@mileidi61
|
22. Yaş. Hayatı çokta umursamadığınız gençliğinizi doya doya yaşamanız gereken yaşlardan biridir. Bol kahkahalı, sevdiklerinizle en saçma şeyleri bile yapabildiğiniz zamanlar...
Ama hayat herkese aynı davranmaz. Kimine o yaşında aile sorumluluğu verir. Kimine acı tecrübelerini hediye ederdi. Kimileri ise kaybolmuş yolunu bulmaya çalışıyordu.
Elif yolunu bir türlü bulamayanlardan biriydi. Üniversite bu yıl bitmişti. Bu 4 yılın sonunda hedefini çoktan belirlemiş ve o yolda emin adımlarla ilerlemiş olmalıydı. Oysa o daha emeklemeyi bile bilmiyordu...
Yağan yağmurun altında gözleri kapalıydı. İstemsizce ağlamak haykırmak istiyordu sadece. Sahi yapabilir miydi bunu? Her şeye isyan edecek dik duracak gücü var mıydı? Bir kereliğine denese ne olacaktı?
Hem gözyaşlarını gizleyecekti yağmur. Ona saklanabileceği küçük bir liman olacaktı. Belki yapabilirdi. Ama yapmadı. Sessizliğe boyun eğmişti bir kere. Şimdi düştüğü o çukurdan çıkmaya ne cesareti vardı ne de hevesi...
Korkulukları daha sıkıca tutuyordu artık. Islak elleri kayganlaşmış o demir çubuktan ısrarla kurtulmaya çalışıyordu ama nafile. Elif her seferinde elini zorla yapıştırıyordu korkuluğa. Tek dayanağı oydu çünkü. Yoksa düşecekti. Biliyordu...
İçinden fırtınanın dinmesini diliyordu. Huzur bulmak için sığındığı yağmur onun sınırlarını sandığından daha fazla zorlamıştı. Henüz hazır değildi.
Doğa onun sesini duymuş gibiydi. Çok geçmeden yüzünde ılık bir sıcaklık hissediyordu. Ela gözleri yavaşça aralandı. Yağmur dinmiş güneş kendini göstermişti. Denizdeki dalgalar hızını kesmiş sessizliğe bürünmüştü.
Bu tam da onun ruhunu yansıtan bir manzaraydı. Gülümsüyordu. Ama acı bir gülüştü bu. Hayat ona yine sessiz kalmasını fısıldamıştı...
Etrafa dolan ışık süzmesi ile çevresindeki sessizlik bozuldu. Sebebini anlamak zor değildi. Tam karşısında muhteşem bir gökkuşağı duruyordu. Gökyüzü ile denizin kesiştiği noktadan ufuk çizgisinden başlıyordu.
Ve güzel renkli bir kemer gibi duruyordu. Oysa gökkuşağı daireseldir. Ve onu tüm ihtişamıyla görmek isterseniz güzel bir yüksek nokta bulmak zorundasınız.
Bu yarım halkayı görmek için herkes saklandığı yuvasından çıkmıştı. Özellikle çocuklar... Elif' te bu manzaranın tadını çıkarıyordu. Onca yolu boşuna gelmemişti. Buna değerdi.
Kendisiyle yaşadığı minik çatışmanın hediyesiydi. Sırılsıklam olmuş bedeni biraz üşümeye başlamıştı. Özellikle elleri. Ama gitmeye niyeti yoktu...
"Böyle üşümüyor musun?"
Elif duyduğu sesle hafif bir irkilme yaşıyordu. Yüzünde yapışan saçlarını soğuk parmaklarıyla biraz düzeltmişti. Ona seslenen çocuğa dönmüştü yüzü. Elinde bitmek üzere olan tostunu tutan minik bir arkadaş.
En fazla 10 yaşında diye düşündü Elif. Kıvırcık saçları gözlerini kapatıyordu. Yavaşça çocukla yüz yüze gelecek kadar eğildi. Dizilerinden birini de bükmüştü.
"Hayır üşümüyorum. Ayrıca bak. Güneş ortaya çıktı. Birazdan daha da sıcak olur."
Bu tamamen yalandı. Aslında Elif üşüyordu ve eve nasıl döneceğini düşünmeye başlamıştı. Ama bunu çocuğun bilmesine gerek yoktu. Gözlerindeki o masum sevinci hiç bozmaya niyeti yoktu.
"Sen de gökkuşağını izlemeye geldin değil mi?"
Çocuk başını aşağı yukarı sallayarak cevap vermişti. Bu sırada muhtemelen soğumuş tostundan bir parça daha almıştı. Elif bir çocuğa bir gökkuşağına bakıyordu. Onu bu mesafeden tam göremiyordu. Az ileride bulunan bank gözüne ilişmişti.
Çocuğu bırakıp bankı almaya gitti. Üstelik ayakları hala çıplaktı. Ama umurunda değildi. Sürükleyerek çocuğun olduğu yere getirdi. Bir eli bankın üzerindeydi.
