Yeni Üyelik
11.
Bölüm

Bölüm 10: Korunmaya Muhtaç

@milyofay

Kapımın şiddetle çalınması ile yataktan nasıl kalktığımı anlayamadım. Bugün izin günümdü ve öğlene kadar uyumayı düşünüyordum. Koşarak kapıyı açtım. Karşımda bakıcısının elinden tutan Dalga ile karşılaştım. Bakıcısının elinden kurtulup bacaklarıma sarıldı. Eğilip dikkatlice kucağıma aldım. Minik kollarını boynuma doladı.

“Sizi bu saatte rahatsız ettiğim için üzgünüm.”

Başımı iki yana salladım. “Önemli değil. Sorun ne?”

“Dalga babasını istiyor ancak babasına ulaşamıyorum. Sakinleşmedi ve sizi istemeye başladı.” Dalga’ya sarılıp saçlarını okşadım. “Sorun değil. Ben hallederim.”

“Bir şeye ihtiyacınız olursa evde olacağım.” Başımı sallayıp bakıcı ile vedalaşıp kapıyı kapattım. Dalga’nın uykulu gözlerinden yeni uyandığını anlıyordum. Oturma odasına geçerken Dalga ile konuşmaya başladım. “Ne oldu canım? Neden huzursuzlandın?”

“Rüya gördüm Deniz.” Sehpanın üzerindeki telefona uzanıp saatin kaç olduğuna baktım. Sekizdi, en azından düşündüğüm kadar erken değildi.

“Ne gördün anlatmak ister misin?”

“Annemi gördüm.” Şaşkınlıkla Dalga’nın dolan gözlerine baktım. Daha önce hiç annesinden bahsetmedi. Bildiğim kadarıyla annesi hasta annesine bakmak için uzun bir süre önce ordudan ayrılmıştı.

“Biliyor musun? Ben de annemi gördüm.”

Dalga hareketlenip benden uzaklaştı. “Annem ne zaman gelecek Deniz? O beni özlemiyor mu?” Dalga’nın elini tutup gülümsedim.

“Öyle bir şey olur mu? Anneler kızlarını her zaman özlerler, yanlarındayken bile.”

“Neden gelmiyor o zaman?” Ateş ile nasıl bir şey konuştuklarını bilmediğim için Dalga’ya cevap vermekte zorlandım.

“Ben de annemi çok özlüyorum.” Dedim konuyu kendime çekmeye çalışarak.

“Senin annene ne oldu?”

“Annem çok küçükken vefat etti.” Dalga elleriyle ağzını kapattı. Küçük yaşına rağmen ölümü bilmesine üzülmüştüm.

“Benim de balığım ölmüştü.” Gülümsedim.

“Balığın olduğunu bilmiyordum.”

Dalga ellerini iki yana açıp konuştu. “Bir sürü vardı ama su dışında yaşamıyorlarmış.” Aklıma gelen komik düşünce ile dudaklarımı birbirine bastırdım.

“Kahvaltı etmedin değil mi?”

Dalga başını iki yana salladı.

“Gel bakalım, birlikte güzel bir kahvaltı hazırlayalım.” Dalga’yı kucağımdan indirmeden odama doğru ilerledim. Onu dikkatlice yatağa bırakırken dediği cümle ile gülmeye başladım.

“Barış da seninle mi kahvaltı yapıyor?”

Gülüşlerim sesli kahkahalara dönüştü. “Hayır ama istersen davet edebiliriz.” Elbette sadece Dalga onun gelmesini istiyordu.

“Olur!” Dalga’nın heyecanlı gülüşleri arasında kıyafetlerimi değiştirmek için dolabıma uzandım. Beyaz, dar, boyunlu bir kazak ile İspanyol paça bir kot pantolon çıkardım.

“Arkanı dön bakalım.” Dalga uyarım ile kendini örtünün altına sakladı. Bu haline gülerek giyinmeye başladım. Banyoya geçip işlerimi halledip tekrar odama döndüm. Saçlarımı kancalı toka ile salaş bir şekilde toplayıp Dalga’yı kucakladım.

“Mutfakta olmanın en güzel tarafı ne biliyor musun?” Dalga ellerini iki yana açtı. Burnuna nazikçe dokunup devam ettim.

