Yeni Üyelik
18.
Bölüm

/ İlham Kaynağı /

@mileidi61

Bu akşam da Elif için kolay geçmemişti. Eve girdiğinde tek şansı babasının uyumuş olduğuydu. Annesi yine beklemişti onu.

 

Küçük bir sohbet sonrası odasına geçti. Çantasını yatağın üzerine bıraktı. Kendisi de yorganın üzerine uzandı. Krem renkli tavanla göz göze geldiler. Bomboş, anlamsız bir duvar gibiydi. Ama yine de izliyordu tavanı.

 

Aslında yorgundu. O ağırlığı hissedebiliyordu. Ama gözlerini kapatsa bile uyuyamıyordu. Yorgun olmasına rağmen uykusu hiç yoktu. Bunu anlam verememişti.

 

Gözleri yorgunluğun yarattığı kırmızılık ve şişlik yüzünden bitap düşmüştü. Ama ne zaman onları kapatsa hızlıca gerisin geri açılıyorlardı ve gözleri tavanla tekrar karşı karşıya geliyordu.

 

İçten içe biliyordu ki sebebi yine Ali idi.

 

Uzandığı yerden hışımla doğruldu. Şu anda bile onu düşünüyor, merak ediyordu. Uyuyamıyordu işte. Zorla gözlerine bant yapıştıracak hali yoktu. Çantasından telefonunu çıkardı.

 

Arasa mıydı ki? Saat çok geç olmuştu. Tam olarak gece üç...

 

Ama sesini duymak istiyordu. Onsuz geçen tek bir günü dahi olmuyordu. Seven kişi sevdiğini her daim özlemez miydi zaten?

 

Arayacaktı. Rehberinde onun adına tıklamıştı ki ekran değişti. Ali arıyordu.

 

Bu kadarına da pes demişti Elif. Denk gelmesi kader mi tesadüf mü bilemiyordu.

 

Şaşkınlığı kısa sürmüştü. Ela gözleri sevinçle kısılmıştı. Telefonu açtı.

 

"Efendim." Olabildiğince düz bir ses tonuyla konuşuyordu.

 

"Bende seni düşünüyordum."

 

Katıksız hoşlanıyordu bundan. Elif'in içinden geçeni her zaman duyuyordu. İşi bilmemezliğe vurmalıydı. Gözlerini devirdi. Ali'nin görmesine imkan yoktu sonuçta.

 

"Anlamadım?"

 

Şimdilik geri adım atsa iyi olacaktı. Yoksa Ali'nin olmayan egosu tavan yapacaktı. Elif sakince karşı taraftan gelecek cevabı bekliyordu.

 

Keskin, baskın bir sesle konuştu Ali.

 

"Eminim kesin anlamamışsındır. Bu saate kadar o kan çanağı gözlerle durmanın başka bir sebebi olabilir sanki?"

 

Tüh! Yakalanmıştı. Saatin geç olduğunu unutmuştu. Minik bir hata.

 

Boşta kalan elini beline yerleştirdi Elif.

 

"Uyumadığımı kim söyledi? Senin telefonuna uyandım belki nereden biliyorsun? Belki gece gece dans edesim geldi. Belki kitap okuyasım. Olamaz mı?"

 

Kısa bir sessizlik. Sonra Ali'nin sesi duyuldu. Bu sefer yumuşak hatta fazla naif bir ses.

 

"Yalan söylemeyi hiç beceremiyorsun. Uykulu ses tonun asla bu olmaz bir kere. Dans ediyor olsan nefes nefese kalırsın. Kitap okusan telefonuma hemen cevap vermezdin."

 

Bu söyledikleri Ali'yi haklı çıkarıyordu ne yazık ki. Yalanları sıralarken o kadar detaylı düşünmemişti.

 

Ve bu durum duraklamasına neden oldu. Hafif bir ürperti sardı bedenini.

 

"Bazen beni benden daha iyi tanıdığını düşünüyorum. Ve bu beni korkutuyor."

