@mileidi61
|
Bu kadar zor olmamalıydı.Ve bu kadar heyecan verici. Biri iterken biri nasıl çekebilirdi onu? Karanlığında saklanmak mı daha iyiydi, aydınlığa uzanmak mı? Elif için bitmek bilmeyen bir kaostu bu.
Ona uzanan bu güvenli eli tutmak, ona ne kaybettirebilirdi?
Kendini?
Ya düşündüğü gibi değilse?
Miray'ın dediği gibi onda kendini bulabilir miydi? Böyle bir şey mümkün müydü?
Nemli kirpiklerinin arasından onun heyecanlı bal renkli gözlerine bakıyordu. O gözlerde kendini görebilme umuduyla ona doğru bir adım attı. Aralarındaki mesafe giderek azalıyordu. Sonra bir adım daha. Her adımda cesareti biraz daha artıyordu.
Ali'nin kafasının karıştığını tahmin edebiliyordu. Kaşları hafif çatık olsa da merakla onun yapacağı hamleyi bekliyordu. Ve bir saniye bile gözlerini onun gözlerinden ayırmıyordu.
Elif onun gözlerine daha yakındı şimdi. Minik hareler içinde gezinen o bakışlarda sadece onun görebileceği bir silüet vardı. Oradaydı işte. Kendisini görebilmişti. Aslında orada olduğunu hep hissetmişti. Ali ona hissettirmişti. Ama Elif görmezden gelmişti. Yok saymıştı. Kendi yüreğine bahar gelmeyeceğine olan inancı o kadar sağlamdı ki başkasına iyi gelmeye ihtimal bile vermemişti.
Şimdi ise rüzgar yönünü ona çevirmişti. Ona kalan ise bunu doyasıya yaşamak, onu savurmasına izin vermekti. Onu getireceği yeri bilmese de...
Ne yapması gerektiğini biliyordu. Kendinden ilk defa bu kadar emindi. Bakışlarını onun gözlerinden ayırmadan üşümüş elini onun için bekleyen o elin sevgiyle sarmasına izin vermişti. Eli şimdi Ali'nin sıcacık avucunun arasındaydı.
Sonra usulca ona doğru çekildiğini hissetti. Ali, güçlü ama nazik bir şekilde diğer elini Elif'in beline dolayıp kendine çekti. Artık aralarında mesafe yoktu. Hiç olmadıkları kadar yakındılar birbirlerine.
Elif bu temasın vücudunda bir titremeye sebep olduğunu hissediyordu. Gözlerinin de titrediğini de biliyordu. Yüzünde beliren gülümseme, o avucun sıcaklığı ile tüm bedenine yayılmaya başlıyordu.
Bedenindeki sıcaklık ve titreyiş tırmanmıştı. Bir insan bu iki duyguyu aynı anda hissedilir miydi? Saçma değil miydi? Belki saçmaydı belki değil. Tek bildiği hissettikleriydi. Ve hiçbir şey kontrolünde değildi.
Ali ona bir soru sorması gerektiğini düşünmüştü.
"Bundan emin misin?"
Elif ona bakıyordu. Ali yine kibar yüzünü göstermişti. Belki vazgeçer diye. Bunun için geç olmadığını düşünerek sormuştu. Son kez olsa da sormuştu. Bu Elif'i daha da mutlu etmişti tabi. Vereceği tek üzerinde düşünmedi bile. Aslında hiç bu kadar hazır hissetmemişti kendini.
"Evet." diyerek onun merakını giderdi. Ali'nin yüzündeki endişesi silinmişti. Avucundaki eli onunla beraber biraz yukarıya doğru kalktı. Bu kesinlikle yapmak istediği bir şeydi.
Sonra ayakları yavaşça hareket etmeye başladı. Önce minik adımlar attılar. Ne yazık ki Elif bu dansı hiç bilmiyordu. Durdu. Ali'nin yüzüne bakarak
"Bunda iyi değilim." diyebildi sadece Zar zor nefes alabiliyordu. Ali onu elini daha güçlü bir şekilde tutuyordu şimdi.
"Sadece gözlerime bak Elif. Ve kendini bana bırak. Ritmini bulacaksın."
Elif ona güveniyordu. Dediğini yapıyordu. Ayaklarına bakmaktansa onun gözlerine bakmak onu daha mutlu hissettiriyordu.
