez olsun kabul etsen ne olur? Seni görmek istiyorum.

 

Ya sabır çekiyordu içinden Elif. Kabul etmese mesaj atmaya devam edecek miydi acaba? Aslında o da Hazal ile olan ilişkisini merak ediyordu ama bunu göstermek istemiyordu.

 

Bir müddet bekledi. Vereceği cevaptan hiç memnun Değildi. Yazacağını ise düşünmemişti. Parmakları ondan izin almadan harekete geçmiş, kendi hükmünü uyguluyordu.

 

Tamam. Beşirli Sahilinde buluşalım. Öğleden sonra. Ben oraya gelirim.

 

Bir kere onun buraya gelip onu almasını istemiyordu. Herkesin onu göreceği gün gibi ortadaydı. Öte yandan Meydan da buluşamazdı. Olası bir tanıdıkla karşılaşırsa neler olacağını kestiremiyordu. En iyisi onun olduğu yerde buluşmaktı.

 

Teşekkür ederim beni kırmadığın için. Yarın görüşmek üzere. İyi geceler.

 

Elif buna cevap yazmamıştı. Karşısında Ali'nin zafer edasıyla gülümsediğini görebiliyordu. Lanet olsun. Yine onunla yüz yüze gelecekti. Ali'nin kendisinde yarattığı etkiden hoşlanmıyordu. O kendi dünyasında güzelce saklanıyordu. Çıkmak için bir sebebi de yoktu. Ama Ali de ısrarla o dünyanın kapılarını aralamaya çalışıyordu.

 

Telefonu sehpanın üzerine koyup yorganı başına doğru çekti. Alinin mi çabası galip gelecekti yoksa kendisinin inadı mı? Bunu merak ediyordu doğrusu. Oyunu kuran kendisi olsa da kartları dağıtan o değildi ne yazık ki.

 

Sabah biraz geç uyanmıştı. Dünün yorgunluğun acısını çıkarırcasına saat on bire kadar uyumuştu. Hoş işi yoksa uyandığı gibi de kalkmazdı. Yatağın içinde ya telefonuyla oyalanır ya da müzik dinlerdi. Bu sefer hiçbirini yapmadı. Sadece doyasıya uyudu.

 

Yatağından keyifsizce kalktığında annesi odasının kapısını tıklatıyordu.

 

"Gelebilirsin anne." Annesi onun özel alanına saygı duyardı her zaman. Çoğu kişinin aksine.

 

"Elif ben çıkıyorum. Alışveriş yapmak istiyorum. Birde Gülriz'e uğrayacağım. İlk günden yalnız bırakmak olmaz şimdi."

 

Bugün annesi daha da güzel görünüyordu gözüne. Etrafındaki insanlara ışık saçan bir güzelliği vardı. Babası da ona bu yüzden vurulmuştu ya zaten. Yanına gidip sıkıca sarıldı ona.

 

"Benim naif yürekli annem. Seni çok seviyorum."

 

"Bende seni seviyorum. Hadi cıvıma hemen. Masayı toplamadım bu arada. Kahvaltını yapmayı unutma."

 

Kaç yaşına gelirseniz gelin annenizin sizin üzerindeki sorumluluk duygusunu yok edemiyorsunuz. Ve bu size her zaman çocukmuşsunuz gibi hissettiriyor.

 

"Tamam anne. Bende öğleden sonra çıkacağım. Babam nerede?"

 

"Nerede olacak dışarıda. Erken kalktı her zaman ki gibi. Attı kendini dışarıya. Ne zaman gelir bilmem. Haberleşiriz zaten. Hadi ben çıktım."

 

"Tamam. Görüşürüz anne."

 

Annesinin gidişinden sonra ev yine sessizliğe bürünmüştü. Babasının ona kızgın olduğunu da tahmin edebiliyordu. Yine ekmişti onu. Akşam geldiğinde iyi bir fırça yiyeceği kesindi. Önce Ali ile görüşüp bu saçma sapan duruma son verecekti. Sonra da babasına verdiği sözü tutacaktı.

 

Kahvaltısını yaptıktan sonra saate baktı. Daha vakit vardı. Üstelik ona mesajda yazmamıştı. Ne bekliyordu ki? Onlar ne yakın arkadaştılar. Ne sevgili.

 

En iyisi kitap okumaktı. Odasına, kütüphanesine gitti. Genelde kitap seçerken gözlerini kapatır hangisi eline gelirse onu okurdu. Ona göre her kitabın ayrı bir dünyası, yolculuğu vardı. Hangi dünyaya adım atacağını bilmemek ona farklı bir haz verirdi.

