Yeni Üyelik
14.
Bölüm

/ Sahte Ceza /

@mileidi61

Elif henüz apartmana girmemişti. Sırtını kapıya dayamış, içindeki heyecanın geçmesini bekliyordu. Elindeki poşeti ise sımsıkı tutuyordu. Az önce yaptığı şeye hâla nasıl cesaret edebildiğini sorguluyordu. Gerçekten aklından ne geçiyordu acaba? Üstelik Ali'yi orada bırakmıştı. Şaşkın, afallamış bir hâldeydi. Görülmeye değer bir manzaraydı.

 

Ama çok yanılıyordu. Çokta uzakta olmayan bir silüet ona doğru geliyordu. Yavaş ama emin adımları vardı. Sırtını, dayadığı soğuk kapıdan ayırmıştı. Sadece bir gölge vardı. Ama o bu yürüyüşü iyi tanıyordu. Bu Ali'ydi. Ve ona doğru geliyordu. Yutkundu. Şimdi ne yapacaktı? Ne diyecekti? Kendini nasıl savunacaktı?

 

Gitmek istese de gidememişti. Apartmana girebilirdi aslında. Ama tek bir adım dahi atmadı. Kıpırdamadı. Sadece ona doğru gelen, yaklaştıkça daha çok kaybolan birini görüyordu.

 

Sonra bir ses duyuldu. Apartmanın kapısı yavaşça açılmıştı. Elif dengesini kaybetse de yere kapaklanmaktan kurtulmuştu. Rezillik diye geçirdi içinden. Utansa mı gülse mi karar verememişti.

 

"İyi geceler kızım."

 

Dışarı çıkan komşulardan biriydi. Ahmet amca. Kibar, saygın bir adamdı. Yüzünde hep bir gülümseme ile dolaşırdı. İyi bir imajı olduğunu da söylemek yalan olmazdı.

 

Ama Elif için onu görmek bu kadar mutluluk vermezdi. Bu onun kurtuluş reçeteseydi. Şansı yaver gitmişti.

 

"İyi geceler Ahmet amca."

 

Ali'nin duraksadığını ve hatta geri gittiğini görmüştü. Şimdi orada sadece karanlık vardı. Kurtulmuştu. Ama sevinmemişti. Ya Ali'yi gördüyse?

 

"İçeriden sevgilin mi çıksın isterdin?"

 

Elif elindeki poşeti az kalsın düşürüyordu. Adamın söylediği şeyde en ufak bir kötü niyet yoktu. Şakasına takıldığı o kadar belliydi ki. Ama tabiri caizse yakalanmıştı işte.

 

"Ne? Ha yok. Bende içeri giriyordum zaten. Size de iyi geceler."

 

Acaba bir şey fark etmiş mıydı? Yüzünden de bir şey anlaşılmıyordu ki? İçeri girmeden son kez Ali'nin olduğu tarafa baktı. Ortada kimse yoktu. Gitmişti.

 

Son sürat içeri girip yukarı çıktı. Başka zaman olsa asansörü kullanırdı ama içindeki heyecanı dindirmesi gerekiyordu. Kalp atışlarının düzene girmesi gerekiyordu. Merdivenleri çıkmak en iyi fikirdi. Üstelik annesi ya da babası bir şey anlasın istemiyordu.

 

Belli edeceğini ise o kadar iyi biliyordu ki. Nefes nefese kalmıştı merdivenleri çıkarken. Hızını en son hızda kullanmıştı. Nihayet!

 

"Sonunda geldin."

 

Kapıyı açan babasıydı. Geldiğini mi hissetmişti yoksa biliyor muydu? Kısa bir an babasını süzdü. Yok. O gözler az önce yaşananları görmüş gözler değildi. Yine de onda bir değişiklik vardı. Babasını iyi tanıyordu.

 

"Sana da merhaba baba. İzin verirsen içeri gireceğim."

 

"Gel bakalım."

 

İkisi beraber içeri geçmişti. Annesi kendisine özel koltuğunda kahvesini yudumluyordu. Bir gerginlik havası vardı ortamda. Televizyon açık olmasına rağmen bir gerginlik.

 

Babası elleri cebinde karşısına dikilmiş hesap sormaya hazırlanıyordu. Beklememişti.

 

"O telefon aletini neden yanında taşıyorsun sen?"

