@mileidi61
|
"Neden Melek? Neden benden gizli işler çeviriyorsun? Seni uyardığım halde neden beni dinlemiyorsun?!"
Melek, ona ayrılan koltukta oturken annesi salonun etrafında dolanıyordu. Başı da dönmeye başlamıştı.
Annesinin öfkesine nazaran, o fazla sakindi. Büyük bir günah işlememişti oysa. Birde herkesten azar işitiyordu. Hak etmemişti...
Konuşmaya başlamadan boğazını temizledi...
"Anne. Senden gizli kapaklı işler yapmak benimde hoşuma gitmiyor. Bu tepkiyi vereceğini bildiğim için söylemedim. Sonuna kadar saklamayacaktım. Ayrıca, neden arkadaşım olmasın ki? Bunun neresi hata?"
Annesinin karşısında iki büklüm olmuştu. Başını eğdi usulca.
Onun niyeti kötü değildi. Nedenlerini anlayabiliyordu.
Böyle yaşamaya da devam edemezdi. Sonsuza kadar annesinin kurallarıyla yaşayamazdı. Bu, onun hayatıydı.
Annesi onun önünde eğildi. Kenetli, titrek ellerini tuttu. Büyük bir şefkatle sardı.
"Kızım. Benim gönlü temiz Meleğim bu hata değil. Sadece çevrendeki insanları iyi seçmeni istiyorum. Kalbin kırılmasın istiyorum. Üzülme istiyorum."
"Anne inan bana seninle geldiğimden beri daha çok üzgünüm. Onları orada bırakmamam gerekirdi."
"Melek... Ben senin gözlerinde gözyaşı görmeye dayanamam. Hayatta bazen istemesekte zor seçimler yaparız. Hem biliyorsun bu konuda tartışmak yoktu."
Evet, annesinin kurallarını ezberlemişti. Ama ona göre doğru değildi.
Hem madem işler rayından çıkacaktı. Annesiyle gerçek anlamda yüzleşmesi de gerekiyordu.
Annesinin sıcak ellerinden kurtuldu önce. Oturduğu koltuktan ayağa kalktı. Annesinin sorgulayıcı bakışları altında o gözlerinin içine bakarak devam etti...
"Anne senin derdin ben değilim. Sırf Aykut yüzünden diğerlerine de aynı gözle bakıyorsun. Ön yargılı davranıyorsun ve beni de öyle biri olmaya itiyorsun. Bu hiçte adil değil."
Bu konuşmayı yapma cesaretini nasıl bulmuştu kendinde o da bilmiyordu.
Annesinin kestane rengine çalan gözleri ciddileşti.
"Bu kadar yeter küçük hanım. Bu konuda konuşmak anlamsız. Şimdi derhal odana."
Annesi, hep kaçmayı tercih etmişti. Bu evde, Aykut meselesi tartışmaya kapalıydı. Melek ise madalyonun iki yüzü olduğunu düşünüyordu. Yaşanan olayda iki tarafında kendince haklı tarafları vardı. Aykut'un da...
Melek, annesiyle yine konuşacaktı elbette. Öfkesi dinecekti. Şimdilik sinirinin yatışmasını beklemeliydi.
Aklı Soytarı'da kalmıştı...
Ona nasıl yetişecekti? Çoktan gitmiş olabilirdi. İhtimal dahi değil. Kesin gitmişti. Onu bir daha göremeyebilirdi...
Omuzlarını düşürdü. Başı biraz önde merdivenlerden yukarıya doğru çıktı. Odasında yatağının üzerine uzandı. 18 yaşındaydı. Hayat dolu olması gerekirdi. Rengarenk hayaller kuruyor olmalıydı o çocuk...
Ama hayat ona verdiğinden çok geri almıştı demek ki. Ruhundan yaşama isteğini koparmıştı. Ya da birileri buna sebep olmuştu.
Onu kaybedemezdi... Soytarıyı ne pahasına olursa olsun bulmalıydı...
Gözleri boş tavana bakarken aklına bir fikir geldi. Tabi ya. Ona ulaşabilirdi. Belki o yanına gidemezdi ama ona ulaşmak için birini bulabilirdi.
Bu daha önce neden aklıma gelmemişti acaba? Kıvrıştırdığı yorganın üzerinden kalktı. Sarı rengine boyalı minik masasının üzerindeki telefonu eline aldı.
