Yeni Üyelik
6.
Bölüm

/ Duygusuz Kraliçe /

@mileidi61

Ali, yanında oturan, konuşmak istemeyen bu kızla nasıl baş edeceğini bilmiyordu. Dudaklarını kenetlenmiş bakışlarını karşıya dikmişti. Yüzüne bakmayı red ediyordu. Belli ki az önce söylediklerinden dolayı rahatsız hissetmişti kendini. Ona usulca yaklaşmak istiyordu. Ne var ki sözcükleri boğazında kalmıştı. Elif masadan kalkmış, arkasına bile bakmadan cafenin ilerisinde bulunan kitaplığa yürüyordu. Bu kadarını da hak ettiğini düşünmüyordu. Peşinden gidecekti elbette.

 

Arkasından yürümeye başladı. Sonra onun durakladığını gördü. Elleriyle rastgele kitapları karıştırıyor, önemli bir hazine arıyor gibi acele ediyordu. Ama Ali bir terslik hissetmişti. Elif'in başı hiçte kitaplarla ilgileniyor gibi değildi. Ne göz teması kurmuş ne de başını eğmişti. Öylece duruyordu sadece.

 

Ali biraz daha yanaşınca Elif o esnada arkasını döndü. Ali bu kadar yakın bir temasın olacağını tahmin etmemişti. Onun döneceğini de hesaba katmamıştı.

 

Yüzüne bir sonbahar meltemi misali vuran o ipek gibi saçları öfkesini dışarı yansıtıyordu. Sonra gözleri karşılaştı. Şaşkın ve bir o kadar da tedirgin. Güzel kaşları ise çatıktı.

 

Gözlerindeki öfkeli kıvılcımlara rağmen yüzündeki ifade soğuk bir buz kütlesini andırıyordu. Ondaki bu tezatlık ona çok yakışıyordu. Geri adım atmadı. Aksine ona bir adım daha yaklaştı. Bu adımın Elif'i hiçte memnun etmediğini biliyordu. Kaçacak bir yeri de yoktu. Sırtını biraz kitaplığa dayamış oradan güç almak istiyordu. Şimdi teninin kokusunu alabiliyordu. Hissedebiliyordu. Naif bir kokusu vardı. Doğal ve sade. İçinde parlamayı bekleyen binbir sihirli yıldızların saklandığı bir koku. Ve kabul etmeliydi ki ona yakışıyordu. Gözlerinin içine bakarak söz aldı

 

"Söyler misin bu sınırlar tam olarak neyi kapsıyordu? Ve ben bu sınırları ağlarsam eğer ne olur?" Aslında o sınırları aşmaya niyeti yoktu. Elif izin vermediği sürece yapmayacaktı. Ama şuan tepkisini merak ediyordu.

 

Elif'in gözlerinin bir perde gibi kapanıp açıldığını fark etmişti. Bir şeyler söyleyecekti demek ki ama o cesareti kendinde bulamıyordu.

 

Elif yutkunmuştu. Onu, sorusundan çok şuan bulunduğu durum zorlamıştı. Vermesi gereken cevabı biliyordu ama o bu kadar yakınken ve kokusu buram buram içine işlerken nasıl yapacaktı bunu?

 

Aklını başına toplaması için biraz mesafeye ihtiyacı vardı. Çünkü onun bu yakınlığı nefes almasına engel oluyordu. Üstelik gözleri hâla onun gözlerine bakarken bu imkânsızdı. O gözler ona ait değildi. Bakmaması gerekiyordu. Bile bile bir günah işliyordu.

 

Önce bu karmaşadan kurtulmalıydı. Başını yan tarafa çevirip gözlerini esaretten kurtardı. Bu içini ferahlatmıştı. Gözlerini birkaç saniyeliğine kapatıp direnme gücünün içine dolmasına izin verdi. İşte şimdi hazırdı.

 

Ona doğru döndü. Kollarını yine birbirine bağlamıştı. Kararlı bir tavır takınmıştı. Burnuna hafifçe dokundu. Bu hareketinin Ali'nin gözlerinde farklı bir kıvılcımı körüklediğinden haberi yoktu. Daha doğrusu o kadar kısa bir andı ki doğru gördüğünden bile emin değildi. Eliyle onu işaret etti.

