Yeni Üyelik
7.
Bölüm

/ Kötü Tesadüf /

@mileidi61

Elif, o geceden sonra iyi bir dinlenmeye ihtiyacı olduğunu biliyordu. Sabah kalktığında annesi çoktan kahvaltı masasını hazırlamıştı. Mis gibi börek kokusu yayılmıştı etrafa. Parmak ucunda yürüyerek annesinin yanına vardı. Yanağına minik ama uzun bir öpücük kondurmuştu.

 

"Günaydın. Masa mükemmel görünüyor."

 

"Sana da tünaydın. Sen geç kalkmazdın. Hayırdır. Uyuyamadın mı gece?"

 

Ne yazık ki haklıydı. Uykusuz bir gece geçirmişti. Annesinin gözünden de bir şey kaçmıyordu.

 

"Evet. İyi uyuyamadım diyelim. Babam nerede?"

 

" Gazete okuyor içeride. Gelir birazdan. Git sende bir elini yüzünü yıka. Kendine gel."

 

"Tamam tamam. Gelir gelmez başladın yine. Sanki 5 yaşında çocuğum."

 

"Bizim gözümüzde hep öylesin. Ve 60 yaşına da gelsen öyle kalacaksın. Git şimdi. Kahvaltıyı kaçıracaksın yoksa."

 

Elif daha fazla direnmedi. Elini yüzünü yıkayıp odasına, üstünü değiştirmeye gitti. Bugün bir yere gitmeyecekti. Bir şey yapmayacaktı. Tembelliği seçmişti. Yarın nasıl olsa acısını çıkaracaktı. Düğün onu epeyi yoracaktı.

 

Üzerine sade siyah bir bluz altına da eşofman giymişti. Ev haline geri dönmüştü sonunda.

 

Annesi meslek olarak Tarih Öğretmenliğini seçmişti. Ve bunun için çok çalıştığını biliyordu. Devlet memuru olmak kolay değildi sonuçta. Öte yandan marifetliydi. Evdeki işlere de yetişiyordu her zaman. Kimseye de bir şey bırakmıyordu. Severek yapıyordu. Tembellik ona göre değildi. Babası şanslıydı. Annesi onun için ideal bir eşti. Elinden her iş geliyordu.

 

Elif ise bu konuda annesine hiç benzemezdi. Onları yan yana gördüklerinde anne kız olduklarını anlarlardı elbet ama ruhları çok farklıydı. Elif'in hayal dünyası bambaşkaydı.

 

Annesi gibi iyi yemek yapamazdı bir kere. Elinden de her iş gelmezdi. Öyle sürekli çalışmak gibi bir derdi de yoktu. Elif annesine ne zaman baksa kendisini hep 0 olarak görürdü bu yüzden. Bu durumun onda açtığı yarayı kimse bilemezdi. İlmek ilmek yüreğine ince bir sızı olarak işlemişti.

 

Annesinin ona seslendiğini fark ettiğinde daha fazla beklememesi gerektiğini anlamıştı. Kahvaltıda sessiz kalmayı tercih etmişti. Annesinin yemeklerini özlemişti ve onların tadına bakmak daha iyi bir fikirdi. Elif önüne ne geldiyse yemiş bitirmişti.

 

"Kızım yavaş yesene. Boğulacaksın. Sanki arkandan atlı kovalıyor."

 

"İnan ki senin el lezzetini çok özledim. Önüme koydun bir kere. Şimdi ben nasıl sabredebilirim?" Eline aldığı ekmek parçasıyla annesinin yaptığı melemenden bir parça daha ağzına atmıştı.

 

Elif bu lezzeti iyi biliyordu. Anne yemeğinin tadı da verdiği sıcaklıkta farklı oluyordu. Üstelik bu iltifat annesinin hep hoşuna giderdi.

 

"Ne yapacaksın bugün? Beraber çıkalım mı dışarıya?" Babasının sorusuna cevap verebilmek için biraz bekledi. Yemekte olduğu parçayı yutmadan konuşamayacaktı. Bu işlemi çabucak hallettikten sonra babasına döndü. Aslında teklifi çok cazipti ama bugünü evde geçirmeye kararlıydı.

 

"Babacım çok gitmek isterim. Ama bugün evdeyim. Tüm gün de çıkmaya niyetim yok. Film izleyeceğim."

 

"Geldiğimiz gibi ekildik yani."

 

"Düğünden sonra söz bana. Şu günü atlatalım. Sonra çıkarız seninle. Kız sözü."

 

"İyi öyle olsun bakalım. Ama unutursan hatırlatırım bak."

 

"Merak etme unutmam. Hem annemle çıkabilirsin. Öyle değil mi anneciğim?"

 

"Kusura bakmayın ama bugün Gülriz'e uğrayacağım. Düğün öncesi bir gidip görmek iyi olur. Büyük telaşı vardır onun şimdi. Hem belki yardıma ihtiyacı da olabilir."

 

Yumuşak yürekli bir annesi vardı. Düşünceli, ince fikirliydi.

 

"Tamam olur. Ben seni bırakırım. Sonra ben kendi başımın çaresine bakarım. Sizden bana fayda yok bugün."

