Yeni Üyelik
5.
Bölüm

" İnatlaşma "

@mileidi61

Henüz erken bir saat olmasına rağmen akşamın en karanlık saatleriydi. Havanın soğukluğu da hız kazanmıştı. Islak kıyafetlerde cabası.

 

Yürüdüğüne şükrediyordu Soytarı. Hatta biraz hızlı yürüyordu. Aksi halde bedeni daha fazla soğuğa dayanamayacaktı.

 

"Daha çok yolumuz var mı?" diye sordu. Dudakları dahi titriyordu artık.

 

Genç kız nazik elleriyle bir yeri işaret ediyordu.

 

"İşte tam karşınızda. Geldik."

 

Genç kız başka bir şey söylemeden ilerledi. Soytarı ise önünde duran, eski, hatta dili tutulmasa eski evine benzediğini söyleyeceği kulübeye baktı.

 

Ufak tefek sesler kulağında yankılanmaya başlamıştı bile. Hatırlamak istemediği, duymak istemediği şeyler... Yürümesi yavaşladı. Şimdi, en arka sıradan ilerliyordu.

 

"Hadi biraz acele edin. Daha ateş yakacağız."

 

Genç kızın içindeki sevinç sesine yansıyordu. Bir heyecan vardı onda. Soytarı bunu henüz çözememişti. Neden ona yardım ediyordu ki?

 

Papatyalar için miydi? Sadece sebebin bu olduğunu sanmıyordu.

 

Elini cebinden indirdi. Başı eğik bir şekilde kapıdan içeriye giriyordu. Neredeyse kırılmak üzere olan o eşikte durdu. Ellerini kapının koluna doladı.

 

Yutkundu. Gözlerinin içerisinde ufak titreşimler vardı. Bu yıllar sonra ilk kez bir eve girişi olacaktı. Kulübe dahi olsa bir evdi. Bacası, kapısı vardı. Bir yolu vardı. Üzerinde uzanacağı bir yatağı vardı... Evdi işte... Her şeyiyle bir ev...

 

Soytarı o kadar alışmıştı ki evsizliğe. Onun bacası tünelden, kapısı kartondan, yolu dikenden, yatağı betondandı... Hayatında gün ışığı nedir bilmeyen o, renk renk lambalarla süslenmiş bir kulübedeydi...

 

"Orada daha ne kadar kalmayı düşünüyorsun?"

 

Genç kız elinde odunlarla duruyordu. Kısa bir bakışma yaşandı aralarında. Anlaşılan bir dönüm noktasıydı bu...

 

Kız bunu sezdi. İşine döndü. Odunları duman izi kalmış bir kovanın içine doldurdu. Garip değildi. Elbette burada birileri daha önce de ateş yakmıştı.

 

Soytarı hâla kararsızdı. Bir anda elinin kavrandığını gördü. Ömer onu tüm gücüyle kapıdan aldı kulübeye çekti. Ona kalsa asla bunu yapmayacaktı zaten.

 

Soytarı minnetle, Ömer sevgiyle bakıyordu. Onlar birbirlerini anlıyordu belki de.

 

Küçük bir kıvılcım Soytarı'nın mavi gözlerinde parladı.

 

"Bu güzel oldu. Birazdan burası ısınır."

 

Kız ateşi yakmış, büyük bir iş yapmış gibi gururlanmıştı. Soytarı'nın bakışlarına karşılık oda cevap vermişti elbette.

 

"Sanırım sen beni beceriksiz biri sandın. Kendi işimi kendim yapmayı çoktan öğrendim."

 

Suskunluk. Şimdi onunla laf dalaşına girmeye niyeti yoktu.

 

"Bir şey söylemedim zaten."

 

İkisi de kulübeyi incelemekle meşguldü. Soytarı gergin, huzursuzdu. Ömer' in aklı başından gitmişti zaten. Büyülü bir ormanda gibi hissediyordu kendini. Masallardaki diyarlara çok benziyordu.

 

"İçiniz rahat olsun. Aileme aittir. Tanımadığımız birinin evine girmedik yani."

 

Ömer heyecanlıydı.

 

"Öyle mi? Güzel bir yere benziyor."