Aklında bir çok senaryo kurmuştu. İnşallah geç kalmamıştı.
Melek, batmakta olan güneşin son ışıkları ile tuşları çevirirken çok uzak olmayan o kulübenin önünde hareketlilik vardı.
Soytarı akşam vakti çökmek üzereyken geri döndü.
"Neden döndük?"
O, yorulmak nedir bilmeyen ayakları, onu yine bu kulübeye geri getirdi... Onlara engel olamadı. Söz geçiremedi.
"Unuttuğum bir şey var Ömer. Hemen geliyorum. Tamam."
Ömer'in küçük ama güçlü elini bıraktı. Kapıdan içeriye tek başına girdi. Ortalık fazla sessizdi. Her şey bıraktıkları gibiydi. Demek ki buraya kimse gelmemişti. Umursamamaya çalıştı. İlerledi. Ve onları gördü.
Işıl ışıl parlayan sarı papatyalara yöneldi. Yüreği onların solup gitmesine razı gelmedi.
Alıp sol göhsünün üzerindeki cebine koydu ve görünmesinler diye kapattı. Elini orada gezdirdi bir süre. Onların yeri burasıydı...
Dikkatlice kulübeden çıktı. Ömer'in bir kızla konuştuğunu gördü. Kız, eğilmiş ona eğlenceli bir şeyler anlatıyordu.
Kapıdan çıkan sesle kız ayaklanmış, görüş alanına girmişti.
Bu kızı tanıyordu. Melek'i ilk gördüğü zaman bu kızın ona seslendiğini de görmüştü.
"Çok şükür. Size yetiştim. Gitmemiş olmanız büyük şans."
Kıvırcık, uzun siyah saçları vardı. Ela gözleri mahsun bakıyordu. Galiba her zaman öyleydi...
"Anlamadım?" dedi Soytarı...
Kız, öne atıldı.
"Ah tabi. Kusura bakmayın. Kendimi tanıtmayı unuttum. Ben Selvi. Melek'in arkadaşıyım."
Biliyordu aslında. Ama saf ayağına yatmayı daha uygun buldu Soytarı.
"Konu nedir?"
"Bence konuyu sizde biliyorsunuz. Melek... Evden çıkamıyor ve çok üzgün. Yarına kadar beklerseniz iyi olur. Gelecektir."
"Bunun için ne zamanımız ne de sebebimiz var. Şimdi izninle."
Ama Selvi inatla önünde duruyordu. İri ela gözleri ile ona meydan okuyordu.
"Sizden ricada bulundum ama kaba olmamı dilerseniz onun da yolunu biliyorum. Bekleyeceksiniz. Melek'in size anlatacağı önemli şeyler var. Sanırım bir yanlış anlaşılma da olmuş. Onu da düzeltmeniz gerekiyor."
Melek'e hiç benzemiyordu. Tavrı, duruşu Aykut'u andırıyordu. Birde kıvırcık saçlarını da unutmamak lazım.
Elleri belinde bir yanıt bekliyordu. Korkmuyordu da. Bu hali Melek'i andırıyordu işte.
Soytarı yavaştan öfkelenmeye başlamıştı. Ona emir verilmesinden haz etmezdi.
"Düzeltilecek hiçbir şey yok. Buna gerekte yok."
"Benimle inatlaşarak bir yere varamazsınız. Melek için yapamayacağım hiçbir şey yok. İki seçeneğiniz var. Ya yarına kadar sabırla burada durursunuz ya da yarına kadar ben başınızda nöbet tutarım."
İnat konusunda Melek ile yarışırdı bu kız. Madem o kadar ciddi bir meseleydi bu, yarına ertelemek boşunaydı.
"O zaman yarını beklemekte anlamsız. Şimdi, bizi onun evine götürüyorsun."
Selvi, böyle bir cevaba hazır değildi. Belindeki ellerini gevşetti.
"Ne? Eve mi?"
"Evet. Dediğin kadar zorunlu bir durumsa yarını beklemeyeceğim. Belirsizlik hiç bana göre değil."
Selvi kararsız kalmıştı. Endişesi kendisi için değil de Melek içindi. Canan yengesinin hışmına uğramak istemezdi. Ama bu çocuğu da durdurmak içinden gelmedi.