 

Babası hep enerjik bir yapıya sahipti. Sürekli hareket halindeydi. Bir gün yerinde durduğunu görmemişti Elif. Babasına doğru uzanıp gömleğinin izin verdiği ölçüde koluna girdi.

 

"Sen gücendin mi şimdi bize? Bugünlük böyle olacak sadece. En iyi şekilde telafi edeceğime inanabilirsin."

 

"Öyle olsa iyi olur. Ben daha yemeyeceğim. Ferda çabuk hazırlan. Çayım bitene kadar beklerim o kadar."

 

"Anlaşıldı. Tamam. Sen geç içeriye. Ben hemen hazırlanırım."

 

Elif annesine masayı toplamak için yardım ediyordu. Annesi elinde tabaklarla kızının kulağına eğildi.

 

"Baban yaşlandıkça aksi birine dönüşüyor. Önceden de öyleydi ama şimdi tutabilene aşk olsun."

 

Elif içeride keyifle çayını yudumlayan babasına baktı.

 

"Her zamanki hâli işte. Şu düğünü atlatalım alırız gönlünü nasıl olsa. Sen git hazırlan. Yoksa başlayacak yine."

 

Annesi masayı ona bırakıp hazırlanmaya gitti. Yaklaşık on beş dakika içinde de hazırlanıp evden ayrılmışlardı. Elif onların gidişini balkondan çay içerek seyretmişti.

 

Sonra da doğruca odasına film izlemeye gitti. Üniversiteye başlarken almıştı bu bilgisayarı. Ve şuan da gayet iyi çalışıyordu. Onunla iyi bir arkadaş olmuştu. O zamanlar çok işine yaramıştı. Dersler ve projeler için resmen kolu bacağı hâline gelmişti. Bu sefer keyfi için kullanacaktı. Evde daha önceden bağlattıkları Wi-fi de vardı. Birkaç kere bağlantı sorunu çıkarmıştı ama sonunda babası bu sorunu halletmişti.

 

Film açmadan önce kendine abur cubur tabağı hazırlamıştı. Film izlemenin keyfi ancak böyle çıkardı. Ne var ki bu abur cubur tabağı filmin başladıktan on dakika sonra biterdi. Tabi doğruydu. Güzel şeyler çabuk bitiyordu işte...

 

Akşama kadar bilgisayarın başından ayrılmadı. Bugün Miray'ı da aramadı. Ama mesaj atmıştı. Ailesiyle vakit geçirmeliydi. Nasıl olsa yarından sonra başka bir evde kendi evinde açacaktı gözünü. Evi Beşirlide tutmuşlardı. Kuzey'in ailesi de oraya yakın oturuyordu. Ama en önemlisi işleri için en uygun yeri seçtiler.

 

Miray üniversitede okurken staj yaptığı bir reklam ajansında çalışmaya devam edecekti. Onların bölümden ilerleyen nadir kişilerden biriydi. Kuzey'in ailesinin ise maddi durumu iyiydi. Oda özel okulda öğretmenlik yapıyordu. Şu anlık bu yolda ilerleyeceklerdi. Hayatları bir düzene oturmuştu bile.

 

Acaba Ali ne yapıyordu? Üç film izlemesine rağmen onu düşünüyor olması sinirini bozuyordu. Dikkatini onlara bir türlü verememişti. Hayatına bu kadar etki etmesi normal değildi.

 

Yüzünü başucundaki masada duran çantasına çevirdi. Resim oradaydı. Dönüp dolaşıp yine ona geri gelmişti. Ama onu sürekli çantasında taşıyamazdı. Onu bir yere saklamalıydı. Bilgisayarı dizlerinin üstünden indirip koluyla çantasına uzandı. İçinden o kağıt parçasını çıkarıp son kez baktı.

 

Onu atmadığı için aklını kaçırmış olmalıydı diye düşünüyordu. Burun kıvırarak yatağından kalktı. Kitaplığına doğru yöneldi. Burası onun özel yeriydi. Annesi, babası dahil kitaplığına dokunmuyordu. Elindeki kağıdı özenle dörde katladı. Yırtılmasından korkuyor gibiydi. Sonra çok sevdiği bir kitap olan Kürk Mantolu Madonna'nın arasına yerleştirdi. Ve aynı özenle kitabı yerine koydu. Burada güvende olacaktı.

 

Kapının sesini duyduğunda içeriye yöneldi. Gelen annesiydi. Yorgun görünüyordu.

 

"Hoş geldin anne. Nasıl geçti?"

 

"Hoş bulduk. Ay sorma. Güzel ama yorucu geçti. Bizi işlerden çok Gülriz yordu aslında. Çok stresliydi. Normalden de çok hem de." Çantası bir yana kendisi bir yana savrulmuştu. Elif de annesinin karşısındaki koltuğa oturdu.

 

"Tahmin edebiliyorum."

 

"Kardeşleri de oradaydı. Kalabalıktı doğrusu. Çoğu şey hazırdı zaten. Ben ufak tefek şeylere yardımcı oldum o kadar. Her şey çok güzel görünüyordu. O yorgunluğa değdi açıkçası."

