@mileidi61
|
Soytarı duyduğu şeye inanmakta zorlanıyordu. Aykut'un söylediği cümle tekrar tekrar kulaklarında yankılandı.
Bir korku sardı bedenini. Daha dün ölmek için adeta saniyeleri kovalıyordu. Ve içinde gram korku yoktu.
Belki de ilk kez, uzun zaman sonra ilk kez yaşıyordu bunu. Onu kaybetme korkusu bir yıldırım gibi yüreğine düştü.
Söyledikleri ne anlama geliyordu? Aykut onu neden görmeye gelmişti.
Melek' i tanıyor olabilir miydi?
"Ne demek istiyorsun?" diye sordu. Şüphesi, öfkeden daha baskındı.
"Bana değil. Ona soracaksın. İsterse anlatacaktır."
Aykut'un cevabı onu daha da sinirlendirmişti. Ucu açık bırakılan, netliği olmayan şeylerden nefret ederdi. Biliyordu ki Aykut bunu bilerek yapıyordu.
Sırf kötü biri olduğu için bunu yapıyorsa da sınırı çoktan aşmıştı.
"Amacının ne olduğunu bilmiyorum Aykut ama şimdi çekip gidersen senin için daha iyi olur."
Ne Aykut ne ardındaki adamlar istifini bozmadı. Kararlıydılar.
O kıvırcık saçlarını gururla dalgalandırdı. Baş parmağını çenesinde gezdirdi. Ama gözlerini asla ondan kaçırmadı.
"Seninle iyi kötü bir hukukumuz var Soytarı. İsteseydim seni sadece sokaklardan değil dünyadan da silerdim. Yapmadım. Minnet duymalısın."
Soytarı şuan bu durumda olmasaydı buna gülecekti. Ölmeye çoktan hazırdı o... Bunun için her şeyi gözden çıkarmıştı.
Ama olmadı... Hâla da hayattaydı...
Soytarı düşünceliydi aslında. Karşısında Aykut olmasaydı oturup kara kara dünü baştan sona düşünecekti. Ona göre yanlış giden, ters olan bir şeyler vardı...
Parmağı yaralı şakağında gezindi bir süre. Mavi gözleri parlak olmayan güneş ışığıyla, biraz kısıldı. Kendinden emin bir tavırla baktı Aykut'a
"İnan bana senin yapamadığın o şey için ben çok çaba sarf ettim. Bilsen, şaşardın, görsen susardın. Gel gör ki bazı şeyler benim elimde değildi."
Bakışları bu sefer az geride duran, ona aynı ciddiyetle bakan Melek'e kaydı. Onunla karşılaşmak onun tercihi değildi. Bunu planlamamıştı. Geldikleri noktaya baktığında ise yaşananların, kaderin bir oyunu olduğunu düşünüyordu.
Sadece ağaçların hışırtısı duyuluyordu. İki düşman hamleleri için bir adım bekliyordu. Gergin ortamın varlığı herkesi huzursuz ediyordu. Bu bir nevi soğuk savaştı.
Ta ki güçlü bir ses duyulana kadar.
Ömer kulübede daha fazla duramamıştı ki kapısı serçe açıldı. O, dışarıya çıkmıştı. Melek ise elinde poşetlerle yanlarına gelmişti. Soytarı'nın yanına, Aykut' un karşısında yer almıştı.
"Oooo. Hoşgeldin hanımefendi. Gözümüz yollarda kaldı. Hey çocuk sende gel. Sizin bu küçük ailenizi kutlamamız lazım. Gelin."
Bu adam fazla oluyordu artık. İşler kontrolden çıkmak üzereydi.
"Ağzından çıkan sözlere dikkat et Aykut. Sana vurmuyorsam bir nedeni olduğunu unutma. Bu son uyarım ona göre."
Aykut'un onun sözlerinden etkilenmesi ihtimal bile değildi. Bunu ikisi de çok iyi biliyordu.
