@mileidi61
|
O gün, Elif eve gittiğinde sadece duş alıp yorganın altına girmişti. Tek istediği uyumak, aklını meşgul eden düşüncelerden sıyrılıp huzur bulmaktı.
Rüyalar, sizinle hiç bilmediğiniz, anlamadığınız bir dilde konuşurdu. Yine de sesi size tatlı gelirdi. Çünkü, hiç olmadığınız kadar özgür hisseder, her yere gidebilir, her şeyi yapabilirsiniz. Rüyalar, sınırı olmayan bir dünyaydı. Ve orada gezinmek, insana büyük bir haz verirdi... Ne yazık ki Elif'i yolculuğu uzun sürmemişti. Telefonu yanı başında çalıyordu. Ses aç beni diyerek bağırıyordu sanki. Kısa sürmüştü ama uyanmıştı bir kere. Eline telefonu aldı. Annesi aramıştı. Onu tekrar aradığında cevap gelmemişti karşı taraftan.
Bu olaya da ayrı bir sinir olurdu. Annesi arayalı daha 1 dakika olmuştu. Şimdi telefona bakmıyordu. Daha 1 dakika önce arayan annesi ne olmuştu da şimdi cevap vermiyordu. 2. kez aradığında nihayet annesinin sesini duyabildi.
"Anneciğim beni aramışsın."
"Evet. Biz yarın dönüyoruz. Haberin olsun diye aradım. Zaten yarın olmasa ertesi günü gelecektik. Böylesi daha iyi olacak. Hem düğün zamanı geldi. Aksilik bir şey olmasın."
Bir an aklına Gülriz teyzesi geldi. Miray'ın aceleci tavrına annesinin stresli halleri eklenince ortalık şenlik havasına dönüyordu. Hep erkenden işleri halletmelerini istiyor, bir aksilik çıkacağından endişe ediyordu.
"Tamam anneciğim. Ben yarın Miray ile çıkacağım. Provası var. Haberleşiriz."
"Tamam canım. İyi geceler sana. Görüşürüz."
"Görüşürüz." Telefonu kapattığında ancak kendine gelebildi. Yarın geleceklerse evi toparlaması gerekiyordu.
"Offf offff. Neden ben ya neden?" Yorganı hışımla çekti üzerinden. Kalkıp saçını topladı. Onlar gelmeden her şeyi halletmeliydi. Böyle olunca eli ayağı birbirine dolaşırdı. Ve ne hikmettir ev de tam bu zamanda harabeye dönmüştür. Ne güzel bir tesadüf değil mi?
Aslında düzenli biriydi Elif. Sadece 2 gündür etrafa hiç bakmamıştı. Ev çok dağınık görünmüyordu ama bir bakım fena olmayacaktı. Önce etrafta başıboş gezen eşyalarını toplayıp çamaşır makinesine attı. Sonra da makineyi çalıştırdı. Sırada mutfak vardı. Setin üzerindeki bulaşıkları, özenle bulaşık makinesine dizdi. Sonra onu da çalıştırdı. Yine de mutfak setini ve masasını silmeyi ihmal etmedi. Bir kere girmişti işin içine.
Evi süpürme ve silme işlemini sabah yapacaktı. Bu da biraz erken kalkması demekti. Uykusu hafifti ama alarm kurmakta fayda vardı. Ne olur ne olmaz. Artık hayatında pek çok şey kurallarına göre hareket etmiyordu. İşini sağlama almak güzel bir tedbirdi.
Banyo ve lavabo işini aradan çıkartabilirdi ama. Çamaşır suyunu baş yardımcı olarak eline aldı. Onu sevmiyordu ama onsuz da olmuyordu. Zalimsin dünya.