 

"Sence de çok belli değil mi? Aramızda bir mesafe olması gerektiğini düşünüyorum nasıl olsa-

 

"Aramızda?" Elif sözünün kesilmesine mi yoksa yaptığı ahmaklığa mı sinirlensin bilemedi. Doğru. Neden öyle bir kelime kullanmıştı ki? İkisi de birbirine birer yabancıydı ve öyle kalmasını diliyordu.

 

Ali, Elif'in dudaklarından çıkan o kelime yüzünden kendi kendine kızdığını, lanetler yağdırdığını tahmin ediyordu. Oysa ikisini birlikte anmasına sebep olan bu kelime onun çok hoşuna gitmişti. Gözlerindeki ifadeyi biraz yumuşatmıştı.

 

Elif, ise oluşturduğu bu tuhaf durum yüzünden dudaklarını parçalamak istese de onları sıkmakla yetindi. Etine batan dişlerinin gıcırtısını da duyabiliyordu.

 

"Dikkat etmen gereken nokta o değil. Öncelikle biraz geri çekilmeni rica ediyorum." Sesini olabildiğince kibar çıkarmaya çalıştı. Onu daha da mutlu etmek istemiyordu. Öfkeli halinin nedense hoşuna gittiğini düşünüyordu.

 

Ali onun dediğini yaptı. Usulca geriye doğru ilerledi. Ama gözlerini bir saniye bile ondan ayırmamıştı. Elif te onu dikkatlice izliyordu. Her bir adımda rahat bir nefes alıyorken bir yanı benliğine dolan bu muhteşem sıcaklıktan ayrıldığı için üzgün hissediyordu.

 

"Teşekkür ederim. Öncelikle senin ile benim aramda olacak her şey için bir sınır olmalı. Konuşsak bile bana yakın olmanı istemiyorum." Bunu üstüne basa basa söyledi. Çünkü onunla ne zaman konuşsa içinden tanımadığı bir Elif gün yüzüne çıkıyor ve yapmak istemediği şeyleri yapmasına neden oluyordu.

 

Gözlerine bakarak konuşmasına devam etti.

 

"Ayrıca sınırını aşarsan eğer, sana hatırlatmasını bilirim. Bu kadarını bilmen kâfi."

 

Onun cevap vermesini beklemeyecekti elbette. Yanından geçerek oturdukları masaya geri döndü. Elif, onunla savaşmak istemiyordu. Ama Ali onunla uğraşacak gibi görünüyordu. Bu durumda başka çaresi kalmayacaktı.

 

Ali'nin de peşinden hemen geldiğini gördü. Yanına oturmadı. İlk baştaki pozisyonlarına geri döndüler. Karşı karşıya duruyorlardı. İlk hamle için ikisi de birbirini kolluyordu. Elif ne av ne de avcı olmak niyetindeydi. Sakince esen bir yel gibi, durgun akan bir nehir gibi olmak istiyordu. Sessizce ve kimseye görünmeden kaybolmaktı amacı. Rahatsız edici kısa bir sessizlik sonrası Elif çantasına uzandı. İçinden bir kağıt parçası çıkarıp masaya Ali'nin önüne doğru uzattı.

 

"Bu resimi geri vermem gerektiğini düşünüyorum. Bende kalması için bir sebep yok."

 

"O resim bir hediyeydi. Sana, kendinden bir hediye. Ayrıca madem senin için önemsizdi atabilirdin. Neden bu zamana kadar sakladın ki?"

 

Kendi eliyle kazdığı kuyuya kendi düştü Elif. Doğru. Neden atmadı? Eğer bir anlamı yoksa neden sakladı? Oysa kaç kez yırtmak, yakmak istemişti. Soruyu aklına ilk gelen fikir ile cevapladı.

 

"Emeğine haksızlık etmek istemedim. Benim için önemi yok evet ama yetenekli olduğun da bir gerçek. Resmi çizen kişi olarak eminim koleksiyonuna eklemek istersin."