 

Yumuşak bir tonda ama ciddiyetle sormuştu bu soruyu. Haklı bir isyan diye düşündü Elif.

 

"Aklımdan çıktı. Yine de haber alamadığın kızın için hiçte endişeli görünmüyorsun."

 

Evet onlar endişeli değildi. Sinirliydi.

 

"Haber almadığımızı kim söyledi?"

 

Annesi oturduğu yerde doğrulmuştu biraz. Kahvesini yanındaki masaya koydu.

 

Elif annesine döndü bu sefer.

 

"Nasıl yani? Kimden ne haberi aldınız?"

 

"Ali'yi aradık. Sana ulaşamayınca onu aradık mecbur. Şükür ki yanılmamışız."

 

Annesinin ufak bir ima yaptığını sezmişti Elif.

 

"Ali mi?" diye sordu yavaşça tekrar. Duyduğu ismin doğruluğundan emin değildi çünkü.

 

"Senin haberin yokmuş anlaşılan. En azından nerede ve kiminle olduğunu biliyorduk."

 

Evet. Ne yazık ki haberi yoktu. Hep yan yanaydılar. Nasıl, ne zaman olmuştu acaba? Birde hiçbir şey söylememişti. Belli etmemişti. Bunun hesabını ayrıca soracaktı elbet. Ama önce bu sorunun bitmesi gerekiyordu.

 

"Aynen. Kızımızın bu aralar aklı gelgitli sanki. Haber vermeyi unutmak ne demek. Sabahtan beri yoksun. İnsan bir kere haber verir."

 

Babasının ciddiyeti karşısında vicdan azabı duymuştu şimdi. Telafi etmek kolay olmayacaktı.

 

"Özür dilerim. İkinizden de. Gerçekten aklımdan çıktı. Dikkat edeceğim."

 

Babası annesinin yanına geçip ona sarıldı. Şimdi sıra cezaya gelmişti anlaşılan.

 

"Nasıl telafi etmeyi düşünüyorsun?"

 

Babası yine eski hâline dönmüştü. Yüzündeki ciddiyet eriyen şeker gibi yok olmuştu.

 

Ceza değil de telafi mi istiyorlardı? Elif bunu beklemiyordu yine de bu iyi bir haberdi. Aklına hemen bir şeyler gelmişti bile.

 

"Sadece bekleyin. Güzel bir gece olacak."

 

"Bekliyoruz. Ama önce git üstünü değiştir."

 

Karı koca birbirlerine sarılarak Elif'e meydan okumuştu resmen. Ama hak etmişti. Bunu biliyordu. Elindeki poşetle odasına gitti. Onu masasına koydu. Sonradan onlarla ilgilenecekti. Önce annesini ve babasının gönlünü yapmalıydı. Güzel bir duş aldıktan sonra işe koyuldu.

 

Önce film seçmeliydi. Komedi tarzında önceden izlediği bir film seçti. Bunu halletmişti.

 

Mutfağa geçip ikisine de özel kahve yapmıştı. Annesinin yine içmek isteyeceğinden emin olacak kadar güzel kahveler hazırladı. Yanına pek çok çikolata eklemişti tabi ki. Onları da tepsiye koyup içeri geçti.

 

"Keyfinize bakın."

 

İkisinin de yüzlerinden memnuniyet belli oluyordu. Ama yeterli olmayacaktı. Koltuğun arkasına geçip sırayla ikisine de ayrı ayrı masaj yaptı. Onlar kahvelerini yudumlarken rahatlamışlardı. Bu onlara iyi geliyordu. Ve kendisi de bu konuda iyi olduğunu biliyordu.

 

Yarım saatlik bir masajdan sonra Elif babasına filmi getirdi.

 

"Sen filmi hazırla babacığım. Ben boşları alıyorum."

 

Babası filmi televizyona bağlayıp takıp hazırlarken Elif boşalan kahve fincanlarını mutfağa götürüp makineye yerleştirdi.

 

İçeri geçtiğinde artık film keyfinin zamanı geldiğini biliyordu. Lambayı kapatıp ikisinin arasına girdi.

 

Eğlenceli ve kahkahalı bir gece oluyordu. Arada böyle zamanlar geçirmeliydi Elif. Ailesiyle aktivite yapmayı seviyordu. Beraber gülüp beraber ağlayabilmek özel bir duyguydu.