Ali'nin onu yönlendirmesiyle adımları daha güzel atmaya anı yaşamaya ve bundan daha keyif almaya başlamıştı. Ortada ne bir melodi, ne bir çalgı vardı. Kimse şarkı söylemiyordu. Ama onlar dans ediyordu. Ve bunun yarattığı ambians farklıydı.
Bankın etrafında daireler çizerek dans ediyorlardı. Ay onların üstünde parlıyor gibiydi. Onlara eşlik ediyordu. Elif, artık onunla bir bütündü. Dans etmek bu kadar huzurlu olmamıştı. Kimseyi umursamadan, etrafta olan biteni yok sayarak sadece ikisinin olduğu bir zaman diliminde yaşamak gibi. Bunun bir tanımı yoktu.
Ve hissettiği her şey. En özeli de özgürlük... Ali ona özgürlüğü vaat ediyordu. Hatta bunun yolunu da ona göstermişti.
Bankın etrafında son kez döndükten sonra sakince durmuşlardı. Dans bitmişti ama elleri hala birbirine kenetliydi. İkisi de nefes nefese göz gözeydi.
"Teşekkür ederim." diyerek fısıldamıştı Ali.
"Neden?" diyerek bir soru gelmişti karşıdan.
"Bana hayatına girme şansı verdiği için."
Bu doğruydu. Elif bu şansı bir tek ona vermişti. Ve pişman olmayacağını biliyordu.
"Çok çabaladığını söylemem gerekiyor."
Gözleri farklı bir ışıkla parlıyordu.
Elif onun teninin kokusunu alabiliyordu. Buram buram toprak kokuyordu. Onun bu kokusunu seviyordu. Ona güven veriyordu. Sıcacık hissediyordu. Korkmuyordu.
"Benim için çok değerlisin." Bu çok içten söylenen bir cümleydi. Duygularının belki de en net dışarı vurduğu bir an.
Ali'nin teninin tenine değdiğini hissediyordu. Alnını, ondan güç almak istercesine onun alnına dayamıştı. Üstelik burnunun üzerinde onun usulca gezinen burnu iç gıdıklayıcıydı. Ama verdiği haz tarif edilemezdi.
"Biliyorum." diye fısıldamıştı sadece. Bitmesini istemediği bir andı bu. Zamanın durmasını, burada, şuanda kalabilir miydi?
Öyle güzel bir huzuru ve mutluluğu vardı ki. Korkularını kahkahaya, gözyaşlarını sevince, sessizliğini dansa dönüştürmüştü. Ali ona, onun düşündüğünden daha fazlasını yaşatıyordu.
Ali'nin kıvırcık saçları onun alnında dolaşıyor, tatlı bir şekilde gıdıklıyordu.. Konuşmasa bile bedeni ona hep bir şeyler mırıldanıyordu.
Gözleri kapalı bir şekilde sadece bu anı ölümsüz kılıyorlardı. İkisi de kendini kaptırmıştı. Ta ki telefon sesini duyana kadar. Elif gözlerini açmış, başını kaldırmıştı. Bankta duran çantasından geliyordu ses.
Hiç istemese de o sıcak kollardan ayırmıştı bedenini. Çantasına uzandı. Eline telefonu alınca ekrana baktı. Arayan babasıydı.
"Efendim baba."
"Elif. Neredesin kızım sen? Haber vermemişsin hiç."
"Merak etme. Güvendeyim."
Göz ucuyla Ali'ye bakıyordu. Oda şaşırmıştı.
"O ne demek şimdi?"
"Ali ile birlikteyim. Birazdan geliyorum."
Babasına karşı bir küçük bir ironi yapmıştı ama doğruydu. Yalan söylemeyi seven bir yapısı yoktu. Ve Ali onda bir cesaret uyandırmıştı.
Karşı tarafta kısa bir sessizlik oldu.
"Tamam. Bekliyoruz sizi."
Elif telefonu kapatmıştı. Büyük bir rahatlık vardı ruhunda. Gerek Hazal gerek Ali ile yaşadıkları onun yükünü hafifletmişti.
"Gitmemiz gerek. Babam bekliyor."
Ali'nin yüzündeki şaşkınlığın sebebini anlayabiliyordu. Ama tek gördüğü bu değildi. Bundan mutluluk ve gurur duymuştu.
"Ben yanlış mı duydum yoksa?"
- "Doğru duydun. Üstelik hiç kıvırma. Hoşuna gittiğini biliyorum."
Ali omuzlarını silkmişti.