 

Onun gülümsediğini görebiliyordu Elif. Gözünde canlanıyordu. Duymasına bile gerek yoktu.

 

"O kadar emin olma. Daha çözemediğim, göremediğim çok yanın var. Gizlediğin, kendine sakladığın şeyler. Benim ise zamanım da sabrım da var. Üstelik bu konuda gayet başarılıyım."

 

"Kendini övmeye bayılıyorsun. Ya işler senin planladığın gibi gitmezse?"

 

Elif bundan ölesiye korkuyordu. Sanki kalbi bir yumruk tarafından sıkılıyordu.

 

"Bu zamana kadar hep bir yolunu bulmadık mı?"

 

Beraber evet.

 

"Doğru bulduk." dedi Elif. Ama yüreğinde o minik kaygıyı hep taşıyordu...

 

Sevgisi ağır basarak o kaygıya inat cesaret bulmuştu. Dudaklarından söylemeyi beklemediği cümleler çıkmıştı.

 

"Bende seni aramak üzereydim. Sesini duymak istemiştim."

 

Sustu. Eliyle dudaklarını kapattı. Bu kez rezil olmuştu işte. Ali'nin sinsice kahkaha attığına yemin edebilirdi...

 

"Ya uyuyor olsaydım?"

 

İlginçti. Lafını etmedi.

 

"Arayacaktım yine de. Sağ olasın ki senin sesini duymadan rahat başımı yastığa koyamıyorum artık."

 

Bu sefer kahkahasını duymuştu Elif. Kendi gibi tatlı bir kahkahası vardı. Çocukların neşesi gibi.

 

"Rica ederim. Her akşam müsaitim. Arayıp sesimi duyabilirsiniz."

 

Şımarıklığın bu kadarı.

 

"Anlaşıldı. Kapatma zamanım geldi."

 

"Kaçıyorsun. Kaç bakalım. En fazla yarına kadar kaçabileceksin. Tatlı rüyalar. Seni seviyorum."

 

"Sana da tatlı rüyalar. Bende seni seviyorum."

 

Telefonu kapattığında artık huzurluydu. Onun sesi sanki ona bir can, hayat veriyordu. Duymadan asla rahat edemiyordu. Fark etmişti ki onsuz hayatının tadı da yok gibiydi. Ey aşk sen nelere kadirsin!

 

Sabah uyandığında keyfi yerindeydi. Annesinin çoktan kalktığını duyduğu seslerden anlayabiliyordu. Güzel bir duş aldıktan sonra kahvaltıyı hazırlayan annesine yardım etmişti.

 

"Bana bak Elif. Baban kaza olayını öğrendi ama sana da kızgın. Neden ona erken söylemedin diye laf edecek bilgin olsun."

 

"Merak etme anne ben idmanlıyım."

 

Bunu bekliyordu zaten. Geç bile kalmıştı. Elif gece hesaba çeker diye bekliyordu.

 

Babası için özenle bir tabak hazırlamıştı. En sevdiği şeyi yumurtayı istediği gibi pişirmiş sonrada önündeki tabağa koymuştu.

 

"Sen dün neden kaza olayını bana anlatmadın?"

 

Evet Elif için mesai başlamıştı. Babasının yanında sandalyeye oturdu. Çayından bir yudum aldı.

 

"Bende akşam öğrendim zaten. Sen çoktan uyumuştun. Annemin haberi vardı."

 

Topu direk annesine atmıştı ama onu bu savaşta yalnız bırakmayacaktı.

 

"Hem sen her şeyi bize söylüyor musun ki?"

 

Babası yumurtasını yedikten sonra kızına döndü.

 

"Hangi konuda neyi söylemedim?"

 

Ha birde soruyordu ciddi ciddi. Karşısındaki babası olmasa çok farklı tepkiler verirdi. Ama yapamıyordu.

 

Annesiyle kısa bir göz teması kurduktan sonra babasına döndü.

 

"Sen daha iyi bilirsin. Hani daha çok benden sakladığın. Hatta Ali'nin de sakladığı. Hatırladın mı baba?"

