@milfoy
|
Odamda camın önünde olan orta büyüklükteki masamda müzik dinleyerek eskiz yapıyordum. Kulaklığımda Gençlik Başında Duman¹ çalıyordu. Loş bir ortamda resim yapıyordum. Bu bana huzur veriyordu. Gerçek hayattan kaçmak için mükemmel bir hobiydi. Tabii zamanla kendimi bu konuda geliştirince daha da hoşuma gitmeye başladı. Eskizimi bitirmek üzereydim ki loş ışığın yerini beyaz bir ışık ve bir gölge kapladı. Korkarak arkamı döndüğümde abimi gördüm. Kapıyı doğru yaslandı. "Abi sen miydin ya, ödümü kopardın!" "Aden, güzelim kaç." Dedi abim endişeyle. "Ne?" "Aden sorgulama kaç!" Dedi abim sesini yükselterek. Ardından kapının yumruklamak sesini işittim. Abim "Kaç." Dedi fısıldayarak. Ellerim titremeye başladı ve nefesim kesildi. Ayakta duramayacak gibiydim. Abim bu hâlimi görünce: "Yapma Aden, yapma. Unut onu! Kaç!" "Abi seni bırakamam!" Dedim. Abimi onun eline bırakamazdım. Bu bencillikti. Ve ben bir daha bencillik yapmayacaktım. Aynı hataya düşmeyecektim. Kapı yumruklama sesi kesildi. Ayak sesi veya nefes sesi de yoktu. O an nefesimi tuttuğumu fark ettim. Abime sessizce "Gel." işareti yaptım. Abim kafasını sağa sola sallasa da buna göz yumamazdım. Bir daha aynı şeyi yaşayamazdım. Bu yüzden kolundan sıkıca kavrayıp kendime doğru çektim. Camı sessizce açtım ve aşağıya doğru sarktım. Abim de tam arkamdan geliyordu ki bir silah sesi duyuldu. Abim kaskatı kesildi. Ve yüzüme doğru kırmızı bir şey aktı. "Aden kaç." Dedi abim kısık bir ses tonuyla. Ardından yavaşça aşağıya doğru düştü.onu tutmaya çalıştım fakat yapamadım... Yine o eli tutamadım. Başaramadım! "Abi!" Diye avazım çıkana kadar bağırdım. Hızlıca camların demirlerine tutunarak indim ve abimin bedenine baktım. Solgun bedeni yerde yatıyordu. Boynundan yediği kurşun şah damarına denk gelmişti. Abim... Benim tek sığınağım bir kurşun darbesiyle uçup gitmişti. Çok uzaklara... Söylemeye dilim varmıyordu. Yapamıyordum. Kabullenemiyordum. Büyük bir çığlık attım. Mahalle ayaklanmıştı. Herkes bir bana bir abime bakıp birbirlerine bir şeyler fısıldıyorlardı. Gözümün önünde. İnsan bazen çok aciz bir topluluk olabiliyordu. Karşısındaki hangi durumda olursa olsun birbirlerine bir şey fısıldayıp dedikodu yapabiliyorlardı. "Yardım edin!" Dedim bu sefer. Yine birşey yapmadılar sadece izlediler. Herkes bizden uzaklaşmaya başladı. Arkamda bir noktaya odaklanmışlardı. Başımı oraya doğru çevirdiğimde onu gördüm. Annemi. "Anne." Dedim kısık bir sesle. Annem cevap vermedi. "Anne yardım et! Abimi biri vurdu! Yardım et! Ambulansı ara! Anne! Birşeyler yap!" Ellerimin titremesi daha da arttı ve nefes alamayacak gibiydim. Ellerimi yüzüme doğru kapadığımda ıslaklık hissettim. Şu âna kadar ağladığımı bilmiyordum. Hızlıca ellerimi yüzümden çektim. Annem abimin solgun vücuduna bakıyordu. Yavaşça abimin yanına ilerledi. Korkarak ona baktım. Abimin yanına vardığında elini abimin dudağına doğru götürdü ve eliyle sus işareti yaptı. Abime neden bunu yaptığını anlamadım. Ardından cebinden bir bıçak çıkardı. Abinin elini tuttu ve bileğini kesti. Bağırdım ve ona doğru koşmaya çalıştım fakat arkamdan bir el beni tuttu. Çırpındım. Yaralı bir kuş gibi çırpındım. Ama o eller beni bırakmadı. Çığlık attım. Yine bırakmadı. En sonunda arkama baktım ve ağzıma bir bez parçası bastırıldı. Etraf bulanıklaşmaya, sesler uğultuya dönüşmeye başladı. gerisi ise benim için