İşte bitmişti. Eşyaları asmak için bekleyecekti. En iyisi bir neskafe içmekti. Zaten uykusu açılmıştı. Demliğe su koyup ocağa aldı. En basit yöntemi buydu. Kaynamasını beklerken üst dolaptan bir kupa alıp neskafe tozunu döktü. Bu kokuyu seviyordu işte. Bir de yanına birkaç çikolata hazırladı. Evde her zaman bir köşede abur cuburu bulunurdu. Canı çektiği zaman alıp yiyebilecekti. Öyle de yapıyordu.
Sonunda fokur fokur kaynayan suyun sesini duydu. Ocağın altını kapatıp kupasını doldurdu. Küçük bir tepsiye kahvesini ve çikolata tabağını koydu. Keyifli bir akşam menüsüydü bu. Tepsiyi kucaklayıp içeri geçti.
Canı film izlemek istiyordu. Büyük umutlarla açtı televizyonu. Ama hayal kırıklığına uğrayarak kapattı televizyonu. Kumandayı da önündeki masasın üstüne koydu. Arkasına yaslanarak ne yapacağını düşünüyordu. Gözleri yemek masasının kenarında duran bir parça kağıda çarptı. Terk edilmiş ya da unutulmuştu.
Oysa ne olduğunu çok iyi biliyordu. Ona tekrar bakmak ile bakmamak arasında kalmıştı. İç güdülerine güvenerek yerinden kalktı. Hareketiyle gıcırdayan koltuğun sesine kulak asmadı. Uzanıp kağıdı eline aldı ve koltuğuna geri döndü. Kahvesinden bir yudum alıp elindeki resmi incelemeye başladı. Kendisini inceliyordu. Bu yaptığı, bir bakıma kendisiyle yüzleşmekti...
Haklıydı Ali. O gün aslında yapmak istediği sesi kısılana kadar bağırmak, gözyaşı kalmayana kadar ağlamaktı. Bunu yapmayı çok istemişti ama yine becerememişti. Yenilgiyi kabul etmişti.
Kendisi gözüne güzel görünmüştü böyle. Etrafa sahte gülücükler atmak yerine haykırmak. Sessizliğine isyan ederek ağlamak. Bu Elif'i şüphesiz daha çok sevmişti. Ama ne kadar zordu bunu yapmak. Yapmaya cesaret edebilmek. Bu bir kelebeğin okyanus boyunca yüzmesini istemek gibiydi. Buna cesaret edebilecek miydi ki?
Gözüne çarpan başka detaylarda vardı elbette. Ali iyi bir gözlemciydi. Kendi bedenini, onun, bu kadar iyi yansıtmasını beklemiyordu. Her kıvrımı, parmaklarındaki her detayı, saçındaki her teli çizmişti. Özenle üzerinde durmuş gibiydi. Ve kabul etmeliydi ki yetenekliydi. Bu iyi dizayn edilmiş güzel bir resimdi. Ama küçük bir detay daha fark etmişti ki bu hiçte ona mantıklı gelmemişti. Giydiği tişörtün üstünde tam kalbinin olduğu yerde siyah bir gül resmi vardı. Bunu nasıl fark etmemişti?
Tekrar tekrar baktı. Gözleri yanlış görmüyordu. Bir gül resmiydi ve siyaha boyanmıştı. Bu detayı nasıl kaçırmıştı? Resme hiç dikkatli bakmamıştı ki. Öylesine çantasına alıp orada tutmuştu. Eve geldiğinde öfkesi öyle gözünü karartmıştı ki çantasından çıkarmıştı. Parçalayıp çöpe atacaktı. Ama vazgeçmişti. Onu bir şey durdurmuştu. Şimdi bu gördüğü...
En sevdiği çiçeğin, siyah gülün kalbinin üzerinde olması ve bunu Ali'nin çizmiş olması... Bu nasıl bir tesadüftü böyle? Artık tesadüf olduğundan da emin değildi. Sanki bilmediği bir güçle ona doğru çekiliyordu hep. Bir şekilde hayatında var oluyordu. Yok böyle bir şeyi kabul edemezdi. Etmeyecekti. Sadece basit, önemsiz bir tesadüftü bu...
