@milyofay
|
"Duvarlarımı artık ben bile aşamıyorum." Vücudumun her hücresine etki eden soğuk yüzünden titriyordum. Ellerim, kıyafetlerim, etrafımdaki her şey kanlar içerisindeydi. Hava kararmış, ay kızıllaşmıştı. Neredeyse hiç ışık yoktu ama ben her yerin kanlar içerisinde olduğunu biliyordum. Her saniye artan koku midemi bulandırıyordu. Uyuşuk adımlarla ilerlemeye başladım. Adım attıkça ayağımın altında yumuşak bir şeylerin ezildiğini hissediyordum. Bakmak istemiyordum, ne göreceğimi biliyordum. Artan mide bulantım ile daha hızlı yürümeye çalıştım. Fakat ben koşmaya çalıştıkça yerin altından çıkan siyah gölgeler ayaklarıma dolandı. Kaçmak, kurtulmak istedim. Gördüğüm şeyleri görmemek istedim. Bu anı hafızamdan silmek istedim. Aniden bir şeyin beni sırtımdan yakalayıp yukarı kaldırdığını hissettim. Yerden uzaklaştıkça beni aşağı çeken gölgeler vücuduma daha sıkı dolanıyordu. Sanki bedenim ikiye ayrılacaktı, canım çok acıyordu. Acı içinde çığlık atmaya başladım. Biraz daha yukarı çekilirsem vücudumun ikiye ayrılacağına emindim. Bir anda sırtımdaki tutuş gevşedi ve beni bir kenara fırlattı. Fakat ben peşimi bırakmayan gölgeler yüzünden tam anlamıyla yere çakıldım. Ellerim ve dizlerim çizildi. Başımı kaldırıp etrafa bakınca karşımda annemi ve babamı gördüm. Birkaç adım uzağımda yerde yatıyorlardı. Her yerleri kanlar içerisindeydi. "Anne! Baba!" Attığım çığlık yüzünden ciğerlerim neredeyse yırtılacaktı. Yerden kalkıp onlara doğru yürüdüm. İkisi de yan yana yatıyor ve birbirlerinin ellerini tutuyorlardı. Yüzleri, vücutları, kıyafetleri kandan simsiyah olmuştu. Yanlarına eğilmek istedim ama sırtımda yine o sert tutuşu hissettim. Beni nefes alamayacağım kadar sıkı tutup yerden kaldırdı. Çırpındım, bağırdım. Anne ve babamı orada bırakamazdım, onları orada yapayalnız bırakamazdım! "Bırak beni! Anne, baba! Anne baba kalkın ne olur! Lütfen!" Gözlerimden yaşlar süzülmeye başladı. Konuşmaya çalıştıkça boğazımın sıkıldığını hissettim. Sanki birisi boğazıma kum döküyordu. Beni tutan gölge aniden daha yukarıya kaldırıp bir ağırlığım yokmuş gibi bir tarafa fırlattı. Vücudumun her bir santiminde hissettiğim şokla bayılacağımı hissettim. Beni dipsiz ve buz gibi soğuk bir denize fırlatmıştı. O kadar şiddetli fırlatmıştı ki suya değdiğim an beni şoka sokabilirdi. Kollarımı çırpıp yukarı çıkmaya çalıştım. Fakat ben çırpındıkça daha derine battım. Nefes alamıyordum, yuttuğum sular yüzünden boğazım acıyordu. Gördüğüm sonsuz karanlık beni korkutuyordu. Nefes almaya çalıştıkça ciğerlerime kaçan sular göğsümün patlayacak gibi acımasına sebep oluyordu. Öksürmeye ihtiyacım vardı ama yapamıyordum. Yüzeye çıkmak için çırpınırken yüzümün hemen dibinde beliren surat ile çığlık attım. Karşımda gördüğüm Ege'ydi ama gözleri, yüzü kanlar içerisindeydi. Geriye doğru kaçmaya çalıştım ama kımıldayamadım. Ege ellerini omuzlarıma koyup beni sarsmaya başladı. Korkudan tek kelime edemiyordum. Bu şey Ege değildi, her neyse hayatımda görmediğim kadar korkunç bir yaratıktı. Ağzını açınca ağzından gelen kanlar yüzüme sıçradı. "Sendin! Ölmesi gereken sendin!" Kaçmak istiyordum, çok korkuyordum. Beni bırakması için yalvarmak istiyordum ama sesim çıkmıyordu. "Seni öldüreceğim!" Yaratık simsiyah bir gölgeye dönüştü ve beni omuzlarımdan bastırıp daha da derine itmeye başladı. Ciğerlerim yerinden sökülecekti, canım çok acıyordu!