 

"Evet. Benim için de anlamı çok büyük. Sık sık gelirim buraya. Son bir ay hariç. Üstelik evime de uzak değil öyle. Yine de farklı. Havası, verdiği enerji, huzur bambaşka."

 

Genç kız elinde bir şeyler ile uğraşıyordu. Sonra ikisine de dik dik bakmaya başladı.

 

"Acaba diyorum bu temiz suyla senin yüzündeki çamurları yıkasak mı ne dersin?"

 

Soytarı geç fark etmişti. Her yeri çamurla kaplıydı. Üzerinde hâla toprak vardı...

 

Genç kızın uzattığı su dolu kovayı yavaş ama ellerini sıkarak aldı.

 

"Tamam. Şimdi dışarda hallederim. Ömer sende gel."

 

İkisi dışarıya çıktıktan sonra genç kız onların yataklarını hazırladı. Çok kalın olmasa da yorganlar onları ısıtmaya yeterdi. Yastıklar da yumuşaktı.

 

Karşıda duran minik tabureye oturdu. Yanmakta olan ateşe ellerini yaklaştırdı. O da üşümüştü. Arada da kapıyı kontrol ediyordu. Gitmek isteyebilirlerdi. Ömer için bir sorun yoktu ama daha adını bilmediği o genç her an terk edebilirdi burayı.

 

Bir dakika. Daha onun adını bile bilmiyordu. Evet doğru hatırlıyordu. Gerçek anlamda tanışmamışlardı. Ve adını dahi bilmiyordu.

 

Sıkıntıyla başını yukarıya kaldırdı. Cıvıl cıvıl bir renk cümbüşü vardı. İple birbirine bağlanmış renkli lambalar ortamı canlı kılıyordu. Buradaki her eşyanın bir hikayesi bir yaşamı vardı. Tam da hatırladığı gibiydi. Biraz tozluydu tabi. Biraz eski... Biraz harap olmuş. Ama hâla yerindeydi.

 

Bir bakıma ihtiyacı vardı. Onu ancak yarın halledebilirdi ama. Bu gecelik idare ederdi.

 

Eve gitmesi de gerekiyordu. Çok geç olmadan annesi onu aramaya koyulabilidi. Bileğindeki saate baktı. Rahatladı. Saat henüz erkendi. Daha zamanı vardı.

 

Eşikten sesler duyunca ayaklandı. Sonunda ikisi de aklanmış paklanmıştı. Soytarı elindeki boş olan kovayı kenara koydu.

 

"Oldu mu? İstediğin gibi güzel yıkanmış mıyız?"

 

Sesinde hafif bir hayıflanma sezdi kız. Ama zerre umurunda değildi. Başka bir detaya takılmıştı gözleri. Onun bu kadar yakışıklı olduğunu şimdi fark ediyordu.

 

Onu ilk gördüğünde kir, toz içerisindeydi. O zaman bile mavi gözleri öfkeyle parlıyordu. Akşam ise yağmur ve çamurdan yüzünü zar zor seçiyordu.

 

Şimdi, şapkasından fırlayan sarı saçları canlılığını geri kazanmıştı. Bembeyaz bir cildi vardı bir kere. Gergin yüz hatlarına sahipti. Kahveye yakın kavisli kaşları hep çatık duruyordu. Güzel bir burnu vardı... Uzun boyu. Mavi gözleri ise, keyifsiz, ruhsuz bir o kadar da can alıcıydı.

 

Etkilendiğini belli etmemeliydi. Aralanan dudaklarını kapattı. Her zamanki gülümsemesini yüzüne yerleştirdi. Elleriyle alkış tutmaya başladı.

 

"Tebrikler. Demek ki isteyince oluyormuş. Sıra geldi diğer işleme."

 

Ömer ve Soytarı kaygıyla bakıyordu ona. Hele Soytarı'nın öfkesi yüzüne de yansımıştı. Yanak kasları hafifçe dalgalandı.

 

"Ne demek şimdi bu?"

 

Genç kız arkasını dönüp eline bir şeyler aldı. Sonra da hiç vakit kaybetmeden onun karşısına geçti.

 

" Artık o ıslak kıyafetlerden kurtulmamız lazım."

 

Ne ne ne?

 

Birde soyunacak mıydı şimdi? Göz bebekleri büyüdü. O haleler büyüdükçe kızın kirpiklerinde bir ateş yanıyordu.