 

Günün sonunda ikisinin de keyfi yerindeydi.

 

"Artık yatmam gerekiyor. Umarım eğlenmişsinizdir."

 

"Umarız ki sende daha duyarlı olursun kızım."

 

Babasının bu minik ama değerli uyarısını zihnine kazımıştı.

 

"Merak etmeyin bir daha olmayacak. Söz."

 

Son kelimeye özellikle vurgu yapmıştı. Verdiği sözlerin hepsini tutmuştu bu zamana kadar. Kesinlikle bunu da unutmayacaktı. Tuhaf bir şekilde talihliydi bu gece.

 

Yine de onlardaki değişimi fark etmişti. Bir şey vardı. Ama ne olduğunu çözememişti.

 

İkisinin de yanaklarından öpüp iyi geceler dileklerini söylemişti. Artık gidebilirdi.

 

Odasına çekildiğinde Ali'yi arayıp aramamak arasında kalmıştı. Sesinin yükseltmekten korkuyordu. Annesi ya da babası onu duyabilirdi.

 

Ona söylememişti. Babası onu aramıştı ama haberi bile yoktu. Nedenini tahmin edebiliyordu. O an Ali, kendisini anlatmasını istiyordu. Tamamen ona odaklanmasını istiyordu. Güzel bir gün geçirmişlerdi ve onu tedirgin etmek istememişti anlaşılan.

 

Elif, kendisi de biliyor ki susabilirdi. Durabilirdi.

 

Ve dolaylı olarak yalan söylememesini de sağlamış oldu. Bunu da atlamamak gerekiyordu.

 

Yine de ona söylememişti işte. Aramayacaktı. İnat değil miydi?

 

Gözüne yatağın üzerine attığı poşeti çarptı. Önce günlük defterini çıkardı içinden. Süslü değildi ama tam ona göreydi. Onu baş ucundaki masanın çekmecesine koydu. Yarın yazmaya başlayabilirdi.

 

Kitaba gelince. Onu kütüphanesine ekleyecekti. Aynı kitabın olduğu bölüme götürdü onu. Yerine güzelce yerleştirdi. Özel bir anlamı daha vardı onun için artık. Ama aklına bir şey geldi. O resim. Hâla ondaydı.

 

Onu Kürk Mantolu Madonna kitabının arasından alıp bu kitabın arasına koydu. Şimdi memnun kalmıştı. Olması gereken yerdeydi.

 

Sonra parmakları dudaklarına gitmişti. Yaptığı şey aklına gelmişti. Ali'yi yanağından öpmüştü. Sorgusuz, alenen, habersiz yapmıştı bunu. Pişman mıydı? Hayır. Yüreğini saran ürpertiyi silkelenerek durdurmuştu.

 

Kendine gelmeliydi.!

 

Yatağına girip pikeyi üstüne çekti. Bu yaz havasında artık yorgan fazla geliyordu. Uyumadan önce mesaj atmalı mıydı acaba? Telefona baktı. Belki Ali atmıştı. Ama o görmemişti. Yoktu. Ne mesaj ne arama...

 

O da atmayacaktı. Ali de bu akşamdan sonra bir şey yazmamıştı sonuçta.

 

Telefonu çenesine vurup vurup düşünüyordu. Aniden gelen bildirim sesi ile telefonu düşürdü. Kendi haline gülüyordu artık. Resmen şapşala dönmüştü.

 

Mesaj Ali'den.

 

Bu yaptığının elbette bir cezası olacak. Yarını iple çekiyorum.

Kurtulamayacaksın.

 

Ceza mı? Nasıl bir cezaydı acaba? Ama boyun eğecekti. Yaramazlık yapmıştı. Kaçak dövüşmüştü.

 

Ali'ye bir cevap yazmadı. Artık uyumalıydı. Ali'nin aklından neler geçiyordu bilmiyordu. Ama hak ettiğini biliyordu. Merakla oda yarını bekleyecekti.

 

Yüzüne yayılan tebessüm ile derin bir uykuya daldı. Rüyalarında kahkahalar atmak üzere.

 

Sabah uyandığında hiç olmadığı kadar mutlu ve enerjikti. Tıpkı çocukluk zamanları gibi. Ona bu anıları çağrıştırıyordu. Yerinde keyifle gerindi.