karanlık... Çaresizlik neydi? Benim için çaresizlik, evinin adresini bilen, fakat o eve adım atmaya korkan bir kız çocuğuydu. İnsan evinden korkar mıydı? Ben korkuyordum. İnsan kendi ailesinden korkar mıydı? Ben korkuyordum. Ben bu hayatta en çok kendi evimden ve ailemden korkuyordum... Aile, bir insan için sevgi ve saygıdan ibaretken benim için aile, korku ve şiddetten ibaretti. Küçükken özenirdim hep. Ailesiyle vakit geçirebilen çocuklara. Onların ailesi bizim gibi değildi. Onların babaları pamuk şeker alırdı. Birlikte meyve suyu içerlerdi. Hatta bazen çoçuklarını parka götürür sırtlarında gezdirirlerdi. Salıncakta sallarlardı. Annesiyle birlikte pasta yaparlardı. Ama benim babam pamuk şeker değil, nargile alırdı. Bizimle birlikte meyve suyu içmezdi. İçki içer, sarhoş olduğundaysa ya bize şiddet uygular, ya da abime içki içirmeye çalışırdı. Annem bizimle birlikte pasta yapmazdı. Annem yemek yapmazdı. Hep ben ve abim yapardık. Pasta istesek de yapamazdık çünkü evde şeker ile ilgili birşey hiç bulunmazdı. Yasaktı. Babam izin vermezdi. Kısacası benim için aile buydu. Böyle öğretilmişti. Ama anne olursam eğer kesinlikle böyle bir anne olmazdım. Çocuğumu böyle büyütmezdim. Ona karşı sert davranmazdım. Ona oyuncaklar alırdım. Birlikte pasta, börek tarifi denerdik. Eğer beceremezsek gülüp geçerdik. Birlikte filmler izlerdik. Hep eğlenirdim onunla. Kalbini kırarım diye ödüm kopardı. Fakat bazı aileler çocuklarının kalbi kırılacak demeden ağzına gelen bütün şeyleri söylerdi. Verdiği sözleri tutmaz, bahaneler uydururdu. Hayallerini ellerinden alırlardı. Son kalan umutlarını tüketirlerdi. Sonrasında ise kendi yarattığı kişiliğe kızar ve değişmesini söylerdi. Peki bilmezler miydi bu kişilikleri kendileri yarattıklarını? Bazı çocuklar çocuk olduğu için küçümsenirdi. Onlara söz hakkı verilmezdi. Onları bazen bir eşya gibi kullanırlardı. Sırf yaşları küçük olduğu için. Ergenlik çağına geldikleri zaman ise en hassas oldukları dönemlerden biri olmasına rağmen bazı aileler onun değişmesini, böyle davranmaması gerektiğini sert bir dille söylerlerdi. Kimi zaman bunu şiddetle anlatırlardı, kimi zaman bağırarak. Oysaki biz tatlı dilden anlamaz mıydık? Biz çocuklar bir eşya mıydık kullanılıp atılan? Bu sorular bazen o kadar düşündürür ki çok düşündüğümüz için kızarlar bize. "Daha çocuksun sen! Bu yaşta ne derdi?" derlerdi. Oysaki çocukların da dertleri olamaz mıydı? Dertler sadece yetişkinlere özgü bir şey miydi? Eğer öyleyse biz çocuklar hiç küçük olmamıştık. "Evlenecek dediysem evlenek! Bu kadar!" "Hem yaşı da geldi." "Aşirete verelim kızı para gelsin bize." "Hem altında gelir." "Abisi öldü nasıl olsa. Bize engel olacak kimse de kalmadı. Mardin'de Salim Ağa'nın oğluna veririz biter." Sesler canımı yakıyordu. Beni evlendireceklerini söylüyorlardı. Daha on altı yaşımdayken beni bir adama vermek istiyorlar! Abim öldü diye beni savunmasız görüyorlar! Gözlerimi açtığımda odamdaydım. Abimin kanı hâlâ yerde duruyordu. Yutkundum. Bana bu zamana kadar destek çıkıp yardım eden tek kişi abimdi. Bebekken de ilk kelimem abi olmuştu. İlk yürüdüğümüz abime gitmiştim mesela. Hatta bana kalem tutmayı da abim öğretmişti. Çatal kaşık tutmaya da. Uzun lafın kısası, ailemiz bize değil, biz ailemize ve kendimize ebeveynlik yapmıştık. Şimdi ise beni büyüten, her kararımda bana destek çıkan, birlikte yemek