İçinden öyle olmasını umarak resmi katlayıp masanın üzerine bıraktı. Daha fazla bakamayacaktı. Bir parça keyif yapacaktı. O da olmadı. Kahvesinden bir yudum daha almıştı ama tadı güzel değildi. Artık soğumuştu. Sonunda makinenin duyduğu sesiyle daldığı düşüncelerden uyanmıştı. Önce tepsiyi mutfağa götürüp kupasını yıkadı. Makine hala ötüyor artık kapat beni diye sitem ediyordu sanki. Annesi burada olsa sen daha makineyi kapatmadın mı diye minik bir uyarıda bulunurdu.
Eşyaları sepete koyup balkona geçti. Havada güzel bir rüzgar vardı. Gökyüzüne baktı. Yıldızlar açık bir biçimde görünüyordu. Yarın da hava sıcak olacaktı anlaşılan. Eşyaları asmak için acele etmeliydi. Yavaştan uykusu geliyordu. Hızlıca eşyaları balkona asmaya başladı. Rengarenk mandallar ile onları tutuşturdu. Rüzgarın kıyafetlerini uçurmasını istemezdi.
İşini bitirdikten sonra mutfağa geçti. Bulaşık makinesi hala çalışıyordu. Artık onu sabah halledecekti. Bir an önce uyumaya gitmeliydi. Odasına giderken masadaki kağıt yine onu durdurmuştu. Bunu orta yerde bırakmaya niyeti yoktu. En iyisi yine çantasına koymaktı. Uzanıp katlanmış resmi eline aldı. Odasına geçip onu çantasına koydu. Bir gün o resmi çöpe atmadığına pişman olacağını biliyordu.
Artık uyumalıydı. Yarın yine uzun bir gün olacaktı. Telefonunu eline alıp alarmı saat 09:00 da çalacak şekilde kurdu. İnşallah uyanıp alarmı ertelemek gibi bir aptallık yapmazdı. Yapmışlığı vardı. Şimdi rahatça uyuyabilirdi. En güzel rüyaları görmek umuduyla kapattı gözlerini. Pek çok kişinin yaptığı gibi...
Sabah alarmın çalmasıyla gözlerini araladı. Kalkması gerektiğini biliyordu. Yataktan çıktığında güneşin ışığı çoktan odasına dolmuştu. Bulaşıkları dolaplara yerleştirdikten sonra evi elektrikli süpürge ile süpürdü sonrada güzelce sildi. Sabah sporu yaptığını düşünerek keyiflendi. Etrafı iyice temizlediğinden emin olunca kendine kahvaltı hazırlamaya başladı. Arada da bir şeyler atıyordu ağzına. Bu rutin bir alışkanlığıydı.
O sırada telefonu çalıyordu. Arayan Miray'dı. Çiğnediği ekmek parçasını aceleyle yuttuktan sonra sesin çalmasına son verdi.
"Efendim Miray."
"Tatlım günaydın. Geleceğinden emin olmak için aradım seni. Geliyorsun değil mi?"
Sesi ne kadar da tatlı geliyordu. Dudaklarını büzerek söylediğini anlayabiliyordu. Olanlarda onun suçu yoktu. Ve en iyi dostunu yalnız bırakacak değildi. Ayrıca gitmemesi için bir sebep yoktu. Ali onun için bir engel olmayacaktı. İzin vermeyecekti.
"Merak etme kuzum. Geliyorum. Seni yalnız bırakmam biliyorsun. Üstelik Kuzey ile küçük bir hesaplaşma var. Bunu benden kimse esirgeyemez." Kolunu setin kenarına dayamıştı. Bir yandan da ocaktaki demliğe bakıyordu. Çay kaynamak üzereydi.
Karşıdan gelen Miray'ın kahkaha sesi ocağın sesini bastırıyordu.
"Canım benim. Eti senin kemiği benim. Destek istersen her daim hazırım biliyorsun. Dün akşam zaten ağzının payını verdim. Sabaha kadar da uyutmadım onu."