- "Evet hoşuma gitti."
Elif onun böyle diyeceğini biliyordu. O bunu gizleyecek biri değildi. Ona karşı hep dürüst olmuştu zaten. Telefonu çantasına atıp, onu da boynundan geçirdi.
"Görüyorum. Hem gizlemek için bir sebebim yok. Üstelik bazen babamın seni benden daha fazla sevdiğini düşünüyorum. Sen gelmezsen onu niye getirmedin diye başımın etini yer."
"Yani tek sebep bu mu?"
Elif dudaklarını sıkmaya başlamıştı. İnkar etmek istese de yapmayacaktı.
"Olmadığını biliyorsun. İstediğini duyduysan, şimdi, lütfen gidebilir miyiz? Geç kalacağız yoksa."
Ali duymak istediği şeyi duymayı başarmıştı. Keyifle yanına yaklaştı.
"Evet gidebiliriz."
Onunla yan yana yürüyordu. Elif, birkaç güne kadar hayatının bu kadar değişeceğini söyleseler asla inanmazdı. Ama olmuştu işte. Sadece birkaç dakikada pek çok şey değişmişti. O güvenli kolun sarmaladığı duygularının heyecanıyla yürümüştü.
Apartmanın önüne geldiklerinde durdular. Yukarıya doğru baktılar. Salonun ışığının yandığını görebiliyordu Elif.
"İçeriye gelmen gerekiyor. Biliyorsun değil mi?"
"Yoksa sen laf yiyeceksin. Biliyorum. Gidelim bakalım."
Elif önde Ali arkasında yukarı çıktılar. Kapıyı çaldığında annesi sanki onların geldiğini biliyormuş gibi saniyede açmıştı kapıyı.
"Anne. Merhaba. Sanki kapının orada bekliyordun?"
"Hayır. Baban özellikle orada beklememi istedi. Ali'yi güzel karşılamak istiyormuş."
Tamda tahmin ettiği gibiydi. Babası sezgileri güçlü biriydi. Tabi ki bir şeyler olduğunu anlamıştı ama bir şey söylemeyecekti. En azından öyle olmasını umuyordu.
Elif içeriye girdikten sonrada onu Ali takip etti. Babası oturma odasında her zaman ki koltukta oturmuş çayını yudumluyordu.
"Hoş geldiniz. Sonunda. Çay içer misin Ali?"
"Olur tabi ki. Teşekkür ederim."
Ali babasının karşısına oturmuştu. Elif onun yüzünde bir gerginlik hissetmişti. Yanak kasları hafifçe dalgalanmıştı. Babasının onu hesaba çekeceğini falan sanıyordu sanırım. Bu hâli hoşuna gitmişti. Biraz olsun onun etekleri tutuşmalıydı.
Annesi iki demli çay getirmişti. Elif keyifle annesinin yanına oturmuş çayını yudumluyordu.
"Elif sen neden haber vermedin? Annen merakta kaldı?"
"Annem mi? Sen mi baba?" Adı gibi biliyordu ki babasıydı. Annesini yardımcı eleman olarak kullanırdı bu konuda.
"Tamam tamam. Ben merak ettim."
"Bir arkadaşımla buluştum. Sonra da Ali ile karşılaştık. Öyle yani."
"Ali ile olduğun için rahatladım zaten. Ama sen yine de haber vermeyi unutma. Nereden bu arkadaş? Ali ile ne alakası var?"
Asıl öğrenmek istediğini Elif iyi biliyordu ama söylemeyecekti tabi ki.
"Üniversiteden arkadaşım baba. Yarın memleketine dönüyor da buradayken görüşmek istedi. Sen tanımıyorsun. Ali ile de orada karşılaştık."
"Ali doğru mu söylüyor?"
"Yok artık baba. Daha neler? Bunu da Ali'ye mi soracaksın? Sen bana hiç mi güvenmiyorsun."
Aslında babasının ona güveni sonsuzdu. Elif te bunu biliyordu. Onun derdi başkaydı.
"Senin ne yapacağın belli olmaz. Ali'yi zorla kendi oyununa alet ediyorsun gibi geliyor."
Elif sinirlense mi gülse mi karar veremiyordu. Teknik olarak Elif Ali'nin oyununa gelmişti. Ne yapıp edip onu kabuğundan çıkarmayı başarmıştı işte. Kötü bir duruma düşmüştü ama hiç şikayetçi değildi. Ali ile göz göze geldiler.