 

Sevmek, sevilmek böyle bir şey miydi? Her anı farklı yaşıyor, her şeyi farklı görüyorsun. Hem çok tanıdık hem hiç bilmediği bir duyguydu bu. Değişikti. Onda yarattığı bu değişim ise inanılmazdı.

 

Mutfaktan sesler geldiğini fark etti. Annesi çoktan kalkmıştı anlaşılan. İşlerini halledip onun yanına koştu. Kahvaltı hazırlamakla meşguldü.

 

"Günaydın."

 

"Sana da günaydın. Şu tabakları götür içeriye. "

 

Annesinin hazırladığı domates dilimlerinden bir tane alıp yedi. Acıktığını hissetmişti.

 

"Babam nerede?"

 

"O çoktan çıktı. Ali aradı onu. Dışarıya kahvaltıya çağırdı. Baban da koşa koşa gitti tabi."

 

"Öyle mi?"

 

Demek ki Ali sözünü tutuyordu. Güzel bir zamanlamaydı. Babası zaten onu görmek için can atıyor gibiydi.

 

Bakalım kendisiyle nasıl görüşecekti?

 

"Evet. Bugün baş başayız anlayacağın. Biraz sohbet ederiz."

 

Anlaşılan annesi anlamıştı. İkinci domates dilimini yutkunmakta güçlük çekmişti. Eline aldığı dolu çay bardaklarını masaya koymuştu. Annesi ile karşılıklı oturup kahvaltı etmeye başladılar.

 

Kısa bir sessizlikten sonra annesinin ona dikkatlice baktığını fark etti.

 

"Evet. Şimdi ben mi sorayım yoksa sen mi anlatırsın?"

 

Annesinin bu hâli ona Miray'ın duruşunu hatırlatmıştı. Ona benzemişti.

 

"Neyi anneciğim?"

 

Bilmemezliğe yatmak Elif'in alışkanlığı olmuştu artık.

 

"Kızım. Annenim ben. Ben görüyorum her şeyi. Sendeki değişimin farkındayım. İçimden bir ses bu durumun baş kahramanının Ali olduğunu söylüyor. Yanılıyor muyum?"

 

"Yanılmıyorsun." Elindeki çatalı masaya geri koymuştu. Artık gizlenecek, saklanacak bir şey kalmamıştı.

 

"Gizlemeye çalışma kızım. Bu kötü bir şey değil ki. Aksine güzel bir haber. Seni olumlu etkilediği apaçık ortada."

 

Annesinin konuşma tarzı hep naifti. Öğretmen olduğu için miydi bilmiyordu ama etkileyici bir sesi vardı.

 

"Gizlemek için özel bir çaba sarf etmiyorum ama henüz bir şey söylemek için erken."

 

Annesi masadan kalkıp onun yanındaki sandalyeye oturdu. Kızının ellerini anne şefkatiyle sardı.

 

"Seviyorsan hiçbir şey için erkendir deme. Zamanı gelene engel olamazsın. Olmaya çalışma. Kabul et. Geçe bırakma yaşamayı. Tadını çıkar. Korkma."

 

"Anne. Elimden geleni yapıyorum ama bilmiyorum. Kendimden emin olamıyorum."

 

Bu konuda hep dürüst davranmıştı. En büyük korkusu kendisinden yanaydı.

 

"Sevmenin emin olmakla ilgisi yoktur. Hiçbir şeyle ilgisi yoktur kızım. Sadece yüreğinle ilgisi vardır. Ve o sana doğru yolu gösterecektir."

 

"Yani? İzin veriyor musun?"

 

"Bu konuşma izin vermek, onaylamak için değildi. Babanda bende olanların farkındayız zaten. Bu sadece şüphe etmemen için. Engel görmemen için. Biz hep senin yanındayız. Bunu bilmen için."

 

Elif'i gözleri dolmuştu. Sevgi seline dönüştü yüreği.

 

"Teşekkür ederim anne."

 

"Biz teşekkür ederiz kızım. Biz seninle her zaman gurur duyuyoruz. Ve seni çok seviyoruz."

 

Elif annesinin boynuna sarıldı.

 

"Bende sizi çok seviyorum."