"Tahmin edebiliyorum. O zaman görüşürüz canım. Ben kahvaltı yapacağım şimdi. Evden çıkarken bana haber verirsin. Hazırlanırım."
"Tamam canım. Bugün de benimlesin. Nereye gidersem geleceksin bak. İtiraz istemem ona göre."
Elif'in konuyu uzatmaya niyeti yoktu. Hiç bekletmeden
"Tamam." yanıtını verdi. En fazla ne olabilirdi ki? Güzelce kahvaltısını yaptı. Sonra masayı topladı. Ev pırıl pırıl olmuştu. Bir tek eşyaların kurumasını beklemek ve onları yerine yerleştirmek kalmıştı. Yetiştireceğini umuyordu. Hoş yetiştiremezse de akşam gelince halledersin artık.
Bir saat sonra Miray mesaj atmıştı. Oda hazırlanmaya başladı. Sarı renkli crop modelli, omuzları açık bir gömlek giydi. Altına da yüksek bel beyaz pantolonu tercih etti. Çantasını yine beyaz olandan yana kullandı. Saçlarını arkaya atarak küçük bir toka ile tutturdu. Artık hazırdı.
Elif hiçte mekanı onlara bırakacak değildi. İstedikleri gibi at koşturamayacaklardı. Madem savaş istiyorlardı istediklerini elbette alacaktılar. Ali istemeden de olsa içinde uyuyan, kimsenin hayatına karışmayan o yılanı uyandırmayı başarmıştı.
Meydana vardığında araba onları bekliyordu. Burada park sorunu başlı başına bir problemdi. O yüzden onları bekletmek istemiyordu. Hızlıca arabanın yanına koştu. Miray arabadan inip onu karşıladı.
"Hoş geldin güzelim. Bu ne şıklık?"
"Savaşa geldim. Nasıl? İyi olmuş mu?" Elif biraz da dalgasına böyle söylemişti ama Miray onu ciddi anlamda desteklenmişti.
"Çok iyi olmuş hem de. Sen yürü. Arkandan gelmezsem bende Miray değilim. Bugün patron sensin." Bu kız hiç mi enerjisini kaybetmezdi. Kuzey yine aramıza girmeyi başarmıştı.
"Hadi binin artık. Daha fazla bekleyemeyiz." Gözlerimizi devirerek arabaya arka koltuklara geçtik.
"Herkese merhaba." demişti sadece. Elif, özellikle Ali ile göz teması kurmamaya dikkat ediyordu.
"Kemerlerinizi takmayı unutmayın kızlar. Ve lütfen yol boyunca sessiz olun. Başım çatlıyor."
Ah Kuzey. Dün gecenin etkisi hala devam ediyordu demek ki. Oysa daha bugünü vardı. Sana bugün kimse acımayacaktı. Ama ne Elif ne Miray ses çıkarmamıştı. Bu fırtına öncesi sessizliktir. Yol boyunca kimse konuşmadı.
Elif arabayı beğenmişti. Konforlu ve ferahlatıcı bir havası vardı. Tam da ona göre bir arabaydı diye geçirdi içinden. Ve Ali de arabayı iyi sürüyordu. Ne yavaş ne hızlı. Orta hızını bulup dengeli sürüyordu. Acaba hayatını da hep bir dengede mi tutmuştu? En doğrusu buydu mu yani?
Yaklaşık 20 dakika sonra varmışlardı. Gelinliğini Beşirli' deki bir mağazadan almıştı. O gün de yanındaydı Elif. Miray'ın nasıl heyecanlı olduğunu hatırlıyordu. Bugün bile hatta düğün günü bile aynı heyecanı yüzünde göreceğini biliyordu. Beraber mağazaya girdiler. Girişteki kadın tanımıştı onları. Hemen içeri provası odasına aldılar. Kuzey'in de peşlerinden geldiğini gören Elif onu durdurdu.
