Yeni Üyelik
3.
Bölüm

" Yanlış Kişiyim "

@mileidi61

1991 yılı... Eylül ayı...

 

İnanılmaz bir kalabalık vardı. İnsanlar büyük bir çember oluşturmuştu. Kiminin yüzünde korku ve panik hakimken kimileri gözyaşları döküyordu...Siren sesi ise hiç susmuyordu...

 

İnsanın içini ürperten bu sese haykırışlar, feryatlar eşlik ediyordu. Ortalık kargaşaya teslim olmuştu.

 

-"Ne olur onu kurtarın. Ben onsuz yaşayamam. Ne olur.!"

 

Bir kaza olmuştu. Yerde kanlar içinde yatan bir adam vardı. Hemen yanı başında da yakınları elbette. Baş köşede de eşi olduğunu söyleyen sesi kesilene kadar ağlayan bir kadın vardı.

 

Onu omuzlarından tutup sakinleştirmeye çalışanlar da vardı. Ama nafile. Kocası yaşam mücadelesi veriyordu. Elinde miydi sanki?

 

Onunla sürekli konuşuyor, gözlerini açık tutmasını sağlıyordu. Sedyeye taşımak şuan için imkansızdı. Adamı hareket ettirmemek gerekiyordu. Sağlık ekiplerinin ilk müdahalesini olduğu yerde yapması gerekiyordu.

 

Bu can pazarının yaşandığı anda uzaktan biri onları izliyordu. Bir kaldırımın üzerine oturmuş, kirlilikten neredeyse görünmeyen elini çenesine dayadı. Önünde bir resital vardı sanki...

 

Sesleri kesik kesik duyuyordu. Özelikle o kadının sesi... İçinin çok yandığı belliydi. Üzerindeki kıyafetlerini dahi parçalamak üzereydi. Elleri sürekli titriyordu. Gerçek diye düşündü. Onun sevdiği için duyduğu bu acı gerçekti. En azından ona gerçek gibi görünüyordu.

 

Buz mavisi gözleri kısıldı. Aklından o an başka bir düşünce geçmişti. Sahi bir insan başkasının acısını kendi acısı gibi görebilir miydi ki?

 

Buna ihtimal vermiyordu aslında. Olsaydı eğer, şuan sokaklarda olmazdı. Mutsuz olmazdı. Yorgun olmazdı. Onun acısını kimse görmemişti çünkü...

 

Dibinde ufak bir hareketlenme hissetti. Isıtmayan güneşin gölgesinde uzun bir silüet belirdi. Boynunu yukarıya doğru kaldırdı. Şapkasının izin verdiği kadarıyla karşısındaki kişiye baktı. Bir adam... 40 yaşında var yok.

 

-"Sen neden burada oturuyorsun"?

 

Buna cevap vermeli miydi?

 

-"Az ilerde bir kaza olmuş. Onu izliyorum."

 

-"Neden peki? Bu durum hiçte keyifle izlenecek bir şey değil."

 

-"Keyifli olduğu için değil sahte olduğu için izliyorum."

 

Bunu söylerken, öyle soğuk, öyle umursamazca bakıyordu ki...

 

Adamın yüzündeki ifade de değişmişti.

 

-"Bundan bu kadar emin olma. Sen hiç böyle bir şey yaşamadın henüz. Yaşarsan eğer gerçek olduğunu anlarsın."

 

Genç delikanlı umursamadı. Cevapta vermedi. Adam derin bir nefes alarak yanından geçip gitti. Odak noktasını tekrar değiştirdi.

 

Olay ilk cereyan ettiğinde etraftaki çoğu kişi yardıma koşmuş, bir şeyler için çabalıyordu. O, bu olaya sadece tanık olan biriydi. Ve bunların boşuna bir çaba olduğunu düşünüyordu. Bu kadar hengameye gerek var mıydı?

 

İnsanlar her zaman olduğu gibi doğar, yaşar ve ölür. Doğanın kanunu bu değil mi zaten.

 

Eninde sonunda bir sebeple olacak işte bunlar. Yaşayacaksa yaşar zaten. Ona bu yüzden saçma geliyordu da zaten. Anlamsızdı... Kişinin kendini bu kadar yıpratması, acı çekmesi anlamsızdı...

 

Sonunda adamı sedyeye yatırmış ambulansa da bindirmişlerdi. Eşi, hemen peşinden arabaya atlamıştı bile...

 

Ama herkesin yüzündeki gerginlik silinmişti. Bu da vicdandı işte. Ona göre bu insanlar elinden geleni yaparak işlerini halletmişti sadece. Perde şimdilik kapanmıştı.