"Görüyor musunuz dostlar. Bizim Soytarı biraz değişmiş. Gözünü iyice karartmış."
Sebebi belliydi. Onun yanında Melek vardı.
-"Sadece merakımdan soruyorum dikkat etmezsem ne yapacaksın?"
Ses tonu tahrik ediciydi. Kışkırtmayı oldu olası seviyordu zaten. Ama Soytarı bu oyuna gelecek kadar aptal değildi. Aykut konusunda idmanlı biriydi.
Ama unuttukları bir şey vardı. Melek ve Ömer oradaydı. Melek onlara çok daha yakındı. İzliyor, dinliyor ve gözlemliyordu. Olayı bilmeden araya girmek istememişti.
Ömer daha gerideydi. Kulübeden çok uzakta sayılmazdı. Ne yapacağından çokta emin değildi zaten. Kimseye yük olmak istemiyordu.
Hem tanımadığı o adamlara karşı ne yapabilirdi? Gücü yetmezdi.
Melek yapardı. Daha susmasının bir anlamı yoktu.
"Senin burada ne işin var?"
Aynı soruyu Soytarı da sormuştu. İkilinin dikkati kıza yöneldi. Sonunda onu fark etmişlerdi. Aykut istifini hiç bozmamış, aksine daha çok sırıtmaya başlamıştı. Soytarı ise... Onun bakışları suçlar gibiydi. Bu olaya dahil olmasını istemiyordu muhtemelen.
Bu Melek'i durdurmayacaktı elbette. Kimsenin de böyle bir şey yapmaya hakkı yoktu.
"Bizde tam bu konuyu konuşuyorduk."
Ne yani onun hakkında mı konuşuyorlardı? Poşetleri tutan parmakları gevşedi.
"Ne demek bu? Açık konuşur musun Aykut?"
Soytarı Melek'in yanından biraz uzaklaştı. Demek Aykut doğruyu söylüyordu. Onlar birbirini tanıyorlardı.
"Senin zeki bir kız olduğunu biliyorum. Anlamış olman gerekirdi."
Melek, elindeki poşetleri yere indirdi. Soytarı'nın bıraktığı boşluktan ileriye atıldı. Aykut ile göz gözeydiler.
Bu ani çıkış Soytarıyı endişelendirmişti. Bu kız ne yaptığının farkında mıydı?
"Aklından geçenleri okumakla uğraşmıyorum ne yazık ki. Umurumda değil. Karşıma çıkma cesaretini de nereden buldun bilmiyorum. Ne söyleyeceksen söyle ve git."
Duruşu sert ve kararlıydı. İradesi sağlamdı.
Soytarı onun bu yüzünü ilk kez görüyordu. Aralarında ne yaşanmışsa Melek'in canı çok yanmıştı. Aykut'a karşı öfkeli, kırgındı. Ona karşı takındığı bu tavrı tanıyordu. Bir zamanlar o da öyleydi... İnsan olduğunu hissettiği zamanlar...
O derin sessizliğin içinde Aykut, Melek'e doğru iki adım attı. Başını yan tarafa çevirdi. Soytarı'ya baktı... Keskin gözleri kısıldı.
"Demek ki onu koruyacaksın. İyi o zaman. Dinle bakalım."
Hızla Melek' e döndü. Bu sefer fazla bir ciddilik vardı üzerinde. Yüz kasları gergin... Tehditkar bakışlarıyla bir kaşı havaya kalktı.
"İkinize de söylüyorum. Hatta üçünüze. Hayatınızın her anını zindan edeceğim size. Kurmak istediğiniz bu aile saadeti uzun sürmeyecek Melek emin ol. Başaramayacaksınız. İzin vermeyeceğim."
Asıl derdi Soytarı olmamıştı aslında. O başka şeylerin peşindeydi. Melek isteyerek ya da istemeyerek onu kışkırtmayı başarmıştı.