"Gökkuşağını izlemek istemiyor muydun?"
"Evet istiyorum."
"O zaman beklemeyelim." Çocuğu kollarından kaldırmış banka koymuştu. Ayakta durması gerekiyordu ama o kadarına da katlanacaktı. Güzel anları kaçırmamak gerekiyordu.
Karşınıza her zaman tatlı sürprizler çıkmazdı ama çıktığında o anları iyi değerlendirmek gerekiyordu. İkisi birlikte sessizce manzarayı seyrediyordu. Arada sadece tostun bulunduğu kağıdın sinir edici sesi duyuluyordu...
"Merak ediyorum acaba gökkuşağında neden siyah renk yok."
Çocuklar hep meraklıdır. Elif'in bu soruya verebileceği cevabı yoktu. Çünkü kendisi de yanıtı bilmiyordu.
"Bilmem." cevabını vermişti Elif soğuktan üşümüş omuzlarını silkerek.
Ama çocuğun yüzündeki ifade bir cevap istediğini açıkça gösteriyordu. Ondan basitçe kaçarak kurtulamayacağını anlamıştı. Bir hikaye uydurması gerekiyordu. Ve ilk aklına geleni tercih etmişti.
"Siyah renk bize çokta iyi şeyler hissettirmez. Kötü zamanları, kötü olayları hatırlatır. Karanlıktır. Ama gökkuşağına baktığında orada aydınlık görürsün. Umudu görürsün. Sende iyi şeyleri uyandırır."
"Yani?"
Çocuk hala ikna olmamış gibi yüzüne bakıyordu. Derin bir nefes alarak devam etmişti.
"Yani...Siyah renk gökkuşağı içinde yer alamaz. O karanlığı tercih ederek zaten bu hakkından vazgeçmiştir."
Çocuk bu sefer ikna olmuştu. Onu sorgulayan gözleri tam karşıya manzaraya doğru bakıyordu. Rahat bir nefes almıştı artık.
"Bu doğru değil."
Aldığı nefesi yutkunamamıştı bile. Bu sesi hiç tanımıyordu. Bir yabancının sesiydi. Elif'in yüzündeki ifade değişmişti. Hızlıca çocuğun olduğu tarafa yönelmişti. Kendi yaşlarında olduğunu tahmin ediyordu. Kıvırcık saçlarıyla güneşin ışığını kesiyordu.
Ve gözlerinin bal rengi olduğuna yemin edebilirdi. Emin olmak için bir kere daha bakmayacaktı elbette. Ama uzun boyluydu ve dikdörtgen bir yüz şekline sahipti. Hafif bir sakalı ve bıyığı vardı.
Küçük çocuk onun beline sarılmıştı. O zaman fark etmişti durumu.
"Dayıcığım." Bu küçük çocuk ona çok benziyordu. Fiziksel olarak onun küçüklük haliydi sanki. Elif ne yapacağını bilemiyordu. Tepkisiz kalmayı tercih etmişti.
"Hadi sen geç. Bak annen ve baban seni bekliyor. Bende geliyorum birazdan." Uzakta onlara el sallayan bir kadın ve bir adamı görmüştü Elif. Ama canını sıkan bu değildi...
Hiç tanımadığı bu yabancı da neden çocukla gitmiyordu. Neden burada duracaktı? Küçük çocuğun ona seslendiğini bile zar zor duymuştu.
"Yardımın için teşekkür ederim. Cevabın için de ayrıca teşekkür ederim. Güle güle."
Sevimli bir çocuktu. Ona karşı kayıtsız kalamazdı.
"Ben teşekkür ederim arkadaşlığın için."
Kısa süreli de olsa ona arkadaşlık etmişti. Ona el sallayan minik arkadaşına o da el sallayarak cevap vermişti. Sonra dudağındaki gülümseme soldu. Elini indirdi ve karşıya doğru yüzünü döndü.
Elif'in onunla hiç konuşmaya niyeti yoktu. Onu görmezden gelmek belki kırıcı olacaktı ama yapacağı şey buydu. Zaten onu gördüğünden beri garip bir huzursuzluk hissediyordu.
Ne var ki hislerinde yanılan biri değildi. Ama bu sefer yanılmak istiyordu.
"Seni rahatsız etmek için burada değilim aslında. Sadece bir yanlışı düzeltmek için-
"Etme o zaman." Sözünün kesilmesine bile aldırmamıştı. Bu tavrı anlayabiliyordu. Yüzüne bile doğru dürüst bakmamıştı nasılsa.
Ama o da kararlıydı. Ona bunu hissettiren neydi bilmiyordu ama tuhaf biçimde birbirlerine benzediklerini düşünüyordu.
"Siyah renk gökkuşağında yer almaz. Ama senin düşündüğün gibi karanlığı yalnızlığı seçtiği için değil."