 

Genç delikanlı da kaldırımdan kalkıp yürümeye başlamıştı. Bu son yürüyüşü olacaktı. Yüreği artık dayanamayacak kadar yorgun, gözleri bakamayacak kadar sisliydi. Hele ayakları... Onların hiç devam edesi yoktu ya...

 

Sahil boyunca yürüdü. Yürüdü... Direnemiyordu artık. Orta yerde yığılıp kalacaktı neredeyse...

 

Ensesinde bir el hissetti o esnada.

 

-"Hey! Soytarı bugün de yaşıyorsun bakıyorum."

 

Ona deyim yerindeyse zorbalık eden gençlerden biriydi sadece... Durdu ama tek kelime bile etmedi. Ona alaycı bakışlar atan, ensesine vurup kaçan bu gence karşı sessiz kaldı. Sadece yumruklarını sıktı. Ellerinde ne kadar güç varsa o kadar tabi...

 

Sonra yürüdükçe bir hastanenin önünde buldu kendini. Tam da ona göre bir yerdi. Az sonra zaten onun için her şey sona erecekti. 18 yaşında bir genç delikanlıydı daha oysa ki...

 

Peki ya yaşadıkları? Ona yaşatılanlar... Ve yaşayamadıkları... Sırayla hepsi bir film şeridi gibi geçmeye başladı gözlerinden... Her bir anı canlanıyor tekrar tekrar onu en aşağıya en dibe çekiyordu. Hoş daha ne kadar batabilirdi?

 

Daha ne kadar bitebilirdi? Artık sondaydı zaten. Direnmeyecekti. Bir bankın kenarına oturdu. Ona tiksinerek, acıyarak bakan insanları görmezden geldi. Her zaman yaptığı gibi...

 

Zaten kimsenin de umurunda değildi kendisi. Bunu en içten hissediyordu. Bu berbat dünyaya veda etmek için daha iyi bir zaman olamazdı.

 

Gökyüzüne çevirdi başını. Sarı saçları rüzgarın etkisiyle gözlerini biraz kapamıştı. Mavi renkteki uçsuz bucaksız o sonsuzluk çok güzel görünüyordu. Kirpikleri hareketlendi. Gözlerini kapattı...

 

Artık hazırdı. Onun için vakit dolmuştu. Yaşamak için bir sebep yoktu.

 

2 dakika... Kendine 2 dakika mühlet vermişti. Ama bir tuhaflık vardı. Bir yanlışlık. O hâla yaşıyordu... Nefes alıyordu.

 

Onu çepeçevre saran bir gölgeyi fark etti. Gökyüzü artık ışıldamıyordu. Yine de hayattaydı işte.

 

Açık renkli gözleri sıkıntıyla yaralandı... O an, asıl o an işte zaman onun için durmuştu... Karşısında gördüğü, her şeyden daha çok ışıldıyordu...

 

-"Merhaba." diye seslendi ona...

 

Bu ilk kez oluyordu. Biri ona insan gibi selam veriyordu. Şaşkındı haliyle. Bir yanıt çıkmadı dudaklarının arasından. Ona dikkatlice bakan kızın yüzüne odaklandı. Saçları koyu kahverengiydi... Ama öyle basit bir renk değildi. Aralarında altın parıltılar vardı sanki... Arkasında belirsizce görünen cılız güneş ışığıyla daha da göze çarpıyordu bu.

 

Esen rüzgar, açık bırakılan saçları hafifçe savurup duruyordu. Bir tek gözlerini kapatmamıştı. Gözleri, kahverengiydi. Açık kahverengi. O gözlerde acıma belirtisi yoktu. Ve altında belli belirsiz küçük benekler vardı...

 

O kadar naif, hoş duruyordu ki, soytarı ona bakmaya utanmıştı. Başını biraz öne eğdi.

 

-"Merhaba."

 

Sonunda konuşabilmişti. Kısa bir an tereddüt etmişti. Sonra da pişman oldu ama ne fayda.

 

Kuru bir sesle yanıt vermişti üstelik. Onunla samimi olmak gibi bir niyeti yoktu sonuçta. O çok başka şeyler planlamıştı. Ölmek istiyordu. Huzuru bulmak istiyordu artık. Şimdi bu da neyin nesiydi?

 

Acaba onun amacı neydi? Ondan ne gibi bir beklentisi olabilirdi ki...

 

Beyaz, uzun parmaklar arasından bir tutam çiçek uzandı ona... Soytarı önce çiçeklere sonra da kıza doğru başını kaldırdı. Sarıya çalan kaşlarını çatarak ona bakıyordu.

 

-"Papatya bunlar. Çiçekler arasında bana göre en özeli onlar. İster misin? İstersen sana verebilirim."