"Öyle mi Ali? Böyle bir şey var mı?"
Tersini söyleyecek kadar aptal değildi bu çocuk herhalde. Yoksa gazabından kurtulamayacaktı.
"Yok Ender amca. Merak etme. Sadece daha iyi anlaşıyoruz diyelim. Ön yargıyı kırdık diyebilirim."
Son cümleyi fısıldayarak söylemişti. Ama Elif'in duyduğundan emin olarak.
"Rahat bırak çocukları Ender. İkisi de yorgun görünüyor. Bir çay içirmedin zaten onlara."
"Sende hep bana muhalefetsin. Altı üstü konuşmaya çalışıyorum."
"Biraz da susmayı denesen?" Annesi gözleriyle konuşan bir kadındı. Ali'ye bir şeyler anlatmaya çalışıyordu. Ali de kolayca ne demek istediğini anlamıştı.
"Önemli değil. Ayak üstü uğradım zaten. Gitmem gerek. Başka zaman daha uzun sohbet ederiz inşallah."
"Öyle olsun. Ama sözün var bak unutma. Elif'e sorabilirsin. Tutmazsan ters şeyler yapabilirim. Görmek istemezsin. "
"Merak etmeyin. Sözüm söz. İzninizle. Çay için teşekkürler Ferda teyze."
"İçemedin ama afiyet olsun Sen onun dediğine bakma Ali. Hadi sana iyi geceler."
Ali kapıya yöneldiği sırada Elif arkasından geliyordu. Onu geçirecekti tabi ki. Elif onun şanslı olduğunu düşünüyordu.
"Şanslısın. Annem olmasaydı hayatta kurtulamazdın."
Ali etrafa bir baktı. Kimsenin olmadığını görünce Elif'in yüzüne doğru eğildi.
"Evet şanslıyım. Seninle karşılaştığım için şanslıyım. Hatta belki de en büyük şansımsın."
Elif bu cümleyi yanıtsız bırakmıştı. Her defasında yenilgiye uğruyordu zaten. Ama onu kollarıyla itmişti. Bu yakınlık ona daha da zorluk çıkarıyordu.
"Gitsen iyi olacak."
İstemeye istemeye açılan kapıdan çıkmıştı.
"Yarın seni görebilecek miyim?"
"Muhtemelen evet. Belki hayır." diyerek yanıtlamıştı soruyu Elif.
"Beni böyle yollamayı düşünmüyorsun değil mi?"
"Hayır. Düşünmüyorum. Öyle yapacağım."
Kapıyı kapatırken sadece
"İyi geceler." demişti ona. Daha fazlasına ihtiyacı yoktu. Hatta ona bir şey söylemesine gerek yoktu. Gözleri konuşuyordu zaten. Ali onun cevabını biliyordu. Onu böyle mutlu görmek onu da mutlu ediyordu.
Elif onun için özeldi. Onda kendini görüyordu. Bir nevi kendisinin yansımasıydı. Belki daha inatçı, daha öfkeli. Her şey de aynı değildi. Ama bir şey aynıydı. Ruhu. Ve bu ona yanındayken bile daha çok özlediğini hissettiriyordu.
"İyi geceler." dileyerek gitmişti. Elif birçok duyguyu aynı anda yaşıyordu. Hangisi daha ağır basıyordu bilmiyordu ama hepsinde Ali vardı. Onun sayesinde yaşamıştı hepsini. Paylaşıyordu.
Elindeki telefon titremişti. Mesaj atmıştı.
Bu seferlik kabul ediyorum. Bir dahakine söz veremem. Görüşmek istersen yazarsın...
Dalga geçiyordu onunla. Tabi ki görüşeceklerdi. Ama ona mesaj atmayacaktı. Yarına kadar sabretmesi gerekecekti.
Arkasını döndüğünde babası onu izliyordu.
"Ben yatıyorum. İyi geceler babacığım."
Yanına gidip yanağına öpücük kondurdu. Odasına yöneldi.
"Elif?"
Ondan kolayca kurtulamayacaktı. Omuzları düştü. Umudu silindi. Ona doğru döndü.
"Evet babacığım?"
"Bana söylemek istediğin bir şey var mı?"
İkisi de iyi biliyordu cevabı. Ama Elif bile henüz kendine söylememişti ki babasına anlatsın. Onun ne kadar anlayacağını destekleyeceğini bilse de.