Elif sinirlenmeye başlıyordu. Bu konu neden açılmıştı bir türlü anlam veremiyordu. Neden ilgileniyordu onunla. Basıp gitse ne de güzel olurdu. Ama gitmeyecekti.
Gölgesini görebiliyordu. Ve hiçte uzağında durmuyordu. Bu sefer hışımla dönmüştü. Dudaklarını bastırmış parmaklarını demir çubuğun üzerinde tıngırdatıyordu. Onun bu hali karşındakinin hoşuna gitmişti anlaşılan.
Muzipçe dudaklarının kenarı kıvrılmıştı. Küfretseydi daha iyiydi diye düşündü Elif. Gülümsemesinin bu kadar güzel görüneceğini nereden bilebilirdi ki. Bu onun gözlerinin daha da büyümesine ve tahminince aptal görünmesine sebep olmuştu.
"Gökkuşağı nasıl meydana geliyor biliyor musun?" Aldığı cevap sadece sessizlik. Bunun üzerine devam ediyor konuşmaya.
"Güneş ışınlarının yağmur damlalarında yansıması ve kırılması sonucu oluşur. Gökkuşağında gördüğün bütün renkler beyazın kırılmasıyla oluşur. Ama siyah güçlü bir renktir. Kırılmaz. Beyazın hiçbir ışık dalgası onun ışığını kıramaz."
Durdu. Sözlerinin anlaşıldığından emin olmak istedi.
Elif hala onun ne demeye çalıştığını anlamıyordu. Neden düzeltme gereği duyduğunu da. Peki kendisi onu neden dinliyordu?
Kollarını birbirine dolamış çiçek pozisyonuna getirmişti. Bu açıkça konuşmak istemiyorum demekti. Kısa ve öz konuşarak gitmek istiyordu.
"Bilgilendirme için teşekkür ederim. Aklımın bir köşesine yazdım. Şimdi izninizle."
Uzanıp ayakkabılarını alıyordu ki bankın üzerine bir dosya atıldığını gördü. Çıkardığı sesi duymamak mümkün değildi. Karşısındaki kişiye öfkeli gözlerle bakıyordu. Bir türlü gitmesine izin vermiyordu.
Sertçe ayakkabılarını zemine bıraktı. Oluşan minik dalga, su birikintisinin eline çarpmıştı.
Uzanıp mavi dosyayı eline aldı. Islanmıştı ama içindeki resim hiçbir darbe yememişti. Bu kendi resmiydi. Onun resmini çizmişti.
"Bu ne demek şimdi? Ayrıca böyle bir şey yapmak için izin almanız gerekmiyor muydu?"
"Sana bir şey anlatmaya çalışıyorum müsaade edersen."
Onun ısrarına karşısında Elif çaresiz kaldı. Dinlemek istemese de bu çocuk pes etmeyecekti...
"Dinliyorum." cevabını verdi sadece. Ve o çocuk konuşmaya devam etti.
"Aslında siyahın kendisi zaten bir ışıktır. Ama sen siyahı zihnine yalnız kalmış, hep kötü olayları çağrıştıran bir renk olarak aktarmışsın. Ve bu tüm hayatına yansıyor. Ama farkında değilsin. Ya da farkındasın ama umurunda değil. Elindeki resime iyi bak ne demek istediğimi anlayacaksın."
Elif bir kere daha bakmıştı resime. Gözleriyle ne aradığını bilmiyordu ama sonunda fark etmişti. Bu resimde gözleri kapalı gökyüzüne doğru durduğu an çiziliydi.
Tek fark ağlarken hatta çığlık atarken görmüştü kendisini. Bu onu şaşırtmıştı.
Başını yavaşça kaldırmıştı.
"Aslında yapmak istediğin buydu. Ama yine vazgeçtin değil mi? Bu hepimizin yaptığı bir hata ne yazık ki. En çokta kendimize yaptığımız bir haksızlık."
Sesindeki acı tonu Elif fark etmişti. Kendisinden mi bir şeyler anlatıyordu acaba?
"Sadece hayatı suçlamak doğru değildir. Sen gökkuşağında olmadığı için siyahı suçlayabilir misin? Hayır. Suçlayamazsın. O kendi ışığını zaten bulmuştur üstelik kendi karanlığında yapmıştır bunu. Senin içindeki o siyah karanlıkta çok güzel bir ışık ortaya çıkarabilir. Bunu yok sayma."
Onu dinlemek neden bu kadar güzel geliyordu kulağına. Sanki söylediklerinin bir ritmi vardı ve bir ahenk oluşturarak şarkıya dönüşüyordu.
"Karanlık ve aydınlık. İkisinin birlikte var olabileceğini söylüyorsun yani. Öyle mi?"
Kızın kendisine inanmadığı o kadar belliydi ki. Usulca biraz daha yaklaştı ona doğru. Ve Elif o ne kadar yaklaştıysa o kadar uzaklaştı.