 

"Yine mi bu konu?"

 

"Evet yine bu konu baba."

 

Elif üstüne basa basa söylemişti bunu.

 

"Daha öncede söyledim. Bu konuda sana bir şey anlatmayacağım. İstediğin kadar çabala. İstediğin kadar şantaj yap."

 

"Henüz bir şey yapmadım. Yani neymiş herkes her şeyi söylemek zorunda değilmiş öyle değil mi babacığım."

 

Annesi kızımı gururla izliyordu. İlk defa kocası köşeye sıkışmıştı. Haksız çıkmıştı.

 

"Anladık. Tamam. Bir şey demedim varsayın. Sizin elinize düşmeye görsün biri."

 

Annesi Elif'ten önce davranmıştı bu sefer.

 

"Ha şunu bileydin. Rahat bir kahvaltı yapalım bir kere de ne olur."

 

Elif annesiyle karşılıklı gülüşerek kahvaltıyı yapmıştı. Güzel bir başlangıçtı. Deli gibi merak ediyordu ama madem onlar inatçıydı. Elif te inatçıydı. Nasıl olsa bir gün öğrenecekti.

 

Bugün Ali ile buluşacaktı. Hava güzel hatta biraz boğucuydu bugün. Biraz erkenden gidip çarşıda dolaşmak istiyordu. Önce gidip hazırlandı tabi. Krem renkli ince bir bluz giydi altına aynı renk bir pantolon. Krem renkli sade babet ayakkabıları vardı onları da hazırladı. Krem renkli zincirli çantasını da yanına aldı.

 

Saçlarını bu havada açık bıraksa terleyebilirdi. Aynada onları da bir güzel topladı. Hafif bir topuz yaptı. Saçını düzleştirmekle uğraşmayacaktı. Ve Hafif bir makyajı da es geçmedi.

 

En son gözlerine baktı. Kızarıklık ve şişlik yok denecek kadar azdı. Bu iyi haberdi. Ali'nin yanında açık vermek istemiyordu.

 

Sonra eli yine dudağına kaydı. Aklına dün gece Ali'nin onu öptüğü anlar geldi. Gözlerini kapatmıştı.

 

"Kızım ne yapıyorsun orada sen?"

 

Annesinin sesi üzerine gözlerini açtı. Gerçekten aptal gibi hissediyordu kendini. Bu hali hem komik hem acınasıydı. Nasıl bu hale gelmişti?

 

Ona doğru bakan annesine yöneldi.

 

"Bir şey yapmıyorum anne. Çıkacağım birazdan. Ona hazırlanıyorum."

 

Herhalde annesine anlatmayacaktı olanları. O kadar da erken değil. Üstelik az kalsın rezil oluyordu. Aynadaki yansımasına bakarak kendine hakaretler yağdırıyordu. Tabi ki içinden.

 

On dakika sonra evden çıkmıştı. Artık rahatça Meydana gidebilir orada gezebilirdi. Yanına aldığı defteri de özenle koruyordu. Ali almıştı ona bu defteri. Ona özeldi. Ve o en güzel hayallerini ona aktaracaktı.

 

Meydanda önce Kunduracılar caddesinde gezindi. Aklında yazmak istediği roman için bir takım düşünceler dönüyordu. Bir ilham gerekliydi. Çevresinde geçip giden insanlara, onların meşguliyetlerine baktı. İzledi.

 

Üst caddeye geçti. Burası Kahraman Maraş Caddesiydi. Bir diğer adıyla Bankalar caddesi. En işlek Caddesiydi. Ve ciddi. Orada çok fazla zaman geçirmedi. En üst sokağa çıktı. Uzun sokak. Burası onun için ilham kaynağı olabilirdi. Daha çok gençlerin ve lokantaların olduğu sokak. Ali ile burada dolaşmıştı.