"Rahat bırak kızı Ender. Git uyu yavrum sen. Ben babanla ilgileneceğim."
Son sözünü üstüne basa basa söylemişti. Elif babasının yanına geldi.
"Beni merak etme. Zamanı gelince öğrenmen gereken bir şey olursa söz sana anlatacağım. Şimdi gerçekten uyumam gerekiyor."
Babasının ellerini sevgiyle tutuyordu. Babasının ona olan bağı tartışılamazdı bile.
"Öyle olsun." demişti sadece.
Elif odasına dönmüştü. Babasının gözünden bir şey kaçmıyordu. Ama anlatamazdı. Henüz ne olduğunu da bilmiyordu. Yaşadıkları ve hissettikleri vardı evet. Ortadaydı. Ama neydi hiçbir fikri yoktu. Adı yoktu, şekli yoktu. Öğrenmesi ise hiç kolay olmayacak gibiydi zaten.
Bu sefer de uyuyamayacaktı. İçinde ki kıpırtılar izin vermiyordu ki. Ali onun düzenini tersine çevirmişti. Başını nereye çevirse onu görüyor, onu hissediyordu. Göründüğü kadar zor değildi aslında. Ali onun için pek çok şeyi kolaylaştırıyordu. Ona karşı öyle sevecen, nazik davranıyordu ki bu onda zıttı bir davranışa dönüşüyordu.
Günün erken saatlerinde uyanmıştı. O kadar uykusuzluktan sonra uyanmaması gerekirdi ama uyanmıştı Ve kendini iyi hissediyordu.
Etraftan henüz ses seda yoktu. Demek ki kimse ayaklanmamıştı. Güzel bir duş alabilirdi. Öyle de yaptı. Zihnini temizledi. Güçlendirdi. Uykusu tamamen açılmıştı. Canı kahvaltı yapmak istemiyordu. Sonra telefonu çaldı.
Ali olamazdı. Numarasını kaydetmemişti. Kendi numarasını da vermemişti.
Miraydı.
"Efendim kuzum."
"Sen neden beni aramıyorsun kuzum? Belki öldüm, belki Kuzey beni dönmemek üzere kaçırdı?"
Miray ve hayal gücü.
Acaba neden? Yeni evlenmişti. Evet belki balayına bir yere gitmemişlerdi ama sonuçta yeni evliydi.
"Bilmem neden olabilir sence?"
"Bana soruyla karşılık verme. O benim işim canısı. Uyanıksın demek ki. Özledim seni. Kahvaltı yapmadıysan buluşalım."
"Yapmadım evet. Ben gelirim. Meydan da yaparız kahvaltı."
"İyi tamam. Özenle hazırlanacağım senin için. Bekle beni."
Bazen Miray'ın içinde bir değil üç kişinin yaşadığını düşünüyordu. Hepsi de birbirinden deliydi hem de.
"Kuzey kızmasın sonra."
"Söz konusu bile olamaz. Zaten o kahvaltı yaptı. İşe gidecek. Hadi oyalama beni."
"İyi o zaman. Bende hazırlanır çıkarım."
Telefonu kapattığında yüzündeki gülümseme ekrana yansımıştı. O da Miray'ı özlemişti. Acaba ona anlatmalı mıydı yaşadıklarını?
Anlatmasa bile onun hareketlerinden bir şeyler anlayacağını biliyordu. Elif kendini iyi gizlediğini sanıyordu ama Ali sağ olsun. Bu düşüncesinin hiçte doğru olmadığını göstermişti.
Saçlarını kurutmakla uğraşmadı. Zaten bu havada saçı dışarı da saniyede kururdu. Nem eksik olmasın başımızdan. Değil mi?
Üzerini değiştirdi. Mürdüm rengi bir crop ve beyaz bir pantolonu giymişti. Saçını at kuyruğu yapmıştı. Aynada kendine baktığında bir şeyler farklı görünüyordu. Kendisi farklıydı. Gözleri farklı bakıyordu. Yüzü farklı gülüyordu. Bu iyi bir şeydi herhalde.
Odadan çıktığında annesinin yeni kalktığını gördü.
"Günaydın. Nereye böyle?"
"Günaydın anne. Miray aradı. Buluşmak istedi. Onun yanına gidiyorum."
"İyi bakalım. Selam söyle."
"Tamam söylerim. Hadi gidiyorum ben."