"Hey. Dur bakalım. Nereye gidiyorsun?" Kuzey bocalamıştı.
"Ne demek nereye gidiyorum? Miray'ın yanına gidiyorum." Elif olumsuz bir bakış attı ona.
"Hayır. Sen gelmiyorsun. O kızı gelinlikle düğün göreceksin o kadar. Uğursuzluktur." Kuzey Elif'in bu hâline gülerek tepki verdi.
"Elif güldürme beni. Sen böyle şeylere inanmazsın." Evet doğruydu. İnanmazdı. Yine de bugün onlara gün yüzü göstermeyecekti.
"Üzgünüm göremezsin. Şimdi git ve- durdu. Onun adını hala söyleyemiyordu. Sadece gözleriyle onu işaret etti. Biraz daha kısık sesle dile getirdi
"Onun yanında bekle Kuzey."
Son sözü buydu. Önüne dönerek prova odasına gitti. Kuzey ya sabır diyerek Ali'nin yanına gitti.
"Bu Elif'e bir haller oldu. Neymiş giremezmişim. Belki görmek istiyorum allahallah."
Ali sakince bekliyordu. Ama yüzüne hafif bir tebessüm yayılmıştı. Bu Kuzey'i daha da germişti.
"Sen niye gülüyorsun acaba? Bak bunlar niyeti bozmuş ben sana söyleyeyim. Elif sanki elinde olsa beni öldürecekmiş gibi bakıyor. Miray onu söylemek bile istemiyorum."
"Sakin ol. Belli ki onları biraz kızdırmışız. Böyle davranmalarının sebebi bu. Hazır olsak iyi olur." Elif'teki ufak değişimi fark etmişti elbette. Giydiği kıyafetinden belliydi. Bir savaşa hazırlanmıştı. Mücadele edecekti. Bu tavrı hoşuna gitmişti. En azından kabuğun bir parçasını kırmayı başarmış gibiydi.
Elif arkadaşını izliyordu. Tahmin ettiği gibiydi. Heyecanlı ve mutlu. Gözlerindeki ışıltı, çocuksu ruhunu dışarıya yansıtıyordu. Uzanıp ellerini tuttu.
"Çok güzelsin. Melek gibi."
"Yaaaa. Gelinliğin içinde olmasam hiçte bir melek gibi göründüğümü sanmıyorum."
"Söyleme öyle. Kendisine haksızlık ediyorsun. Sen benim gözümde hep öylesin. Ayrıca mükemmel görünüyorsun. Her zamanki gibi."
Küçük bir sarılmadan sonra Elif gelinliği inceledi. Her şey normal görünüyordu. Düşük omuzlu bir gelinlik tercih etmişti. Dar omuzlara sahip olduğu için ona uygun bir seçimdi. Tabi ki dantel detayları vardı. Belini kaplayan kumaş bir kemer vardı. Gelinlik öyle kabarık değildi. Çok zarif ve romantik bir havası vardı. Duvağında ise dantel ya da işleme yoktu. Sade olanı tercih etmişti. Çiçeği ise sadece beyaz güllerden oluşan bir demetti. Gerçekten iyi ve sağlam görünüyordu.
Her şey çabuk olmuştu. Gelinliği paketlediler ve onlara teslim ettiler. Kuzey'in o paketi açmaması için de sıkıca her yerden bağlamalarını özellikle tembih etmişlerdi. Birkaç düğümü de Elif kendi elleriyle atmıştı.
Dışarı çıktıklarında Kuzey'in hep homurdandığını görmüşlerdi. Sinsice gülüyorlardı. Ama onların neşesini havanın sıcaklığı bozacaktı. Sıcak bir gündü. Üstelik nem net bir şekilde hissediliyordu. Paketi bagaja koyar koymaz bir cafeye gittiler. Biraz serinlemek hepsine iyi gelecekti.
Miray ve Elif limonata söylemişti. Kuzey ve Ali ise kola içmeyi tercih etti. Siparişleri gelene kadar susup oturamazdılar. İlk sözü Miray aldı.