 

Bu ihtiyaç duyduğu bir şeydi. Uzun zamandır yaşadığı duygu yoğunluğunu annesine sarılarak hafifletmişti. Şimdi huzurluydu. Onlardan gizli kapalı işler çevirmek istemiyordu. Bu yıpratıcı oluyordu.

 

Annesi onu kollarından ayırıp Elif'in gözyaşlarını sildi.

 

"Hadi otur. Kahvaltını güzelce yap. Bu gidişle Ali'nin karşısına çıkmayacaksın yoksa."

 

Gözyaşı sadece üzüntüden akmıyordu işte. Mutluluk gözyaşlarıydı bunlar. Gülüşerek yarım kalan kahvaltılarını bitirdiler.

 

Ama sonrası Elif için çok stresli geçmişti. Babası da biliyorsa eğer Ali'yle konuşacak mıydı bunu? Tedirginliğin boyutu zaman geçtikçe artıyordu. Ali ne demişti? Babası nasıl tepki vermişti? Düşünüp düşünüp kurmaya başlamıştı.

 

Annesi koltukta keyif çayını yudumlarken, onun elindeki çay ise artık soğumuş içilmez hâle gelmişti. Sonunda telefonun zili çalmıştı. Arayan Ali'ydi.

 

Annesinin yanında açmıştı telefonu. Korku, panik ele geçirmişti onu.

 

"Efendim."

 

"Müsait misin? Dışarı çıkabilir misin? Görüşmemiz gerekiyor."

 

"Tamam. Yarım saate Meydanda olurum."

 

Ardından telefonu kapattı. Annesi de merakla ona bakıyordu.

 

"Hiçbir şey anlamadım. Çok nötr geliyordu sesi."

 

Annesi kahkahaya boğulmuştu.

 

"Nötr mü? Elif sen bir an önce git hazırlan kızım. Hadi."

 

Elif annesiyle tartışmaya giremeyecek kadar stresliydi ne yazık ki.

 

Özenle hazırlanmayacaktı da. Üzerine klasik bir yeşil gömlek ve siyah bir pantolon giydi. Saçlarını serbest bıraktı. Makyajda yapmayacaktı. En iyisi böyleydi.

 

Annesine uzaktan öpücükler yollayarak çıktı evden. Ne olup bittiğini birazdan öğrenecekti nasılsa. Sakin kalmayı başarsa ne olurdu yani.

 

Meydan'a varana kadar nefesini tutmuştu sanki. Kalbinin sesini de duymuyor gibiydi. Yol bitmiyordu.

 

Arabadan indiğinde sanki peşinden koşan varmışçasına caddeye indi. Meydan bugün kalabalıktı. Ali'yi kolay bulamayacağını düşünüyordu. Ama onu çabucak görmüştü. Sırtı dönüktü. Karşısındaki eğlenceyi izliyordu. Canlı müzik söyleniyordu.

 

Kendisi dehşet içinde iken o müzik mi dinliyordu?

 

Kalabalığın arkasından ona doğru ilerledi. Arkasından omuzuna hafifçe vurdu. Ali arkasına doğru döndü. Kıvırcık saçları güneşin ışığını kesiyordu.

 

"Hoş geldin." dedi her zamanki sevimli sesiyle.

 

Elif'in cevap vermesine bile fırsat tanımadan elinden tutup daha da öne getirmişti onu. Şimdi müzik söyleyenler ile aralarında mesafe yoktu. Ali onun yüzündeki tedirginliği görebiliyordu. Umursamıyormuş gibi bir tavır takınmıştı. Çevrede canlı müzik eşliğinde dans eden insanları izliyordu.

 

Elif ona doğru biraz daha sokuldu. Bu seslerin içinden kendisini duyması kolay olmayacaktı.

 

"Şimdi eğlencenin sırası mı?"

 

"Bunun zamanı olmaz ki. Neden endişelisin?"

 

Soruyordu birde. Oysa cevabı bildiğinden emindi.

 

"Bilmem. Acaba telefonda böyle sesin gelmediği için olabilir mi?"

 

Gülmüştü.

 

"O senin ilk cezandı. Babanla olan muhabbetimiz çok güzel geçti. Keyifliydi. Tekrar olması için elimden geleni yaparım."

 

Elif'in bir kaşı havalanmıştı.

 

"Demek öyle. Cezayı kabul edebilirim. Ama söz konusu babam. Bilemedim. Kıskanmalı mıyım?"