Spor ayakkabılarını giyip dışarı çıkmıştı. Hava çok sıcak değildi ama nem sanki birazdan buharlanacakmış gibi hissetmesine neden oluyordu. Tek bir bulut zerresi bile görmemişti.
Sonunda onu görmüştü. Miray mavi bir bluz ve beyaz bir pantolon giymişti. Cafenin havadar bölümüne oturmuştu. Burası onların sıklıkla geldiği bir yerdi. Ve kahvaltısı mükemmeldi.
Sabırsız bir şekilde kendisini bekleyen Miray'ı bekletmeyecekti
Biraz hızlı adımlarla yanına yürüdü. Sonrada el salladı. Miray ayağa kalkmış ona doğru gelmişti. Sıkıca boynuna atladı.
"Çok özledim ama..."
Sesi özlem doluydu.
"Bende seni özledim."
Elif çok kolay kolay bunu söyleyen biri değildi. Ama gerçekti. Aradan fazla zaman geçmemişti her zaman bir aradaydılar. İlk kez ayrı kalmışlardı. Hâl böyle olunca özlem kaçınılmaz oluyordu.
"Sen kimsin ve Elif'e ne yaptın?"
Miray da beklemiyordu böyle demesini. Kuşku dolu gözlerle bakıyordu Elif'e.
"Abartma istersen Miray."
"Sana da bir şey denmiyor. Hadi oturalım. Ben iki kahvaltı siparişi verdim zaten. Birazdan gelirler."
Şimdilik kurulmuştu Elif.
İkisi de karşılıklı oturuyordu. Birbirlerinin elini tutuyorlardı. Miray daha heyecanlıydı. O hep böyleydi zaten.
"Anlat bakalım. Ne var ne yok?"
"Evlenen sensin Miray. Senin hayatında bir şeyler değişmiş olabilir. Bana soracak olursan evlilik sana yaramış."
Evlenince pek çok şey değişiyordu elbette. Kişilikler bile yeniden değişiyor, gelişiyordu.
Miray açık bıraktığı saçlarını eliyle savurdu.
"Neden ki? Ben her zaman mükemmeldim. Ama Kuzey'e yaradığı kesin."
"O neden?" diye sormuştu Elif.
"Çünkü hayatında ben varım. Arada kavga çıkıyor ama yavaş yavaş alışıyoruz tabi ki."
"Miray, her şeyden de kendine pay çıkarma huyun beni deli ediyor."
"Ama doğruyu söylediğimi biliyorsun."
Elif, Miray'ın bu hâlini de özlemişti. Eğlenmek için, gülmek için illa bir şeyin olmasına gerek yoktu. Bir yolunu bulurdu. Kahvaltılar gelince sessiz sedasız yemeye başladılar.
"Hazal ile konuştun mu?"
Elif elindeki çatalı masaya bırakmıştı. Çok önemli değilmiş gibi bir ekmek parçasını eline aldı.
"Evet. Sen?"
Miray da aynı zamanda yemeğini yemeye devam ediyordu.
"Beni de aradı. Konuştuk."
Elif ekmeğe sürdüğü reçeli ağzına götürmüştü. Miray ondan bir cevap bekliyor gibiydi.
"Bizde konuştuk. Görüştük. Pişman olduğunu falan söyledi işte. Bende dinledim."
"Peki sence ciddi miydi?"
Elif güzel demlenmiş çayından bir yudum aldı.
"Öyle görünüyor. En azından samimiydi diyebilirim."
"Peki sen ne düşünüyorsun?"
"Ona bir cevap vermedim. Deneyeceğimi söyledim sadece. Affetmeyi. Ama garanti veremezdim. Biliyorsun."
"Evet biliyorum."
Miray'ın bu bakışının altındaki anlamı sezmişti Elif. Üzülmesinden, incinmesinden korkuyordu. Ama ona olan güvenci de inancı da tamdı. Elif bunun verdiği güçle ona gülümsüyordu. Miray onu böyle görünce rahatlamıştı. Oda gülümseyerek yemeye devam etti. Bir daha da kahvaltı bitene kadar konuşmadılar.
Güzel bir kahvaltı yapmışlardı. Yaklaşık bir saattir ne siparişi verdilerse bitirdiler. Miray arkasına yaslandı.
"İyi yedik. Güzel yedik."
Elif te kahvaltıyı biraz kaçırmıştı.
"Haklısın. Bu gidişle her şeyi yiyip öyle kalkacağız bu masadan."
"Merak etme. Para bankası Kuzey bir telefonuma bakar."