"Eğer gece siyah renk olmasaydı yıldızlar bu kadar güzel gözükmezdi kimseye. Ve dikkatle bakarsan eğer ikisi de gökyüzünde bir arada duruyorlar."
Elif öylece kalakalmıştı. Kimseye söylemeden onu birinin anlaması ve bunun hiç tanımadığı biri olması. En son beklediği şeydi.
Zihni bulanıklaştı. Ama buna kolay kolay kapılmayacaktı. Ona karşı dikleniyordu.
"Bilgilerini ve süslü laflarını kendine saklayabilirsin. Bu resmi de al lütfen."
"O resim senin içindi. Kendinde bir şeyler fark edebilmen için. Ve bir gün bulacağından eminim. İyi günler dilerim."
Bu kadardı. Söyleyeceğini söylemişti nasıl olsa. Daha sonra sessizce gitmişti. Elif Her şey karışmıştı sanki. Onun arkasından bile bakmamıştı. Aslında cesaret edememişti...
Elinde kendi resmiyle öylece duruyordu. Telefonunun çalan sesiyle irkilmişti. Hızlıca ıslak çantasından çıkarıp ekrana bakmıştı. Arayan annesiydi.
"Efendim anne."
"Elif kızım. Ne yapıyorsun. Orada her şey yolunda mı?"
Aslında çokta yolunda gitmiyordu ama bunu annesine söylemeyecekti. Zaten tatili ayarlamak zor olmuştu. Geri dönmeleri işten bile değildi.
"Evet anneciğim. Her şey yolunda. Aklınız kalmasın."
"Baban çok merak ediyor seni. Erkenden gelme niyetinde haberin olsun."
Böyle bir şeyi istemiyordu. En azından şimdilik. Babasını özlemişti ama yalnız kalmaya ihtiyacı vardı.
"Hayır tabi ki öyle bir şey yapmayacak. Anneciğim sen bulursun bir yolunu. Sana güveniyorum. Şimdi eve geçmem lazım. Seni sonra ararım tamam."
"Tamam kızım. Dikkatli ol. Seni seviyorum."
Sonunda kapatmıştı. Bir an önce toparlanıp gitmeliydi. Yoksa şifayı kapacaktı.
Telefonu çantasına koyup ayakkabılarını giydi. Islak olmaları onun yalın ayak gitmesi gerektiği anlamına gelmiyordu. Banka bıraktığı resme çarptı gözleri. Onu alıp almamak arasında kararsız kalmıştı.
Sonunda ikiye katlayıp çantasına atmıştı. Bu haliyle ona gülenler olacaktı belki hatta şaşırarak bakanlar da. Ama eve gitmesi için buna göz yumacaktı.
Sahilden çıktığı gibi hızlıca Meydan'a doğru ilerledi. Ayakkabılarından çıkan şu sese sinir oluyordu ama çıkması gereken bir yokuş vardı.
Yolu da uzundu. Kimseyle göz göze gelmeden çıkmıştı. Ve dolmuşa binmişti. Nefes nefes kalmıştı ama değmişti...
Mahalleye geldiğinde etrafa bir bakmıştı. Sessiz görünüyordu. Bu iyiydi. Hızlıca apartmana koştu. Bugün gerçekten onun için her anlamda farklı geçiyordu. Kapıdan içeri girdiğinde artık rahatlamıştı.
Ama üstü perişandı. Ve kabul etmeliydi çok kötü kokuyordu. Sıcak bir duş ihtiyaç duyduğu tek şeydi...
Başında havlusuyla televizyon karşısına geçmişti. Şimdi keyfi yerindeydi. Kumandayı eline almış izleyecek bir şeyler arıyordu. Ne var ki hiçbir şey bulamamıştı. Aklını bir türlü oraya veremiyordu ki. Çok çabalamıştı ama gözü hep arkaya kapının girişindeki dresuara koyduğu çantasına kayıyordu. İçindeki resmi çıkarıp tekrar bakmak isteği onu esir alıyordu.
Bir yanı da bu saçmalığı bitirmesini istiyordu. Kararsızlık içinde dudağını ısırmıştı. Bu kadar kolay teslim olmayacaktı ama. Sonunda inadı galip gelmişti. O resmi çantasından çıkarmamıştı...
Elif'i etrafındaki herkes sevecen, kibar ve sessiz biri olarak tanıyordu. Eğlenceli yanını sadece samimi bulduğu insanlara karşı gösteriyordu.
Ama çok az kişi onu ağlarken görmüştü. Bir cenaze ya da hastalık durumunda onun gözyaşlarının aktığına şahit olurdunuz.
Onun duygusuz olduğunu da söyleyenler vardı elbette. Ama Elif bunu umursamıyordu. Kendini biliyordu. Onun acıları, ağlayışları hep içine doğruydu. Sessizliğinin, duygusuz gibi görünmesinin asıl sebebi buydu.