“Küçük bir hayranının olması.” Dalga güldü. Onu tabureye yerleştirip pankek yapmak için gerekli malzemeleri çıkardım.

Ben pankekleri hazırlarken Dalga bir şeyler anlatıyordu. Arada ona cevap veriyordum.

“Çikolata mı istersin yoksa reçel mi?”

“Çikolata!”

“Haklısın, henüz reçel yemekten zevk alacak kadar büyümedin.”

Kendi kendime gülüp masayı hazırlamaya koyuldum. Bir yandan Barış’ı aradım ama telefonunu açmadı. Onu küçük kahvaltı partimize davet ettiğim bir mesaj yollayıp telefonumu bıraktım.

Dalga’ya birkaç çikolatalı pankek hazırlayıp önüne koydum. Isıttığım sütü kakao ile karıştırıp Dalga’nın minik ellerine uyacak bir bardağa kattım. Her şeyi tamamlayınca Dalga’nın yanına oturdum.

“Babamın yanına gidebilir miyiz?”

Ağzıma bir parça peynir atarken konuştum. “Tabağını bitirirsen babanın yanına gidebilecek kadar enerji dolu oluruz.”

“Tamam!” Dalga’nın heyecanlı yüzüne bakıp gülümsedim. Çocuk olmak, inanmak ne kadar kolaydı.

Kahvaltımızı bitirip etrafı topladım. Kendimi koltuğa bırakıp Dalga ile çizgi film izlemek üzereyken telefonum çaldı. Masanın üstünde unuttuğum telefonumun ekranında Ateş’in adını görünce gülümsedim. Cevaplayıp konuştum.

“Biz de senin yanına gelecektik.”

“Hatırlat da eve dönünce başka bakıcılar aramaya başlayayım.”

“Bir kahveye seve seve ona bakıcılık yaparım.” Ateş’in kahkahasını duydum.

“Sana minnettarım. Bakıcı bana ulaştığında yanına gelecektim ancak çoktan sana bıraktığını söyledi.”

“Sorun yok! Lezzetli bir kahvaltı yapıp çizgi film izleyeceğiz.”

“Çok teşekkür ederim.”

“Tamam, teşekkür etme artık! Sen nasılsın? Bir sorun yoktur umarım.”

“Yok, yok endişelenme. Robotların manyetik alanı iletişim sistemlerimizi bozmuş. O yüzden telefonlarımız kısa bir süreliğine ulaşılmaz hale gelmiş. Fark ettiğimde bakıcıdan beş cevapsız çağrı vardı.”

“Tamam o zaman, sorun yok!” Ateş’in iç çekişlerini duydum. Onu neşelendirme umudu ile konuştum.

“Dalga ile yanına gelebilir miyiz?”

Ateş’in sesi anında canlandı. “Tabii ki, çok sevinirim. Atölyedeyiz.”

“Birazdan yanında oluruz, görüşürüz.”

“Görüşürüz.” Telefonu masaya bırakıp heyecanla Dalga’nın yanına döndüm. Koltuğun ucuna oturmuş ayaklarına sallayarak televizyona bakıyordu. Ellerimi çırpıp konuştum.

“Hadi bakalım! Giy montunu, babanın yanına gidiyoruz!”

Dalga koltuktan atlayıp bacaklarıma dolandı. Bakıcının Dalga’yı bırakırken elime tutuşturduğu montunu alıp dikkatlice Dalga’ya giydirdim. İhtiyacım olan eşyaları kabanımın ceplerine yerleştirmeden önce Barış’a atölyede olacağımıza dair bir mesaj attım. Sonrasında Dalga ile evden çıktık. Asansörün önüne geldiğimizde Dalga kabanımı çekiştirdi.

“Efendim deniz kızı?”

“Beni kucağına alır mısın?”

“Uykun mu geldi?”

“Yürümek istemiyorum.” Küçük bir kahkaha atıp Dalga’yı kucakladım.

“Haklısın bazen çok yorucu oluyor.”

 

Atölye yolunda Dalga’nın nefes alışverişleri düzene girince uyuduğunu anladım. Bu haline gülüp adımlarımı yavaşlatarak yürümeye devam ettim.