 

Dalga mı geçiyordu bu kız? Ölmek isteyen biri neden çiçek isteyecekti. Bu sefer kirlilikten neredeyse görünmeyen yüzünü de buruşturdu. Onun aksine kız gülümsüyordu. Bu durum canını sıkmaya başlamıştı...

 

-"Hayır istemiyorum. Ben sadece yalnız kalmak istiyorum. Benim gibi biriyle zamanını boşuna harcıyorsun."

 

Genç kız elini de papatyaları da geri çekti. Dudaklarını büzmüştü. Alınmış mıydı yani? Buna da ilk kez şahit oluyordu. Biri dediklerini önemsemişti. Hayret bir işti.

 

Kızın birkaç saniye sonra heyecanla yanına hızla oturduğunu gördü.

 

-"Tek başına canın sıkılacağına, benimle birlikte canın sıkılsın. Daha iyi değil mi?"

 

Numara yapmıştı. Sesindeki sevinç tınılarını duyuyordu Soytarı. Ve artık sinirlenmeye başlıyordu. Bu kız ukala olmaya başlamıştı. Dudaklarını birbirine bastırdı. Ellerini eskimiş pantolonun üzerinde birleştirdi. Hırsını ancak böyle kontrol ediyordu.

 

Öte yandan tam da yan yana duruyorlardı. Kız ondan çekinmiyordu. Korkmuyordu. Tiksinerek bakmıyordu. Sanki yıllardır onun arkadaşı gibi davranıyordu.

 

-"Canımın sıkıldığını nereden çıkardın?"

 

Kız iri gözleriyle onu süzdü. O an Soytarı biraz olsun titremişti yerinde. Bu da nereden çıktı şimdi?

 

-"Bir yerden çıkarmadım. Yalnız olmaktan keyif alıyormuşsun gibi davranıyorsun ama aslında yanında birini arıyorsun."

 

Gözlerini Soytarıdan ayırıp bu sefer avuçlarında tuttuğu, döndürdüğü papatyalara çevirdi.

 

-"Beni tanıyormuş gibi konuşmazsan sevinirim. Ayrıca benim gibi biriyle zamanını boşuna harcıyorsun. Yoluna gitsen iyi olacak. Yalnız kalmak istiyorum. Sakıncası yoksa."

 

Genç kız içli bir nefes aldı.

 

-"Seni tanımıyorum evet ama sana benzeyen birini tanıyorum."

 

Konuşmaya küçük bir mola verdi. Soytarıyla göz göze geldi. Onun ruhunu delip geçen buz gibi gözlere baktı. Ve konuşmaya devam etti.

 

-"Bu dünyada sadece sen mi dert sahibisin sanıyorsun? Hayatından memnun olmayan nice insanlar var. Biliyorum. Biliyorum çünkü onlardan biri de benim. Ve iyi bakarsan benimde senden bir farkım yok aslında."

 

Genç kızın söyledikleri kafasında dönüp duruyordu. Onunla nasıl bir benzerliği olabilirdi ki? Oturdukları bank hariç hiç bir ortak noktaları yoktu.

 

-"Ne saçmalıyorsun diyorsun değil mi? Dinle o zaman. Kıyafetlerin benim kıyafetlerimden eski olabilir. Bedenin benim bedenimden daha kirli olabilir. Yaşadıklarından benim yaşadıklarımdan farklı olabilir. Ama inan bana dünyalarımız sandığından daha yakın."

 

İçinde bir karmaşa hakimdi. Karşısındaki kız utanmasa her an gülümseyecek biri. Konuştuğu an etrafta neşeli bir şarkı çalıyordu sanki O ise asık suratlı biriydi. Kız onda ne görmüş olabilirdi ki... Hiçte yalnız birine benzemiyordu birde.

 

-"Aradığın her neyse bende değil. Ben yanlış kişiyim. O yüzden gitmeni rica ediyorum."

 

Elinde kalsa daha ağır konuşacaktı aslında. Ama bir şey onu durduruyordu.

 

-"Biz seninle aynı yalnızlığı paylaşıyoruz. Sen sadece tek başına. Ben çevremdeki insanlarla bunu yaşıyorum. Sence hangimizin ki daha zor?"

 

Ne yani şimdi de onunla sohpet mi edecekti? Aklı almıyordu. Böyle güzel bir kız neden onun yanındaydı. Ayrıca nasıl bir yalnızlıktı onun ki...

 

Karşılık vermeye yeltenmişti ki yanlarından birkaç kişi geçiyordu. Özellikle Soytarı'ya bakışları kötüydü. O bunu hissetmişti elbette. Yıllardır aynı yüz ifadesiyle yaşamaya alışmıştı.