Harcını yine insanlar yapıyordu. Hiç düşünmeden içine malzemeyi koyuyorlar ve güzelce karıştırıyorlar. Sonra da bunu kullanıyorlar. Ama istedikleri gibi olmayınca harç, çöpe atmak en kolay kurtulma yöntemi oluyordu.
Belki özenle davranılsa, düşünerek malzeme eklense ve çöpe atmak yerine onu değiştirmeyi, güzelleştirmeyi denese insanlar, harç çok güzel olacaktı.
Alışmıştı bu duruma. Onu tanıdığını sananlar ne büyük yanılgı içerisindeydi. Zaten şaşkınlığı bundan dolayıydı. Onu hiç tanımayan sadece bir kez gördüğü birinin onu en iyi anlayan kişilerden biriyle karşılaşmıştı. Bu durumdan rahatsız olmuştu.
Ama kabul etmeliydi ki hoşuna da gitmişti. Adını bile bilmiyordu oysa ki. Hoş bilse ne olacaktı ki. Bir daha göremeyeceğini bildiği birinin aklını bu kadar meşgul etmesi ki bu isteyeceği son şey bile değildi, hiçte mantıklı değildi.
Boş boş baktığı TV ekranını kapattı. İzlediğinden de bir şey anlamamıştı zaten. Aniden gelen küçük hapşırmalar tehlike sinyalleriydi. Kafasındaki havludan kurtulmuş saçını da taramıştı. Şimdi yatağına gidip uyumalıydı.
Evet en güzel terapilerden biriydi bu. Duş sonrası üşüyen bedeniniz yorganın altına girdiğinde bir çocuk kadar mutlu uyursunuz. Verdiği sıcaklık ve huzur bambaşkadır. Elif bu geceyi de huzurla geçirmişti. Yarın ne bilecekti ki son huzurlu gecesi bu gece olacaktı.
Elif sabah uyandığında hafif bir baş ağrısı hissediyordu. Kahvaltı bile yapmak istemiyordu. Hapşırıkları da hala devam ediyordu. Korktuğu başına gelmişti. Kalkıp bir nane limon hazırlamıştı kendine. En pratik çözümlerden biriydi. Kısa zamanda eski haline dönerdi. Demlikte kaynamaya başlayan karışımın buharını da içine çekiyordu. Bu kokuyu seviyordu.
Artık içebilirdi. Beyaz kupasına doldurduğu ilacını içerken saate bakmıştı. Miray'ı aramalıydı. Bugün buluşma günüydü. Eline telefonu almıştı. Ekranda Miray'ın numarası gözüktü. Kalp kalbe karşıydı demek ki. Bekletmeden yeşil tuşuna bastı.
"Günaydın kuzum." Bu kızın enerjisine hayrandı.
"Günaydın canım. Hazır mısın sen?"
"Bir 15 dakika sonra hazır olurum. Kuzey sağ olsun gece telefon trafiğine tuttu beni. Biraz geç uyandım."
"Anladım kuzum." Konuşurken karşısındaki duvar saatine bakıyordu. Saat 11:00. Oda hazır olurdu o zamana kadar.
"Bende hazırlanıyorum şimdi Meydanda buluşuruz."
Ve telefon konuşması bitmişti. Hazırladığı nane limonu hızlıca içmişti bu sefer. Akşam gelince de bir ıhlamur kaynatırdı. Şimdi hazırlanmalıydı. Haziran ayının son zamanlarıydı. Bu aydan sonra boğucu sıcaklıklar gelecekti. O yüzden ince bir şeyler giyecekti.
Çok sevdiği yeşil renkli şifon bir gömleği vardı. Miray'ın geçen yıl ki doğum günü hediyesiydi. Ve çok severek giyiyordu. Altına da siyah pantolon giymişti ve gömleğini içine katlamıştı. Koyu kahverengi saçlarını serbest bırakmıştı. Bugün toplamaya niyeti yoktu.
Makyaj yapmayı seven biri değildi. Sadece yeşil tonda bir far sürmüştü. Göz rengi onu şanslı kılıyordu. Pek çok renk yakışıyordu ve sanki o renge göre göz rengi de değişiyordu. Askılı beyaz bir çanta almıştı eline. Boynundan geçirmişti. Bu tarz çantaları daha çok beğeniyordu.
Şimdi çıkabilirdi. Evi ve ocağı bir kez daha kontrol ediyordu. Sonuçta buradan sorumluydu. Her şeyin yolunda olduğundan emin olunca dışarı çıkmıştı.
Bugün sıcak bir hava vardı. Bugünden başlamıştı nem kendini hissettirmeye. Bu yıl da sıcak geçecek gibiydi.