Eğer Aykut ona Soytarı'nın yanında hakaret etmeseydi Melek te Aykut' a böyle sert davranmayacaktı. Ona kibarca yaklaştığı çok zaman olmuştu... Anlamaya çalıştığı çok zaman. Ama onda hiçbir değişim yoktu. O, hâla aynıydı...
Üstelik kendisi yüzünden başkalarına da zarar gelmesini asla ama asla kabul edemezdi.
"Bitti mi!?"
Melek'in sabrı kalmamıştı artık.
"Gülen gözlerinizden yaş akacak sadece. Mutlu olmak gibi olmayacak hayallere kapılmayın. Ben varken bu sizin için imkansız."
Geldiği gibi hışımla, öfkeyle çekip gitti oradan. Son söylediği cümle Soytarı'yı kısa bir süreliğine dahi olsa düşündürmüştü...
Yabancı olduğu şeylerdi bunlar? Melek ile arasında nasıl bir ilişki olabilirdi ki? Hangi taraftan bakarsa baksın ikisi de Melek için uygun kişiler değildi...
"İçeriye geçelim. Kahvaltı yapmamız lazım."
Mavi gözleri irileşti. Hiçbir şey olmamış gibi mi davranacaktı yani?
Melek, yere koyduğu poşetleri tekrar eline aldı ve ardına bakmadan kulübeye girdi. Ömer de peşinden.
Bu kadar basitti demek. Melek üzerini örtmek için çabalasa da Soytarı işin aslını öğrenmek için ne gerekiyorsa yapacaktı...
Yüreğine düşen, kendisinden ayrı yeşeren bir korku vardı. Onların sevgili olma ihtimali geldi aklına... Sinirlendi. Yumruklarını sıktı... Bu asla aklına gelmeyen bir şeydi...
Düşünmekten kafayı yemek üzereydi. Başı ağırmaya başladı... Buz kesen gözlerini devirdi. Saçmalıyordu iyice. Ona neydi böyle bir şey varsa bile?
Neden umurundaydı?
Omuzlarını silkerek kulübeye girdi. Ateş yakılmış, kahvaltı masası hazırlanmıştı bile...
"Melek abla bana kıyafet getirdi. Nasıl olmuş?"
Ömer, üzerine lacivert renginde bir takım giymişti. Bakıyor, baktıkça hayran kalıyordu kıyafetine. O, olayları görmezden gelmeyi seçmişti anlaşılan. Ya da henüz çocuk olduğu için umursamıyordu. Ona fazla gelmiş olabilirdi. O daha çocuktu... Onu gülümsetmekte zor değildi...
"Özenle seçtim. Ölçülerinden rengine kadar hem de. Sana çok yakıştı."
Soytarı'nın tanıdığı o neşeli sesiyle konuşuyordu Melek. Açık saçlarını toplamıştı şimdi. Yüz hatları daha belirgin, çene yapısı ortaya çıkmıştı.
Güzel olduğunu görebiliyordu Soytarı. Melek gerçekten güzeldi...
Daha biraz önce dışarıda yaşananları da göz ardı edemezdi ama. İkisi öyle davransa bile...
Gözleri ise bambaşka bir şey anlatıyordu. Ona tabi ki açıklayacaktı. Soytarı'nın da bilmeye hakkı vardı belki de. Ama zamanı değildi.
Soytarı'ya uyarıcı bir bakış attı. Ömer'i mutsuz etmeye değmezdi. Soytarı eğildi.
"Evet. O, haklı. Sana yakıştı. Şimdi yemek yiyelim mi?"
Ona adıyla seslenmedi. Melek' in bu detaya aklı takılmıştı ama bozuntuya vermedi.
"Güzel şeyler hazırladım. Bakalım beğenecek misiniz?"
Üçü masaya oturdu. Melek sabah kalkıp yiyecek sepeti hazırlamıştı. Zeytinden, salama kadar. Yapabildiği kadarıyla da kuymak yapıp kutuya koydu. Biraz da kaygana. Çayı da unutmadı tabi... Onu da küçükte olsa termosa koydu.