 

"İyi o zaman. Ben yatıyorum sabah erken kalkacağım zaten. Babam geç gelecek kesin. Seninle olmadığına göre."

 

"Evet aradı beni yoldayken. Zaten onu beklemeye niyetim yok. Bende yatacağım. Sana iyi geceler kızım."

 

"Sana da iyi geceler anne."

 

Elif odasına çekilmişti. Bilgisayarını kapatıp yatağın üzerinden kaldırdı. Çantasına geri koydu. Sonra odayı aydınlatan lambayı kapatıp doğruca yatağın içine girdi. Telefonu eline aldı. Yüzüne yayılan ışık onu önce rahatsız etmişti. Gözlerinin alışması için biraz ışığını kıstı. Ona gelen bir mesaj vardı. Miray yollamıştı.

 

Yarın sakın geç kalayım deme. Ömür boyu küslük ilan ederim.

 

Zaten öyle bir niyeti de yoktu.

 

Merak etme orada olacağım.

 

Yazdığı kısa cevaptan sonra biraz telefonda sosyal medyada gezindi. Yatmak demek uyumak demek değildi sonuçta. Mutlaka önceden bir kez sosyal medyada ne olup bittiğine bakardı. Kuzey'in profilinde zaman sayacı vardı. Düğüne kalan zamanı gösteriyordu. Bunu bile eklemişti demek ki. Romantik çocuk seni.

 

Sonra düşündü. Ali'nin sosyal medya hesabı var mıydı acaba? Kuzey'in arkadaş listesine baksa anlayacaktı elbette. Ama bakmadı. İçindeki o meraklı dürtüye engel olmak mantıklı bir karardı.

 

Ama keşke baksaydım diyecekti ertesi gün. Keşke görseydim. Nereden bilebilirdi ki böyle bir tesadüf olacağını? Asla aklına gelmeyecek bir şeyin başına geleceğini...

 

 

DÜĞÜN GÜNÜ.

 

Elif sabah çok erken kalkmıştı. Alarmından da önce. Bu işe de sinir olurdu. Hele ki beş dakika üç dakika kalmışsa ki genelde öyle olurdu delirmek işten değildi. Uyuşuk hâlinden sıyrılıp yataktan attı kendini. Alarmı da kapattı. Artık çalmasına gerek yoktu.

 

Giyeceği kıyafetleri, ayakkabısını her şeyi hazırladı. Yuvarlak yakalı, diz hizasında mürdüm renkli bir elbise almıştı. Askılı kol modeline sahipti ve dokumalı kumaşı vardı. Belin üstünde ki kısmında çiçek desenleri vardı. Alt kısmı ise tüldü. Ona yakışacak bir elbiseydi. Elbisenin rengi göz rengi için de uygundu. Makyajını da ona göre yaptıracaktı.

 

Oturma odasındaki duvar saatine baktı. Kuaföre gitmesi için bir saat süresi vardı. Meydandaki bir kuaföre gidecekleri için acele etmesine gerek yoktu. Küçük bir kahvaltı yapabilirdi. Öyle de oldu. Dolaptan hazır ne bulduysa masaya koydu. Sessizce hareket etmeye özen gösteriyordu. Annesini uyandırmak istemezdi. Çayını demlemişti bile. Zaten koyu çay içemezdi. Hızlıca kahvaltısını yapıp kalan işlerini halletti. Artık yola çıkabilirdi.

 

Kuaföre vardığında Miray içerideydi. Onu buraya bırakıp gitmişlerdi.

 

"Geç kalacaksın sandım bir an."

 

"Geldim işte merak etme." Elindeki poşetleri uzun kırmızı koltuğun kenarına koydu. İçinden elbisesini alıp giydi. Daha sonra ona gösterilen yere oturdu. Makyajını abartılı istememişti. Ama kullanacağı tonları biliyordu.

 

Elbisesinin tonlarında bir makyaj istemişti. Mürdüm rengi ela renkli gözleri için en ideal renkti. Yüzüne hafif gölgelendirme de yaptıracaktı. Ama takma kirpik istememişti. Yaklaşık bir saat sonra hazırdı. Dalgalı saçlarını sadece arkadan tutturacaktı. Toplamaya niyeti yoktu. Ayakkabısını çok sevmese de stiletto olarak seçmişti. Rengi somon rengiydi. Ve minik çantasını da o renkten yana kullanmıştı.

 

"Çok güzel görünüyorsun. Düğündeki her bekar erkeğin dikkatini çekeceksin."

 

"Miray sence de biraz abartmıyor musun? Altı üstü bir elbise."

 

Kuaförde çalışan kadın araya girmişti.

 

"Marifet elbise de ya da makyajda değil zaten. Sende. Hem elbiseyi iyi taşıyorsun hem de doğal bir güzelliğin var. Biz sadece onu biraz süsledik."

 

Kibarca ve içten edilen bu iltifat karşısında Elif utanmıştı. Kendini güzel buluyordu ama bir model değildi sonuçta.

 

"Teşekkür ederim."

 

"Gördün mü bak herkes farkında. Birde sen kendini fark edebilsen."

 

"Çok konuşma sen gelin hanım. Önüne dön."