Atölyenin girişine geldiğinde yavaşça Dalga’yı uyandırdım. O kendine gelip gözlerini ovuştururken ben de içeriye girdim. İçerisi tahmin edemeyeceğim kadar sessizdi. Atölye, robotların depolandığı, yenilerinin hazırlandığı yüksek tavanlı, büyükçe bir binaydı. Bir asma katı vardı ve orada kontrol odası bulunuyordu. Kontrol odasının yanında dinlenme alanı ve kafeterya vardı. Henüz kimseyle karşılaşmamıştım.

“Yukarıdalar galiba, gel bakalım.”

“Kucağındayım ya geliyorum!” Gülerek merdivenleri çıktım. Etrafa hızlıca göz atıp burada da kimsenin olmadığını fark ettim. Aniden elektriklerin kesilmesi ile içimde bir huzursuzluk hissettim.

“Neden karanlık oldu?” Elimde küçük bir ateş topu oluşturup etrafı aydınlattım.

“Artık değil!”

“Çok güzel! Tıpkı masallardaki gibi!”

“Evet, değil mi?”

Elektrikleri kontrol etmek için kontrol odasına ilerledim. İçeriye girip arkamdan kapıyı kapattım.

“Seni bırakmam gerekiyor, etrafı kontrol etmeliyim.”

Telefonumu çıkartıp Ateş’i aramaya çalıştım ancak telefonum çalışmadı. Telefonumu tekrar cebime atıp etrafı kurcalamaya başladım. Kontrol paneli elektrik olmadığı için çalışmıyordu. Jeneratörlerin çoktan devreye girmesi gerekirdi. Bir terslik vardı.

Eğilip sigortaya bakmak üzereyken alt katta, karanlığın ortasında bir çift kırmızı nokta gördüm. Cama yaklaşıp daha dikkatli bakmaya çalıştım ancak karanlıkta ne olduğu pek anlaşılmıyordu. Aniden kafamda beliren düşünce ile kanım dondu. O kırmızı noktalar saldırıya geçmiş bir robotun gözleri olabilir miydi? Öyleyse onu kim aktive etmişti? O gözler gerçekten robota aitse Dalga ile buradan sağ çıkma ihtimalimiz oldukça düşüktü. Tedirginlikle Dalga’ya baktım. Sandalyeye tırmanmış elleriyle oynuyordu.

Kendi kendime fısıldadım. “Paranoya yapma, belki de basit bir yazılım hatasıdır.” Tekrardan karanlığa baktım. Kırmızı gözler ruhumun içine bakıyordu sanki.

Robotun saldırı modunu kapatmalıydım. Bize karşı tetiklendiyse bizi bulması uzun sürmeyecektir. Vücut ısımızı fark edip buraya saldırması an meselesi olabilir. Kararlılıkla Dalga’ya yaklaştım.

“Şimdi seninle bir oyun oynayacağız.”

Dalga heyecanla konuştu. “Ne oyunu?”

“Buradaki çalışanlar canları sıkıldığı için saklambaç oynamaya karar vermişler. O yüzden sen burada saklanacaksın ben de onlar bizi bulmadan ebelemeye çalışacağım tamam mı?”

“Tamam!”

“Gel bakalım.” Dalga’yı kucaklayıp masanın altına sakladım. “Ne duyarsan duy, ne görürsen gör sakın kıpırdama tamam mı?”

Dalga başını salladı. “Ben yanına gelip seni alana kadar sakın buradan bir yere kıpırdama.”

Dalga’nın ikna olduğundan emin olup kontrol odasından çıktım. Kapıyı kilitleyip robotun Dalga’nın vücut ısısını fark etmemesi için odayı ateşle mühürledim. Böylece robot burayı herhangi bir yerden ayırt edemeyecekti.

Dikkatli adımlarla aşağıya indim. Kırmızı gözleri hiçbir yerde göremiyordum. Karanlığa doğru ilerleyip etrafımı dinledim.

Aniden sırtımda hissettiğim esinti ile öne atladım. Başımı çevirmeme fırsatım olmadan arkamdan yüksek bir gürültü geldi. O an robotun bana karşı olduğuna emin oldum. Kendimi savunmaya alıp etrafı aydınlatacak bir ateş oluşturdum. Karşımda gördüğüm üç metrelik robot ile içimdeki korku çoğaldı.

Bu robot en güçlü robot modellerimizden biriydi ve onunla savaşmak çok zordu.