Ömer, iştahla önüne serilen her şeyden yedi. Çok acıkmış olmalıydı. Dikkatliydi yine de. Yeni kıyafetleri kirlensin istemiyordu.
Soytarı'nın ise iştahı kaçmıştı. O hâla aklındaki sorularla cebelleşiyordu.
"Sen neden yemiyorsun?"
Ömer ağzındaki ekmek parçasını çiğnerken onu da izliyordu demek ki.
"Ben öyle aç değilim. Sabahları erken saatte yemeye de alışkın değilim. Sen devam et."
Melek, onun şüphelerini biliyordu. Haklıydı da. Kendisinin kötü biri olduğunu düşünüyordu muhakkak. Onunla oyun oynadığını, dalga geçtiğini...
Gözlerinden ne düşündüğünü çözmek kolay değildi. Şuan o mavilikler durgun su kadar sakindi... Hareketlerinden de anlaşılmıyordu. Ama belliydi işte. Kalbine fısıldamıştı bir şeyler...
Buruk bir kahvaltıydı onun için. Yediği kuymaktan, içtiği çaydan bir tat alamamıştı. Canı sıkılmıştı.
Bir tek Ömer için sevinebilmişti. Onun yüzünde, gönlünde yer edinebilmişti.
"Ellerine sağlık Melek abla. Hepsi çok lezzetliydi."
Melek uzandı. Ömer'i küçük sevimli yanaklarından öptü.
"Afiyet olsun Ömer. Sen iste ben hep yaparım."
Gülerek baktı ona. Bu çocuk her şeyi hak ediyordu. Mutlu olmayı hak ediyordu. Aniden kadrajına Soytarı girdi. Buz kesti.
Daha yeni idrak ediyordu. Dudaklarından sevgiyle dökülen o sözler zihninde tekrar tekrar yankılanıyordu.
Yapmak istediği, hayalini kurduğu bir şeydi aslında. Hata yapmıştı ama. Söylememesi gerekirdi. Tutamamıştı çenesini yine.
Dikkatini herhangi bir işe vermeliydi. Son söylediği şey unutulup gitmeliydi. Boşalan tabaklar onun için kurtuluş reçetesiydi.
"Ben masayı toplayayım artık. Siz keyfinize bakın."
Aceleyle kurduğu masayı topladı. Bulaşıkları burada yıkamayacaktı. Eve gittiğinde hallederdi. Şimdilik poşete koyması yeterliydi. Kırmamaya dikkat ederek yerleştirdi onları. Hemen yan odaya geçip boş olan masanın üzerine koydu.
Kapıyı açtığında Soytarı'yı gördü. Onu bekliyordu.
"Soytarı?"
"Konuşmamız gerekiyor. Dışarıda bekliyorum."
Soytarı arkasını dönüp giderken Melek onu izledi. Hazır mıydı? Soytarı'ya olan biteni anlatmaya hazır mıydı?
Peki Soytarı... O dinleyecek miydi? Anlayacak mıydı?
Elini göhsüne koydu. Gözlerini kapattı. Soytarı kapıdan girdiğinden beri bu anı bekliyordu zaten. Kaçış yoktu...
Hem eninde sonunda ortaya çıkacaktı bu. Olabildiğince engel olmaya çalışıyordu. Başaramıyordu. Heyecanına korku tohumları karışmıştı...
Eli, yüreğinde çıktı odadan. Ömer kendine uğraşacak meşgale bulmuştu bile. Burası onun için sürprizlerle doluydu.
Kulübenin kapısını açtığında gördü onu. Başı dik, elleri birbirine bağlı şekilde duruyordu.
Yanına gitti. Her adım attıkça içindeki korku büyüyordu. Karşısındaki Soytarı olmasa gerisin geri yürüyecekti.