 

Ali dudağının kenarından gülümsedi. Ona doğru uzanmış olan resme baktı. Sonra da masanın üzerinden onun yüzüne doğru yavaşça eğildi.

 

"Sana karşıma çıkan herkesin resmini çizdiğimi kim söyledi?"

 

Elif'in bu soruya verecek bir cevabı yoktu. Pes etmiş bir şekilde geriye koltuğuna yaslandı. Bu çocuk nasıl oluyor da her türlü savaştan galip gelebiliyordu. Ayrıca ne demek istemişti? Herkesin değil de kimin resmini çiziyordu ki?

 

Aklına gelen düşünce ile gözleri irileşti. Dalga geçiyor olmalıydı. Resmini çizdiği ilk kız olamazdı herhalde. Yok. Ciddi anlamda bir şakaydı bu... Öyle olmalıydı.

 

"Emin ol kimin resmini çizdiğinle ilgilenmiyorum." Yalandan da kim ölmüştü ki? İçin için merak ediyordu oysa ki.

 

"O zaman senin için küçük bir itiraf. Doğru düşünüyorsun. Resmini çizdiğim ilk kız sensin."

 

Son cümle bir müddet havada asılı kaldı. Elif bunu direk söylemeyeceğinden o kadar emindi ki ama yine yanıldı. Bozguna uğramıştı.

 

Zaten Ali hakkında net bir düşüncesi yoktu. Onu bir şekilde sürekli şaşırtıyordu. İkisi de sakince birbirlerini izlerken bir ses duyuldu.

 

"İnanmıyorum. Bu resim çok güzel olmuş."

 

Gelen Kuzeydi. Yanında da Miray. Masaya kendi yerlerine oturdular. Kuzey resmin bulunduğu kağıdı eline alıp incelemeye başladı. Bu ikisi ne ara gelmişti? Elif bunu nasıl fark etmemişti. Ayrıca şimdi ne yapacaktı? Nereden çıkarmıştı şu lanet resmi. İşler hiçte istediği gibi gitmiyordu.

 

"Elif çok güzel gözüküyorsun burada."

 

Kuzey'in diline düşmüştü işte. Daha peşini kolay kolay bırakmayacaktı. Ne yazık ki bu konuda Ali'yi suçlayamazdı. Resmi atabilirdi ya da hiç getirmeyebilirdi. Ama o ne yaptı? Geldi herkesin içinde birde bunu açıkça ilan etti. Planladığı şey bu değildi.

 

"Eminim Elif bunu zaten biliyordur hayatım. Şimdi onu sahibine geri ver. Çabuk." Miray Kuzey'in hakkından gelebilecek tek kişiydi. Usulca elindeki kağıdı alıp Elif'e uzattı. Elif resmi katlayıp çantasına geri koydu. Yine elinde kalmıştı işte. Ali'ye bakmaya yeltenmiyordu bile.

 

Ali ise olanlardan hiç rahatsızlık duymamıştı. Ama Elif'in kendini rahatsız hissetmesi canını sıkıyordu.

 

"Eline sağlık Ali. İyi bir yeteneğin varmış."

 

Miray anlamamıştı. Sorgular bakışlarla Kuzey'e döndü.

 

"Buda ne demek oluyor şimdi?"

 

"Ne demek ne oluyor? Tabi sen bilmiyorsun. Ali iyi bir ressamdır. Kendi çapında tabi. Ne yazık ki eserlerini kolay kolay görmeyiz."

 

Elif yerin dibine batsa bu kadar rencide olmuş hissetmeyecekti kendisini. Resmen rezil olmuştu ve hala orada onlarla oturuyordu. Ve Ali. En çokta ona sinirliydi. Yok aslında en çok kendisine karşı öfkeliydi. Durduk yere arı kovanına çomak sokmuştu işte.

 

"Öyle mi? Yeni öğreniyorum evet. Gördüğüm kadarıyla iyi çiziyorsun. Bu alanda ilerlemeyi düşündün mü?"

 

Burada Elif Miray'a minnettar kalmıştı. Konuyu onun üzerinden çekmek için elinden geleni yapıyordu. O olmasaydı o masadan çoktan kalkıp gitmişti zaten.