 

Kuzenleri dahil kimse gelmemişti kuaföre. Saati çok erkendi. Kimse saçı ya da makyajı bozulsun istemedi muhtemelen.

 

Miray'ın da saçı henüz bitmemişti. Elif bu anları ölümsüzleştirmek adına birkaç fotoğraf çekmişti. Miray ile olan güzel dostluğunun anısına...

 

Miray gelin saçını seçerken çok kararsız kalmıştı. Zaten hep öyleydi. Ama bugün onun günüydü ve daha fazla önemsemişti haliyle. Dağınık topuz modelini tercih etmişti. Perçem kısımlarından birer tutam saç çıkarmıştı. Aynı şekilde saçının diğer taraflarından da birer tutam saç çıkardı. Ve topuzu daha da salaş bir hâle büründü. Topuzunda örgü yerine bir saç aksesuarı kullandı. Zarif bir inci destesinden oluşuyordu. Makyajı tabi ki biraz daha ağır yapılmıştı. Gelin oydu nede olsa. Oda hazırdı.

 

Elif onu ayağa kaldırmıştı. Mükemmel bir gelin olmuştu.

 

"Çok güzel oldun. Utanmasam ağlayacağım şimdi."

 

"Sakın ha. Yoksa bende ağlarım. Bu makyaj çöp olur sonra."

 

Uzanıp Miray'ın boynuna sarıldı.

 

"Bütün mutluluklar senin olsun kuzum. Bunu hak ettin." Verdiği mücadelenin gözde tanıklarından biriydi oda.

 

"Hep beraber bizim olsun."

 

Onunla geçirdiği bu dört yıl ömrüne bedeldi. Hayatın ona verdiği en büyük hediyelerinden biriydi Miray. Ama gözlerinde minik bir karabulut geziniyordu. Miray Elif gibi duygularını açığa çıkarmaktan korkmazdı. Bir şekilde belli ederdi kendini. Elif onun duruşundan bir şeyler sezmişti.

 

"Elif sana bir şey söylemem gerek."

 

Miray'ın söyleyecekleri çalan bir korna sesiyle dudaklarında yarım kalmıştı.

 

"Geldi seninki. Hadi onu daha fazla bekletmeyelim."

 

Miray onunla konuşmanın bir yolunu bulmalıydı elbette. Gelin odasında bir şekilde onunla yalnız kalmalı ve durumu ona bildirmeliydi.

 

Elif'in yardımıyla kuaförden beraber çıktılar. Kuzey simsiyah bir damatlıkla karşılamıştı onları. Kravat yerine papyon tercih etmişti. Ve yakasını küçük beyaz bir gül süslemişti.

 

"Bu bir rüya olmalı. "

 

Miray'ın ona kolayca teslim etmeyecekti. Onun kolundan tutup arkaya çekti. Şimdi ikisinin arasında duruyordu.

 

"Değil. Hadi açık kalan o ağzını kapat da gidelim. Çekime geç kalacağız yoksa."

 

"Sende çok güzel olmuşsun Elif. Başımı döndürdünüz şimdiden. Karımı görmek istiyorum artık. Şuan tek derdim bu. Hem Ali de burada. Arabayı o sürecek. Bu heyecanla onu asla süremem."

 

Elif'in yüzündeki gurur çöküşe geçmişti.

 

Ali mi? Yine mi karşısına çıkmıştı. Neden başkası değil de o gelmişti? Onu düğünde elbette görecekti ama şimdi hazırlıksız yakalanmıştı.

 

Arkadan arabanın kapı sesi duyulmuştur. İşte geliyordu.

 

"Herkese merhaba."

 

Güler yüzle karşılaşmıştı herkesi. Üzerini henüz giymemişti belli ki. Salaş bir spor kıyafet vardı üzerinde. Ama Ali Elif'i gördüğünde ılık bir rüzgarın esintisini hissetmişti. O kadar güzel ve duru bir hâli vardı ki. Söyleyeceği tüm sözcükleri unutmuş gibiydi. Sanki ne söylese eksik kalacak, ona az gelecekti...

 

"Küçük dilini yutmadıysan eğer bir şey söyle. Nasıl olduk?"

 

Miray'dan gelen bu soru üzerine Ali güç bela ona doğru çevirebilmişti yüzünü.

 

"Çok güzel görünüyorsunuz tabi ki. Aksini söylemek mümkün değil."

 

Daha açık nasıl ifade edebilirdi kendini bilmiyordu. O elbise Elif'in üzerinde o kadar iyi duruyordu ki onunla bütünleşmiş gibiydi. Çok asil bir duruşu vardı. Onun tarafından büyülenmişti. Tekrar.

 

Elif elindeki poşetleri bagaja koymak için önden gitti. Yüzünün kızarmadığını umuyordu. Bu baktığı camdan da bir şey anlaşılmıyordu ne yazık ki.

 

Miray bu iltifatın sadece kendisini kapsamadığını biliyordu. Arabaya binmeden yanıma gelen Elif'e göz ucuyla baktı. Elif'in de bildiğini biliyordu.

 

"Gidelim artık. Yoksa kendi düğününe geç kalan biri olarak tarihe geçeceğim."