"Bunu yapmak istediğine eminsen buyur. Gidelim."
Çocuktaki cesarete hayran kalmıştı. O kapıdan kovulacak, hatta hakarete uğrayacaktı. Ama anlaşılan bu, onun için sorun teşkil etmiyordu.
Ömer ile Selvi aynı hizada Soytarı biraz geriden onları takip ediyordu. Belli etmiyordu ama oda gergindi. O kadının bakışları geldi aklına.
Emindi ki yaka paça atılacaktı. Daha kapısına dahi varamadan hemde.
Mahalle aralarına girdiğinde daha fazla sıkıldı. Binalar büyüdükçe o küçülüyordu. İnsanların ezici bakışları arasında yok oluyordu sanki.
Sokak lambalarının ışığı dahi onu yok sayıyordu. Rahatsız ediciydi.
Selvi'nin adımları yavaşlayınca anladı. Gelmişlerdi.
"İşte geldik. Bu kapıdan adımını attığın anda her şeyi kabul etmiş oluyorsun ona göre."
Küçük ama şirin bir evdi. Apartman dairesi değildi. Müstakil bir daireydi. Güzel, farklı farklı çiçek kokularıyla örtülü bir bahçesi vardı. Acaba neden şaşırmamıştı...
İki katlıydı. Ve evin duvarlarında kahverengi ton hakimdi. Bu renk ona hüzünlü bir çift gözü hatırlatmıştı. O gözler, yine duraklamasına sebep oldu.
Ama içeriye girecekti. Eğer o kulübeye geri dönmeseydi Selvi ile karşılaşmayacak, Melek'ten haber alamayacaktı.
Belki de onun dediği doğruydu. O papatyalar, Soytarı'yı ona getirmişti... Allah hep bir yolunu buluyordu. Ya da kader...
"Eve kadar geldim. Geri dönmeye niyetim yok. Ama Ömer ben gelinceye kadar burada bekleyecek. Sen yanında durur musun?"
"Benim için büyük bir zevk."
Yuvarlak yüzünde beliren gülücükler halinden memnun olduğunu gösteriyordu. Ömer, şanslıydı. O seviliyordu...
Onları ardında bırakarak, çevresinde papatya kokuları olan patika yolundan ilerlemeye başladı. O kısa mesafe ona bir çölde yürüme mesafesi kadar uzun geldi. Ayakları hep batık içerisindeydi. Gitmek istese de oradan çıkamıyordu.
Soytarı için çok büyük bir olaydı bu. İlk kez birinin evine giriyor, biri için mücadele ediyordu. Melek için, kendi prensiplerinden taviz vermişti. Göreceği aşağılayıcı bakışlar, duyacağı her bir hakaret buna dahildi...
Beyaz, temiz elleriyle zile bastı. Kendinden emindi.
Kısa bir zaman sonra kapı aralandı.
"Neden buradasın?"
Elbette onu tanımıştı. Sesinden, gözlerinden belliydi.
"İzin verirseniz kızınızla konuşmak istiyorum."
"Böyle bir şey olmayacak."
Kadın çok keskin net, bir cevap vermişti.
Soytarı ise kararlıydı...
"Beni gördüğünüz an anladım. Benden hiç haz etmiyorsunuz. Nedenini bilmesem de anlayabiliyorum sanırım. Merak etmeyin. Kalıcı değilim. Sadece kızınız, Melek ile konuşmamız yarım kaldı. Bazı yanlış anlaşılmalar da yaşandı. Onu düzeltmeye geldim."
Kapı bu sefer ardına kadar açıldı.
"Gelebilirsin."
Melekten farklı olarak kadının gözleri soğuktu... Rengi benzese de yarattığı his farklıydı. O gözler başka şeyler söylese de galiba onun çıkarcı biri olmadığını anlamıştı. En azından bu doğruydu.
Aralarında karşılıklı bakışma yaşandı. İkisi de birbirini süzüyor, tartıyordu. Soytarı incelemeye alındığını fark etse dahi sesini çıkarmadı. Buraya kavga etmeye gelmemişti.
Merdivenlerden sesler gelince odak noktası değişti.
"Soytarı?"
Melek, onun gelmesine hem şaşırmış, hem de mutlu olmuştu. Ayağındaki terliklerle koşturarak inmişti salona.