 

Ama bu sefer gözleri tek bir kitaba odaklanmıştı. Kürk Mantolu Madonna. Bu hevesi de kursağında kalmıştı.

 

Bu kitabın özel bir yeri ve anlamı vardı. Ve onu çok seviyordu ama içine ne koyduğunu da iyi hatırlıyordu. Bakışlarını kaçırdı. Bu haksızlıktı. En sevdiği şeyi bile yapmasına engel oluyordu. Üstelik kendisi bile burada değilken.

 

Zaten artık hazırlansa iyi olacaktı. Üzerine basit beyaz bir gömlek giymişti. Genel olarak spor giyinmeyi daha çok seviyordu. Ona özel giyinecek hali yoktu. Her zamanki siyah beyaz kombini yaptıktan sonra omuzuna çantasını alıp dışarı çıktı. Hava bugün sıcaktı. Oraya gidene kadar pişmezdi inşallah.

 

Meydandan Moloza yürüyerek devam etti. Bu onun heyecanını biraz olsun alıp götürmüştü. Neden heyecanlı olduğunu da bilmiyordu. Düzgün yürüyemediğini düşünüyor, ayaklarının en ufak bir harekette kayacakmış gibi ilerlediğini hissediyordu.

 

Beşirli ye kadar yürümeyecekti bu halde. En azından bugün yapmayacaktı. O deliliği Miray ile bir kere yapmıştı. Gece boyunca yürümüşlerdi neredeyse. O yol ise bir türlü bitmek bilmiyordu. Aptallıktı. Ama keyifli bir aptallıktı.

 

Dolmuştan indiğinde etrafına bakındı. Beşirli sahili uzundu. Onu bulmak zor olacaktı. İlk olarak telefonunu çantasından çıkardı. Ondan mesaj gelmemiş olduğunu umuyordu. Belki de vazgeçmişti. Ah Keşke...

 

Ben geldim. Lunaparkın ilerisindeyim.

 

Beş dakika önce atmıştı mesajı. Gelmişti demek ki. Parmaklarının karıncalandığını hissediyordu. Tuhaf bir histi. Yine de sakin kalmalıydı. Bu heyecan da hiç iyi değildi. Yüzüne yansımamış olmasını diliyordu. Telefonu tekrar çantasına atıp yürümeye başladı Lunapark yakındı. İşi kolaylaşmıştı.

 

Biraz ilerledikten sonra durdu. Onu görebiliyordu. Sırtı dönüktü. Karşıya, sakince küçük dalgalar ile adeta dans eden denize bakıyordu. Yanından geçen kişilerin sesine bile kulak tıkamış gibiydi. Beyaz bir gömlek giymişti. Aynı renkleri tercih etmiş olmaları Elif'in yüzünde tebessüm oluşturmuştu. Bu ilk kez olmuyordu.

 

Başını eğiyor, elindeki telefonuna dikkatli bir şekilde bakıyordu. Belli ki mesaj gelip gelmediğini kontrol ediyordu. Yirmi yedi yaşında olmasına rağmen şuan bir çocuk kadar masum görünüyordu.

 

Küçük adımlarla ona doğru ilerledi.

 

"Merhaba." Sesinin duyulduğundan emin olacak şekilde seslenmişti. Ve Ali de onu duymuştu. Yüzünü ona doğru çevirdi. Elif yine karşısında sert bir duruşla bekliyordu. Yüzüne taktığı bu maskeyi ne zaman çıkaracaktı merak ediyordu doğrusu. Kıvılcım gibi işlemişti yüreğine. Onu sadece gözlerini izlemek bile yetiyordu.

 

Elif'in yüreğinde minik bir kıpırdanmaya sebep olmuştu bu bakış.

 

"Merhaba. Hoş geldin." Her zamanki naif sesiyle seslenmişti ona. İçinde neşe ile kıkırdayan bir sesle.

 

Elif onun bu yaptığını doğru bulmuyordu. İstemeden yapıyor olsa bile adil savaşmıyordu. Umursamaz gibi davranıp kollarını birbirine kenetlemişti. Buradan ne kadar erken giderse o kadar iyi olacaktı.

 

"Hoş bulduk. Anlat bakalım şimdi. Neden görmek istedin beni. Seni dinliyorum."

 

Güneşin gözlerini kamaştırmaması için tam onun karşısına geçmek zorunda kaldı. Kahretsin ki şimdi onu daha net görüyordu. Kıvırcık saçının bir tutamı gözünün etrafında rüzgarın etkisiyle savrulup duruyordu.

 

Onun yüzüne yayılan gülümsemeyi görmüştü.