 

Elif Miray'ın güzelce süslenmiş arabaya binmesine eşlik etmişti. Zor da olsa başardı. Beraber çekimin yapılacağı alana gittiler. Önce Ayasofya Müzesi'ne oradan da Botanik Park'a geçtiler. Bin bir çiçeklerin, güllerin boy gösterdiği bir yerdi. Kokuları ve görünüşleri gösterişliydi.

 

En son Orta Mahalle'ye gittiler. Buranın aurasını severdi Elif. Nostaljik bir havası vardı ve bunu iyi hissettiriyordu. Çekim boyunca Elif Ali ile hiç konuşmadı. Yan yana gelmemek için de fazlaca çaba harcadı üstelik. Hafiften yorulmaya başlamıştı bile. Bugünün çabucak bitmesi için de dua ediyordu.

 

Çekim faslı bitince Miray'ın evine geçtiler. Tabi ki oldukça kalabalıktı. Gülriz teyze çok stresli ve heyecanlıydı. Tabi üzgündü de. Miray onun hep sağ koluydu. Çoğu işine o koşardı. Ve bu zamana kadar da hiç ondan ayrı düşmemişti. Şimdi baba evinden çıkacaktı. Mutluluğun, hüznün bir arada yaşandığı anlardan biriydi düğünler. Karmaşası, eğlencesi, ağıtları koca bir dünyaydı sanki.

 

"Mutlu olacak Gülriz teyze. Ben bundan adım gibi eminim."

 

"Biliyorum. Zaten bende emin olmasaydım kabul etmezdim."

 

Evet asla kabul etmezdi. Onlara göre kendi köylün ile evlenmek daha mantıklı bir seçimdi. Dışardaki insanlara güvenmezlerdi kolay kolay. Oysa her memleketin içinde iyi insan olduğu kadar kötü insan da vardı. Bir kasadan çürük elma çıkması demek senin kasadaki elmalarının sağlam olduğu anlamına gelmiyordu işte...

 

Miray onların bu tabusunu yıkmıştı. Ama onun bu halini gören Elif ona sarılıp acısını biraz olsun hafifletmeyi umuyordu. Anne yüreği hep farklıydı. Özeldi. Ne olursa olsun çocuğunun mutluluğu için çabalardı. Belki ilerde ancak onu anlayabileceklerdi.

 

Gelenlerden bazıları içeride ağlıyor, bazıları yemek dağıtıyordu. Miray ile Elif de yemek yemişti. Akşama kadar aç kalacak halleri yoktu. Sarmadan, böreklere, el açması baklavadan kurabiyelere her şeyden bol bol yapılmıştı.

 

Tabi ayakkabı töreni es geçilmemişti. Miray ilk sıraya Elif'in adını yazmıştı. Elif yazmaması için ne kadar ısrar etse de Miray onu dinlememişti. Sonra bekar kuzenleri kim varsa sırayla onları da yazmıştı. Şimdilik gelin çiçeği de Elif'in elindeydi.

 

Sonunda saat gelmişti. Erkek tarafı korna çalıyordu. Onlar gelmeden yapılması gereken bir gelenek vardı. Miray'ın ikiz erkek kardeşi Boran onun beline kırmızı kuşağı bağlayacaktı. Eğer erkek kardeş yoksa en yakın erkek akraba bu görevi üstleniyordu.

 

Boran siyah bir takım elbise giymişti. Altına beyaz bir gömlek tercih etmişti. Yakışıklı çocuktu ve Miray ile karakterleri çok benziyordu. İkiz olmak böyle bir şeydi galiba. Sonunda o kırmızı kuşakta beline bağlanmıştı. Elif o sırada hala gelin çiçeğini tutuyordu. Kapı çaldı.

 

Elif kapıyı açmayacaktı. Bu görev ona verilmişti. Kuzey'i iyice zorlayacaktı.

 

"Açmıyorum." Dışarıdan birileri isyan etse de Elif kapıyı açmadı. Fiyatı çıkarttıkça çıkarttı. Ve sonunda iyi bir paraya açmıştı.

 

"Sen adama kök söktürürsün vallahi."

 

"Ha şunu bileydin. Alayım lütfen." Kuzey cebinden parayı çıkarıp Elif'e uzatmıştı. İyi bir kazançtı doğrusu. Kapıdan çıkmadan hep beraber bir dua edildi. Tanıdıkları bir hocayı çağırmış o da seve seve gelmişti. Sevenleri kavuşturmak sevaptı nasıl olsa.

 

Daha sonra herkes tek tek kapıdan çıktı. Ali hemen gelin arabasının orada bekliyordu. Elif onu görünce nefesinin kesildiğini hissetmişti. Bir müddet adım atamadı. Etrafındaki kalabalığın seslerini duymasaydı öyle kalmaya da devam edecekti. Dalgın gözlerini kıpırdattı. Önce nefes almalıydı. Bu fiziksel sağlığı kadar akıl sağlığını korumak içinde gerekliydi. Kendi kendine telkinde bulunuyordu içinden. Yavaş adımlarla ona doğru yürüyordu.