 

"Aslında bunu hobi olarak yapıyorum. Bir şeyler çizmek, karalamak hoşuma gidiyor. Terapi gibi. Ama asıl hedefim başka."

 

Kuzey onunla aynı fikirde değildi.

 

"Bence bunu göz ardı etmemelisin. Hünerli ellere sahipsin."

 

"Üzgünüm ama kararım belli Kuzey. Bu kararı almak kolay olmadı zaten."

 

"Hayat senin hayatın tabi. Her zaman destekçin olacağım." Ali ile Kuzey'in bu kadar yakın dost olacakları kimin aklına gelirdi? Karakterleri çok farklıydı bir kere. Kuzey durdurulamaz biri iken Ali sakin bir yapıya sahipti. Duracağı yeri biliyordu.

 

"Elif. Umuyorum ki hala bizimlesin. Sesin duyulmuyor da."

 

"Buradayım merak etme. Sadece aranıza girmek istemedim." Kuzey'in yüzündeki tebessüm hiç güzel görünmüyordu. Yine şeytani bir şey düşündüğü belliydi.

 

"Resim diyorum. Gerçekten güzel bir çalışma olmuş. İlginç senin çok sevdiğin siyah gül bile eklenmiş. Detaylı bir resim. Eminim Ali senden güzel bir teşekkür almıştır."

 

Elif belki de elinde olsa Kuzey'in yüzüne bir yumruk patlatabilirdi. Siyah gül olayı da nereden çıkmıştı şimdi? Ayrıca onun bilmesine ne gerek vardı ki? Ali ile ufak bir göz teması olmuştu. Yüzünde en ufak bir şaşırma belirtisi yoktu. Biliyor olamazdı ki. Nasıl bu kadar sakin kalabiliyordu ayrıca?

 

Kuzey ise canını sıkmak içinden elinden geleni yapıyordu. İntikam alıyordu kendince. Ama Miray bile Kuzey'in ileri gittiğini düşünüyordu. Onu kolundan sıkıca çekip tırnaklarını batırıyordu.

 

Ali cevap hakkını kullanmak istiyordu. Bu konunun uzamasından sıkılmıştı.

 

"Elif çok kibar davrandı o gün bana. Şimdi düşününce aslında kaba tavırlar sergileyen bendim. Güzel bir teşekkür aldığımı da söylemeliyim. İçin rahatladıysa artık kalkalım mı?"

 

"Hayret. Bizim duygusuz kraliçemiz teşekkür etmeyi de bilir miydi?"

 

Ama artık bu kadarı da fazla olmuştu. Patlamaya hazır bir bomba gibiydi ortam. Ve Kuzey o çenesini kapatmazsa Elif ortalığı yangın yerine çevirecekti.

 

"Kuzey! Bence sus artık sen." Miray elleriyle Kuzey'in ağzını kapatmaya çalışıyordu. Başarılı da olmuştu. Şimdi Kuzey sadece miyavlıyordu.

 

Elif artık bu kabustan uyanmak istiyordu. Aslında duygusuz biri olmadığını biliyordu Kuzey. Ama inadına inadına üstüne geliyordu. Bugün olanlar Ali'den bir anca önce kurtulması gerektiğini kanıtlıyordu. Hem de ışık hızında yapmalıydı bunu. Geç kalmak istemezdi.

 

Ali önce ayaklanan kişi olmuştu.

 

"Siz geçin ben geliyorum." Belli ki hesabı ödeyecekti ya da bu sadece bir bahaneydi.

 

Arabanın anahtarını Miray'a vermişti. Kuzey'e ceza olarak.

 

Miray ile Kuzey önden gitmişti bile. Elif ise lavaboya doğru ilerledi. Arabaya binmeden önce kendini toparlaması gerekiyordu. Kuzey bu yaptığının karşılığını alacaktı elbette.

 

Elini yüzünü akan soğuk suyun altında iyice yıkadı. Kendisinde şok etkisi yaratana kadar durmadı. Otomatik yanan küçük lambanın aynaya yansıttığı yüze baktı. Harap olmuş gibiydi. Yüzü solgun, cildi sinirden gergin duruyordu. Yine de kolay kolay geri adım atmayacaktı.