 

Aklına hep o geliyordu. Onunla geçirdiği zamanlar. Yaşadıkları. Belki de en cesur davrandığı anlardan birini burada yaşamıştı. O gün gökyüzünü su baloncuklarıyla doldurmuş çocuklar gibi neşeli, gamsız, tasasız, özgürdü.

 

Yüzüne yayılan aptal sırıtışla ilerlemiş ve nihayet o cafenin önüne gelmişti. Hatırlamıştı. O günün sonrasında bu cafeye girmişlerdi. Burada o akşam duramamışlardı çok. Sipariş dahi vermemişlerdi. Zaten Ali ile de burada buluşacaklardı.

 

Saatine baktı. Ali ile buluşmasına daha bir saat vardı. Erkenden girmek istedi. Üst kata çıktı. O zaman oturdukları masaya oturdu. Burası sakindi şimdilik. Biraz oturduktan sonra çantasından defteri ve kalemi çıkardı.

 

Bir şeyler karalamalıydı. Bir şablon oluşmalıydı kafasında. Aslında nereden başlayacağını henüz kestirememişti ama konu bulmak en önemli noktaydı. Aklından geçen fikirleri, isimleri, olayları yazıya döktü. Bu sırada iki bardak limonata içmişti. Hava gerçekten sıcaktı.

 

O kadar dalmıştı ki deftere, düşüncelerine arkasından onu izleyen adamı hiç fark etmedi. Sessizce yanına gelişini de. Ve yanağından öpüşünü de.

 

O an idrak etmişti. Daha saniyesinde başını çevirmiş onun gözleriyle buluşmuştu. Kokusu onu yine esir etmişti kendisine.

 

"Sen ne zaman geldin?"

 

Kalkıp ona sarıldı. Kollarıyla sarmaladı... Çok tanıdıktı bu koku. Ailesi kokuyordu. Kendisi kokuyordu.

 

"Bir on dakika oluyor."

 

Elif kendini geri çekti. Hüzünle eğdi başını.

 

"Özür dilerim hiç fark etmedim. Dalmışım."

 

Ali parmaklarıyla onun çenesinden tutarak hafifçe yukarı kaldırdı.

 

"Sakın. Özür dilenecek bir şey yok. Seni seyretmeyi kendim istedim. Çok keyifliydi. Her halin nasıl güzel olabiliyor senin?"

 

"Utandırma beni."

 

"Aslında çok isterim ama dayanamayıp daha çok öperim diye durduruyorum kendimi."

 

"Sağ ol. Hiç utandırmadın. Yerin dibine girsem mi ne yapsam?"

 

Ali onun karşısındaki koltuğa oturdu. Kahverengi bir takım giymişti bugün. Elif aralarındaki bu uyumu görmezden gelememişti. Bu da tesadüf müydü?

 

Ali ise gözlerini deftere çevirdi.

 

"Neyle uğraşıyorsun sen?"

 

"Ne gibi duruyor?"

 

"Roman mı yazıyorsun?"

 

Elif Ali'nin sesindeki o erkeksi heyecanı duymuştu.

 

"Henüz bir şey yazmıyorum. Taslak olarak başlattım. Daha çok başındayım. Bakalım."

 

Ali kollarını masaya yerleştirip Elif'e doğru yakınlaştı.

 

"İstersen fikir konusunda yardımcı olabilirim. Aklında olan şey ne?"

 

Elif'in zihninde pek çok düşünce vardı. Hangisi daha iyi olurdu bilmiyordu. Ali'nin onun sevdiği, değer verdiği şeylerle ilgilenmesi onu hoşnut etmişti. Bu özellik herkeste yoktu.

 

"Ne gibi mesela? Her türlü fikirlere açığım."

 

"Kendinden başla. Her insan birine baktığında kendisinden bir şeyler görür muhakkak. En ufak bir benzerlik bile olabilir."

 

"Kendini anlat diyorsun?"

 

"Kendini anlatmak için başkalarını da anlat diyorum. Hepimizin iç dünyasında kendine sadece kendine sakladığı bir korku, bir hayal, bir görüş vardır. Her insan bir yönüyle diğerine benzer biraz. Bunlardan ana fikir alabilirsin."