 

Üstünde siyah renkli keten kumaş bir takım elbise vardı. İçine gömlek değil beyaz bir tişört giymişti. Altına da beyaz bir spor ayakkabı tercih etmişti. Düz, sade ama kesinlikle şık duruyordu. Ve yakışıklılığı daha fazla ortaya çıkmıştı. Ama onun bunu bilmesine gerek yoktu.

 

Onun yanına vardığında tek kelime etmemişti. Miray'ın peşinden oda direk arabaya binmişti. Ondan bu kadar kolay etkilendiği için en çok kendine kızıyordu. Bu resmen kendine ihanet etmek demekti.

 

Arabayla ilerlemek hiçte kolay olmadı. Mahallede büyük bir konvoy trafiği oluşmuştu. Üstelik çocuklar arabanın önünü kesiyor, para istiyorlardı. Bu durum Elif'in hep tuhafına giderdi.

 

Zor da olsa düğün yerine varmışlardı. Aşırı olmasa da lüks bir yerdi. Daha içeriye girmeden o zarif havayı koklayabiliyordunuz. Masalar büyük ve yuvarlak biçimde dizayn edilmişti. İlk beş masa rezerve olarak ayrılmıştı. Koltukları beyaz kurdele ile baştan sona süslenmişti. Dans pisti ise geniş, üstünde, hafif ışıklarla dönen bir disko topu vardı.

 

Elif Miray'ın yanına gidip ona destek çıkmaya çalışıyordu. Heyecanını yenmesi gerekiyordu. En fenası Kuzey de çok heyecanlıydı. İki deli gerçekten birbirini bulmuştu. Düğünler zaten hiçbir zaman davetiyedeki saatinde başlamazdı. Mutlaka bir yarım saat geçerdi. İçerideki kalabalık onların tahmin ettiğinden daha fazlaydı.

 

"Gençler bu sizin gününüz. Oraya çıkıp deliler gibi eğleneceksiniz işte."

 

"Demesi kolay. Seni de göreceğiz." Kuzey her daim ona posta koymanın peşindeydi. Elif'in ise evlenmeye niyeti yoktu. Bu düşündüğünden de zor bir ihtimaldi.

 

"Beni bırakın şimdi. Derin bir nefes alın ve anın tadını çıkarın."

 

Uzanıp ikisinin de elini tuttu.

 

"Siz birlikte çok güçlüsünüz. Neler atlattınız. Bu onlarla kıyaslandığında hiçbir şey. Hadi göreyim sizi."

 

Bu sözlerin onlara güç vereceğini hissetmişti. Kısa bir süre sonrada anons yapıldı. Elif odadan onlara gülümseyerek çıktı.

 

Düğün çiftin bir şarkıda dans etmesiyle başladı. Elif bu anları tabi ki telefonuyla kayda alıyordu. Birlikte o kadar güzel görünüyorlardı ki. Ruh eşini bulmak ve onunla ortak bir hayata merhaba demek dünyanın nadir güzelliklerinden biriydi.

 

Bir boşlukta Kamer'i ve Yavuz'u ziyaret etmeyi unutmamıştı tabi. Eşi Orhan'ı görememişti. Muhtemelen dışarıdaydı. Kamer ışıltılı altın renginde uzun bir elbise seçmişti. Ona çok yakışmıştı doğrusu. Yavuz çok şirin gözüküyordu. Pistin içinde dolanıp duruyordu.

 

Art arda çalan müziklerle Elif piste girmişti. Miray'ı yalnız bırakmayacaktı elbette. Karşılıklı pek çok kez dans ettiler. Eğlendiler. Sıra horona gelince Elif yine oturmadı. Trabzon'un milli danslarından biriydi horon. Onsuz bir düğün asla tam bir düğün olmazdı. Kolbastıyı da unutmamak gerek.

 

Elif, horon başladığında, büyük bir halka etrafında güzelce oynamıştı. O keyifle bu şölene eşlik ederken kendisini izleyen pek çok kişinin farkında değildi. Aslında bu umurunda değildi. Tek derdi Ali'ydi. O kadar erkek arasından bir tek o ilgisini çekiyordu. Arada onu görmek umuduyla etrafa bakınıyordu. Ama şans o ki hiç görmemişti.

 

Müzik bittiğinde sıra takı merasimine gelmişti. Elif bu esnada dinlenme fırsatı bulabilmişti. Annesinin yanındaki koltuğa elbisesini düzelterek oturdu. Masada yarısı yenmiş kurabiyeler vardı. Elif onları hiç sevmezdi. Ama bir tanesini eline alıp yemeye başladı. Bir kişi piyasada yoktu. Babası.

 

"Babam nerede anne?"

 

"Ali'nin yanına gitti. Bak karşıda onunla oturuyor. Anlayacağın pabucumuz dama atıldı."

 

Elif göz ucuyla karşıya baktı. Gerçekten de orada onunla oturuyordu. Bu olanlara inanamıyordu. Babası neden böyle bir şey yapmıştı ki? Neden yine onun yanında almıştı soluğu. Keyfi bu manzara karşısında kaçmıştı. Elindeki yarısı yenmiş kurabiyeyi masaya geri bıraktı.

 

Üstelik onun yanında ailesi vardı. İkisinin ortasında Ali'nin kız kardeşi olduğunu düşündüğü bir kız vardı. Ali gibi uzun boylu esmer tenli bir kızdı. Açık mavi renkli, uzun, küçük bir yırtmacı olan bir elbise giymişti.