-"Neden şimdi geldin ki? Ben yarın yanına gelecektim?"
Annesinin yapabileceklerinden korkuyordu aslında. Eve gelmesi ihtimalini asla düşünmemişti.
"Ben dışarıdayım. Uzun sürmesin lütfen."
Annesi dışarıya çıkınca Melek rahat bir nefes aldı. Üzerinde hâla aynı kıyafetleri vardı. Değiştirmek aklına dahi gelmemişti...
Sadece, kahverengi, uzun saçlarını serbest bırakmıştı...
Soytarı onun aksine mesafeliydi.
"Merak ediyorum. Neymiş bu anlatacağın önemli mesele."
Yanlış anlaşılma kısmını es geçmişti. O sonraki aşamaydı.
"Burada anlatamam. Basit bir hikayesi yok. Ancak yarın."
O kadar sabrı yoktu. Kendisi de saçma sapan kuruntular içinde kaybolmak istemiyordu. Aykut ile arasındakileri öğrenmek için delirse bile bunu göstermeyecekti...
"Beklediğime değecek mi peki?"
Melek parmaklarıyla dağınık saçlarını karıştırdı. Soytarı'nın kalbi titreşti birkaç saniye...
Ona küfür etseydi daha iyiydi...
"Sana sadece şunu söyleyebilirim. Aykut ile aramda sandığın gibi bir ilişki yok. Hiç olmadı. Bu mesele bir aile meselesi. Ama dediğim gibi ancak yarın anlatabilirim."
Soytarı, az önce yaşadığı ufak krizin etkisinden çıkamamıştı. Bir anlığına, sadece bir anlığına saçlarına dokunmak istemişti..
Hayalini kurmuştu.. Bu onu dehşete düşürmüştü...
Hayal kurmak kim sen kim Soytarı!
"Her şeyin bir zamanı, yolu yordamı vardır Soytarı. Beni yanlış anladın. Kabul etmedin. Suçladın. Bütün olanlara rağmen hatta sana rağmen sana ulaştım. Duymak istediklerini duyacaksın. Anlatacağım. Ama yarına kadar sabretmen gerekiyor."
Duydukları bir melodi gibi çınlıyordu kulaklarında...
Zorda olsa kendini o hayalden kurtarmayı başarmıştı. İfadesi değişti. Ses tonu değişti.
"Senin dediğin gibi olsun. Şimdi gitmeliyim."
Israr etmeyecekti. Üstelik ondan şimdilik uzakta kalmalıydı. Ne zaman yakınına gitse aklı başka, ruhsuz sandığı kalbi başka şeyler anlatıyordu...
Vicdan azabı da duyuyordu... Ona fazla kötü davranmıştı kabul ediyordu. Melek'in bu dileğini yerine getirecekti. Yarını bekleyecekti. Bunu ona borçluydu.
Melek, ona kapıya kadar eşlik etti. Onu uğurlamak hoşuna gitmişti. Evine gelmişti...
Biraz ötede Ömer ile Selviyi görmüştü. Onlar şakalaşıyor, eğleniyordu.
"Sakın şaşırma. Selvi, herkesle anlaşabilen bir yapıya sahip. İyi bir gözlem yeteneği var. Eğer sana güvenmeseydi buraya gelmene izin vermezdi. Ben bile ona karşı koyamıyorum."
Ona ne şüphe! İkisi de birbirinden deliydi Soytarı'ya göre.
Melek' in dudaklarında beliren gülümsemenin solduğunu gördü.
Uzaktan biri onlara doğru geliyordu. Hareketlendiler...
Aykut... Bu sefer tek başınaydı...
Soytarı olağan hızıyla onların yanına, Melek ise Soytarı'nın peşinden gidiyordu.
Soytarı' ı önce Ömer'i arkaya çekti. Melekte Selvi' in yanına gitti. Olduğundan farklı bir koruma kalkanı olmuştu ona. Soytarı bu küçük detayı fark etmişti. Melek, Selviyi Aykut'a karşı koruyordu. Neden?
Bu sorunun cevabını sonra alacaktı. Önce Aykut'un derdi neydi onu öğrenmeliydi.
Şansı vardı ki Aykut geç kalmıştı. Salına salına geliyordu...
Soytarı'yı bir direk gibi karşısında bulmuştu elbette.