 

"Herkesin yaşadığı hayat aynı değil. Acıları aynı değil. Dertleri aynı değil. Sevinçleri aynı değil. Bu nasıl mümkün olacak ki?"

 

"Tabi ki değil. Sadece hayatlarının bir köşesinden sana uzansın yeter. O hikaye kendi içinde yer bulacaktır zaten."

 

Elif arkasına yaslanmış onun dediklerini süzgeçten geçiriyordu. Öte yandan hayranlıkla izliyordu.

 

Ali bu bakışı ilk kez görüyordu. Yeni bir tavırdı bu.

 

"Neden öyle bakıyorsun?"

 

"Bu konuda benden daha bilgili gibi duruyorsun. Gizli bir yazar olmayasın sakın."

 

Ali kıvırcık saçlarıyla oynayıp Elif'i yüzüne baktı tekrar.

 

"Zerre alakam yok. Sadece fikir."

 

"İkna olmadım ama neyse. Sanırım her şeyi olmasa da bir şeyi buldum."

 

"Neyi buldun?"

 

Elif masanın üzerinde kollarını birleştirip ona doğru eğildi.

 

"İlham kaynağımı buldum. Sensin."

 

O kadar net ve içten söylemişti ki bunu Ali'nin gözleri büyük bir ışıkla parlamıştı. Kıvrımlı dudakları kahkaha atmaya hazır hale gelmişti.

 

"Teveccüh gösteriyorsun. Şımarırsam ne olacak?"

 

"Eh o kadarına da katlanacağız artık."

 

Şimdilik defteri kapatmalıydı ama. Ali ile ilgilenmeliydi.

 

"Anlat bakalım. Ne yaptın gece?"

 

"Seninle konuştuktan sonra yatacaktım ama galiba bana ahın tuttu. Bu sefer de ben uyuyamadım. Gözlerimi kapattığımda güneş doğmuştu."

 

"Şaka yapıyorsun?" Gerçekten hayret etmişti buna Elif.

 

"Ne yazık ki hayır. Ama iyiyim. Seni göreceğim için dinç tuttum kendimi."

 

"Umarım akıllanmışsındır. Buda sana ders olsun."

 

"Vicdansızsın."

 

Yok artık. Dün gece yaptıklarını unutuyordu herhalde. Onu o halde bırakıp gitmişti.

 

"Ben mi? Asıl vicdansız sensin. Konuşturma beni şimdi de yemeğini ye."

 

Ali elini kaldırıp söz aldı.

 

"Suçumu kabul ediyorum. Ama yine olsa yine yaparım."

 

Elif'in gözleri sinirle büyümüştü. Bir an önce hamburgeri yiyip buradan gitselerdi iyi olacaktı.

 

Neymiş yine yaparmış. O kadar kolaydı sanki. Ama akşam kolay olmuştu. Ali onu öptüğünde çokta kolay olmuştu.

 

Yediği yemekten bir şey anlamasa da doymuştu Elif. Ali de fena yememişti. Kısa bir bakışma sonrası ikisi de kalktı.

 

"Nereye gidiyoruz?"

 

"Birbirimizi ilk gördüğümüz yere."

 

Yani sahile ineceklerdi. Orası onlar için unutulmayacak bir anıya sahipti.

 

Hesabı bu sefer Ali ödemişti. El ele sahile doğru yürüdüler. Hava neredeyse kararmaya yakındı ama hala çok sıcaktı... Güneş henüz batmamıştı.

 

"Umarım gün batımını yakalarız."

 

"Merak etme yakalayacağız."

 

Elif merakla başını ona çevirdi.

 

"Nasıl bu kadar emin olabiliyorsun?"

 

"O kadar zaman ayarlaması yaptık. Biliyoruz bir şeyler."

 

"Vayy demek bu kadar dikkatli davrandın."

 

"Ben her zaman öyleyim. Biliyorsun."

 

"Evet biliyorum bay övünen."