"Söyleyin bakayım. Bugün ne yapmak niyetindesiniz?"
Elif önce cevaplayan kişi oldu.
"Miray ben sana sabah seninleyim dedim ama aklımdan çıktı. Sana söylemeyi unuttum. Annemle babam. Bugün dönüyorlar. Eve erken gitmem gerekebilir."
"Ciddi misin? Gelsinler. Haber veririz onlara. Benimlesin ayrıca. Yabancı değilim ki ben. Hem biz seni bırakırız. Bırakırız değil mi Ali?"
"Bunu sorman bile yanlış. Tabi ki bırakacağız." Elif'i korktuğu da buydu zaten. Ali'nin oraya gelmesini istemiyordu. Hayatından çıkarmaya çalıştığı kişiyi burnunun dibine getiriyordu.
"Buna gerek yok. Kendim giderim." Bu cümle üzerine Kuzey ile Ali ona ters bakış atmıştı ama Elif bunu umursamadı. O gün Ali de sarı bir tişört giymişti. Ona bu renkte çok yakışmıştı. Gözlerinin renginden dolayı diye düşündü Elif.
Miray onun görüş açısını kolaylıkla değiştirmişti.
"İtiraz istemiyorum. Hem bende onları görmüş olurum. Böyle çokta güzel olur." diyerek konuyu kapatmıştı. Ve sonunda içecekleri gelmişti.
Hepsi birer yudum içtikten sonra rahatladı. Nem onları iyice susatmıştı. Ortalıkta bunaltıcı bir hava geziniyordu. Ama onlar güvendeydi. Şimdilik...
Kuzey arkasına yaslandı. İçtiği kola keyfini yerine getirmişti.
"Miray Akova. 3 gün sonra Miray Günce olacaksın. Bu herkese nasip olmaz bak."
Miray savaş baltalarını çoktan çıkarmış hazırda bekliyordu.
"Küçük bir düzeltme. Miray Akova Günce olacağım canım. Emin ol sendeki şansta kimse de yok. Ben, Miray sana yâr oluyorum işte. Kıymetini bil."
Elif yüzünü eğmiş gülmemek için kendini zor tutuyordu. Miray ile neden laf dalaşına girmeye bayılıyordu bu çocuk?
Kuzey'in yüzündeki gülümseme çabuk sönmüştü.
"Hemen de savunmaya geç. Ağız tadıyla bir laf söyletmiyorsun." Bu sefer Elif araya girmişti. Sıra ondaydı. Kollarını masaya dayamıştı. Bu bir güç gösterisiydi.
"Kuzey. Sen dün dersini almış olmalıydın. Sanırım eksik bir anlatım olmuş. Eğer ders almaya devam etmek istersen seve seve. Biliyorsun."
Bu kızlar ittifak kurmuştu resmen. Kuzey resmen bir tuzağın içine düşmüştü. Ali'den yardım ister gibi bir bakış atmıştı ama nafile. Ali, şu anlık sessiz kalmayı tercih etmişti. Kuzey yine de durmadı.
"Vayyy. Sende onun tarafına geçtin demek."
"Ben kimsenin tarafında değilim. En azından dengede tutarım. Beni iyi tanırsın. Yine de Miray için önceliklerim yok değil."
"Anladım ben. Merak etme. Sen içini ferah tut." Tatlı bir sitem vardı sesinde.
"Neyi anladın acaba? Yüzüme baksana bir Kuzey. Sence duygularım böyle de çok net mi görünüyor? Nasıl?"
Elif içindeki gizli memnuniyeti saklamayı başarmıştı. Bu dünün hesaplaşmasıydı. Daha çok şey yapmak istiyordu ama düğün uzak değildi. Çok fazla üstüne gitmeyecekti.
Ama Ali'nin bir şey anlamasından da şüphe etmiyor değildi. Bu çocuk hakkında bir sabit fikir üretemiyordu.