Miray kendinden o kadar emin duruyordu ki istese bunu gerçekten yapardı.
"Yok artık."
"Var artık. Onu bunu bırak ta anlat bakalım."
Elif'e karşı göz kırpmıştı.
"Neyi anlatayım?"
"Yapma Elif. Bir şeyler olmuş. Sende bir değişiklik var."
Korktuğu başına gelmişti işte. Anlamıştı. Gözlerini dışarıya, camın gölgelediği manzaraya çevirdi. Etrafta pek çok kafe vardı. Yolda yürüyen onca insan.
Sonra başını önüne eğdi.
"Henüz bir şey olduğu yok."
Miray yaslandığı koltuktan ayırmıştı kendini. Masaya doğru eğildi.
"Ama bir şey olmuş yani."
Elif ile göz göze geldiler. Miray bu bakışı biliyordu. Hınzır bir gülüş yayıldı dudaklarına.
"Anlatmadan önce çay mı istersin bir bardak soğuk su mu?"
Böyle mi devam edecekti?
"Çay olsun mümkünse." diyerek karşılık verdi Elif.
Miray iki çay siparişini de vermişti. Ama onları beklemeye niyeti yoktu. İri mavi gözlerini açıp anlat anlat diye bağırıyordu resmen. Elif'in başka şansı yoktu.
"Ali."
"Eee? Ne olmuş Ali'ye?"
İnatla onun ağzından duymak istiyordu. Kendi bile emin değildi aslında.
"Bir şey olmadı. Bende gördüğün değişimin sebebi o. Ali."
Miray elini dudaklarına götürmüştü.
"Şaka yapıyorsun."
Üstelik sesi de yüksek çıkmıştı. Elif, onun dudaklarındaki elini indirmişti.
"Sessiz ol. Henüz bir şey olduğu yok. Sadece ondan kaçmayacağım artık. "
"Ah inanamıyorum. Sadece dört gündür yoktum ama neler olmuş neler. İkinci kez ihanete uğradım."
Miray'ın keyfine nazaran Elifte hafif gerginlik vardı.
"Miray saçmalama lütfen. Bak tekrar söylüyorum. Henüz bir şey yok. Ortalığı ayağa kaldırma."
"Ben seni tanıyorum Elif. Gerilmene gerek yok. Ama gücendim bilmiş ol. Hayır yani ben aramasam, buluşalım demesem, senin söyleyeceğin yok."
Bu konuda ciddi olmadığını biliyordu Elif. Ona kolay kolay kırılmazdı. Ama uğraşmak hoşuna gidiyordu.
"Olmayan bir şeyin neyini anlatmamı bekliyorsun anlamadım ki?"
"Aman iyi tamam. Bir şey demedik. Ama o Ali'ye de diyeceklerim var."
"Aklından bile geçirme." diye uyardı onu Elif. Miray'ın yapacağını bildiği hâlde.
"İstesen de durduramazsın. Hatta başlıyorum bile."
"Ne demek başlı-
"Herkese merhaba."
Elif'in söyleyecekleri araya giren yabancı sesle yarım kalmıştı. Öfkelenmişti. Gelen kişi elinde bir demet papatya ile bekleyen Kuzey'di. Ve tek başına değildi.
İşte, asıl kızgınlığı onu karşısında görünce yaşadı. Bu olamazdı. Şimdi değildi. Sürekli karşısına böyle çıkması haksızlıktı.
Kuzey Miray'ın yanağına öpücük kondurup, yanındaki boş koltuğa oturmuştu. Ali ise onun karşısında ayakta duruyordu. Elif'in yanındaki koltuk boştu. Yanına oturup oturamayacağı konusunda emin değildi. Elif'in sinirlendiğini görebiliyordu. Onun izin vermesini bekliyordu.
Elif ise onun böyle kalmasına daha fazla katlanamayacaktı. Bu daha fazla dert demekti. Ona bakıp başıyla yanındaki koltuğu işaret etmişti. Elinde fazla seçenek yoktu zaten. Ali'nin yanına oturduğunu görünce içi rahatlamıştı. Bakışlarını ondan çevirip Miray'a baktı.
Yüzündeki sinsi gülüşten hiç hoşlanmamıştı. Bir günü de olaysız geçmeyecek miydi?
************************************
Bölüm sonu arkadaşlar. Umarım beğenirsiniz. Keyifli okumalar 😊
|
0% |