 

Gülüşleri sokağa taşacak kadar fazla, yüreklerine sığmayacak kadar büyük hiç olmayacak kadar gerçekti.

 

Küçük merdivenlerden de inmişlerdi. Artık sahildeydiler. Kıyıda üç tane kayık vardı. Hafif dalgalanan denizin etkisiyle bir sağa bir sola sallanıyorlardı. Etraf kalabalıktı. Birçok çift buraya akın etmişti yine.

 

Ve güneş. Batmak üzereydi. Elif önce güneşe sonra Ali'ye baktı.

 

"Hadi. Neyi bekliyoruz?"

 

Beraber biraz daha adım attılar. Sonra da o trabzanlara çıktı Elif. Ali onu ilk böyle görmüştü. Bu halini hala şimdiki gibi hatırlıyordu.

 

"Biliyor musun? Sanki hiç değişmemişsin gibi geliyor. Hep oradaymışsın gibi."

 

"Yanılıyorsun. Çok değiştim. Hadi gel."

 

Elif ona elini uzattı. Ali o eli tutarak onun yanına çıktı. Elif o gün bu trabzanlara tek başına çıkmıştı. Yalnızdı. Bağırmaya gücü yoktu. Cesareti yoktu. Islanmıştı.

 

Şimdi yanında Ali vardı. Bugün için ona çok şey borçluydu. Ona doğru döndürdü başını. Artık yalnız değildi. Çaresiz değildi.

 

Ali ona biraz daha yaklaştı. Onun o gün hüzün dolu bakışlarını hatırlıyordu. Artık o gözlerde umut vardı. Işık vardı. Bu gözler zaten hiç hak etmemişti o hüznü.

 

Güneşin batışını beraber seyrediyorlardı. Onun izi denizin üzerinde bir çizgi gibi yayılıyordu şimdi. Onların yüzünün bir yarısı güneşe dönük diğer yarısı da gölgeyle kapalıydı.

 

Elif ilk sözü alan kişi oldu.

 

"O gün hayatını değiştirecek kişiyle tanışacağımı söyleselerdi inanmazdım."

 

"Söylenmemesi bazen daha hayırlıdır. Kader kendiliğinden gerçekleşir. Ve o gün biz kaderimizi başlattık."

 

Elif trabzanlarda bir ileri bir geri sallanmaya başladı.

 

"Kulağa hem hoş hem de mantıklı geliyor. İtiraf etmeliyim daha o gün anlamıştım."

 

Ali'nin bal rengi o gözleri güneşin ışığıyla daha bir yakıcı hale gelmişti.

 

"Neyi anlamıştın?"

 

"Bir gün yine karşılaşacağımız. Bir şekilde yine karşı karşıya gelecektik. Sanki biri kulağıma fısıldamıştı bunu."

 

"O fısıldayanlara bir teşekkür etmemiz gerekecek o zaman."

 

"Dalga geçme. Sanırım seni sevebileceğimden korktuğum içindi kaçışım."

 

Ali onun bu duygu karmaşasını anlayabiliyordu. Bir kere bile şüphe etmemişti ki ondan.

 

"Yine de başaramadın. Çözüm değildi. "

 

"Evet. Başaramadım. Nedendir bu beni hiç üzmüyor. Yenilmişim gibi hissetmiyorum."

 

"Yenilmek mi? Biz birbirimizi bulduk. Kazandık. Henüz kaybedilmiş bir savaş yok."

 

Elif sanki bu cümleyi kalbine kazımıştı. Evet henüz yoktu. Ama olmayacağının garantisi de yoktu.

 

"Evet. Yok."

 

Ali onu tek eliyle sarmalamıştı yine. Sağ tarafındaki şakağın üzerine dudaklarının iziyle bir buse eklemişti. İç gıdıklayıcı, hasretlik bir öpücüktü. İkisi de gözlerini kapatmış yaşadıkları anın mutluluğunu paylaşıyordu...

 

Sonra fısıltılar duyuldu...