Güçlükle de olsa cesaret edip hızlandı. Artık dip dibeydiler. Ayakları yan yana duruyordu. Melek, onun ayak seslerini duyduğdan emindi. Ama tek bir hareket yoktu...
Başını biraz eğdi. Gözleri kapalıydı. Ama izlendiğini anlamış olacak ki mavi gözleri aralandı.
Melek normal pozisyonuna döndü. Toplu saçlarıyla uğraştı... Saçma olduğunu bildiği halde. Soytarıya karşı savunmasız hissediyordu kendisini böyle. Ürkekçe gülümsedi.
"Merhaba."
"Bunun ardına mı saklanıyorsun?"
Melek kaşlarını devirdi... Daha başından şansı yoktu. Soytarı onu dinlemeyecek gibi duruyordu. O durgun duran gözler hareketliydi. Bir fırtına çıkarmak üzereydi...
Melek, parmaklarını birbirine bastırıyordu.
"Nasıl göründüğünün farkındayım ama durum sandığından çok farklı."
Soytarı tüm gücüyle ona döndü.
"Biliyordun. Dün gece dövüştüğüm kişinin Aykut olduğunu biliyordun. Ve hiçbir şey söylemedin."
Anlamıştı demek. Durum çıkmaza girmeden ona anlamalıydı.
Melek iyice tedirgin olmaya başlamıştı. Ama yalan söyleyecek hali de yoktu.
"Evet biliyordum. Evet bir şey söylemedim. Çünkü aranızda ne olduğunu bilmiyordum. Ne yaşadığınızı da."
"Aykut ile ne olduysa oldu. Önemli değil. Sorun bu değil. Sorun senin bunu gizlemiş olman. Ve bunun için çok büyük bir sebebin olması gerekiyor."
Soytarı'nın öfkesi sesine yansımıştı. Elinde değildi ki. Küçük düşürülmüş hissediyordu.
Melek içinse işler iyi gitmiyor. Vardı. Elbette bir gerekçesi vardı. Ona nasıl söylecekti? Asıl mesele buydu.
"Bu konuda da haklısın. Eğer duymaya hazırsan anlatacağım."
Ki kesinlikle buna itiraz edecekti.
Soytarı'nın, Melek'in anlatacağı her ne ise duymak istemiyordu. Hayatında belki de ilk kez birine güven duyuyordu. İlk kez ilgi duymuştu. Bunu düşünceleriyle kirletmek istemiyordu.
"Hayır. Duymak istemiyorum. Seninde bir şey anlatmanı beklemiyorum. Benimle yeterince oynadığını düşünüyorum. Birde Ömer var tabi."
Melek' in dudakları titredi. Yanlış anlaşılmıştı. Korktuğu başına gelmişti. Parmaklarını serbest bıraktı.
Güneşin cılız ışığı Soytarı'nın gözlerinde parıldıyordu.
"Oynamak mı? Ne sana karşı ne de Ömer'e karşı bir oyun oynadım. Asla yapmadım. Ve böyle bir şey yapmadığımı benim kadar sende iyi biliyorsun. "
Soytarı, duyduklarına inanmayı öyle isterdi ki... Yanılmayı... Ama kimseye güveni kalmamıştı zaten. Şimdi de Melek...
Gardını indiremezdi. Kimse için yapamazdı. En başta kendisi için.
"Bugün olanlar açıkça gösteriyor ki yaptın. Oynadın. Kandırdın. Dalga geçtin resmen. Merak ediyorum bunu yaparken çok eğlendin mi?"
Acımasızca davranıyordu. Melek onun bu davranışı karşısında kaskatı kesiliyordu. Neden onu dinlemeden peşin hüküm veriyordu ki? Canı zaten yanmıştı.
"Lütfen söylediklerini düşünerek konuş Soytarı. Bu çok çirkin bir itham. Dediklerinin hiçbirini yapmadım ben. İnanmak bu kadar mı zor?"