"Sen neden her yerde karşıma çıkıyorsun?"
"Bilmiyor musun? Ben senin gizli bir hayranınım Soytarı."
Komik olsaydı gülecekti Soytarı. Ama değildi.
Aykut ise tam tersi... Halinden memnundu. Hiçte rahatsız görünmüyordu. Garipti. Bu tavrı garipti. Soytarı dahil herkes sebebini anlamaya çalışıyordu.
"Boşuna düşünerek kendinizi yormayın. Burada olmam tabi ki tesadüf değil. Güzel bir tiyatro izlemeye geldim ama kaçırdım sanırım."
Bu da ne demekti şimdi?
Melek, Selvi'yi sardığı kollarından sıyrıldı. Ortaya atıldı. Bu kadarı tesadüf olamazdı zaten.
"Sendin değil mi? Kulübede olduğumu sen haber verdin anneme."
"Bingo Melek! Bizzat ben değil ama evet. Az da olsa çorbada tuzum olsun istedim."
Melek, Soytarının da önüne geçecekti neredeyse. Öfkesi elle tutulacak kadar gerçekti.
"Neden yaptın ki? Bundan senin çıkarın ne?"
"Büyük bir hedefim var. İlk ayağını da gerçekleştirmek istedim. Annen... Benim gibi olanlardan hep nefret etti. Hâla daha ediyor. O yüzden Soytarı'dan da nefret etmesi benim işime gelir."
Yüzsüzlüğün bu kadarına da pes yani. Utanmadan, gocunmadan gururla söylüyordu bunu birde.
Soytarı daha fazla konuşmasına izin vermeyecekti.
"Planın buysa eğer. Devam et. Ama şunu da unutma. Ben buna izin vermeyeceğim. İstediğini elde edemeyeceksin."
Normal şartlarda Soytarı için bu önemli bile değildi. Kimsenin onu kabul etmesi için çabalamamıştı.
Şimdi ise her şey değişmişti... Değişiyordu...
"Onu zaman gösterecek Soytarı. Hadi şimdilik size hayırlı akşamlar."
Aykut asla yaptığını gizleyecek biri değildi. Bunu bilerek planladı. Ve işe yarayıp yaramadığını görmek için bizzat kendisi geldi.
Selam vererek hatta Selvi'ye özellikle başını eğerek dönüp geldiği yoldan geri gitti.
"Aklım almıyor. Bu çocuk ne zaman durulacak?"
"Artık bende bilmiyorum Selvi."
Melek ondan ümidini kesmiş değildi. Kolay olacağını da hiç sanmıyordu. Üstelik Soytarı ile durmadan bir savaş halindeydi. Bu durumu düzeltmek zaman alacaktı...
Sonra yanı başındaki Soytarı'ya döndü.
"Artık gitseniz iyi olacak. Ömer üşümüştür şimdi. Kalvaltılıklar hâla kulübede. Yarın da ben geleceğim."
Onları orada bırakmıştı. Almaya zamanı olmamıştı. Her şey ani gelişmişti.
"O zaman yarın görüşmek üzere."
Soytarı, onu bekleyecekti.
"Görüşmek üzere."
Melek için kısa bir vedaydı bu. Ama ağırlığı altında parçalanıyordu.
Ömer ile Soytarı kulübeye doğru ilerlerken, Melek onları pür dikkat izliyordu. Güvenle oraya varmalarını diliyordu. Tüm kalbiyle....
Akşam oluyordu. Kapının önünde daha fazla durmamalıydı. Daha annesine hesap verecekti..
Evee girmeden Selvi ile kucaklaştı. Ona ne kadar teşekkür etse azdı.
"Çok teşekkür ederim Selvi. "
"Lafı bile olmaz. Ben acısını çıkarırım nasıl olsa. Yalnız korkusuz birine benziyor bu Soytarı. Geleceğini hiç tahmin etmemiştim."
"Bu kadarını bende düşünmemiştim. İhtimalini dahi düşünmedim. Ama geldi. Her şeyi göze alarak geldi."
Bu adım Soytarı'nın az da olsa değişim geçirdiğini gösteriyordu. Melek, onun gözünde önemli biri haline geliyordu.
"Seni bu şapşik halinle bırakıp gitmek istemem ama biliyorsun annem. Canan teyzemi de görmek isterim ama barut gibidir şuan."