 

"Böyle bir şey yapmamı beklemiyorsun değil mi?

 

"Yapmak zorundasın ama. Sabaha kadar ıslak kıyafetlerle duramazsın."

 

"Üzgünüm ama yapmayacağım."

 

İnatta bir yere kadardı. Sinirlenme sırası kıza geçmişti. Karşısında biraz yükseldi. Başını da onunla göz göze gelebilecek kadar yukarıya kaldırdı.

 

"Benimle sabaha kadar kıyafet kavgası yapmak istemiyorsan üzerini hemen değiştiriyorsun."

 

Ona meydan okumak zorunda kalmıştı. Ve vazgeçecek değildi. Hiçbir duygu belirtisi göstermeyen o mavi gözlerde küçük bir kısılma oldu. Kızın yüreğinde bir şimşek etkisi yaratmıştı bu bakışma. İri gözleri odağını değiştirdi. Geri çekildi.

 

Kollarında tuttuğu kıyafetleri onun kucağına bırakıp dışarıya çıktı. Ona bunun için zaman vermişti. Asıl gerçek ise o değildi. Kendini eli kalbinde dışarıya attı. Orada bir sancı vardı. Daraldı. Sıkıştı. Nefessiz kalmış gibi hissetti. O gözler elinde olsa onu boğacak gibiydi... Bir okyanus misali...

 

Bu mekan ona hep huzur verirdi. Aldığı güzel kokular, duyduğu cıvıltılı sesler. Şehrin gürültüsünden biraz da olsa seni uzaklaştırıyor, sakinleştiriyordu. Bir ormanlık alan değildi. Ama ona benziyordu. Ağaçlıklar vardı. Çalılar.

 

İsimlerini ezbere bildiği türlü türlü çiçekler... Nereden bakarsanız bakın benziyordu işte. Koca bir şehrin içerisinde bir ormana benziyordu.

 

Oysa şimdi yüreği buraya sığmıyordu... Üzerine yığılan, batan bir şeyler vardı. Açıklayamıyordu.

 

Nefesi düzene girdiğinde bir gölge belirdi arkasında. Hareketlendi. Olduğu yerden iki adım geri gitti kız. Korkuyla döndü. Gelen Ömer'di.

 

"Gelebilirsin. O üzerini değiştirdi."

 

Yüzünde değişik bir ifade vardı. Sırıtıyordu bu çocuk.

 

"Güzel haber."

 

Sonunda o demir gibi inadı kırılmıştı. Ona söz geçirmek kolay olmamıştı. Bu başarıyı ayaklarını toprağın üzerinde hafifçe gezdirerek kutladı.

 

Yanında onu bekleyen çocuğa döndü. Adımları durdu. Dizini büküp eğildi. Ömer'in sıcacık elini tuttu.

 

"Bu arada seni unuttum sanma sakın. Burada sana uygun kıyafet yoktu. Bu gecelik idare et. Sana söz, yarın getireceğim."

 

Ömer halinden memnundu. O ıslanmamıştı zaten.

 

"Önemli değil. Burada olmak bile çok güzel. Herkes bu kadarına cesaret edemezdi. Kimse bu kadarını yapmazdı. Yapmadı da şimdiye kadar. Her şey için çok teşekkürler."

 

Ömer'in olgunluğu onu biraz şaşırtmıştı.

 

"Rica ederim. Artık girelim mi? Dışarısı soğuk. Üşümeyelim."

 

Daha fazla beklemeden kulübeye girdiler. Girdiği an kız dudaklarını bastırdı. Gördüğü manzara karşısında gülmemek için kendini zor tutuyordu çünkü.

 

Ömer'in sırıtış sebebini de şimdi anlamış oldu. Kız Ömer'e bakıp ondan cesaret alıyordu.

 

"Neden öyle bakıyorsunuz? Çok mu eğlenceli? Zaten hiçte rahat değilim."

 

Ona verdiği kazak ve pantolon çok büyük olmuştu. Paçalarını dahi kıvırmamıştı. Sürüne sürüne yürüyordu.

 

Kızın kahkaha atası dahi gelmişti bu haline. Güç bela ciddi bir tavır takındı.

 

"Elimdekiler şimdilik bu kadar. Daha iyisini de getireceğim."