Saldırıp saldırmayacağını merak ettiğim için birkaç adım geriledim. Bunu gören robot üzerime doğru hızlanıp eliyle hamle yaptı. Geri kaçarak robotun hamlesinden kurtuldum.

Robotu neyin tetiklediğini anlayamamıştım. Etrafta hiçbir şey göremiyordum. Robot üzerime gelmeye devam ettikçe etrafı incelemeye fırsatım olmuyordu.

Robotun üzerime fırlattığı uzun bir demir parçasından yana kaçarak son anda kurtuldum. Bir saniyeliğine o demir parçasının göğsüme saplanabileceğini düşündüm ancak düşüncesi bile içimin ürpermesine yetti.

Onu etkisiz hale getirmek için on dört beynini birden yok etmem gerekiyordu. Bir tane bile beyni kalsa benimle savaşmaya devam edecekti. O zamana kadar dayanabilir miydim bilmiyordum. Umutsuz değilim, sadece işimi çok iyi yapan bir mühendisim. Bu yüzden robotun hayatta kalmama izin vermeyeceğini biliyorum.

 

Dikkatini dağıtarak yaptığım saldırılarla sadece dört beynini yok edebilmiştim. Gittikçe yoruluyordum. Dalga’yı korumak için kullandığım mühür zaman geçtikçe gücümü tüketmeye başlıyordu.

Soluklanmak için bir duvarın arkasına saklandım. Geri dönmek üzereydim ki robot aniden beni eli ile duvarın arasına sıkıştırdı. Acı ile çığlık attım. Bir anlığına tüm organlarımın sıkıştığını hissettim. Mesafe o kadar dardı ki sadece organlarım değil vücudumdaki tüm hücreleri sıkışmıştı. Robotun aniden geriye fırlamasıyla duvardan aşağı kaydım. Destek alabilmek için ellerimi yere koydum. Başımı kaldırıp robota baktım. Robot karşımdaki duvarın dibinde hareketsiz yatıyordu. Nasıl bu hale gelmişti bilmiyordum. Bir anda neden vazgeçtiğini bilmiyordum.

Etrafımda hiç hava kalmamış gibiydi. Her nefes alışımda ciğerlerim yanıyordu. Duvardan destek alarak ayağa kalkmaya çalıştım. Ayaklarımın üzerinde durduğum an başım dönmeye başladı. Bir ateş topu oluşturup robota doğru fırlattım. Onu durduran şeyin ne olduğunu anlamam gerekiyordu. Yürüyemeyeceğimi anlayarak sürünerek robota yaklaştım. Gözleri ışık saçmıyordu. Bedenindeki darbeleri inceledim. Benim saldırılarım dışında hiçbir iz yoktu.

Yakınımdaki masalardan birine sürünerek bir dizüstü bilgisayar aldım. Bilgisayarı açıp robot ile bağlantı kurmaya çalıştım. Başım dönüyordu ve kelimeleri ayırt etmekte zorlanıyordum. Şu an her kelime iç içe geçmiş anlamsız harflerden oluşuyordu.

Robotun genel bir taramasını yapıp robotun bilinçli olarak saldırı moduna geçirilip sonrasında çıkartıldığını gördüm. Hedef dosyasını incelediğimde hedefin buraya giren ilk insan olarak belirlendiğini gördüm. Mide bulantımı bastırarak robotun hangi bilgisayardan emir aldığını bulmaya çalıştım. Emir üst kattaki bilgisayarlardan birinden gelmişti. Fakat üst kattaki bilgisayarlardan, kontrol odası hariç, hiçbiri robotlara emir verecek izne sahip değildi. Birisi bunu bilerek düzenlemişti. Buradaki bilgisayarlardan birini alıp yukarıya saklanmıştı. Ancak yukarıda kimsenin olmadığına emindim.

Hızlıca kamera görüntülerine erişmeye çalıştım. Kullanıcı adımı ve parolamı girerek kayıtlara eriştim. Üst katta herhangi biri yoktu ancak girdiğimde orada olmayan bir bilgisayar vardı. Binada saklanan biri olup olmadığını anlamak için genel termal taramayı açtım. O an binanın dışında bir sürü insanın olduğunu fark ettim. Ve onlara doğru hızla koşan biri vardı. İlk önce o kişinin haber vermek için bu kadar hızlı koştuğunu düşündüm ancak insanların arasından geçip koşmaya devam etti. Garip olan şuydu; kimse koşan kişinin geçmesine yardımcı olabilmek için kenara çekilmedi. Sanki yanlarından kimse geçmiyor gibiydi.