İnanmak için çok çabaladı Soytarı. Elinde olsa gördüğü, duyduğu her şeyi red ederdi. Yaşananları göz ardı edemezdi ama...
Melek için bile sineye çekemezdi. Gururu buna izin vermiyordu.
"İnanmak mı? Güldürme beni. Ben asıl bunu nasıl anlamadım. Nasıl göremedim. Onu düşünüyorum. Önce onları tanıdığını söylemedin. Bu kulübeye getirdin. Yatırdın. Yedirdin. Hatta yetmedi yaralarıma krem sürdün. Ama biraz önce gerçek yüzün ortaya çıktı."
Soytarı'nın hakaretleri arttıkça Melek' in toprak bezeli gözlerinin ışığı sönüyordu. O kahverengi gözlerin içinde cam kırıkları vardı. Bir çift mavi göz onları batırmıştı...
Soytarı yutkunmakla yetiniyordu. Kendisi bu duvarı inşa ediyordu. Bilerek yapıyordu. Ama sanki onun canı daha çok yanıyordu.
Melek kısık çıkan sesiyle karşılık verdi ona.
"Haksızlık ediyorsun ama. Ben hepsini kendi isteğimle yaptım. Hesap kitap peşinde değildim. Samimiydim."
"Yalan. Yalan söylüyorsun. Sahteydi hepsi. İlgilenmen, bizimle , hatta az önce kahvaltı da ki gülüşün bile... Sen baştan aşağıya sahtesin."
Bu kadar hakareti de yutmayacaktı. Küçük bir çocuk gibi azarlanıyordu. Üstelik suçu yokken. Dolu gözleriyle karşısına dikildi.
"Orada dur bakalım. Sen beni Aykut'u tanıdığımı söylemediğim için suçluyorsun. Ama en başına dönecek olursak sende kendinle ilgili hiçbir şeyi bana anlatmadın. Hatta karşılaştığımız andan beri sana doğru adım atan bendim hep. Ben bunun için tüm cesaretimle sana geldim. Sen denemedin bile... Ve karşıma geçmiş sahte olduğumu söylüyorsun öyle mi? Bu, sadece senin inanmak istediğin şey."
Patlaması gerekiyorsa patlayacaktı. Kopması gerekiyorsa o ip kopacaktı. Onun da bir gururu vardı. Fazlasıyla tolerans göstermiş, ayaklar altına alınmıştı...
Soytarı daha da öfkeliydi. Hayatı konusunda kimseye söz hakkı vermemişti.
"Benim hayatım seni ilgilendirmez. Senin hayatın da benim umurumda değil. Gelelim bana doğru adım atmana. Senden bunu ben istemedim. Seni ben zorlamadım. İki kere karşıma çıkan, ve beni benimle bırakmayan sensin."
Melek pes etmişti. Acı bir gülüş yayıldı dudaklarının kenarına.
"Bende bunu anlatmaya çalıştım işte. Sizinleyken yaptığım hiçbir şey zoraki değildi. Biraz düşünsen, dinlesen suçsuz olduğumu anlayacaksın."
"Konuyu daha fazla tartışmaya gerek yok. Burada asıl dikkat etmen gereken şey ben ya da Ömer değilim. Sen ve Aykut."
Bu iki adı aynı cümlede bile anmak zoruna gitmişti. Yüreği darbe yemişti...
Melek duyduğu şeyin doğruluğundan emin değildi... Şüpheyle baktı ona.
"Aykut ve ben mi? Ne alaka?"
"O da sizin sorununuz artık. Beni ilgilendirmiyor."
Melek hayal kırıklığına uğramıştı. Aykut ile arasında bir ilişki olduğunu mu düşünüyordu Soytarı.
"Bravo. Gerçekten bravo. Yani sen onca hakareti bana bu yüzden mi söyledin? Söylediklerinin gerçek olmadığını bile bile... Bu muydu sebep?"