 

"İstemiyorum. Ben kıyafetlerimden memnunum. Yine onları giyeceğim. Sadece kurumaları gerek."

 

Genç kız onun bu sert tavırların karşı kayıtsız kalamıyordu.

 

"En azından birileri teşekkür etmesini biliyor. Buna da şükür."

 

Soytarı Ömer'e baktı önce. Onların arasında dışarda ne geçti belliydi. Ama bu lafı yutacak biri değildi. Tabi ki karşılık verecekti. Genç kız bunu anlamıştı. Hemen başka bir odaya geçti. Bir şeyler karıştırıyordu.

 

Soytarı bu kadar kolay öfkelenen biri de değildi. O da kendisine yakışmadığını biliyordu. Ama elinde değildi. Bu kız yüzünden bu halde olduğunu düşünüyordu.

 

Ömer yorgunluktan bitap düşmüş olacak ki sessizce yatağına girip uyumuştu. O küçüktü henüz. Bu zamana kadar dayanması bile mucizeydi.

 

Acaba kız ne yapıyordu? Onun gittiği odaya doğru baktı. Saniyeler sonra onu gördü. Geliyordu. Hemen pozisyonunu değiştirip duruşunu dikleştirdi.

 

"Evet geldik son işleme."

 

Yetti ama yani. Daha ne vardı?

 

Genç kız elindeki kutuyla onun yatağına doğru gitti. Yorganı açtı. Ve oturdu.

 

Soytarı kaşlarını çattı tekrar.

 

"Anlamadım?"

 

"Korkma yanında yatacak değilim. Birkaç melhem buldum. Ama en sevdiğim melhem de burada. Tarihi geçmemiş iyi ki. Eğer izin verirsen yaralarına süreceğim."

 

Ne münasebet!

 

"Hayır. Gerek yok."

 

Kız onu kolundan tutup yanına çekti.

 

"Evet efendim gerek var. Neden sürekli inatlaşıyorsun anlamıyorum. Alt tarafı melhem süreceğim."

 

"Yardıma gerek yok diyorum alıp buraya getiriyorsun. Yıkanmak istemiyorum ama zorla su veriyorsun. Üzerimdekileri çıkarmam diyorum tehdit ediyorsun. Dikkat edersen benimle zıtlaşan sensin."

 

"Şişşşt. Az sessiz ol. Ömer'i uyandıracaksın."

 

Soytarı, kızın arkasında yorganı kafasına gömmüş derin derin uyuyan Ömer'e baktı.

 

O sırada şakağında yabancı bir el hissetti. Şaşırmak bir yana dursun ağzını dahi açamadı.

 

Şaşırdı çünkü ona insan gibi davranan biri vardı karşısında. Onunla ilgileniyordu.

 

"Çok acıyor mu?"

 

Acıyordu elbette. Taze bir yaraydı. Yayarak sürdüğü krem de cabası...

 

Ama çok iyi hissediyordu. İnsan acıyan yeriyle nasıl mutlu olabilirdi?

 

Eli ne kadar da hafifti. Genç kız şakağında dolandıkça Soytarı iliklerine kadar ısındığını hissediyordu... Gözleri kendiliğinden kapanmak istiyordu...

 

"O kadar abartılacak bir şey yok."

 

Genç kız onun bu sert tavırlı haline alışmıştı biraz da olsa. Yadırgamadı. Ona biraz daha yaklaştı. Şakağındaki yaraya üflemeye başladı. Kızın ılık nefesi ile mavi gözleri titreşti. Ufak bir kırılma yaşadı. Yel gibiydi... Bedeninden ruhuna doğru esiyordu.

 

Bu hoşuna gitmedi. Olabildiğince ondan uzak durmaya ona bakmamaya çalışıyordu.

 

"Ben gördüm sizi."

 

Tepki yok. Ses yok. Genç kız devam etti.

 

"Onlarla dövüşüyordun. Sonra birden durdun. İsteseydin hepsini dövebilecek güçteydin. Ama bilerek yapmadın. Neden? Seni durduran neydi? "

 

Soytarı yüzünü ona çevirdi. Daha fazla kaçamayacaktı. O an göz göze geldiler. Fazla yakındılar. Genç kızın kremli eli havada kalmıştı.