 

"Kıskansan hoşuma giderdi açıkçası. Ama sanmıyorum."

 

Koşa koşa evden çıkmıştı birde. Resmen oyun kurmuştu ona. Yüzündeki her mimik neşe saçıyordu şimdi. Ne demişti? İlk ceza mı? Dahası da mı vardı yani?

 

"Uzakta durma. Sende eşlik et. Güzel bir eğlence."

 

Ne yapması gerektiğini bilmiyordu. Elleriyle sadece alkış tutuyordu o kadar. Ama keyfi yerine geliyordu. Ali'nin yanında o kabuğundan çıkıyor, canı ne isterse onu yapıyordu.

 

Kulaklarına tatlı bir melodi geliyordu şimdi. Ajda Pekkan'ın güzel şarkılarından biriydi bu.

 

Baksana Talihe şarkısını söylüyorlardı. Ritmin verdiği hissi seviyordu Elif.

 

"Hadi gel benimle."

 

Ali tekrar onun elinden tutmuştu.

 

"Bir dakika. Nereye gid-

 

Sözü yarıda kalmıştı. Ali ile kendisini tam ortada pistte bulmuştu. Kalabalık bir ortamın içindeydiler. Güneş yüzünü onlara dönmüştü. Elif ona yaklaştı.

 

"Bunu yapmak zorunda mıyız?"

 

"Hayır değiliz. Ama istediğini ve sevdiğini biliyorum. Hadi çekinmene gerek yok. Tek dans eden biz değiliz."

 

Ali onun elini bırakmamıştı tabi. Elif ilk birkaç saniye bir şey yapmamıştı. Aklı babasıyla olan konuşmadaydı. Ne olup bittiğini öğrenmeliydi.

 

Yine de kendine engel olamamıştı. Müzik çok net olarak duyuluyordu. Üstelik Ali onu sürekli olarak dans etmeye itiyordu. Ellerinden tutarak minik hareketlerle dansa eşlik etmesini istiyordu. Başarmıştı da.

 

İkisi de yan yana dans ediyordu şimdi. Arada onu kendine çekip etrafında döndürdüğü de olmuştu. Ama en sevdiği kısım ayaklarını bile aynı anda aynı şekilde hareket ettirmekti. Şarkının melodisiyle bir sağa bir sola hafif adımlar atıp dans ediyorlardı. Elif'in yüzünde yine gülücükler oluşmaya başlamıştı. Bu Ali'yi en mutlu eden şeydi.

 

Elif çevresindeki kalabalıkta bile sesleri duymuyordu. Sanki Ali ile sadece kendisi vardı. Onun yanında iken zaman çabuk geçiyordu. Güzel anılar zihnini dolduruyordu. Bir nevi uyanışı yaşamıştı. Ne kadar saçma hareketler yapsalar bile Ali ile olunca güzel geliyordu. Bu ilginçti.

 

Şarkı bittiğinde onlar kahkahalarla kendilerine gülerek ayrılmıştı oradan. Uzun Sokak'a girdiklerinde duraksadılar.

 

"İtiraf et. Mükemmeldi."

 

Ali onu sürekli şaşırtıyor, mutlu ediyordu. Yine de istediğini ona vermeyecekti. Buraya endişe içinde gelmişti. Az önce ise gülerek dans ediyordu. Bunun karşılığını mutlaka alacaktı.

 

"Üzgünüm tek kelime dahi söylemeyeceğim."

 

"Daha dünün ifadesini almadım. Bence bir kere daha düşün."

 

Onun neden bahsettiğini anlamıştı Elif. Yüzünün yine kızardığını hissetmişti. Ama düne göre çok daha iyiydi. En azından ona bakarken cesurdu.

 

"Benim de soracağım şeyler var. Ama önce bir şey yapmalıyız."

 

Ali onun uzaklara dalan bakışlarından bir şey anlamamıştı. Yanından hızla geçip ilerlemeye başladı. Ali aynı hızda onu takip etmişti.

 

Elif bir oyuncakçıda durdu. Gözleri köpüklü balon oyuncağına takılmıştı. Rastgele bir tanesini seçti ve aldı.

 

Ali dışarıda onu bekliyordu.

 

"Evet. Bu çok güzel oldu. Biraz daha eğlenceyi göze alabiliriz."