Çığlık atarak olduğum yerde doğruldum. Korkuyla etrafıma bakındım. Evimdeydim, kâbus görmüştüm. Gördüğüm şey neydi bilmiyordum. Olduğum yere, koltuk ile sehpanın arasına oturdum. Dizlerimi kendime çekip başımı ellerimin arasına aldım. Hıçkırarak ağlamaya başladım. Çok korkmuştum, acı çekmiştim. Gördüğüm şeylerin gerçek olduğuna yemin edebilirdim. Sanki birkaç dakika önce gerçekten yaşanmıştı. Duyduğum zil sesi irkilerek yerimden fırladım. Sehpanın üstündeki telefonuma uzanıp saate baktım, henüz gecenin üç buçuğuydu. Bu saatte kim zilimi çalacaktı ki? Sessiz adımlarla kapıya ilerleyip kapının deliğinden kim olduğuna baktım, Barış'tı. Kapıyı yavaşça açtım. Saçları dağılmış üzerinde pijama takımı vardı. Yüzünden yeni uyandığı belli oluyordu. "Ne oldu?" diye sordum merakla. Bir yandan elimin tersiyle gözyaşlarımı sildim. "Çığlık atan sen miydin? Bir şey mi oldu?" Tereddütle konuştum. "Kâbus gördüm sadece." Barış saklamadığı bir üzüntü ve endişeyle bana bakıyordu. "İyi olduğuna emin misin?" Başımı salladım. "Çığlığın o kadar vahşi ve çılgıncaydı ki böyle bir çığlık atmak için-" Duraksadı ve devam etti. "Ne görmek ne, hissetmek lazım?" Korkuyla Barış'a baktım. Tepkisi ve endişesi beni kabusumdan daha çok korkuttu. Kâbus gerçek değildi, benim korkularımdan ve acılarımdan ibaretti. Ancak Barış'ın korku ve dehşet içinde bakan gözleri canlı ve gerçekti. "Özür dilerim, uyandırdığım için, farkında bile değildim." Barış başını iki yana salladı. "Önemi yok. Sen iyi olduğuna emin misin? İstersen yanında kalabilirim." Barış'ın sesi ricadan çok emir gibiydi. Korkuyla evin içine baktım. Aslında bu kabustan sonra tek başıma kalmamam daha iyi olabilirdi. Yavaşça geri çekilip kapıyı daha çok açarak Barış'ın geçmesine izin verdim. Terliklerini çıkartıp içeri girdi. Üzerinde beyaz köpekler olan lacivert çoraplarını gördüğümde gülmeye başladım. Bir yandan kahkaha atarken bir yandan kapıyı kapatmaya çalışıyordum. Barış arkasını dönüp bana hızlı bir bakış attı. Neye güldüğümü anlayamadı ama kapıyı kapatmaya çalıştığımı gördü. İleriye atılıp kapıyı yavaşça kapattı. Hissettiğim huzursuzluk tekrarlayınca kahkahalarım hıçkırıklara dönüştü. Barış endişeyle bana baktı. Ellerimle gözlerimi kapattım. Barış'ın elini sırtımda hissettim. Gözlerimden birini açıp ona baktım. "Gel içeri geçelim." Dediğine uyup oturma odasına geçtim. Uyuyakaldığım koltuğu görünce içimden bir ürperti geçti. Daha önce böyle kabuslar görmüştüm ama hiçbirini bu seferki kadar canlı hissetmemiştim. Koltuğun üstündeki battaniyeyi alıp kenara bıraktım. İçerisinin çok havasız olduğunu hissederek mutfaktaki camı açtım. "Dışarısı çok soğuk." Dedi Barış sitemle. "İçerisi çok sıcak." Dedim aynı ses tonuyla. Barış yanıma gelip pencereyi yarım açık olacak şekilde ayarladı. İstemsizce dudaklarımı büzerek ona baktım. Pencereyi açmama izin vermediği için daha kötü hissettim, içimdeki ağlama isteği şiddetlendi. "Şu an içeride içine çekebileceğin hiç hava kalmamış gibi hissettiğini biliyorum. Fakat hava çok soğuk olduğu için böyle kalsın. Gel biraz oturalım." Pencereyi bırakıp oturma odasına geçtim. Kendimi dikkatsizce koltuğa bıraktım. Barış birkaç dakika sonra elinde bir bardak su ile geri geldi. Bardağı sehpaya bırakıp yanıma oturdu. "Kâbusun hakkında konuşmak ister misin?" Korkuyla başımı iki yana salladım. "Hayır, çok korkunçtu." "Anladım. Peki senin için ne yapabilirim?" "Sadece yalnız kalmak istemiyorum, korkuyorum." Barış anlayışla arkasına yaslandı. Uykulu gözleri endişeyle beni izliyordu. Oturduğum yerde doğrulup Barış'a döndüm. "Özür dilerim, bu çok bencilce. Seni uykundan alıyorum." Barış gülümsedi. "Evime dönsem de seni merak ettiğim için uyuyamazdım. Çünkü çığlığın çok korkutucuydu, başına bir şey geldi sandım." Başımı geriye yasladım. "Çok korktum, üzgünüm." "Önemi yok. İyi olursan seni affedebilirim." Barış'ın bu cümlesi nedense kalbime dokunmuştu. Fakat iyi mi kötü mü anlayamamıştım ve içimdeki huzursuzluk arttı. Kuruyan yanaklarım gözyaşlarım ile tekrardan ıslanmaya