@milyofay
|
“Deniz, bebeklerin uykusu gelmiş.” Dalga, elindeki bebeği oynatarak yatağa yatırdı. Ben de hareketlerini tekrarlayıp elimdeki bebeği yatağına yerleştirdim. Dalga’nın esnediğini görüp konuştum. “Bu bebeğin de uykusu gelmiş gibi.” Dalga gülerek ayağa kalktı. Yanıma yaklaşıp sıkıca sarıldı. O minik kollarını boynuma dolarken ben de kollarımı ona sardım. Yanağıma kocaman bir öpücük bırakıp sarılmayı bıraktı. O sırada Dalga’nın bakıcısı yanımıza geldi. Ateş o olaydan sonra hızlıca Dalga’nın bakıcısını değiştirmişti. Yeni bakıcısı donanımlı ve bilgili bir kadındı. Dalga ile vedalaşıp bakıcısının elinden tutup birlikte odasına gidişlerini izledim. Toparlanıp ayağa kalktım. Kapıyı açıp çıkmak üzereyken Ateş ile kapıda karşılaştım. “Ben de seninle konuşmak isti-” cümlemi tamamlayamadan Ateş bana sıkıca sarıldı. Şaşkınlığımı hızlıca atıp karşılık verdim. “Özür dilerim Ateş, onu tehlikeye attım.” Ateş sarılmayı bırakıp nazikçe kollarımdan tuttu. “Hayır Deniz, onu kurtardın. Bakıcısı ile birlikte yanımıza gelselerdi ne olacağını düşünmek istemiyorum.” “Sizi dışarıda bekleyebilirdim.” “Hava çok soğuktu. Emin ol bakıcı içeride bekleyecekti.” “Seni arayabilirdim.” “Telefonlar çalışmayacaktı.” Pes ederek gülümsedim. Ateş konuşmaya devam etti. “Sayende Dalga her şeyi basit bir oyun sanıyor. Büyüdüğünde hatırlamayacak bile.” “Böyle bir travma yaşamasını istemiyordum.” Ateş onaylarcasına başını salladı. “Biliyorum ve sana güveniyorum.” Ateş’in samimi sözleri beni duygulandırdı. İstemsizce dudağımı büzdüm. Ateş kahkaha attı. “Bu arada tebrik ederim. Barış sonsuza kadar susacak diye çok korkmuştum.” “Kaşlarımı çattım. “Hemen söyledi mi?” “Sadece bana değil. Cemre’nin yanına giderken dikkatli ol, sana her an saldırabilir.” Ateş beni şaşkınlığımla olduğum yerde bırakıp içeri girdi. Kapıyı arkamdan kapatarak bir şey dememe fırsat vermedi. Kendi kendime gülerek yürümeye başladım. Can güvenliğim için bir an önce Cemre’nin yanına gitmeliydim.
Kapıyı çalarken tedirgindim. Cemre’nin onaylayan sesini duyunca kapıyı açıp içeri girdim. Cemre, üniforması ile masasına geçmiş, önündeki belgeler ile ilgileniyordu. “Lütfen, bana zarar verme.” dedim utanmış bir tavırla. Cemre önündeki dosyaları bırakıp yanıma geldi. “Nasıl bana söylemezsin? Barış’tan mı duyacaktım?” Tatlı öfkesi beni güldürdü. Beni merak ediyordu ve bunun için bana kızıyordu. Gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım. Ancak öfkesine yakından şahit olurken gülmemek çok zordu. “Özür dilerim, biliyorsun pek romantik şartlar altında olmadı.” Cemre anında yumuşadı. “İyisin değil mi? Özür dilerim kızdığım için, gel otur.” Telaşlı bir halde beni koltuğa oturtmaya çalıştı. Gülerek Cemre’ye sarıldım. “Söyleyeceğim ilk kişi sendin.” Bana sarılırken kıkırdadı. “Sana Oğuz ile nasıl sevgili olduğumuzu anlatmış mıydım?” Koltuğa otururken bir yandan başımı salladım. Cemre de karşıma oturup anlatmaya başladı. “Bir konudan dolayı kavga etmiştik ve onunla konuşmuyordum. Birçok kez benimle konuşmayı denedi ama ben kaçtım. Sonunda beni kandırarak eşya deposuna gönderdi ve arkamdan geldi. Bizi oraya kilitledi ve ben onu dinleyene kadar çıkmama izin vermedi.” Kahkaha attım. Daha romantik bir hikaye bekliyordum. “Sonra ne oldu?” “Kavga ettiğimiz şey bir yanlış anlaşılmaymış. Sonrasında bana olan hislerini itiraf etti ve sevgili olduk.” Kapının çalınması ile sohbetimiz bölündü. İçeriye Oğuz girdi. Beni