Meydan Parkı'nda bekliyordu Miray'ı. Bugün kalabalıktı burası. Okullar tatile girince millet akın etmeye başlamıştı. Boynuna dolanan zarif kollar onun dikkatini bozmuştu.
"Yaaa. Neredeymiş benim balım."
Miray sevgisini de her zaman açıkça dile getiren biriydi. Göstererek de yapardı bunu. Öte yandan Elif bunu söyleme gereği bile duymuyordu.
Ama Miray için arada bu sınırı geçiyordu. Boynuna kitlenen kollara vurmaya başlamıştı.
"Kollarını çekersen çok iyi olacak ballısı."
Miray kollarını gevşetti. Elif' te rahat bir nefes aldı. Elif hızlıca arkasına, dostuna döndü.
"Sen ne zaman bu huyunu bırakacaksın. Bir gün fena olacak bak uyarıyorum." Miray da keyifle elini çenesine götürdü.
"Hımmm... Bir düşüneyim. Buldum. Sen ne zaman en çok beni sevdiğini söylersen."
Çatlak bir arkadaşınız varsa bütün sıkıntılarınızı unutabilirsiniz.
"Böyle söylersen Kuzey'in seni sevdiğine ikna olmadığını düşüneceğim. Ki nişanlandığınızı hatırlatırım." dedi Elif.
Parmağıyla Miray'ın sağ elinin yüzük parmağını işaret etmişti.
"Üff sana da şaka yapılmıyor zaten."
Dostunun koluna girmişti. Önce biraz gezmek iyi olacaktı. Yorulup keyifle yemek yemek daha güzel olacaktı.
Önce Kunduracılar Caddesi'ni gezdiler. Miray özelikleri kuyumcuları geziyordu. Burada pek çok mağaza da bulmak mümkündü. Bir sürü kıyafet mağazasına girip deneme yapmıştı Miray. Alışverişi seviyordu.
Elif ise hiç sevmezdi. Alacaksa o anda kıyafeti alacak ya da hiç bakmayacaktı. Ama Miray'ın peşinde sürükleniyordu. Peki sonuç? Miray yine bir şey almadı. Elif' in ona sorgular gibi bakmasına karşılık
"Her zaman alıcı olacağız diye bir şey yok. Bakıcı olmak nasıl olsa bedava." yanıtını veriyordu.
Ve Elif çileden çıkıyordu. Kuzey' in hala bu kızdan çekeceği vardı anlaşılan. Caddenin sonunda bir yol ayırımı vardı. Karşıya geçip yoldan aşağı indiler. Buraya da Moloz diyorlardı. Burası da mağaza doluydu.. Ama nispeten daha ucuza şeyler bulabilirdiniz.
Bazen fazla kalabalık olurdu. Üstelik Kuyumcular Caddesi gibi yolu geniş değildir. Sıkış tepiş bir şekilde bile gidilir. Neredeyse dibine kadar inmişlerdi. Oradan yukarı doğru tekrar çıktılar ama aynı yönden değil.
Kadınlar Pazarı vardı. Molozun neredeyse sonunda sağa doğru saptığınızda az ilerde onu görürdünüz. Burada doğal sebze, yağ, peynir, tohum ne ararsanız vardı. Miray onlara da özenle bakmıştı.
Oradan çıkıp yukarı doğru yürüdüler. Artık Kahramanmaraş Caddesindeydiler. Burası daha çok bankaların adresiydi. Ara sokaklarda yemek yemek için ufak işletmeler bulunuyordu elbette. Direk bir üst caddeye geçtiler.
Uzun Sokak. Burası en işlek sokaklardan biriydi. Mağazalar ve Restoranlar... Artık yorulmuşlardı. Ve nereye gideceklerini biliyorlardı.
Çok sevdikleri bir Hamburger Caffe'si vardı. Küçük bir yerdi ve lüks olduğu söylenemezdi. Ama hamburgerine bayılıyorlardı. Elif' e göre burası samimi bir ortama sahipti. Üstelik doyurucu bir ekmeği vardı.
Bir marka değildi elbette ama hiçbir önemi yoktu. Zaten ikisi de bunu önemsemiyordu. Karşılıklı oturdular.
"Ne yürüdük ama. Ayak tabanlarım ağırdı ama çok iyi geldi."
Elifte yorulmuştu. Uzun zamandır böyle bir yürüyüş yapmamıştı. Yanlarına yanaşan adamı fark etmişlerdi.
"Ne arzu edersiniz?"
"İki tane hamburger. Full olsun. İki tane de meyveli gazoz. Biri limonlu olacak. Diğeri de karışık meyveli."
Miray memnuniyetle arkasına yaslandı.
"Unutmamışsın."
"Seninle ilgili hiçbir şeyi unutmadım. Kıymetimi bil. Çok ararsın beni sonra."
Miray ellerini masaya koymuştu.
"Gören de evlenip başka şehre taşınıyorum sanacak. Biz aynı şehirde olacağız kuzum. Benden kurtulmak gibi bir planın varsa üzgünüm ama başaramayacaksın."