Kuzey biraz geçte olsa olayı kavramıştı. Dünün acısını çıkartacaktılar belli ki. Ama onlara cevap vermeyecekti. Gülmüştü sadece. Çünkü tek neden kendisi değildi. Ali belki de en büyük nedeni.
"Evet, inan bana yine çok net belli oluyor." Tatlı bir atışmaydı aralarındaki. Kimin kazanacağı da belli değildi.
"Bundan zerre şüphem yok. Yanından ayırmayacağın kişileri iyi seç. Kime karşı güç kazanacağını da. Anlatabildim mi acaba?"
"Anladım." demekle yetindi sadece. Hafif gülüşler savaşın bittiğini gösteriyordu. Kazanan Elif'ti. Ama bugünlük.
İçeceklerini bitirirken Miray'ın telefonu çalınca sessizlik bozulmuştu. Annesi arıyordu. Telefonu alıp
"Geliyorum hemen." dedi ve uzak bir köşeye gitti. Yaklaşık 5 dakika sonra geri döndü. Yine canı sıkılmıştı.
"Ne oldu?" diye sordu Elif.
"Sorma kuzum dertler bitmiyor ki." Sonra nişanlısına Kuzey'e döndü.
"Kuzey bizim bir hesaba para yaptırmamız gerekiyor. Dışarıda az ilerde atm görmüştüm. Gel halledelim şunu. Yoksa annem peşimi bırakmayacak."
"Tamam halledelim."
İkisi de bir anda masadan kalkmıştı. Bu Elif için kabus demekti. Onunla yalnız kalmak fikri bile onu deli etmeye yetişti. Ve yalnız kalacaktı da. Çekip gitme imkânı da yoktu. Miray özür diler gibi bir bakış atarak gidiyordu.
"Uzun sürmez. Döneriz hemen." Özellikle Elif için söyledi bu sözleri. Dostunu tek başına burada bırakmak istememişti ama yapabileceği bir şey yoktu. İşinin uzun sürmeyeceğinden emindi.
Elif ikisinin de gözden kaybolduğunu görünce kollarını birbirine bağladı. Bu konuşmayacağı anlamına geliyordu.
Ali buna ses çıkarmamıştı. Onunla aynı ortamda bulunmak istemiyordu. Belki de oda uzak kalmalıydı ondan. Bir müddet öyle de yaptı. Ama masadaki sessizlik fazla sürmüştü. İkisi de konuşmaya niyetli değildi. Aslında Ali ona öncelik vermişti ama Elif bir kelime bile söylememişti. Yine de Ali daha fazla dayanamadı.
"Seni böyle görmek güzel." Elif onun yüzüne bakıyordu. Bakışları birbirine değiyordu sanki. Elif'in küçük bir ürperti hissetmesine neden olmuştu bu bakışma. Kolları ise hala birbirine kenetli duruyordu.
"Hangi açıdan?"
"Mücadelenin kastediyorum. Sesini duyabilmek güzel. Biri için veya birine karşı olsa bile..."
İtiraf etmeliydi ki Elif bunu beklemiyordu. Böyle direk yüzüne karşı söyleyeceğini düşünmüyordu en azından.
Susup cevap vermeyecekti. Onunla konuşmayacaktı. Aklındaki plan buydu. Ama söylediklerine kendi bile inanamadı.
"Evet doğru düşünüyorsun. Sana karşı mücadele ediyorum. Nedenini bilmiyorum ama ısrarla karşıma çıkıyorsun ve ben bunu istemiyorum. Konuşmayarak bunu hallederim sandım ama sen konuşmasam bile konuşturacak bir yol buluyorsun."
Ali sadece onu izliyordu. İçindekileri bir bir dışarıya dökmesini istiyordu. İlginçti ki onu sessizken, konuşmadan da anlayabiliyordu. Ama kendi iyiliği için içinde ne var ne yoksa fırlatmalıydı etrafa.