 

"Ne yapacaksın?" diye sordu Ali.

 

"Çocuklar ne yapıyorsa onu. Hep yapmak istediğim bir şeydi. Şimdi yapabileceğimi biliyorum."

 

"Daha ne duruyorsun o zaman?"

 

Ali kenara çekilmişti. Bu anı izlemeyi keyif verecekti.

 

Elif, çok iyi biliyordu ki ona bu cesareti veren Ali'ydi. Onun küçük bir kutuya sakladığı çocukluk ruhunu dışarı çıkarmıştı. Şimdi onu özgür bırakabilirdi.

 

Kutunun içindeki köpüğü iyice salladı. Sonra diğer yardımcı ögesiyle o halkaya üfledi. İçinden baloncuklar çıkmaya başlamıştı.

 

Elif tekrar tekrar aynı şeyi yapmaya devam etmişti. Bir yandan da ilerliyordu. Etraftan geçen küçük çocuklar gibi heyecanlı ve mutluydu. O baloncuklar hayatına güzellikler getirmeliydi. Şans getirmeliydi. Mutluluk getirmeliydi. O niyetle hepsini üflemişti. Tıpkı doğum günü pastası mumu gibi.

 

Baloncukları yakalamaya çalışan çocuklar yavaş yavaş kalabalık bir ortam oluşturmuştu. Hatta bazıları Elif'in çevresinde çember oluşturmuştu bile. Elif bazılarıyla o köpüğü beraber üflemişti. Neşeliydi.

 

Ali ondaki bu sevinci mutlulukla izliyordu. Çocuksu yanını ilk defa bu kadar net görüyordu. Ela gözleri ışıl ışıldı.

 

Kimseye aldırış etmeden yanına gitti. Uzanıp onu yanağından öpmüştü.

 

"Sanırım senin içinde gerçekten çok yaramaz bir çocuk var."

 

Elif ise elindeki baloncuk oyuncağıyla kalakalmıştı. Onu öptüğü yanağı alev alev yanıyordu şimdi. Ilık bir dokunuş olmasına rağmen.

 

Ali ise küçük çocukların alkışları arasında geriye çekilmişti.

 

"Bir şikayetin mi var?"

 

"Hayır. Yok." diye cevap vermişti Elif. Dün akşamın bir cezası da buydu demek ki. Ama olay cezadan çok ödüle gidiyor gibiydi. Sahte ceza diye düşündü Elif.

 

Kutusundaki köpük bitene kadar baloncukları çıkarmaya devam etmişti. Hayal ettiğinden daha da güzeldi manzara. Yukarıya doğru yol almış köpüklü baloncuklarla doluydu gökyüzü.

 

Elif bir müddet onları izledikten sonra Ali'ye döndü.

 

"Mümkünse yemek yiyebilir miyiz beyefendi."

 

"Tabi ki. Önden buyurun."

 

Elif hiç uzak bir yere gitmeyecekti. Önündeki bir cafeye adım atmıştı bile. İçeriye girdiğinde sıcak havanın etkisi azalmıştı. Klimayı çalıştırmışlardı demek ki.

 

Elif üst kata çıkmıştı. Burası sakindi. Fazla müşteri yoktu. Tam istediği gibiydi. Çünkü ikisi de biliyordu ki yemek bahaneydi. Asıl konu konuşmaktı.

 

Rahat konuşabileceği, gözden uzak bir masa seçmişti Elif. Koltuğunu çekip oturdu. Ali de tam karşısındaki koltuğa oturmuştu. Ama sessizdi. O yüzden ilk sözü Elif almıştı.

 

"Babam ile ne konuştunuz?"

 

Ali onun yüzüne baktı. Sabırsızca ama dikkatli bir şekilde ondan duyacağı haberleri bekliyordu. Ne yazık duymayacaktı.

 

"Üzgünüm ama bunu söyleyemem."

 

Elif'in içindeki gerginlik dışarı yansımıştı attık.

 

"Ne demek söyleyemem?"

 

Elif'in sinirle verdiği karşılık sonrası Ali tebessüm ederek masanın üzerine ona doğru eğilmişti.

 

"Babanla konuştuğum şeyler aramızda kalacak."

 

"Bunu yapamazsın. Aranızda bizimle ilgili bir konu geçtiyse bilmem gerekiyor."