görünce gülümseyerek konuştu. “Sonunda Barış konuşmuş.” Cemre gülmeye başladı. Ellerimi koltuğun kenarlarına koyup Oğuz’a döndüm. “Neden herkes böyle söylüyor? Ateş de aynısını söyledi.” Oğuz içten bir kahkaha attı. “Aylardır seninle konuşması için çabalıyorduk. Ancak Barış bu kadar zor şeyler yaşarken seni yalnız bırakmamak için reddedemeyeceğin bir dost olarak yanında olmayı tercih etti.” Duyduklarımın doğru olduğunu onaylaması için Cemre’ye döndüm. Cemre başını salladı. “Sen de mi biliyordun?” Cemre abartılı bir şekilde bakışlarını kaçırdı. “Sanırım Barış ile konuşmalıyım.” Oğuz’dan herhangi bir itiraz gelmeyince arkadaşlarımla vedalaşıp Barış’ın odasına gitmek için hastaneden ayrıldım. O kadar heyecanlıydım ki neredeyse yanına koşarak gidecektim. Yönetim binasına girerken Barış’a odasında olup olmadığını soran bir mesaj gönderdim. Henüz öğlen olduğu için odasında olduğuna emindim. Barış’tan odasında olduğunu belirten bir cevap gelince adımlarımı hızlandırdım. Barış’ın odasına girmek üzereyken iki genç kız önüme geçti. Üniformalarından eğitim alan öğrenciler olduğunu fark ettim. Benden beş yaş küçük olmalıydılar. Kızlardan biri kumral, kısa saçlarını açık bırakmış, elindeki kağıtlarla dolu olan dosyayı sıkıca tutuyordu. Diğeri ise onun arkasında ürkek bakışlarla beni inceliyordu. Onlara selam verip devam edecektim ki öndeki kız kapı ile arama girdi. “Komutan ile görüşmek için randevunuz var mı?” Geri çekilip cevap verdim. “Hayır ama geleceğimi biliyor. Siz yeni görevlendirildiniz sanırım?” Arkadaki kız konuşmak üzereydi ki diğer kız lafını kesti. “Randevunuz yoksa giremezsiniz.” “Anlıyorum ama Barış’ın haberi var.” Kız öfkeyle bana doğru yürüdü. “Komutana böyle seslenemezsiniz. Kendinizi ne sanıyorsunuz?” Kızın bana karşı tutumu beklenmedikti. Küçük olduğu için onu incitecek bir şey demek istemiyordum. O yüzden sakince konuşmaya devam ettim. “Komutanının haberi var. Beni bekliyor. Onu kızdırmak istemezsin değil mi?” Kız bir an tereddüt etse de devam etti. “Haberi olsaydı burada yazardı.” Kız dosyayı bana çevirip gözlerimin önünde salladı. Kızla daha fazla tartışmaya girmemek için kapı koluna uzandım. Kapı koluna dokunduğum an kız elindeki dosya ile elime vurdu. Dosyanın sert kısmı cildimi çizerek ufak bir sızı ve iz bıraktı. “Sen ne yapıyorsun ya?” diye söylendim. Arkadaki kız arkadaşını omzundan tutup geriye çekti. Kulağına bir şeyler fısıldadı. “Sen kim oluyorsun da böylece girmeye kalkışıyorsun?” Parmaklarımı şıklatarak kızın elindeki dosyayı ateşe verdim. Kağıtlara dolu plastik dosya birkaç salise içinde kül oldu. Kızlar korkuyla geri çekildi. O sırada kapı açıldı. Barış çatık kaşları ile hepimize hızlıca bir bakış attı. Gözleri genç kızın üzerinde durdu. “Ne oluyor Sare?” “Bu kadın odanıza girmeye çalışıyordu. İzin vermediğim için bana saldırdı ve dosyamı ateşe verdi.” Bir anlığına bana bakan Barış gülecek gibi oldu ama hemen toparladı. “Birincisi ben zaten içerdeyim. İkincisi bu kadın dediğin kişi Deniz ve odama istediği zaman girebilir. Özel bir izne veya randevuya ihtiyacı yok.” Kız öfkeli gözlerini bana çevirdi ama ben ona karşılık olarak sadece göz kırptım. Diğer kız ise gülmemek için eliyle ağzını kapatıyordu. “Misafirlerime ve diğer askerlere karşı saygılı ol, üstün olsun veya olmasın. Bunun bir daha olmasını istemiyorum.” Sare başını salladı. Barış odasına girip eliyle beni davet etti. Kızın önünden geçip odaya