 

"Neden gülüyorsun?"

 

"Beni dinlemekten çok sorgulayacakmışsın gibi geliyor. Ama çok sevimli görünüyorsun."

 

Elif'in kenetli kolları duyduğu cümle ile gevşemişti. İltifat mı etmişti ona.

Başını öne eğip kendine bakıyordu. Neresi sevimliydi bu hareketin şimdi?

 

"Konuşmayacaksan gidiyorum."

 

Ciddiyetini bozmayacak, kendinden taviz vermeyecekti. Zaten çok sabırlı biri de sayılmazdı. Ali sanki bunu biliyor gibi sessizce bekliyordu. Onun sinirini bozacak şekilde gülüyor olması ise daha da keyfini kaçırmıştı.

 

"Ali. Konuşacak mısın artık?"

 

Sonunda sesini yükseltmişti. Onun karşısında daha emin bir duruş sergilemeliydi. Ama bir tuhaflık vardı. Ali'nin yüzündeki gülümseme değişmişti. Bir kaşı havaya kalkmış, gözleri farklı bir ışıkla parlamıştı.

 

Elif yaptığı hatayı fark etmişti. İlk kez onun adını telaffuz etmişti. Üstelik yüksek sesle söylemişti. Kendine bile bu adı yasaklarken onun karşısında dile getirmesi tam bir fiyaskoydu.

 

Elif onunla konuşmayacaktı artık. Ne yapsa dibe batıyordu.

 

"Seni görmek istedim çünkü söylemek istediğim şeyler var. Öncelikle, beni kendinden sürekli uzak tutmaya çalışıyorsun. Araya hep bir mesafe koyuyorsun. Bunu yapma."

 

"Öyle mi? Neden peki?"

 

"Çünkü buna gerek yok. Evet belki arkadaşın değilim ama düşmanın da değilim. Benden resmen kaçıyorsun ve bu beni rahatsız ediyor."

 

Sesinde ufak bir kırgınlık sezmişti Elif. Söylediklerinde haklıydı. Evet ondan kaçıyordu. En azından deniyordu. İçindeki dürtüye engel olamıyordu ki. Ona doğru yürüyecek olsa tüm hayatı değişecek gibi hissediyordu. Ve bunu istemiyordu.

 

Yine de ona karşı biraz yumuşak mı davranmalıydı bilemiyordu. Tavrını biraz değiştirmeliydi galiba.

 

"Bu seninle alakalı bir şey değil. Tamamen benimle ilgili. Evet senden olabildiğince uzak durmaya çalışıyorum. Çünkü seni hayatımda istemiyorum."

 

Son cümleyi söylediğine kendi de inanamadı. İçinden söylediğinde çok bir anlam ifade etmiyordu ama böyle yüzüne karşı söyleyince ağır bir kelime olduğunu anlamıştı. Ali'nin gözlerine baktığında ise kırgınlık değil belirsiz bir ılıklık hissediyordu.

 

"Neden? Benimle sürekli savaş halinde olan sensin. Ben seninle savaşmak istemiyorum ki. Seni, görmek, anlamak istiyorum. Bunun için bir adım atmak bu kadar zor olmamalı. "

 

Elif bu konuşmanın nereye varacağını biliyordu. Artık daha fazla konuşmanın da anlamı yoktu.

 

"Anladım. Daha fazla konuşmaya gerek yok. Sana iyi günler."

 

Onun cevap vermesini beklemeden ilerlemeye başladı.

 

"Hazal mı? Böyle olmanın sebebi o mu?"

 

Duyduğu sesle Elif daha yolun başında durmak zorunda kalmıştı. Neden her şeyi sorguluyordu?

 

Bunu onun bilmesine gerek yoktu. Ona olanları hatırlatması gerekmiyordu. Ellerini sıkmış, tenine batan tırnakların acısı yüreğindeki acıyı bastıramamıştı. Zihninde canlanan anılar, yüzündeki kırgınlığı öfkeyle bilemişti. Bu sefer haddini aşmıştı.

 

"Benim hayatımda olan hiçbir şey seni ilgilendirmiyor tamam mı? Birinin karşısına pat diye çıkıp hayatına dahil olamazsın. Ona müdahale edemezsin. Buna hakkın yok. Bu sandığın kolay değil anladın mı?"

 

Sesi sandığından daha güçsüz çıkmıştı. Gözlerinin yavaşça dolduğunu hissedebiliyordu. Öfkeli olmalıydı oysa ki. Ona iyice bağırmalı haddini bildirmeliydi. Ama yapamadı

Onun karşısında aciz kalmıştı işte.