yaptığımız ve aynı zamanda sırdaşım olan abimin kanı önümdeydi. Hayır, ağlamadım. Ağlayamadım. Bir insan bakışlarıyla da göz yaşı akmadan ağlayamaz mıydı? Yerimde doğruldum. Etrafıma baktım. Her tarafta abimden kalan anılar canlanıyordu gözümde. Ve ben yine onu koruyanamıştım. İlk ben değil de o inceydi ölmeyebilirdi. Ben aslında farketmeden küçüklüğümde yaptığım bencilliğin daha ağırını şu an yapmıştım... Kendimden daha da çok nefret etmeye başladım. Odada durmak göğsümü daralttığında dayanamayarak kendimi dışarı attım. Annemlerin sesi daha net geliyordu. Salonda olmalılardı. Hızlıca salona doğru gittim. Neredeyse bütün aile fertleri oradaydı. Abim hariç... "Sonunda uyandın uyuyan güzel." Dedi amcam gülümseyerek. "Hoşgeldin Aden. Hepimize bir çay koy ve yanımıza otur. Ciddi bir şey konuşacağız." Yutkundum. Annemin otoriter sesleri küçüklüğümden beri en korktuğum şeydi. Abim ondan korurdu beni hep... Ama şu an o da gitti. "Aden ne bekliyorsun? Çay koysana!" Teyzemin yüksek sesiyle irkildim ve başımı sallayarak mutfağa doğru gittim. Arkamdan halamın sesi geliyordu. "Dokunmayın kızcağıza, abisini daha yeni kaybetti. Birde evlilik konusu açacaksınız. Azıcık bırakın kızı yasını tutsun." Evlilik... Bu kelimeyi duyunca adımlarım duraksadı. Hiç bir şeyi algılayamıyordum. Göğsüm sanki yeterince daralmamış gibi daha da daralmaya başladı. Sertçe yutkundum. Başım dönmeye başladı. Bir günde o kadar çok şey yaşamıştım ki vücudum bunu kaldıramıyordu... Abimin aniden odama girip "Kaç!" dedikten sonra öldürülmesi, annemin abimin cesedine sus işareti yapıp cesedin bileğini kesmesi, beni aniden evlendirmeye çalışmaları... Daha neler olacaktı? Okul mu okumayacaktım? Buna hayatta izin vermem desemde bu hayatta en çok "Bunu yapmalarına hayatta izin vermem." dediklerim çalındı benim... Hayat bu kadar acımasız işte. Kimileri hayatı rüyalar gibi yaşarken, kimileri hayatı o rüyaların ardına gizlenen bir kâbus gibi yaşar. Ben hayatı rüyaların ardına gizlenmiş kâbus gibi yaşıyordum... "Çayları getir artık Aden, senin yasını beklemiyeceğiz burada!" Babamın sert sesiyle irkildim. Başım hâlâ dönüyordu. Duvardan destek alarak yürümeye başladım. Mutfağa vardığımda ocaktaki çaydanlığa doğru ilerledim. Porselen çaydanlığın üzerinde siyah renkte çiçek desenleri vardı. Beyaz yerler beni, siyah çiçekler ise hayatımdaki zorlukları gösteriyormuş gibiydi. Ama o zorluklara çiçek deseni vermek doğru olmazdı. Olsa olsa bıçak deseni verilirdi. Her nefes aldığımda başka bir bıçak saplarlardı bana. Omzumda bir el hissettim. İrkilerek arkama baktığımda halam olduğunu gördüm. Bana gülümsedi ve dolaptan çay takımlarını çıkardı. ardından hepsine çay doldurdu. Hepsinitepsiye doldurdu ve elime verdi. Ve gülümsedi. Buruk bir gülümsemeydi. "Güçlü ol güzel kızım." dedi başımı okşayarak. "Nasıl iyi olayım hala? Bir günde o kadar şey yaşadım ki..." dedim. Ruhum yorulmuştu ve artık bu sesime de yansıyordu. "N'apalım, hayat işte gelip geçici. Hepimiz bir imtihan ile sınanıyoruz. Senin imtihanın da bu. Dayan güzel kızım benim. Rabbim seni bir gün rahata erdirecek." dedi ve salona geçti. Arkasından onu takip ettim. Salona girdiğimde bütün gözler bana çevrildi. Herkese çaylarını verdikten sonra annem sert bakışlarını bana gönderip kolumu tuttu. Ardından yanına oturttu. "Otur şuraya. Seni evlendireceğiz. Kocanı tanı sonra odana." "Anne