 

Soytarı kızın iri kahverengi gözlerine kitlemişti kendini. Anlamlı, güzel gözleri vardı... Sabaha kadar onu izlemekten bıkmayacağı gözleri...

 

Arada bir yerde siyah ufak benekler hareket ediyordu içinde. O toprak bezeli gözler, bir bıçak gibi onun gözlerini delip geçmişti... Yumru gibi boğazında duruyordu.

 

Yutkundu. Kızın sahip olduğu ince kokusu ona tesir etmişti bile. Her yerine yayılmıştı. Parfüm gibi değildi. Ona has bir şeydi bu...

 

Nasıl söyleyecekti? Papatyaları koruduğunu nasıl söyleyecekti? Duysa onunla dalga geçecekti. Saçma sapan hayaller kuracaktı belkide.

 

"Ömer için." dedi.

 

Bu da yalan sayılmazdı. Sadece eksik bir bilgiydi o kadar.

 

Kız büyünün etkisinden uyanmıştı böylece. Ondan uzaklaştı. Parmağını temizledi. Başka bir yaraya geçiyordu.

 

Bu sefer aradaki mesafeyi korumuştu ama.

 

"Yanlış anlama sakın. Şiddetin her türlüsüne karşıyım ben. Sadece merak ettim. Ayrıca evet haklısın. Ömer oradaydı."

 

Genç kız hayal kırıklığı yaşamıştı. Daha neler!

 

Kendine gelmeliydi bir an önce. Konuyu değiştirmekle işe başlayabilirdi.

 

"Aklıma gelmişken senin adın neydi?"

 

Başı eğik bir şekilde krem sürüyordu. Soytarı'nın aldığı diğer yaralar hafifti. Ama kızın yüreğinde derin izler bırakmıştı.

 

"Neden soruyorsun?"

 

"Ne demek neden? Sana adınla hitap edebilmek için. Ayrıca bunu hak ettiğimi düşünüyorum."

 

"Bunu da nereden çıkardın?"

 

Kız sarsılsa da işini yapmaya devam etti. Bundan keyif alıyordu.

 

"Neyi?"

 

"Bana adımla hitap etmen gerektiğini. Biz bir daha karşılaşmayacağız. Buna gerek kalmayacak."

 

Bu kadar değersizdi onun gözünde demek ki. Ses tonu zaten her şeyi açıklıyordu.

 

Kırıldığını belli etmeyecekti ama. Son yaraya da kremi sürdükten sonra işi bitmişti. Kremi kutuya koyup ayaklandı.

 

Ona bir çift lafı olacaktı.

 

"Hayatında neler oldu bilmiyorum. Yaşadıkların belli ki çok ağır şeyler. Ama sen de bu kadar kaba, sert acımasız olmak için bayağı çaba sarf etmiş olmalısın."

 

Onu, orada öylece bırakıp gitti. Hızlı ama sessiz adımlarla ilerledi. Kutuyu odaya getirdi. Elini de yıkamayı unutmadı.

 

Bu kadar çabalamışken bir adı bile ona çok görmüştü. Zoruna gitmişti bu durum. Daha fazla durmasına gerek yoktu.

 

Kulübeden çıkmak için de mecbur oradan geçecekti. Onu görecekti yine. Üzülmüştü. Kısa bir an üzülmüştü.

 

Ama ağıtlar yakacak hali yoktu.. Neşesini kaybetmeyecekti. Kendisinden emin bir şekilde oraya gitti.

 

Dolabın kenarında kuruyan ve onu bekleyen şemsiyesini eline aldı.

 

"Artık gitmem gerek. Aç olmadığını varsayıyorum. Yarın yiyecek bir şeyler getiririm."

 

Tatlı bir gülümseme yolladı ona karşı. Bu huyundan da asla vazgeçemiyordu ya.

 

Sırtını ona döndü. Kapıyı açtığında soğuk bir hava karşıladı onu. Ani esen rüzgar onu biraz geriye gitmeye zorladı. O rüzgar saçları savrulup yüzünü kapatıyordu. Bir eliyle kapıya tutundu.

 

"Soytarı."

 

Duyduğu sesle arkasına döndü. O, tam önünde duruyordu.

 

"Efendim?"

 

"Adım... Soytarı."