 

"O zaman bana izin ver. Ben kolaylaştırmak için sana geleyim ."

 

Elif'in öfkesiyle acıları çatışma halindeydi şuan. Ve ona ne kadar yaklaştığını unutmuş vaziyetteydi. Gitmek bir yana dursun yerinden kımıldayamıyordu. Ona yalvarırcasına bakıyordu. Bu eziyete son vermesini istiyordu. Geri çekilip gitmesini diliyordu.

 

Ama Ali onun düşündüğünün aksine ona doğru adım atıyordu. Aralarındaki mesafe daha da azalmıştı.

 

"Bırak kendini. Savaşma. En fazla kendin hırpalanıyorsun. Görmüyor musun?"

 

Elif sadece susarak ona cevap verebilirdi. O, bu dili konuşmayı hiç başaramamıştı.

 

İşte sürekli bu oluyordu. Ne zaman ona karşı gelmeye çalışsa, isyan etse bir şekilde geri adım atmak zorunda kalıyordu. Yenilgiye uğruyordu.

 

"Abicim gül alır mısın?"

 

Aralarına giren yabancı sesle ikisi de geri çekilmişti. Elif dolan gözlerinin toparlanması için denize doğru dönmüştü yüzünü. Güç almak için tutunabileceği bir şeyi yoktu. Kendine yetmek zorundaydı.

 

"Sabahtan beri satıyorum. Son bir tane kaldı. Oda sana nasipmiş."

 

Elif satıcıya döndü. Kahverengi sepetin içinde bir adet kırmızı gül görmüştü. Gülleri severdi. Siyah güle bayılırdı hatta. Ama şuan güller de ona çekici gelmiyordu.

 

Ali göz ucuyla Elif'e bakıyordu. Az önceki halinden eser kalmamış gibiydi. Satıcının bekliyor olmasına karşılık gülü almaya karar verdi.

 

"Ver bakalım sen."

 

Elif doğru duyuyor olamazdı. Ne demeye gülü almıştı şimdi? Neden şimdi olmak zorundaydı bu?

 

Ali adama parasını verdikten sonra elindeki gülü hafifçe çevirdi. Onu Elif'e vermek istiyordu ama alacağı tepkiden çekiniyordu. Yine de gülü hafifçe ona doğru uzattı.

 

Elif bir güle bir Ali'ye baktı.

 

"İstemiyorum. Benim için bir anlamı yok. Başkasına verirsin."

 

"Biliyor musun beni her zaman şaşırtıyorsun."

 

"Bununla ilgilenmiyorum. Bu konuşmayı hiç yapmadık varsayıyorum. Ve seni bir daha görmemek üzere gidiyorum. "

 

Oh be. Sonunda özüne dönmüştü. Ali istediği kadar çabalayabilirdi. Onun inadıyla boy ölçüşemezdi.

 

"Ben olsam bu kadar emin konuşmazdım. Neler olacağını bilemezsin."

 

Muzipçe bir bakışla söylemiş olduğu bu sözlerin ona etki etmesine izin vermeyecekti.

 

"Bildiğim bir şey var. Oda seni görmek istemediğim. Yeterli mi?"

 

"Seni görebilmek minik bir şansa ihtiyacım var sadece. Ve ben sana çıkan her yolu deneyeceğim. Sen izin verdiğin sürece."

 

Elif yutkunmuştu. Onun dudağından çıkan her söz yüreğine çok derinlere işlemeye başlamıştı. Ve bunu durduramıyordu. Engel olamıyordu. Kurumuş boğazı söylemek istediği tüm cümleleri unutmuş gibiydi.

 

O böyle baktıkça, böyle tatlı konuştukça direnci kırılıyordu. Onunla savaşmaktan yorulup pes ediyordu.

 

Ona yaslanmak istiyordu. Ama içindeki korku çok büyüktü. O bunu yapabileceğini düşünmüyordu. O sevemezdi. Bu zamana kadar hiç kimseyi sevmemişti ki. Korkusu da bundandı ya. Üzülmekten çok üzeceği endişesi vardı onda.

 

"Abi?"

 

Aralarında oluşan sessiz, güzel bağ yine bir sesle kopukluğa uğramıştı. Bu sefer ki ses yabancı değildi. Yüzlerini onlara seslenen kişiye doğru çevirdiler. Gelen Sevda'ydı. Ve yalnız değildi. Arkadaşı ve Hazal...

 

Yine karşılaşmışlardı işte.

 

************************************

 

Umarım keyifler yerindedir 😊

 

Güzel okumalar dilerim. 😊

 

 

Loading...
0%