 

Sağ tarafta duran kağıt havluya uzanıp ellerini ve yüzünü kurulmadı. Biraz daha iyi görünüyordu. Şimdi gitmeliydi. Onları daha fazla bekletemezdi.

 

Cafenin girişinde Ali'yi görmeyi beklemiyordu. Merdivenlerin başında kenarda duruyordu. Ona doğru yöneldi.

 

"Neden burada bekliyorsun?"

 

"Seni bekliyorum."

 

Ona ihtiyacı mı vardı sanki?

 

"Sebep?"

 

"Özür dilemek için. İstemeden de olsa seni zor durumda bıraktım. Kuzey adına bir şey söyleyemem. Aranızdaki ilişkiye karışmam doğru olmaz. Ama ben kendi adıma özür dilerim."

 

Bunu yapması gereken kişi Kuzey olmasına rağmen Ali ondan özür diliyordu. Hem de büyük bir samimiyetle. Olanlardan bir nebze de olsa kendini sorumlu tutuyordu belli ki. Hissettiği huzursuzluk sesine bile yansımıştı.

 

Elif ona kızamıyordu. Çünkü teorik olarak onun suçu yoktu. En azından bugün için olanlar kendi eseriydi. Ve içeride oldukça iyi bir olgunluk göstermişti. Bu yüzden bu sorumluluğu onun üzerine yüklemeyecekti.

 

"Başka zaman olsa bu dediklerin bana güzel gelebilirdi. Ama ne yazık ki bugün olanlar tamamen benim hatam. Ve bunu kullanan da Kuzey. Özür dilemesi gereken kişi o sen değilsin. Ve inan bana onu bu yaptığına pişman edeceğim."

 

Ali'nin gergin yüzü yumuşamış, eski, keyifli hâline bürünmüştü.

 

"Bundan hiç şüphem yok." Onun bu sözü Elif'e cesaret vermişti. Yüzünde hafif bir tebessüm belirdi. Ama bir şey söylemedi. Söyleyemedi. Boğazında bir yumru oluşmuştu.

 

Merdivenleri beraber inmişlerdi ki Ali onu durdurdu. Yüzünü ona doğru döndü.

 

"Unutmadan... Sen asla duygusuz biri değilsin. Bu, gözlerinden okunuyor. Gözler duyguların tercümanıdır. Kimi zaman dudakların dile dökemediğini, gözler fısıldar. Bu dili herkes konuşamaz, herkes anlamaz. Ama senin gözlerin bu dili iyi konuşuyor."

 

Elif büyülü sözlere sadece kitaplarda okuduğu romanlarda inanırdı. Gerçekliğini sadece o satırlar arasında kabul ederdi. Şimdi ise hayat karşısına onu gerçek kılan birini çıkarmıştı.

 

Yine de kendini kaptırmaması gerektiğini biliyordu. Ona kapılıp gitmek istese bile bu sandığı kadar basit ve kolay değildi ne yazık ki.

 

"Teşekkür ederim." cümlesi döküldü sadece dudaklarından.

 

Konuşma bitmişti. Arabanın yanına vardıklarında, bugün ikisi de kendi adlarına bir ders çıkarmış olduklarını anlamıştı.. Arabaya bindiklerinde Miray eğlenceli haline Kuzey ise sessizliğe bürünmüştü. Demek ki galip yine Miray olmuştu. Hiç şaşırmamıştı. Bir kızla kavgaya tutuşup kazanan bir erkek henüz görmemişti.

 

Yol boyunca kimse konuşmadı. Akşam sessizliği onların da yüreğine sinmişti. Zaten gecenin güzelliği de bu değil miydi? Hoş bir tadı vardı. Kimseyle bir derdi yoktu. Sadece doyasıya yaşamak vardı onu. Çıkarsız...

 

Elif kötü giden bir günün böyle huzurlu biteceğini düşünmemişti. Arada gözlerini kapatıyor, sonsuz bir ışık süzmesinin yüreğine girmesine izin veriyordu. Sahi neydi bunun adı? Tarifi yoktu. Anlamı yoktu ama hissedebiliyordu. Küçük bir mutluluktu bu. Onu her zaman uzakta aramak yanlıştı. Bazen dibine kadar gelirdi de siz. görmemek için inatla çabalardınız.