 

Kimin başına bir şey gelse ondan bildiler hep. Şimdi de bu kız. Bir an önce kalkıp gitmeliydi bu yerden. Onun yanında kalırsa çok daha kötü şeyler olabilirdi. Bunu kesinlikle istemiyordu.

 

Net bir tavırla kıza doğru yöneldi.

 

-"Hayatında olanlar beni ilgilendirmiyor. Dertlerini anlatacak başka birini bul lütfen. Eğer gitmemekte ısrar edeceksen ben giderim."

 

Ayaklanmıştı. Daha fazla bu durumu kaldıracak hali yoktu.

 

Kız da onunla birlikte ayağa kalktı. Anlaşılan pes etmeye niyeti yoktu.

 

-"Dur o zaman. Bu papatyaları al bari."

 

Soytarı'nın eline tutuşturmuştu bile onları. Parmakları arasında öyle eğreti, çirkin durmuştu ki onlar. Solacak yeri bulmuş gibiydiler.

 

-"Neden? Ne yapacağım onları ben?"

 

-"Ben dertlerimi hep onlara anlattım. Sende aynısını deneyebilirsin. Hem inan bana çoğu insandan daha iyi dinleyicilerdir."

 

Soytarı, kızın gülünce kısılan iri gözlerine hayranlıkla baktı. Gözlerini kırpıştırdı. Kuruyan dudaklarını aralamıştı ki bir ses duyuldu.

 

-"Melek. Hadi geç kalıyoruz."

 

Kız cevap verdi.

 

-"Geliyorum."

 

Demek adı Melekti. Tam da ona yakışan bir isimdi bu.

 

-"Sakın onlara anlatmayı unutma. Seni bana getirecekler elbette."

 

Kızın son cümlesi kalbine bir ok saplamıştı bile. Yanından geçip gitmişti. Bir rüzgar gibi... Bir fırtına gibi. Ama ilginç üşümemişti. Farklı bir sıcaklık hissediyordu. Bedeninden ruhuna doğru akıp gidiyordu.

 

Kızın, arkasını dönüp ona el salladığını da görmüştü. O an için, bir an için zaman durmuştu sanki. Bir fotoğraf karesi olarak zihnine aktarmıştı o anı. Öyle büyüleyiciydi Soytarı için.

 

Onun yaptığı tek şey ise arkasından baka kalmaktı. Dengesini kaybetmiş yokuş aşağıya iniyormuş gibiydi. Adımlarını ise seçemiyordu. Afallamıştı iyice. Kendisi fark etmemişti ama yüzüne saçma bir gülüş yayılmıştı bile.

 

Başını istemsizce ellerine doğru eğdi. Kirli parmakları arasında parıldayan papatyalar...

 

Şimdi bu papatyalar ile ne yapacaktı ki? Gerçekten onlara derdini anlatabileceğini mi düşünmüştü o kız? Daha saçma bir şey duymamıştı.

 

Gün boyu ellerinde papatyalar ile dolaşamazdı. En iyisi onlardan kurtulmaktı. Çevresine bakındı. Kimse ondan çiçek almaya cesaret edemezdi. Ondan tiksiniyorlardı. Leş gibi kokuyordu ve bir ucube gibi görünüyordu. Toprağa ekmeye kalksa ona engel olacak ya da suçmuş gibi ona hakaret edeceklerdi. Adı gibi biliyordu.

 

O sırada önünde duran çöp kutusuna çevirdi bakışlarını. Onları atabilirdi. En kolay çözüm buydu. Bugün yaşadığı her şeyi de kafasında sıfırlamış olacaktı böylece.

 

Ayrıca onu bir daha görme şansı ne olabilirdi ki? Hiç sanmıyordu.

 

Onları çöp kutusuna doğru iteledi. İçine at ve kurtul işte. Tereddüt etti. Küçük, imkansız bir umuda tutundu. Ve papatyaları tekrar eline alıp sıkıca kavradı.

 

Güneş tamamen kendini geri çekmişti şimdi. Soğuyan banka oturdu tekrar. Başı önde, gözleri sarı sarı ışık saçan papatyalarda, yüreği uçsuz bucaksız bir hayale dalmıştı...

 

O ölmek için buraya gelmişti. Şimdi bu durum neyin nesiydi?

 

************************************

 

Evet arkadaşlar. Bölüm biraz geç geldi kusura bakmayın. Elimde olmayan sebepler bulunuyordu. 😊

 

İlk bölüm geldi. Düşüncelerinizi paylaşırsanız sevinirim. Teşekkürler şimdiden. Seviliyorsunuz. 😊

 

 

 

Loading...
0%