girerken kız öfkeyle bana bakmaya devam ediyordu. Kapıyı arkamdan kapatan Barış gülmeye başladı. “Neden dosyasını yaktın?” Gözlerimi devirip cevap verdim. “Dosya ile elime vurdu çünkü.” Barış merakla yanıma yaklaşıp elime uzandı. Elimi ellerinin arasına alıp dikkatle inceledi. O elime bakarken ben de onu inceliyordum. Okyanus kadar derin gözleri dikkatle elimi inceliyordu. Hareket ettikçe yüzüne düşen saç tutamlarını düzeltmemek için kendimi zor tuttum. Yüzündeki her detayın kusursuzluğu beni bir kez daha büyülemişti. Barış elimi bırakmadan beni masasının yanına çekiştirdi. Çekmecesini açıp bir şeyler çıkardı. Onu izlemekle meşgul olduğum için ne çıkardığına dikkat etmedim. Elimde hafif bir yanma hissedince bakışlarımı elime çevirdim. “Özür dilerim ama temizlememiz gerekiyor.” “Basit bir çizik kendi kendine de iyileşirdi.” Barış dikkatlice gözlerimin içine baktı. “Senin için basit bir çizik olabilir ama benim için değil.” Ben Barış’ı izleyip gülümserken Barış elimi dezenfekte etti ve kremledi. Üzerine geniş bir bant yapıştırdı. “Şimdi çabucak iyileşir.” Barış başını kaldırıp benimle göz göze geldi. “Neden öyle bakıyorsun?” “Nasıl bakıyorum?” dedim başımı yana eğerek. “Bunun cevabını sonra vereceğim.” Barış’ın yüzünde muzip bir gülümseme belirdi. Nazikçe burnuma dokunup konuştu. “Neden gelmiştin? Bir sorun yok değil mi?” Alınmış gibi yaparak geri çekildim. “Sadece başımı derde sokunca mı yanına geliyorum?” “Genelde öyle oluyor.” Gözlerimi devirip masanın önündeki koltuğa oturdum. Barış da karşımdaki koltuğa yerleşti. “Bugün gördüğüm herkes sonunda konuştuğuna şaşırdıklarını söyledi.” Barış bakışlarını kaçırdı. Bu durumdan gurur duymadığını görebiliyordum ama cevapsız bırakmak istemediğini de görüyordum. Barış oturduğu yerde öne doğru eğildi. Bana yaklaşmak için fırsat kolluyordu sanki. “Senden saklamaya çalışmıyordum. Sadece doğru anı bekliyordum.” “Doğru an diye bir şey yok Barış, hayatın kendisi bir an.” Barış şaşırmış gibi yaptı. “Senden böyle şeyler duymak beklenmedik.” “Ben çok mutlu bir çocuktum. Hayatı çok severdim. Yeni insanlarla tanışmayı, arkadaşlarımla etkinliklere katılmayı, hayal kurmayı çok severdim.” Barış elini dizime koyup konuştu. “Artık hayal kurmuyor musun?” Burukça gülümsedim. “Ege ile bir sürü hayalimiz vardı. Okullarımızı bitirecektik, işlerimizi elimize alıp kendi ayaklarımızın üzerinde duracaktık. Evlenecektik, bebeklerimiz birlikte büyüyecekti.” Ağlama isteğimi bastırmak için yutkundum. “Fakat şimdi dönüp baktığımda ne Ege’yi görebiliyorum ne hayal kuracak kadar umuda sahip küçük kızı.” Barış koltuktan kayıp önümde eğildi. Elini uzatıp yanağıma koydu. “O küçük kızın hayallerini gerçekleştireceğiz. Umudunu kaybettiğin her şeyde yanında olup sana umut vereceğim. Sen yeter ki olur de, ben seni her yere götürmeye hazırım.” O an söyleyeceğim hiçbir şey Barış’ın hayatıma olan desteğini anlatmaya yetmeyecekti. Öne doğru eğilip alnımı alnına yasladım. Barış gözlerini kapatıp bana yaklaştı. “Seni seviyorum Ege’nin incisi.” Yüksek sesli bir kahkaha attım. Bunu Barış’ın yüzüne karşı yapmak garip olsa da huzurlu hissediyordum. Beni olduğum gibi kabul etmesini seviyordum. Beni Ege’yle, acılarımla, yaralarımla kabul etmesini seviyordum. Belki de bu yüzden onun yanındayken kendimi daha fazla seviyordum. Yıllardır biriken nefretimi alıp kenara koyduğu için. Uzanıp dudaklarına küçük bir öpücük bıraktım. “Seni seviyorum.” |
0% |