 

Annesi ve babası ise hemen yan koltuklarda, var olan muhabbete eşlik ediyordu.

 

Ali fiziksel olarak babasının özelliklerini almışa benziyordu. Karizmatik bir adamdı. Ali gibi esmer, yüz hatları ona yakışan bir biçimde köşeli ve keskindi. Bakışları, oğlu gibi sıcak, gülümsemesi gıdıklayıcıydı. Bu ailede herkesin en büyük etkisi buydu herhalde diye düşündü Elif.

 

Annesi ise sakin bir yapıya sahipti. Kibar, samimi ve güzel. Bu özelliklerini de annesinden almıştı demek ki.

 

Ali'nin ona baktığını fark edince hemen yüzünü çevirdi. Onu izlediğini anlamasını istemiyordu. İnşallah fark etmemiştir diye geçirdi içinden. Aradan çok geçmeden babası geldi. Nihayet.

 

"Çok keyifli bir sohbet oldu."

 

"Belli oluyor." Elif'i yüzü asıktı. Ailesinin Ali'den olabildiğince uzak kalmasını istiyordu. Ama babası tüm çabalarını boşa çıkarıyordu.

 

Uzun kuyruk oluşturan insanlar yavaş yavaş azalmaya başladığında Elif de sıraya girmişti. Babasıyla laf dalaşına girmek istemiyordu.

 

Miray için bir çeyrek altın yapmıştı. Zar zor biriktirmişti bu parayı. Kendi emeği olsun istiyordu. Kuzey için de bir miktar para takmıştı tabi. O 3 yılın hatırı vardı sonuçta.

 

Netice de iyi bir takı töreni olmuştu. Sonra pasta kesildi ve milim milim masalara dağıtılan o pastadan yemişti Elif. Tatlıya zaafı vardı.

 

Müzik tekrar çalmaya başlamıştı. Ama Elif bu sefer dans etmek istemiyordu. Tadı kaçmıştı bir kere. En iyisi Miray'ın yanına gitmekti. Öyle de yaptı. Düğün masasının yanına gidip boş koltuğu kendine çekip oturdu. Buradan pist çok güzel görünüyordu. Birbirine eşlik eden insanlar vardı. Dansın ritmine kapılmış, coştukça coşuyorlardı.

 

Miray koltuğundan onun yanına doğru uzandı. Hafifçe kulağına eğildi.

 

"Elif sana bir şey söylemem lazım."

 

Ama Elif gürültüden onun ne dediğini anlamamıştı. Susadığını hissetmişti.

 

"Su alacağım. Sonra söylersin. Bekle beni tamam mı?"

 

Sesini duyurabilmek için yüksek sesle konuşmuştu. Ondan onay alınca masadan kalktı. Sessizliğe ihtiyacı vardı. Bu gürültü onu sağır etmek üzereydi. Mini markete vardığında rahatlamıştı. Sesler minik uğultulara dönüşmüştü.

 

Su şişesini almıştı. Elindeki parayı uzatırken etrafına bakınıyordu. Ali yine ortalıklarda gözüküyordu. Sihirbaz gibi bir geliyor bir gidiyordu. Nereye gitmiş olabilirdi ki?

 

"Birini mi arıyorsun? "

 

Arkasında sinsice bekleyen Kuzeyden başkası değildi.

 

"Neden öyle sessizce geliyorsun ki. Hem kimseyi aramıyorum ben. Sen aklında sürekli bir şeyler kuruyorsun sadece."

 

"Tabi canım. Ben kuruyorum. Zaten her şeyi de ben uyduruyorum. Ama merak ediyorsan söyleyeyim. İçin rahat olsun. Ali artık hep buralarda dizinin dibinde olacak."

 

"Anlamadım?" Kuzey sevimli bir şekilde omuzlarını silkmişti.

 

"Vakfıkebir'e dönmeyecek. Burada, Beşirli de amcasının yanında kalacak."

 

Elif elindeki su şişesini az kalsın düşürecekti. Ne demek gitmeyecekti? Nasıl gitmezdi? Gitmek zorundaydı. Beşirli de olması demek ona yine bir şekilde yakın olması demek. Miray'ı görmeye gittiğinde onunla da karşılaşması demekti.

 

Ondan kurtulduğu için sevinmişti. Sonunda bu işkence bitecek, huzurlu hayatına geri dönecekti. Erken bir uyanış oldu onun için.

 

"Neden gitmiyormuş peki?"

 

Evet asıl soru buydu. Neden gitmekten vazgeçmişti?

 

Kuzey başını kaldırıp gözlerini arka tarafa bir yere dikmişti.

 

"Kendisine sormaya ne dersin?"

 

Elif ışık hızında arkasına dönmüştü. Ali onlara hiçte uzak değildi. Giriş kapısının biraz soluna doğru bir köşede duvara yaslanmış, dışarıyı seyrediyordu.

 

Kuzey'e döndü.

 

"Bana hiç bakma. Sebebini bilmiyorum ama bir tahminim var. Buraya da Miray çağırdı beni. Sana önemli bir şey söylemesi gerekiyormuş."