Daha fazla ekrana bakamayıp bilgisayarı yere bıraktım. Robot artık bir tehlike teşkil etmiyordu ve binada kimse yoktu. Yanımdaki masadan destek alarak ayağa kalktım. Üst kata doğru ilerlemeye başladım. Attığım her adımda sarsılan bedenim bu kadar yeter diyordu. Ancak Dalga’nın bana ihtiyacı vardı. Merdiven korkuluklarından destek alarak Dalga’nın yanına çıkmayı başardım. Odanın mührünü yok edip içeri girdim.

“Dalga, geldim, bizi hala bulamadılar. Artık çıkmalıyız.” Dalga olduğu yerden çıkıp yanıma geldi. Tam o an elektriklerin gelmesi ile rahat bir nefes aldım.

“Deniz, ne oldu sana?” Dalga korkuyla geri çekildi. Camın yansımasından kendime bakıp her tarafımın çizikler ve tozlar içinde olduğunu gördüm.

“Yanına gelirken düştüm ama iyiyim. Hadi gel aşağıya inmeliyiz.” Son gücümle Dalga’yı kucağıma alıp odadan çıktım.

Robot tehlikesi sona erse de onu bırakamazdım. Merdivenlerden inerken o kadar zorlandım ki Dalga inip yürümeyi teklif etti. Kapının önüne geldiğimizde acil durum düğmesini kullanarak kapıyı açtım. Kapılar bir saldırı durumunda, doğal afetler hariç, dışarıdan açılamaması için ayarlanmıştı. Kapı henüz tamamen açılmamışken açılan aralıktan iki adam içeri girdi. Doğrulduklarında onların Barış ve Ateş olduğunu fark ettim. Ateş aramızdaki mesafeyi birkaç büyük adımda kapatıp Dalga’yı kucağına aldı. Aynı anda Barış yanıma gelip bana sıkıca sarıldı. Bu sarılma karşısında şaşırsam da hoşuma gitmişti.

“İyi olmanıza çok sevindim.”

Ayakta durmakta zorlanıyordum ama Dalga’yı korkutmamak için ona belli etmemeye çalıştım. Fakat Barış bunu hemen anlamıştı ve kolumu omzuna atıp ağırlığımı ona vermeme yardımcı olmuştu.

“Baba biliyor musun kimse bizi bulamadı.” Ateş tereddütle bana ve Dalga’ya baktı. Durumu açıklamak için konuştum.

“Atölyedeki çalışanlar olarak saklambaç oynamaya karar verdiniz ya! Bu yüzden içeride kimse yoktu. Biz Dalga ile o kadar güzel saklandık ki bizi bulamadınız.” Asker kalabalığına özür dileyen bir bakış atıp konuştum.

“Bizi bulmak için daha çok çabalamalısınız!” Gülerek Dalga’ya döndüm. “Baksana, o kadar iyi saklandık ki bizi bulmak için herkes gelmiş.” Dalga gülerek babasına sarıldı. Bunu fırsat bilerek Barış’a fısıldadım.

“Ben iyi hissetmiyorum.” Barış, Ateş’e gitmeleri için bir bakış attı.

“Hadi gel babacığım, biz gidip biraz oyun oynayalım.” Dalga itiraz etmeye hazırlandı ki Ateş buna fırsat vermeden yürümeye başladı. Dalga’nın uzaklaşmasını bekleyen Barış beni tek hamlede kucağına aldı. Yaralarıma dokunmamak için çaba sarf etse de işe yaramamıştı. Her yerimde çizikler vardı ve çok acıyordu.

“Biri daha vardı.”

“Sağlık ekibi buraya çabuk!”

Barış’ın yanımda olmasının rahatlığı ile gözlerimi kapattım. Artık birini korumama gerek yoktu, korunması gereken bendim.

Korumak için yapılmış bir şeyin korunmaya muhtaç kaldığı bir haldi bu…

Loading...
0%