 

Çok belli olmasa da kırgınlık yansımıştı yüzüne. Biraz da mahçupluk. Birine, bir şeye kırgındı demek ki. Onun bu ifadesine ilk kez şahit oluyordu.

 

Adı nasıl Soytarı olabilirdi? Kimliği bu olabilir miydi gerçekten?

 

Bakmaya çekindiği gözlere dikti bakışlarını. O gözlerde her şey vardı. Ama yalan yoktu... Doğruyu söylüyordu.

 

"Ve... Teşekkür ederim. Her şey için. Melhem dahil olmak üzere."

 

Bu bir iltifat değildi. Bir teşekkürdü sadece. Ama kızın sevinç çığlıkları atmasına sebep oluyordu. Tabi ki sesli değil... Böylece yanaklarında solmaya başlayan çiller de hayat buluyordu. Bu, onu daha sevimli biri yapıyordu. Sanki onlar bile gülümsüyordu.

 

Adım atma sırası ondaydı. Soytarı cesaretini göstermişti. Elindeki şemsiyesini dikkatle kolunun altına yerleştirdi ve elini ona uzattı.

 

"Memnum oldum Soytarı."

 

Bu adın ardındaki hikayeyi çok merak ediyordu. Onu, merak ediyordu.

 

Soytarı, ona uzatılan eli parmaklarıyla sardı. Dudakları suskundu. Onun konuşmasını bekliyordu...

 

Genç kız biraz daha sokuldu ona.

 

"Benim adım da Melek."

 

Biliyorum diyemedi Soytarı. Ama onun adını biliyordu.

 

"Bende memnum oldum Melek."

 

Sonunda güzel bir başlangıç olmuştu. Aralarında suskun ama güçlü bir bağ kurulmuştu.

 

Melek istemese de o elden çekti kendini.

 

"O zaman yarın görüşmek üzere Soytarı. "

 

Melek ona adıyla hitap etmişti. Kalbi bir hoş olmuştu.

 

"Görüşürüz." dedi Soytarı.

 

Ne kadar uzak durmaya çalışsa da başarılı olamamıştı. Ve Melek'e kaba davrandığının farkındaydı.

 

İşin gerçeği onu üzgün görmek ona ağır gelmişti. Yüreği bunu kabul edemedi.

 

Melek hâla kapının eşiğinde duruyordu ama. Söyleyecek ne kalmıştı.

 

"Uyurken yüzünü koru olur mu? Sürdüğümüz melhemin bir anlamı olsun değil mi? Birde kendine daha çok dikkat etmelisin."

 

"Neden?"

 

"Seni böyle görmek hoşuma gitmiyor da ondan. Her dakika karşıma yaralar içinde gelmek istersen o ayrı tabi. Seve seve yardım ederim."

 

Yüzü kızarmıştı. Kendisi de dediği şeye biraz şaşırmıştı. Fazla cüretkar davranmıştı. Kapıyı sonuna kadar açıp çıktı. Soytarı'nın cevabını beklemeyecekti. O kadar sabrı yoktu zaten.

 

Biraz uzaklaştıktan sonra dönüp ona yine el sallamıştı giderken.

 

Soytarı elin güç bela kurtarmıştı kapıdan. Kapıyı kapattı. Onu evine götürmeyi düşünmüştü ama yanlış anlaşılmaktan nefret ediyordu. Aynı şeyi defalarca yaşamıştı. Bir kere daha olursa kaldıramazdı. Bu yüzden teklif dahi etmedi.

 

Melek'in onun için hazırladığı yatağına uzandı. Yorucu, uzun bir geceydi.

 

Islak kıyafetlerine baktı. Sabaha kadar kuruyacaklardı. En azından öyle olmasını umuyordu. Etrafına göz gezdirdi. Farklı bi havası vardı buranın. İnsanda yaşama arzusu uyandırıyordu. Hatırlanacak bir kutu dolusu anıları da...

 

Uzak bir noktada papatyalar görüyordu. Cebindeki papatyaları sırf Melek görmesin diye biraz uzağa gizlemişti. Onları sormamıştı. Demek ki fark etmemişti. Ya da aklına gelmemişti.

 

Neyse. Artık biraz olsun gözlerini kapatabilirdi... Yaraları ayrı, gözleri ayrı sızlıyordu zaten. Ücra bir köşede de yüreği...