 

"Seni seviyorum Elif. Söylemekten hiç bıkmayacak kadar seviyorum. Her zaman da söyleyeceğim."

 

"Sevdiğimsin Ali. İleride ne olur bilemem. Sen ise hep sevdiğim ve sevenim olarak kalacaksın."

 

Küçük fısıltılar yüreklerine sevgiyi derinden bir uğultu olarak işlemişti. Bağırıyordu resmen.

 

Sonunda gün batmıştı. İkisi de birbirlerine sarılarak gülümsediler. Mükemmel bir anı daha eklenmişti albümlerine.

 

"Bu halimizin resmini de çizebilir misin?"

 

"Ne o koleksiyon yapmayı mı düşünüyorsun?"

 

Hevesi kursağında kalıyordu her defasında.

 

"Evet. Aynen canım koleksiyon yapmak istiyor."

 

"O zaman bir bakarız."

 

"Yemin ediyorum gıcıksın."

 

Sahte bir iki vuruşla gülümsediler birbirlerine.

 

"Sende çok tatlısın."

 

En sonunda Elif onu trabzanlardan aşağıya itmişti. Kendisi de trabzanlardan inmişti.

 

"Bence bir kere daha düşün."

 

"Düşündüm. Hala aynı fikirdeyim."

 

Elif ne kadar istese de onu bu düşüncesinden vazgeçirememişti. Sonra Ali' nin telefonu çaldı.

 

"Annen mi?"

 

"Evet bu akşam geleceklerdi. İnmişler demek ki."

 

Ali annesiyle konuşmak için az öteye gitmişti. 2 dakika sonra geri geldi.

 

"Gitmem gerek."

 

"Biliyorum. Bekleme. Git aileni yalnız bırakma. Ne zamandır onları görmüyorsun."

 

"Gitmekte hiç istemiyorum oysa ki. Yanında kalmak istiyorum."

 

Oyuncağı elinden alınmış çocuk gibi mutsuzdu. Keyifsizdi.

 

"Abartmasan mı? Şu anda burada hala durman bile hata. Hadi git."

 

"Bu akşamlık bu kadarıyla idare edeceğiz ne yapalım. Bırakayım mı seni eve?"

 

"Hayır. Kendim giderim. Hadi geç kalma."

 

"İyi tamam. Arayacağım seni ama. Dikkatli ol."

 

"Tamam. Git artık."

 

"Sende ne meraklısın göndermeye. Gidiyoruz işte."

 

Gitmeden Elif'i alnından öpmüştü.

 

"Sen balsın bal."

 

Elif arkasından bir süre onu izlemişti. Gözden kaybolunca oda eve gitmek için dolmuşların olduğu yere gitti. Sonra onun da telefonu çaldı. Arayan Kuzeydi.

 

"Efendim Kuzey."

 

"Elif. Nasılsın?"

 

"İyiyim Kuzey. Sen nasılsın? Bir sorun mu var?"

 

Kuzey'in sesi endişeli geliyordu. Garipti...

 

"Ben iyiyim. Ama Miray iyi değil. Birkaç gündür bir değişik davranıyor. Morali hep bozuk. Yarın izinli. Eve gelme şansın var mı?"

 

"Tabi ki gelirim. Durduk yere ne olmuş olabilir ki?"

 

"İnan bilmiyorum. Anlatmıyor. Belki sana anlatır."

 

"Tamam merak etme. Yarın ben geleceğim. Sende kendini üzme. Hayırlı geceler."

 

"Teşekkür ederim Elif. Sana da hayırlı geceler."

 

Miray'ı boşlamıştı biraz. Aramamıştı. Acaba ne olmuştu? Bir yandan Ali için endişeleniyordu. Umuyordu ki iç sesi bu sefer haksız çıksın. Şimdi de Miray.

 

Bir şeyler ters gidecekmiş gibi hissediyordu Elif. Hem de çok net hissediyordu...

 

************************************

 

Bölüm sonu arkadaşlar. Umarım bölümü beğenirsiniz.. 😊

 

 

Loading...
0%