Üzerinde beyaz bir gömlek ve siyah bir pantolon vardı. Yuvarlak yüz hatlarına sahipti küçük iki gamzesi de cabası. Minik bir burnu ve güzel kavisli kaşları vardı. Gözleri iriydi. O kadar şirin duruyordu ki Elif onu içine alıp sıkmak için can atıyordu.
Kuzey' in ona neden aşık olduğunu tahmin etmek zor değildi. Kızda şeytan tüyü vardı resmen. Kayıtsız kalamıyordunuz.
"Sen iyi değil gibisin. Birkaç defa da hapşırdın. Grip mi oluyorsun?"
Yaptığı aptallığı anlatmaya aktı ona. En azından şimdilik.
"Bir kırgınlık var üzerimde ama geçer. Sen benim ilacımsın."
Konuyu değiştirmekte çok usta sayılmazdı. Yine de şansını deneyecekti.
"Normalde söylesen hoşuma giderdi ama kanmadım canım. Yağmurda ıslandın değil mi?"
Elif kapana sıkıştığını anlamıştı. Kabul edecekti. Yoksa Miray'ın ağzından kurtulamazdı.
"Senin gözünden de bir şey kaçmıyor. Evet aynen öyle oldu. Rahatladın mı şimdi?"
Yüzüne karşı söylenen bu söz Miray'ın huzurunu hiç bozmadı. Sandalyesinde biraz kıvrandı sadece.
"Evet hem de çok rahatladım. Dikkat et kendine. Sen bana lazımsın. Daha düğünüm var. Bak sakın hasta olayım falan deme. Ben anlamam. Kabul etmem ona göre. Düğünümden sonra serbestsin."
"Emredersiniz hanımefendi."
Karşılıklı gülüşmelerden sonra yaklaşık 7 dakika sonra hamburgerler ve sodalar gelmişti.
"Afiyet olsun."
"Teşekkürler." demişti Elif başını hafifçe öne eğerek.
İkisi de beklemeden yemeye başladı. Onların ortak bir yanı da salatalık turşusuydu...
Çoğu kişi hamburgerin içinde salatalık turşusu istemezdi. Ama onlar bayılıyordu. Ve bunu sodalarından bir yudum alarak kutlamışlardı.
"Salatalık Turşusu Kardeşliği." İkisi de kahkaha atmak üzereydi ama dudaklarını parmaklarıyla kapatmışlardı. Eğlenmek isteyen kişiler bir yolunu mutlaka buluyordu.
Önemli olan saçma olması değil seninle beraber gülen birinin olmasıydı. Hamburger gerçekten lezzetli ve doyurucuydu.
"Daha iyisini yemedim." dedi Miray ve ekledi.
"Henüz."
İkisi de doymuştu. Elif ilk sözü aldı.
"Anlat bakalım şimdi neler oldu?"
Miray aile görüşmelerinden, evlilik sürecinden, yapılacaklar listesine kadar her şeyi anlattı ona. Aslında Miray çokta bir şey istemiyordu. Ama annesi Gülriz teyzeyi iyi tanıyordu. Haksız sayılmazdı.
Tek başına büyüttü iki çocuğunu da. Ve Miray'ın üzerinde kurduğu baskı o kadar belliydi ki Miray kaçıp gitmeyi bile düşünmüştü buralardan.
Özellikle onların "yabancı damat" algısını yıkmak hiç kolay olmadı. Kuzey de çok çabalamıştı bunun için. Bende. Kolay olmamıştı ama çabaları karşılık bulmuştu.
Dostunun gözlerinde ki tedirginlik bedenine de yansımıştı. Uzanıp titreyen o elleri sıkıca tuttu.
"Miray kendine çok yüklenme. Bence en zorunu atlattınız. İnan bana onlara Kuzey'i kabul ettirmek daha zordu. Biz bunu başardık. Bence gerisi daha kolay olacak. Üstelik annenin haklılık payı var. Onun göz bebeğisin. Sana çok düşkün."
Haklıydı Elif. İnsanların kalıplaşmış düşüncelerini kırmak bunu başarabilmek çok zordur. Ve her zaman olumlu sonuçlanmaz. Ama Miray için herkes seferber olmuştu. İkiz kardeşi Boran'ı da unutmamak lazım. Oda kardeşine destek oluyordu her anlamda.
"Biliyorum. Zaten bu yüzden bir şey diyemiyorum anneme. Onu kırmak istemiyorum. Çabucak bu süreç bitse de bende rahatlasam."
"Merak etme. Yanında ben varım. Annen var, kardeşin var. Kuzey var. El birliğiyle halledemeyeceğimiz bir şey yok. Fazla zaman kalmadı zaten. Bugünden bile başlayabiliriz hazırlanmaya. Sıkma canını. Bunlar güzel telaşlar."