 

Deliksiz olmasa da, ara ara kabuslar görse de uyumayı başarmıştı. Sabah güneşin ışıkları pencereden kulübeye dolarken uyanmıştı.

 

Dinç hissediyordu kendini. Kalkıp Ömer'e baktı. O henüz uyuyordu. Ama yerinde sürekli dönüyordu. Birazdan uyanacaktı. Belliydi.

 

Yatağını toplayıp çatlak olan aynaya baktı. Melhem işe yaramıştı. Ufak çizikler görünüyordu sadece. Şakağındaki yara ise... O biraz zor geçecekti... Kabuk bağlamasını bekleyecekti.

 

Kıyafetlerine doğru ilerledi. Nihayet kurumuşlardı. Onları askıdan alıp giyindi. Gece giydiği diğer eşyaları savurmak, atmak istese de bunun Melek'e haksızlık olacağını biliyordu. Çokta özenli olmadan katlayıp minik dolabın içine koydu.

 

Tekrar aynaya baktı. Şimdi kendisi olmuştu. Siyah beyaz çizgili kazağı. Artık beyaz değil gri renge dönmüştü tabi. Ona biraz küçülen garip pantolonu... Garipti. En azından ona aitti...

 

Biraz da kötü kokuyordu ama onun bir parçasıydı buda...

 

"Günaydın."

 

Tahmin ettiği gibi Ömer kalkmıştı.

 

"Sana da günaydın. Yeni kalktığımız için sıcak olabilir ama birazdan üşürüz. Ben ateşi yakacağım. Az da olsa burası kırılsın."

 

"Tamam. Ben ne yapayım?"

 

Yabancı olmayan ama uğursuz bir ses duyuldu dışarıdan.

 

"Soytarııııı. Oradasın biliyorum. Çok bakalım kulübenden."

 

Bunun olması neredeyse imkansızdı.

 

Eğildi. Ömer'in yüzünde beliren ifadeyi tanıyordu. Korku... Korkuyordu.

 

Soytarı onu omuzlarından tuttu.

 

"Ömer korkmana gerek yok. Ben onları yollayacağım. Sen burada kal tamam mı?"

 

"Kendine dikkat et olur mu?"

 

Ona bunu söyleyen ikinci kişiydi.

 

"Merak etme. Sadece bekle."

 

Soytarı kapıdan dışarıya çıkmıştı. Aykut ve adamları...

 

Nasıl bulmuştu onu?

 

"Günaydınlar efendim. Sabah şerefleriniz hayır olsun."

 

Tek başına olsa dert etmezdi. Ama yalnız değildi. Ömer'e bir şey olsun istemezdi.

 

Büyük ve hızlı adımlarla onların yanına varmıştı.

 

"Saçmalamayı kes. Ne işin var burada? Beni mi takip ediyorsun?"

 

Aykut parmağıyla burnuna dokundu.

 

"Yerinde olsam kendimi bu kadar önemsemezdim."

 

"Neden geldin o za-

 

Cümlesini tamamlamadan arkadaki hareketliliği gördü. Şimdi dehşete kapılmıştı işte.

 

Melek, üzerinde sarıya çalan biraz kalın kazağı ve uçuşan uzun saçları ile görünmüştü. Bir şarkı mırıldanarak tüm neşesiyle, elinde poşetlerle kulübeye doğru geliyordu.

 

Bunun olmasına izin veremezdi. Onu bu işin içine sürükleyemezdi.

 

Aykut ağaçların arasına karışan bu tatlı sese doğru başını çevirdi. Onu görmüştü.

 

Aheste aheste önüne döndü sonra. Sinsi bir sırıtış yerleştirdi yüzüne. Keskin gözleriyle Soytarı'nın karşısına dikildi.

 

"Ben senin için değil, onun için buradayım."

 

 

************************************

 

 

Evet arkadaşlar bir bölüm sonu daha... Umarım severek okursunuz. 💜😊

 

× Aykut karakteri hakkında bir fikriniz var mı?

 

× Sizce Aykut ile Melek'in arasında ne var?

 

× Soytarı size göre de fazla mı sert biri?

 

Lütfen düşüncelerinizi paylaşın. Teşekkürler. 💜😊

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%