"Bilmez miyim? Sen merak etme bana kıyamaz annem. Hadi git sen. Yarın görüşürüz."
Selvi kaçamak bir bakış attı Melek'e karşı
"Elbette geleceğim. Şu Soytarı ile biraz da benim konuşmam gerek."
Sesli bir kahkaha attı Melek. Ona sahip olduğu için şanslıydı. Selvi gibi bir dost herkese nasip olmazdı.
Selvi' yi de yolcu ettikten sonra eve girdi. Annesi onu koltukta bekliyordu. Tedirgin oldu. Tabi şimdi bir kere daha azar yiyecekti.
"Anne... Geleceğinden haberim yoktu."
Gerçekten te yoktu.
"Evin adresini bilmeden buraya gelmesi mümkün değil Melek. Gelmeye onu ne itti bilmiyorum ama oldukça kararlı görünüyordu. Karşıma geçmiş kızınızla konuşmam gerek dedi."
Kızmış gibi durmuyordu. Onun suskunluğuna karşılık annesi devam etti.
"Sen odana çıkabilirsin. İyi geceler."
Melek başını salladı usulca. Ama içinde şüphe vardı. Sorularına cevap almadan gidemedi. Merdivenlerden çıkmadan annesine döndü.
"Sen kızgın değilsin bana. Yanlış mı anladım?"
Emin olmak zorundaydı. Diken üstünde rahat bir uyku çekemezdi.
"Hayır. O çocuğa kızgın değilim. Saçma bulabilirsin ama o Aykut'a hem çok benziyor hem de hiç benzemiyor."
Daha fazla söze gerek yoktu. Annesinin dediklerine kendisi de katılıyordu çünkü. Gülümseyerek odasına çekildi.
Bu sefer yatağının içine girdi. Huzurluydu. Soytarı onun için eve kadar gelmişti. Annesine bile baş kaldırmıştı. Direnmişti...
Etkilenmişti... Yanaklarının kızardığını fark edince daha çok utandı. Bir an önce uyumalıydı. Sabah erken doğmalıydı.
Ona, erken varmalıydı. Geç kalmak istemiyordu...
Gün sandığından da erken sabah olmuştu. Ilık bir rüzgar penceresinden süzülüyordu. Uyandı... Heyecanlıydı. Sabırsızdı...
Yarım saat sonra kapının önündeydi. Boğazlı beyaz bir bluz, altına da ispanyol paça krem renkli bir pantolon giymişti. Saçlarını açık bırakmıştı. Elinde yine dolu dolu poşetler...
"Ne bu acele?"
Annesi onu girişte karşıladı.
"Daha fazla bekleyemem. Yakında okullar açılacak. O zaman istediğim gibi yanlarına gidemeyeceğim."
Annesi, Melek ile gurur duyuyordu. Bir yanı da hep korku içindeydi...
"İyi git bakalım. Yemek yediklerinden emin ol."
Elindeki poşetleri gösterdi.
"Aklın kalmasın." Annesini yanağından öperek bahçeden uzaklaştı...
Kalbi ondan habersiz daha çok atıyordu. Daha hızlı... Ve sesini çok net duyuyordu...
Kulübeye vardığında hemen içeriye girmedi. Heyecanının dinmesini bekledi. Gözlerinden bile okunuyordu sanki...
Oradaydı. Hissediyordu. Soytarı'nın orada olduğunu biliyordu. Keyifle kapısını açtı...
Tahmin ettiği gibiydi. Soytarı, henüz yeni yaktığı ateşin başında oturuyordu. Elinde bir demirle kızmaya başlayan ateşin içerisinde gelişi güzel uğraşıyordu. Mavi gözleri, onun üzerindeydi.
"Günaydın. Beni mi bekliyorsun?"
"Evet. Ömer uyanmadan konuşsak iyi olur."
Elindeki poşetleri hışırtı çıkarmadan tozlu olan tezgahın üzerine koydu.
Soluk soluğa Soytarı'nın yanına oturdu. Diz dize, göz göze duruyorlardı. Bilmedikleri bir güç onları birbirlerine doğru çekiyordu...
"Seni dinliyorum."
"Ne bilmek istiyorsun?"