 

"Babanla konuşman daha doğru olur. O bir şey söylemeden ben burada konuşamam. Özetle bekleyeceksin.."

 

Elif'in umutları da omuzları gibi çökmüştü. Bu ona karşı yapılan bir haksızlıktı aslında. Ama elinden bir şey de gelmiyordu.

 

"Madem konuşmayacaksın. Niye geldik buraya?"

 

"Yemek yemek istediğini söyledin. Yanlış hatırlamıyorsam."

 

Ali'nin yüzündeki ifade onun sinirini bozmuştu. Her zaman gülümsemeyi nasıl başarıyordu?

 

"Dalga geçmeyi bırakır mısın?"

 

"Dalga geçmiyorum. Sen yemek yemek istediğini söyledin. Konuşmak için geldik buraya o da doğru. Konuşacağız da. Ama bizi. İkimizi konuşacağız. Sence de bir şeyleri söylemenin vakti gelmedi mi?"

 

Elif Ali'nin neyi kastettiğini biliyordu. Ama o bu konuyu konuşmak için daha erken olduğunu düşünüyordu.

 

"Bizle ilgili senin bilmediğin ne olabilir ki? Tam olarak neyi duymak istiyorsun?"

 

"Duymak iste-

 

Sözü yarıda kalmıştı. Elif'in telefonu çalıyordu.

 

"Özür dilerim. Miray arıyor."

 

Elif ona cevap vermek zorundaydı. Miray resmen yardımcı bir melek gibi imdadına yetişmişti. Masadan uzaklaşıp kısa bir telefon görüşmesi yapmıştı.

 

Biraz mahcup bir şekilde masaya dönmüştü. Ama oturmamıştı. Ali'ye döndü.

 

"Akşam için bir planın var mı?"

 

"Hayır yok. Neden?"

 

"Miray. Bizi akşam yemeğine davet etti. Senin de orada olmanı istiyor.

 

"Yanında olduğumu biliyor yani."

 

"Tahmin etmiş. Zeki olduğunu söylemiştim. O çoktan anlamıştı zaten."

 

Elif birkaç saniye bekledi. Yaptığı hatayı ancak fark etmişti. Kendini ifşa etmişti işte. Tam bir fiyaskoydu bu.

 

Ali'ye bakmaktan çekiniyordu bu sefer. Onun da masadan kalkıp yanına geldiğini gördü..

 

"Miray neyi anlamıştı Elif?"

 

Kısa bir duraksamadan sonra Elif başını ona çevirmişti. Göz göze gelmişlerdi. Ali'nin bakışlarındaki o güçlü istek karşısında Elif'in soluğu kesilmişti. Kirpiklerinin dahi titrediğini hissedebiliyordu. Duymak istediği şeyi biliyordu. Ama o böyle bakarken, nasıl cesaret edebilirdi?

 

Kendisine söylemesi o kadar zaman almıştı. O kadar zordu ki.

 

"Artık gidelim mi? Ancak varırız." diyebilmişti sadece.

 

"Cevabı duymadan hiçbir yere gitmeyi düşünmüyorum."

 

Onun sözleri Elif'in inatçı kişiliğini ortaya çıkarmıştı. O stresin, telaşın karşılığını almak için daha iyi bir fırsat olamazdı.

 

"Öyle mi? Hiç sanmıyorum. Eğer ben beklemek zorundaysam sende beklemek zorundasın."

 

Şimdi keyfi yerine gelmişti işte. Yüzüne yayılan tebessüm Ali'nin de gülümsemesine neden olmuştu.

 

"İnatlaşarak bu konuyu kapatamazsın. Konuların birbiriyle alakası yok ki. Ayrıca senin bu yaptığın hiç etik değil. Hile yapıyorsun."

 

"Biliyorum. Bunu da senden öğrendim. Artık gidebilir miyiz?"

 

En azından söyleyecek kadar dürüsttü. Ali gülmesine engel olamamıştı. Onun bu minik intikamını almasına izin verecekti.

 

"Gidebiliriz." demişti keyifle.

 

Yine de konu kapanmamıştı. Ali o sorunun cevabını ondan alacaktı.

 

Hem de bugün...

 

************************************

 

Bölüm sonu arkadaşlar. Lütfen sabırla bekleyeniz 😊

 

Keyifli okumalar dilerim.

 

 

Loading...
0%