Bu ona karşı yapılsa bile...
Elif ise kendine şaşırmıştı. Çok kolay bir şekilde gaza basmıştı ve kendini frenlememişti. Bu ilk kez oluyordu. Onun karşısında acizmiş gibi hissetti kendini. Güçsüz ve kırılgan. Zaten asıl sebep bu değil miydi? Onun yanında gerçekten böyle hissediyordu. Ama böyle hissetmeyi sevmiyordu. Bunu açıklayamıyordu işte...
Ali'nin usulca yanına geldiğini ve oturduğunu fark etti. Ama yaklaşmasına izin vermedi. Kollarını çözmüştü. Eliyle masaya ortadan hayali bir çizgi çekti.
"Burası benim bölgem. Sınırım. Bu çizgiyi sakın aşayım deme."
Ali gözlerindeki öfkeyi görebilecek kadar yakındı ona. Ama o bu gördüklerinden fazlaca memnun olmuştu zaten. Onun dediğini yapıp sınırın kendi tarafında kaldı. İleriye gitmedi.
"Nasıl istiyorsan öyle olsun. Ama bu yeterli olmayacaktır."
Elif onun neyden bahsettiği ile ilgilenmiyordu bile. Elinde olsa bir kaşık suda boğacaktı onu. Pişkin pişkin sırıtması yok muydu birde. Ama o gülüşün içinde nasıl bir kıvılcıma sebep olduğunu nereden bilecekti?
Sustu. Cevap vermedi. Yüzünü ondan çevirdi. Tam karşıya bakıyordu şimdi. Anlamsız bir duvardı belki ama onu teselli ediyordu.
"Eğer sana iyi geliyorsa durma. Devam et. Ne söylemek istiyorsan söyle. Ne anlatmak istiyorsan anlat. Ben seni keyifle dinlerim."
Onunla daha fazla yan yana duramayacaktı. Bunu yapmak istemiyordu. Onu hayatında istemiyordu. Masadan hızlıca kalktı. Cafenin arka tarafındaki kitaplığa yürüdü. En sevdiği, huzur bulduğu yerlerden biriydi burası. Kitaplar onun bir zaafıydı.
Kitaplara dokunarak, içindeki duygularını bastırmaya çalışıyordu. Sakinleşmeli ve ona cevap vermemeliydi. Susmalıydı. Durmalıydı.
Kısa bir süre sonra arkasında bir hareketlilik hissetti. Dönmemeliydi. Arkasına bakmamalıydı. Ama yapamadı.
Hızlıca arkasına döndüğünde onu görmüştü. Yüzü ona çok yakındı. Onun nefesini duyabilecek, hissedebilecek kadar yakın. Teninin sıcaklığını da hissedebiliyordu. Ilık bir sonbahar rüzgarı gibi sarmıştı bedenini. Kokusu...Yağan yağmur sonrası, toprakta oluşan güçlü ve aromatik kokuyu andırıyordu. Bu Elif'in en sevdiği kokuydu. Bu çok fazlaydı. Onun için her şey çok fazlaydı...
Ama gözlerini kapatmamıştı. Ona bakıyordu. Uzun kirpiklerin çevrelediği gözleri yumuşak ama kararlı bir ifade takınmıştı. Doğruca onun gözlerinin içine bakıyordu. Sonra onun dudakları yavaşça aralandı.
"Bu koyduğun sınır tam olarak neyi kapsıyordu? Ve ben o sınırı aşarsam eğer ne olur?"
Elif, kulağına dolan bu soruyla uyuşmuş gibiydi. Bedeni üşümüştü. Titriyordu. Ama mıhlanmış gibi bir yere de gidemiyordu. Gözlerini belirli belirsiz kısmış ve sadece yutkunmuştu.
************************************
Bir bölümün daha sonuna geldik. Umarım güzel bir bölüm olmuştur. Sabırla bekleyin. Her şeyin bir zamanı var 😊
Kendinize iyi bakın. 😊
|
0% |