Soytarı onun dalga geçtiğini sanıyordu. Buz mavisi gözlerini kıstı yine...
"Tamam tamam. Öncelikle bu kararı almak kolay olmadı. Şimdi anlatacaklarımı çok az sayıda insan biliyor. Bu yüzden önemli olduğunu belirteyim."
Kimsenin özel hayatını ortaya saçma gibi bir huyu yoktu. Zorda kalmasa bunu da yapmayacaktı zaten. Ama Soytarı ona başka bir şey çare bırakmamıştı.
"Aykut'u önceden beri tanıyorum evet. Tam olarak 5 yıldır."
5 yıl Soytarı'nın gözüne çok büyük gelmişti. 5 yıl boyunca birbirlerini tanıyorlardı demek. O, onun hayatına çok geç kalmıştı.
Tepki vermedi. Ne diyecekti ki? Melek devam etmesi gerektiğini biliyordu. Bu tuhaf sessizlik onun işaretiydi.
"Ama en başına döneceğim. Dün evde annemle karşılaştın. Adı Canan. Canan Akyürek. Fark ettiysen annemle yaşıyorum. Fakat bir babam da var. İnkar edemem."
Bu demekti ki babasıyla yaşamıyordu. Melek derin bir nefes aldı. Daha önce kimseyle bu konuyu konuşmamıştı. Selvi hariç...
"Bir gün annemi aldattı."
Durdu. Soytarı' nın durumu idrak edip etmediğini görmeye çalışıyordu. Soytarı'nın ateşe bakan gözleri ona çevrildi.
Kafası karışmaya başlamıştı bile. Dahası da vardı...
"Yok. Anlatacağım. Başka zaman bu gücü kendimde bulamayabilirim. Aldatmayı sadece yatakta olan bir şey olarak düşünme. Birlikte olmadılar. Birkaç kere görüştüler. Ve bu mahallede ortaya çıktı. Tahmin edersin ki kolay şeyler yaşamadık. İki tarafta çok yıprandı."
Şimdi daha da zorlanmıştı Soytarı. Babasını da mı haklı buluyordu?
"Nasıl yani? Sen anneni aldatan babana da mı üzülüyorsun?"
"Hayır. Annemi aldattığı kadına. Çünkü babamın evli olduğunu ve bir çocuğu olduğunu bilmiyordu. O, dul ve bir çocuklu kadındı. Buraya da yeni yerleşmişti. Babama güvendi. Ve onu sevdi. Hayatına dahil etmek istedi."
Olaylar ışık hızında ilerliyormuş gibiydi. Soytarı onlara yetişemiyordu. Onun gibi ete, kemiğe karışmayan biri için bunlar fazlaydı...
"Hâla Aykut ile ne ilgisi var anlamadım?"
Asıl soru buydu.
"Aykut, o kadının oğlu."
Bir anda tuzla buz oldu her şey... Soytarı'nın aklı bulanmıştı. Elinde oynaştığı demir parçasını ateşin içinde bıraktı.
Bu nasıl bir kaderdi böyle?
"Yani Aykut?"
"Evet. O asla bir sokak çocuğu değildi. Bir annesi vardı. Babası iş kazası nedeniyle vefaat etmişti."
Sarpa sarmaya başlamıştı durum. Durduk yere kimse sokağa düşmezdi ama...
"Anlamıyorum. O zaman annesi mi onu kapıya bıraktı?"
Melek, Soytarı'nın zihnini okuyabiliyordu. O düz düşünüyordu. İnsanın aklına ilk geleni...
"Hayır. Babamın olayı patlak verdiğinde Aykut'un annesi oğlunu da alıp gitmek istedi. Sonuç olarak haberi yoktu. Babam ise... Annemden boşandı. Ama o kadın babamı asla kabul etmedi. Tabi bu durumda Aykut daha fazla o evde kalmak istemedi. O, kendi isteğiyle sokaklarda yaşamaya karar verdi."
Hiç böyle bir hikayesi olduğunu aklına getirmemişti. . Aykut'un da hayatı mahvolmuştu... Üstelik bir adam yüzünden...
"Bilmiyordum. Bu Aykut için de zor olmuş olmalı. "
" Ne yazık ki evet. Annesinden de ayrı kaldı. Kadın perişan oldu. Ama Aykut eve de gitmek istemedi. Mahallede kimsenin yüzüne bakacak hali yoktu. Ben onu anlayabiliyorum. Kendince o da haklıydı. Aynı mahallenin içinde anne oğul, yabancı oldular birbirlerine."