 

Elif henüz adını dahi bilmediği bu mutluluğu saklama niyetindeydi. Küçüktü ama barındırdığı güç büyüktü. Bunu kimseyle paylaşmaya hazır değildi. Kendisiyle bile...

 

Nihayet apartmanın önüne gelmişlerdi. Sokak lambaları tam da onların üzerine doğru parlıyordu. Elif apartman dairesinin yanan ışıkları görünce annesinin ve babasının geldiğini anladı.

 

"Her şey için teşekkürler. İyi akşamlar." En kolay yolu kısadan kesmek ve gitmekti. Ama Miray hiç izin verir miydi buna?

 

"Dur bakalım. Bizde geliyoruz. Ferda teyzeyi görmeden bir yere gitmem. Ender amcayı da özledim. Onlarla arama giremeyeceksin canım. Beraber gidiyoruz."

 

"Miray sende var ya. Aman tamam gelin. Bir şey demedik."

 

Arabadan inmişti Elif. Miray ve Kuzey onun peşinden hareket ettiler. Ali ise arabadaydı.

 

Elif için tek sorun Ali'ydi. Şimdi ailesi onu da görecekti. Ne gerek vardı buna? Neden hep başarısız oluyordu. Hayatından bir an önce çıkıp gitmesi bir yana dursun daha çok yakınına geliyordu. Ama onu arabada öyle bırakmak ta doğru olmazdı.

 

"Hadi Ali. Sende geliyorsun." Miray onun yapması gerekeni yapmıştı.

 

"Ben burada beklesem daha iyi." Elif'in bir tepki vermesinden çekiniyordu aslında. Onu rahatsız etmek istemiyordu. Ama Kuzey bile buna itiraz etmişti.

 

"Saçmala Ali. Ferda teyze biraz zor bir kadındır. Ama Ender amca ile çok iyi anlaşacağınızdan eminim. Hadi naz yapma. İn arabadan."

 

Elif araya girmek zorunda hissetmişti kendisini. Onu en kolay o ikna edecekti anlaşılan.

 

"Hepimiz yukarıda iken sen burada bekleyemezsin. Olmaz. Bunu kabul etmiyorum. Hem merak etme benim ailem Kuzey gibi patavatsız değil."

 

Kuzey hariç herkesin yüzünde gülücükler vardı. Ama hak ettiğini düşündüğü için sesini çıkarmadı. Ali hala kararsızdı.

 

"Emin misin? Gelmeme istemezsen hiç sorun değil. Anlayabiliyorum."

 

Neyi anlamıştı acaba? Buraya kadar gelmişti bir kere. Eve davet etmeden göndermek yakışmazdı.

 

"Eminim merak etme. Lütfen iner misin şu arabadan bir an önce. Akşam akşam sinirlendirme beni."

 

Ali de arabadan inince apartmana girdiler. Biraz yavaş bir tempoda merdivenleri çıktılar. Herkes yorgundu anlaşılan.

 

Elif kapının zilini çaldı. Kapıyı annesi açtı. Annesi yaşına göre genç gösteren biriydi. Uzun boylu, sivri yüz hatlarına sahip, buğday tenli ve ela gözlüydü. Elif fiziksel özelliklerini annesinden almıştı.

 

"Ferda teyze. Merhaba. Seni çok özlemişim." Miray Elif'ten önce davranmış hemen Ferda teyzesinin boynuna atlamıştı.

 

"Az kaldı. Nasıl heyecan var mı?"

 

"Çaktırma ama hem de çok var." Kıkırdamalara şahit olan Elif te içeriye girdi. Oda annesine sımsıkı sarıldı. Kokusunu özlemişti.

 

"Hoş geldin anne. Gerçekten özledim." Kokusunu iyice içine çektikten sonra geri çekildi.

 

"Kuzey de burada." Kuzey hemen arkasından geliyordu. Miray çoktan içeri girmiş Ender amcasıyla sohbete dalmıştı. En son Ali içeriye girdi. Elif annesinin tepkisini merak ediyordu açıkçası. Ve hiç hiç sorgulamadan içeriye almıştı. Bu çocukta şeytan tüyü vardı kesin.