 

"Tamam birazdan geleceğimi söyle."

 

Kuzey'in gözden kaybolduğunda emin olunca elindeki su şişesiyle beraber Ali'nin yanına gitti. Bulunduğu yer oldukça sakindi.

 

Ali, karşısında öfkeli şekilde duran bu kızın neden yanına geldiğini anlamadı. Onu kızdıracak ne yapmış olabilirdi ki? Ne kadar zor olsa da bütün gün ondan uzak kalmaya gayret ediyordu. Onun neşesini bozmak istemiyordu.

 

"Neden öyle bakıyorsun?"

 

Böyle karşısında durduğuna göre kesin bir şey olmuştu elbette.

 

"Duyduğuma göre gitmiyormuşsun."

 

Ali güldü. Bıyık altından ince ince süzülen bir gülüştü bu. Bu kadar çabuk öğreneceğini tahmin etmemişti aslında.

 

"Bu muydu derdin?"

 

"Evet buydu." diyerek üstüne basa basa söyledi.

 

"Kalıyorum evet. Doğru duymuşsun. Ama bunun seni neden rahatsız ettiğini anlamadım?"

 

Elif sinirle bastırdığı dudaklarını aralamıştı. Ona söylemeyecekti ama madem ısrar ediyordu duyacaktı o hâlde.

 

"Evet bu durum beni rahatsız ediyor. Çünkü etrafımda olmanı istemiyorum. Seni görmekte istemiyorum. Öte yandan burada kalman için bir sebebin yok ki. Neden kalıyorsun?"

 

"Sana bunun cevabını verebilirim. Ama sen bunu duymaya hazır mısın?"

 

Elif bu sefer susmuştu. Sinirle patlatacak kadar sıktığı elini gevşetmiş su şişesinin nefes almasına izin vermişti. Ne demesini bekliyordu ki. Asla cevabını bildiğiniz soruları sormamanız gerekiyordu. Elif bu hatayı yapmıştı. Sürekli onun eline düşmekten nefret ediyordu artık.

 

Elif'in doğru çıkmasını ümit ettiği bir sezgisi vardı. Ama öyleyse bile bunu duymayı yüreği kaldırır mıydı işte onu gerçekten bilmiyordu...

 

Susmuş dudakların sesine kulak vermek ister gibi sadece birbirlerini izliyorlardı. Bu güzel sakinliğin arasına yabancı bir ses girmişti sonradan.

 

"Sonunda geldiler."

 

Bu ses Kuzey'in kız kardeşi Sevda'ya aitti. İkisi de bulundukları ortamı anımsayıp baş başa kaldıkları dünyayı terk etmişti.

 

Elif dışarıya sabırsızca bakan Sevda'ya yöneldi.

 

"Kimler geldi?"

 

"Benim okuldan arkadaşım ve ablası. Daha erken gelecektiler ama biraz trafiğe yakalandılar. Az önce mesaj geldi. Varmışlar. Hah. İşte oradalar."

 

Hepsi birden kapıdan gelen kişilere bakıyordu. Elif önden gelen kızı tanımıyordu ama arkadan gelen uzun saçlı kızı tanıyordu. Zaten hiç unutmamıştı ki...

 

Bir an yanlış veya hayal gördüğünü sandı ama öyle değildi. Gerçekten oydu. Olduğu yerde donakaldı. Bedeni üşümüş biri gibi uyuşmuş, gözleri ise solgun bir çiçek gibi titriyordu. Ruhunda büyük bir acı cereyan etmişti. Bir şeylere tutunmaya ihtiyacı vardı. Bir şey ona dayanma gücü vermeliydi. Ne yazık ki arkasında soğuk bir duvardan başka bir şey yoktu.

 

Ona doğru gelen bir şey gücünü hızla tüketiyordu. Bu Hazal'dı. Ondan çok şey alıp götürmüş olan Hazal...

 

Bunca zaman sonra karşısına çıkması neyin işaretiydi ki?

 

"Hoş geldiniz. Yetiştiniz."

 

"Hoş bulduk. Biraz geç oldu ama olsun. Yapacak bir şey yok. "

 

Elif sessizdi. Onun sesini duymak bile tarif edilemez bir duygu yaşatmıştı ona. Yaşadığı şoku atlatmak kolay olmamıştı.

 

"Sizi tanıştırayım. Elif. Miray'ın arkadaşı olu-

 

"Gerek yok. Biz tanışıyoruz zaten. Öyle değil mi Elif? Bu ne güzel bir tesadüf böyle."

 

Herkes bakışları aniden Elif'e döndü. Özellikle Ali onun yüzündeki ifadeden hiçte hoş bir karşılaşma olmadığını anlamıştı. Gerginliği bedenine, yüzüne yansımıştı. Solgun, mutsuz birine dönüşmüştü.

 

Elif ona uzanan eli sıkmadı. Cevapta vermedi. Bu kötü bir tesadüf diye geçirdi içinden. Hem de çok kötü bir tesadüf.

 

************************************

 

Umarım beğenerek okursunuz. Lütfen düşüncelerinizi paylaşın.

 

Kendinize iyi bakın. 😊

 

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%