bu yaşta ne evlenmesi daha on altı yaşındayım ben." dedim korkarak. Sesim titriyordu. "Evlenme yaşın geldi geçiyor bile. Ben senin yaşındayken karnım burnumda ev yönetiyordum. Üstelik bir oğlum vardı bebek." Oğlu. Öldürülen oğlu. Toprak KESKİNKILIÇ... Bir zamanlar kızının tek kurtarıcı olan oğlu. Şu an ise ondan bir çöpmüş gibi bahsediyordu... Acıtıyordu. Hem de çok acıtıyordu. Kim öz annesi tarafından bileği kesilip bir çöpmüş gibi bahsetmesini isterdi ki? "Gelelim asıl mevzuya." dedi babam yerinde rahatsızca kıpırdanarak. Ardından boğazını temizledi ve konuya girmek istermişçesine nefesini verdi. "Yarın seni istemeye gelecekler. Annen ve halan ile birlikte birazdan alışverişe çıkarsınız." dedi babam rahat bir tavırla. Yerimdde kaskatı kesildim. Ben hariç herkes çok rahat davranıyor ve çayını içiyordu. Halamın ise gözleri yerdeydi. Bu evden gideceğim için üzüldüğünü hissediyordum. Küçükken anne gibi bakmıştı bana. Şu anda ise yavrusu yuvadan gideceği için üzülen bir anne gibiydi. "Aşiret ağasının ortanca oğluna gideceksin Aden Hanım azıcık kendine çeki düzen ver. Git bir şeyler ysp kendine. Daha ilk günden adamın göz zevkini bozma." dedi yengem. İçimdeki hüzün öfkeye dönüşmeye başladı. Sanki yeterince olay yaşamamış gibi davranıp mutlu olmamı hissediyorlardı. Şimdi ise bana çirkin muamelesi yapılıyordu. Yine de sakinliğimi korumaya çalıştım. "Sevecek insan sevdiğini her hâliyle sever yenge. Bak mesela amcam seni öyle almış."dedim. Yengem tek kaşını kaldırdı. Ardından sinirle nefesini verdi ve babama doğru baktı. Babam ise ert bakışlarını bana göndermekle meşguldü. Annem yerinden kalktı ve bana doğru yaklaştı. Kaşları çatıktı. Korkmadım. Geriye çekilmedim. Başımı dik tuttum ve ona doğru baktım. Annem hiç düşünmeden sert bir tokadı yüzüme geçirdi. "Terbiyesiz, çabuk yengenden özür dile!" diye bağırdı annem. Yüzüm atılan tokadın etkisiyle hafif yana kaymıştı. Sessiz kaldım. Bana çirkin muamelesi yapan kadından özür dilemeyecektim. "Ya özür dile, ya da okul hayatını bitireyim. Hangisi Aden? Sen seç." dedi babam. Beni zaaflarımla etkilemeye çalışıyorlardı. Sessiz kaldım. "Öğretmenini aramak üzereyim Aden." dedi babam bu sefer de ürkütücü olan sakin sesiyle. "Özür dilerim yenge." dedim. "Hah şöyle yola gel edepli kızım. Büyülerine saygı göstermezsen iyi bir eş olamazsın. Kocan seni dakikasında boşar." dedi yengem alaycı bir tavırla. Sokacağım şimdi eşine! Resmen beni para karşılığında satıyorlardı! Sırf para getireyim diye aşiret ağasının ortanca oğluna veriyorlardı. Oysaki ben kendi hayatımı kendim seçip mesleğimi elime aldıktan sonra evlenmek, bir aile kurmak istiyordum... Benim için aile zoraki olamazdı. Olmamalıydı. Zoraki sevgi diye bir şey yoktu benim için. Benim için gerçek sevgi vardı. İlla zorla mı âşık edeceklerdi bizi? Neydi bu töreler? Peki ya berdeller? Bize bunları yapanlara adam diyorlardı. Bize şiddet uygulayıp zorla evlendirenden ne adam ne de baba olurdu. Vefasız aile fertlerinden ise cefadan başka bir şey olmazdı. Biz hayalleri alınmış çocuklar. Söyleyin, bizi hu hâle getirenden adam olur mu? Bunca yapılan şeye göz yuman halktan adam olur mu? Bize yardım etmeyen insanlardan adamlık beklemek olur mu? Biz, umutları çalınmış çocuklar. Bizim umutlarımızı çalanlardan adam olur mu? Bunu destekleyenden adam olur mu? Çalınan umutlarımı geri istiyorum! |
0% |