 

"Hoş geldin oğlum. Buyur gel."

 

Annesi kolay kolay kimseye oğlum diye hitap etmezdi. Garipsemişti bu durumu. Nasıl bir yakınlık hissetmiş olabilirdi ki?

 

Herkes sırayla kucaklaşırken Ali, Elif'in babasının dikkatinden kaçmamıştı.

 

"Bu beyefendi kim?" Gözler merakla ona çevrilmişti.

 

"Kusura bakmayın. Kendimi tanıtmayı unuttum. Ben Ali

Kuzey'in kuzeniyim." Soy bağına bakacak olursak kuzeni oluyordu evet.

 

"Hoş geldin Ali. Seni tanıdığıma memnun oldum."

 

"O şeref bana ait efendim. Teşekkürler."

 

Elif bu yakınlıktan hiç hoşlanmamıştı. Daha şimdiden babası ona sevecen bir gözle bakıyordu. Gerçi babası her zaman esprili, nazik ve sevecen bir yaklaşıma sahipti. Ama bu sefer tersi olsun çok istemişti.

 

Bu savaşta müttefikleri giderek azalıyordu anlaşılan.

 

İlerleyen dakikalarda Ali ile babasının çok iyi anlaştığını fark etti. Çay eşliğinde karşılıklı oturmuş muhabbet ediyorlardı. Ortak noktalarının ise okudukları bölüm olduğunu asla tahmin edemezdi. İkisi de mühendislik okumuştu. Babası tam da sohbet edebileceği birini bulmuştu. Aralarındaki konuşmayı uzaktan izliyordu. O kadar ciddiyetle onlara odaklanmıştı ki Kuzey'in yanına geldiğini fark etmemişti.

 

"Söylemiştim... İyi anlaşacakları belliydi. Çok benziyorlar. Sence de öyle değil mi?"

 

Yanı başında duran Kuzey duvara yaslanmıştı.

 

"Hiçte bile. Sana öyle gelmiş."

 

"Tabi ya. Kesin bana öyle gelmiştir. Ah ah. Senin adına üzülüyorum. Bizim tarafımız senden daha kuvvetli. Kabul et. Çoktan kaybettin."

 

Elif bunu kabul etmeyecekti. Gözlerinde şimşekler çakıyordu.

 

"Sen öyle san." diyerek çekip gitti oradan. Annesiyle Miray'ın yanında aldı soluğu. Düğünden bahsediyorlardı. Önlerinde duran kurabiyelerden yiyor keyifle çaylarını yudumluyorlardı. Ama Elif'in aklında başka düşünceler çarpışıyordu. Kuzey'in söylediğini düşünüyordu nedense. Ailesi Ali'yi sevmişti. Özellikle babası... Bu hiç adil bir karşılaşma değildi. Ne kurabiye yiyebildi ne de çay içebildi.

 

Bir saat sonra gitmişlerdi. Elif balkona çıkıp onlara el sallamıştı. Ali'yi göremiyordu. Muhtemelen çoktan arabaya binmişti. Miray ise arabanın kapısındaydı. Biricik dostu 2 güne evleniyordu. Ona uzaktan öpücük yollamıştı. Uzağa gitmeyecekti ama hayatı değişecekti neticede. Sonra araya yine Kuzey girdi. Başını pencereden uzatıp Miray'a bir şeyler söyledi. Miray uzatmadan arabaya bindi. Elif, onları araba gözden kaybolana kadar izledi.

 

Elif içeri geçtiğinde ise babasının yanına oturdu. Onun kolunun altına girmişti. Babası da ona sarılmıştı. Bu sıcaklığı seviyordu. Babasıyla her zaman farklı bir diyaloğu vardı. O hep onun prensesi, küçük kızı olarak kalacaktı. Bunu biliyordu.

 

"Seni çok özledim baba." Uzanıp kızının alnına öpücük kondurdu.

 

"Bende seni çok özledim kızım. İnan anneni zar zor ikna ettim. Yoksa düğün akşamı gelirdik."