Suçluluk duyuyordu. Babası iki aileyi darmadağın bırakıp gitmişti. Enkaz altında bırakmıştı.
Soytarı duyduklarını süzgeçten geçiriyordu. Bir nokta kafasına takılmıştı.
"Ben bunu nasıl duymadım. Hiç haberim olmadı. Kimseden tek bir kelime dahi duymadım."
"Bu da gayet normal. Çünkü o kadının da bir günahı yoktu. Mahalleli bilse de konuşmaz bunu. Tek başına ayakta kalmaya çalışıyor. Birde Aykut var. Ondan çekinirler. Belalı olduğunu biliyorlar. Kimse de sesini çıkarmıyor bu yüzden. Yani anlayacağın bu mesele tamamen kapalı kutu."
Melek'in söyledikleri mantıklı geliyordu. Ama anlattığı şeyler ağırdı. Yaşananlar ağırdı.
"Annenin de neden öyle davrandığı belli oldu."
"Nasıl davranmış ki?"
"Nefret ediyor ondan."
Melek geriye çekti kendini.
"Annem konusunda da yanılıyorsun. İki tarafta çok büyük yaralar aldı. Ama annem Aykut'u bir kez olsun suçlamadı. En azından bu konuda. Ne zaman sokaklarda kötü şeyler yapmaya başladı o zaman işler değişti."
"Ne gibi?"
"Bilmeyerek te olsa onun ailesini biz dağıtmış olduk. Bizden nefret eden oydu. Sürekli peşimde dolanıyor ve bir şekilde canımı sıkıyordu. Üzülmem için elinden geleni yapıyordu. Böylece bir şekilde intikam alıyordu işte."
"Tabi bu durum annenin hoşuna gitmedi."
"Hangi anne bunu ister ki? Artık sokak çocuklarından uzak durmam gerektiğini söyledi. Çünkü Aykut her yere bir şekilde erişiyordu. Seni de dün görünce..."
Cümelesini bitirememişti. Onu üzecekti.
"Kötü biri olduğumu düşündü. Şimdi fark ediyorum. O kızı için endişelenen bir anne. Bundan daha doğal ne olabilir ki?"
Cümlelerinde acı itiraflar vardı. Melek yüreğinin en derin yerinde sezdi bunu.
Ardında kıpırtı hissedince dikkati dağıldı. Ömer uyanmıştı.
" Günaydın Melek abla. Hoşgeldin. " " Hoş bulduk Ömer. Herkes kalktığına göre güzel bir kahvaltı daha yapalım ne dersiniz?"
Ömer parmaklarıyla gözlerini ovuyor, kendine gelmeye çalışıyordu. Soytarı sessizdi. Duyduklarını sindirmesi için zamana ihtiyacı vardı.
Melek, masayı kurmak için sıcacık ateşin yanından uzaklaştı. Gitmeden Soytarı'nın kulağına eğildi.
"Yalnız bu konuşma burada bitti sanma. Bende senin hayatına dair bir şeyler duymak istiyorum. Ve unutmadan. Bana bir özür borcun var Soytarı."
Göz kırpıp ayaklandı. Mutfak tezgahına ilerledi.
Soytarı onunla nasıl baş edeceğini düşünüyordu... Söz geçirmek imkansızdı. Peki ona anlatabilecek mıydı?
Ne demişti? Birde özür dileyecekti...
Kapalı olan sert, kaba dudakları aralandı... Kısa bir gülüş yayıldı çevresine...
Ona en yabancı olan şeydi bu... Yüz kasları dahi buna alışık değildi. Buz kesen mavi gözleri yumuşamış, yüreğine bir nakış gibi işlemeye başlamıştı...
Melek, ona bir ilki daha yaşatmıştı...
************************************
Evet arkadaşlar. Bölüm sonu. Umarım beğenerek okursunuz. 💜
× Aykut ile Melek arasında ki bağ hakkında ne düşünüyorsunuz?
× Selvi karekterini daha fazla görmek ister misiniz?
× Sizce Soytarı'nın geçmişinde ne var?
Tahminleri alalım lütfen 💜
|
0% |