Çok kırılmıştı. Gücenmişti. Onun gözünde kötü bir kızdı o. Yalancı, sahtekar, içten pazarlıklı. Hepsi tek bir noktada birleşiyordu. Aykut...
Soytarı biraz ileri gittiğini biliyordu. Elinde değildi. Öfkesi öyle yoğundu ki kendisi de dudaklarından çıkan sözlere inanamadı. Çoğu kez! "Melek!"
Soytarı'nın duyduğu bu ses yabancı bir kadına aitti. Tanımıyordu...
Ama Melek tanıyordu... İçi su dolu, kırık kahverengi gözlerini de ayakta durmakta zorlanan bedenini de Soytarıdan uzaklaştırdı...
Söylenecek çok şey vardı aslında. Yarım kalan cümleler, yüreği yakan pişmanlıklar vardı... Gizli kalan...
"Hemen. Hemen eve geliyorsun. Benimle!"
Melek, annesinin sözünü dinleyecekti. Yapmak zorundaydı. Yenilgiyi kabul ederek, Soytarı' nın endişeli bakışları arasında annesine doğru yürüdü.
Gidiyordu... Bir parçayı da yanında götürerek gidiyordu...
Soytarı'nın ona dur diyemedi. Hangi hakla? Hangi sıfatla yapacaktı? Ona kötü davranmıştı...
Annesi olduğunu düşündüğü kadın, Melek'in elinden tuttu. Onunla göz göze geldi. Kadın, ona hiçte hoş bir bakış atmamıştı. Hatta neredeyse nefret doluydular...
Melek gözden kaybolana kadar oradan ayrılmadı Soytarı. Onun gerçekten gittiğini görmeliydi...
Yüzünü göremiyordu ama Melek'in gözlerindeki hüzün yüreğinde canlandı.
Ona fazla mı sert davranmıştı? Haksızlık mı etmişti? Öyle dalgın, dağınık bir hâle geldi ki yaşadıklarını dahi karıştırmaya başlamıştı.
Gitmeliydi. Buradan bir anca önce çekip gitmeliydi. Ağır adımlarla içeriye girdi. Ömer ayakta onu bekliyordu. Anlamış mıydı?
"Ne yapıyoruz?"
"Misafirlik bitti. Gidiyoruz."
Ömer üzgündü. Gitmek istemediği her halinden belliydi.
"Kalmak mı istiyorsun?" diye sordu Soytarı
"Melek abla olsa kalırdım. O, buraya hayat veriyordu. O yoksa buranın anlamı yok. Eğer daha gelmeyecek ise, seninle geliyorum."
Gelmezdi herhalde... Sahte demişti ona. Yalancı da demişti. Sakinleştikçe fark ediyordu ki ağır şeyler söylemişti. Düşüncesizce hareket etmişti.
Geriye de dönemezdi. Gitmeden ateşi söndürdüler. Ortalığı topladılar. Bazı şeylerin yerini değiştirirken toz zerreleri burnuna doldu. Papatyalar... Yere düşmüştü...Dün onları gizlemişti. En saf duygularıyla yapmıştı bunu. Haberi bile yoktu neden yaptığından.
Eğildi. Düştükleri zeminden avuçlarının arasına aldı. İlginçti... Hala canlıydılar. Ve kokuları... Etrafa yayılmaya başlamıştı...
Onları alıp gidemezdi ama... Özenle tekrar masaya geri koydu. O anılar burada onlarla solup gidecekti.
Şapkasını alıp başına taktı. Ömer'in elinden tutup dışarıya çıktı. Kulübenin kapısını kapattı.
Artık gidebilirlerdi. Ömer ardındaki sessiz, ruhsuz kulübeye baktı.
"Burayı özleyeceğim. Melek ablayı da."
Soytarı iç çekti. Biliyordu. Yüreğinde bir yerlerde o da Melek'i çok özleyecekti. Biliyordu...
************************************
Evet arkadaşlar bölüm sonu. Umarım keyifle okursunuz. 💜
|
0% |