Göz kırpmıştı Miray'a. Sonunda onu biraz gülümsetmeyi başarmıştı.
"Beni konuştuk seni unuttuk kuzum. Ne yapmayı düşünüyorsun sen? Karar verdin mi? "
Elif arkasına yaslandı. Karanlık düşüncelere dalmış gibiydi.
"Hayır. Henüz bir karar vermedim. Veremiyorum."
"Bence üzerinde düşünmene gerek bile yok. Bu senin hayalindi. Kendinden mahrum etme onu."
Miray'ın ona bakan gözleri yönünü değiştirdi ve arkaya kapıya doğru yöneldi. Elif bu değişimi yakalamıştı. Arkasını döndüğünde Kuzey' i görmeyi beklemiyordu.
Soru soran bakışlarla Miray'a döndü. O da kaşlarını çatarak başını sağa sola salladı. Anlaşılan bu ziyaretten onunda haberi yoktu.
Kuzey masaya yanaşıp nişanlısının yanına oturdu.
"Neden buradasın? Ayrıca buraya geldiğimizi nereden biliyorsun sen?"
Miray'ın sağı solu belli olmazdı. Çok güldüğü bir anda 10 saniye sonra ağlarken bulabilirsiniz onu. Ruh hali çok çabuk değişiyordu. İkizler burcu olmak bunu gerektiriyordu elbette.
Şimdi sinirli pelerini geçirmişti üstüne...
"Seni görmeye geldim. Özleyemez miyim?"
Uzanıp yanağına öpücük kondurdu. Miray yine de kararlıydı.
"Bu sorumun cevabı değil. Dökül bakalım." Kuzey eninde sonunda söyleyecekti elbette. Boğazını temizledi önce. Elif' in keyfi yerine gelmişti.
"İyi şeyler söylemeyeceğin kesin."
"Bu hiçte yardımcı olmadı Elif."
Miray Kuzey'in çenesini tutup kendisine çevirdi.
"Hey! Dostuma sakın laf edeyim deme. Konuş. Bekliyorum."
Kuzey Miray'ın kızacağını biliyordu ama demek zorundaydı.
"Benim annemin akrabaları gelmiş. Annemin kuzeninin kızıymış. Şuan buradalar. Onlar nişana gelmemişti, biliyorsun. Seni görmek istiyorlar."
Miray beklendiği gibi küplere binmişti. İkisi de emrivakilerden nefret ederdi. Elif bu hissi çok iyi tanıyordu.
"Böyle şeyleri sevmediğimi biliyorsun. Ve unutmadan şuan buradalar derken neyi kastettin sen?"
"Burada. Uzun Sokak'ta. Zaten yakın olmasanız bende gelmezdim buraya. Gelip görsen ne olur."
"Boşuna ısrar etme. Ben bugün Elif ile gezeceğim. Daha yeni başladık konuşmaya."
Dedikodu yapmaya diyemedi Kuzey. Başka zaman olsa derdi elbette. Ama onu daha da kızdırmak istemiyordu.
"Bir dakika sen bizi nasıl buldun peki?"
Miray aklına gelen düşünceyi dile dökmeyecekti. Kuzey' in dikkatinden kaçmamıştı ama bu bakışı.
"Saçmalama Miray. Tabi ki sizi takip etmedim. O kadar da değil. Sanki beni hiç tanımıyorsun. Gördüm sadece. Çünkü onlarla buluşmak için gelmiştim. Buraya girdiğinizi görünce bekledim. Önce onları bir Cafeye götürdüm. Durumu anlattım. Sonra da sizin yanınıza geldim işte."
Kuzey çaresizce Elif'e bakıyor ondan yardım istiyordu. Genelde Miray tarafında yer alsa da bu seferlik Kuzey'e yardım etmeliydi.
"Miray. Bence bu sefer biraz abartıyorsun. Biz tekrar konuşacağız nasıl olsa. Bir güne takılı kalma. Hem belli mi olur. Belki sandığın kadar kötü olmayacak."
Keşke Elif bunları kendine de söyleyebilseydi. Başkasına söylemek ne kadar kolaydı oysaki.
"Öyle mi diyorsun?"
"Evet. Aynen öyle diyorum. Hadi oyalanmayın. Daha fazla beklemesinler."
Kuzey durdurmuştu Elif'i.
"Sende bizimle geliyorsun. Öyle gitmek yok. Kabul etmiyorum."
Miray'ın da keyfi yerine gelmişti.
"Bana uyar. Hem de çok güzel uyar."
Elif, onlara ne kadar dil dökse de çabalasa da olmadı. Onları bir türlü, istemediğine ikna edemedi. Sonunda pes etti. Ucunda ölüm yoktu sonuçta. En fazla ne olabilirdi ki?..
************************************
Umarım bölümü beğenirsiniz. Keyifli okumalar dilerim. 😊
|
0% |