 

Gülümsemeleri evin sessizliğine iyi gelmişti. Bu işte kendi payı da vardı. Annesi tek suçlu değildi. Ama bunu söylemeyecekti.

 

"Bakın düğün günü kimseyi beklemem ona göre. İşinizi erken bitirin."

 

"Ben zaten Miray ile olacağım. Gelin arabasıyla geleceğim. Yani babacığım benden kurtuldun say." Ender eşine doğru çevirdi yüzünü.

 

"O zaman sana söylüyorum Ferda. O gün beni bekletme bak. Erkenden hazırlan."

 

"Oldu canım. İstersen düğün salonunu da ben açayım."

 

Evin neşesi yerine gelmişti. Annesi ile babası arasındaki sevgi bağı çok güçlüydü. Onlara imrenirdi hep. Babası gibi birini en azından ona benzeyen birini bulmak bile çok zordu. Kaldı ki şu ana kadar bulmayı da düşünmemişti ki. Neden şimdi sorguluyordu?

 

"Ali'yi çok sevdim. Çok efendi birine benziyor. Bana gençliğimi hatırlatıyor."

 

"Benim de kanım kaynadı Ali'ye. Daha ilk gördüğümde hissettim. İyi bir çocuk."

 

"Kıskanmalı mıyım Ferda?"

 

"Yok artık daha neler Ender. Ama itiraf etmeliyim oğlum olmasını isterdim."

 

Elif konunun gidişatından memnun değildi. Annesi bile farkında olmadan onun tarafına geçmişti.

 

"Al benden de o kadar. Oğlum olsa bu kadar sevinirdim." Sonunda Elif'in tepesi atmıştı. Babasının sevgi dolu kolundan çıkmıştı.

 

"Sizin evladınız benim. Neden Ali'yi konuşuyorsunuz. Hem onun nesi bu kadar iyi anlamadım."

 

"Aman aman. Asıl kıskanç buradaymış meğerse. Kızım senin yerin ayrı. Neden kendini kıyaslama ihtiyacı duyuyorsun ki? Ayrıca Ali iyi bir çocuğa benziyor. Neden onun hakkında bu kadar ön yargılısın? Ali sevilmeyecek biri değil ki."

 

Bu akşam daha fazlasını duymak istemiyordu.

 

"Ben çok yorgunum. Uyumak istiyorum. Sizde yorgun görünüyorsunuz. Gidip dinlenin." Babasının yanağına bir öpücük kondurduktan sonra

 

"İyi geceler." dileyip odasına çekildi.

 

Yorgundu gerçekten. Özellikle ruhsal olarak yoğun bir gün geçirmişti. Bir an önce uyumalıydı. Ama yapamadı. Gece boyunca babasının söyledikleri aklından çıkmamıştı. Özelikle son söylediği.

 

Ali sevilmeyecek biri değil ki.

 

Bu cümle tekrar tekrar zihninde dolanıp duruyordu. Bedeni de ona eşlik ederek yatağın içinde bir sağa bir sola dönüyordu. Kafasının susması için yastığa sığınsa da fayda etmemişti. Sesi duymamak için çok çabaladı ama bu ses onu rahatsız edecek kadar net duyuluyordu. En iyisi müzik dinlemekti. Ona en iyi gelen şeylerden biri de buydu. Kulaklığı taktı. En sevdiği müzikleri dinlemeye başladı. Ama yine bir sonuç alamadı.

 

Nasıl bir şey böyle bir şeye sebep olabilirdi? Kulaklığından duyulan o büyük gürültünün sesini bile bastırıyordu bu. Bütün müzikler kendi anlamını yitirmişti. Söyledikleri cümleler değişmiş, ritim bozulmuştu. Farklı bir ezgi ortaya çıkmıştı. Daha fazla heyecanlanmasına neden olan bir ezgi. Biraz da korku serpiştirilmişti notalarına...

 

Uykusuz bir gece geçireceği o kadar belliydi ki...

 

************************************

 

Şimdiden keyifli okumalar dilerim. 😊

 

Umarım bölümü beğenirsiniz.

 

 

Loading...
0%