başladı. Bacaklarımı kendime çekip dizlerime sarıldım. Alnımı dizlerime dayayıp ağlamaya devam ettim. Hıçkırıklarımın arasında Barış'ın sesini duydum. "Biliyor musun? Orduda komutan olmasaydım ressam olmak isterdim." Başımı Barış'a çevirip yanağımı dizlerime yasladım. "Ya da çizgi film yönetmeni." Kaşlarını çatıp devam etti. "Aslında küçük oyuncak figürler de üretebilirdim. Veteriner de olabilirdim. Tamam eminim kesin veteriner olurdum." Barış'ı yavru hayvanların arasında düşününce gülümsedim. Barış kocaman hayvanlarla bile baş edebilecek biri gibi duruyordu. Yavru hayvanlarla yan yana olması komik gelmişti. "Küçükken Okyanus ile bir sürü balığımız vardı. Fakat Okyanus, balıkların suyun dışında da yaşayabileceğine inandığı için balıkları hep yürütmeye çalışırdı. Bu şekilde birkaç balığımızın ölümüne sebep olunca babam bize balıkları yasakladı." Okyanus, Barış'ın kardeşiydi. Güldüm, çıkardığım ses burnum tıkalı olduğu için gülme dışında birçok şeye benziyordu. Sesi duyan Barış gülümseyip devam etti. "Okyanus hayvanları çok severdi ama onların sınırlarını hiçbir zaman kabullenemedi." Barış oturduğu yerde dikleşip bana doğru yaklaştı. "Ormandaki ayıların uyurken sarıldığı pelüş ayılarla aynı olduğunu sanıyordu. Neyse ki hiçbir zaman gerçek ayılarla karşılaşmadık." "Eminim oyuncak ayılardan daha pofuduk bir sarılma olurdu." Barış güldü. "Ben de eminim ama bunu kayıtlara geçiremezdik." Burukça gülümsedim. "Ben su samurlarını çok severim. Keşke evde beslenebilse." Barış şaşırdı. Ben de devam ettim. "Çok akıllı ve pofuduk hayvanlar. Fakat besleyebilmek için kocaman bir bakımevine ihtiyacım var." Konuşurken aynı anda kollarımı iki yana doğru açtım. Fakat Barış'ın bu kadar yakınımda olduğunu idrak edemediğim için elim Barış'ın burnuna çarptı. Barış başını geriye doğru atıp eliyle burnunu kapattı. Endişeyle oturduğum yerde dikleşip Barış'a doğru uzandım. Daha da geriye gitmesiyle neredeyse üzerine düşecektim. "İyi misin? Çok özür dilerim fark etmedim." Barış gülerek elini burnundan çekti. "Sakin ol, o kadar güçlü değilsin!" Canının yanmadığını numara yaptığını fark edince gerçekten burnuna vurmak istedim. Geriye çekilip eski yerime yerleştim. Aynı şekilde Barış da toparlanıp tekrar oturur pozisyona geldi. "Senin için endişelendiğim için kendimden özür dilerim." Barış kahkaha atmaya başladı. Bu hali beni daha da kızdırdı. Ayağa kalkıp koltuğun kenarındaki battaniyeyi aldım. Kendimi battaniyeye sarıp koridorun sonundaki boydan boya olan pencerenin yanına gittim. Pencerenin tam önüne oturdum. Barış arkamdan gelmedi. Bir süre sessizce bir şey demesini bekledim. Ne ara ondan bir şey bekleyecek hale gelmiştim? Belki de şu anki duygu durumum yüzündendi. Mutfaktan gelen ses ile irkildim. Barış'ın kalkıp açık olan pencereyi kapatması gülümsememe sebep oldu. Birkaç saniye sonra Barış yanıma geldi. Tam yanıma oturdu. O kadar yakındık ki kokusunu duyabiliyordum. Soğuk bir gecede deniz kenarında oturmak gibi kokuyordu. "Oturacak başka yer yok mu?" dedim ona dönmeden. "Başka hiçbir yerin manzarası bu kadar güzel değil." Başımı yavaşça ona çevirdim. Dışarıya değil bana bakıyordu. Bakışlarımı tekrar pencereye çevirdim. "Gerçekten burnuna vurmak istiyorum." Barış'ın güldüğünü hissedebiliyordum. "Gördüğüm en güçlü savaşçılardan birisin biliyor musun?" cevap vermedim. "Sahip olduğun gücü bedeninde taşıyabilmek için bile çok fazla güç gerekiyor." Şaşırmıştım böyle olduğunu bilmiyordum. "Anka Ateşi çok özel bir güç. Daha önce hiç bu güce şahit olmamıştım. O yüzden seninle tanıştığımız gün, kukla sana saldırdıktan sonra gücün ortaya çıkıp kuklayı yok ettiğinde büyülendim. İnanılmazdı." "Gücümü seviyorum." "Eminim o da seni çok seviyordur." Gülümsedim. Bana ait olan bir şey nasıl beni sevmezdi ki? Barış'ın esnemesi ile ona baktım. Pencere açık olduğu için evin içerisi soğumuştu. Barış'ın üşümesine dayanamayıp battaniyeye sarılı olan kolumu kaldırıp onu da battaniyenin içine davet ettim. Gülerek battaniyenin altına girdi. Ona verdiğim alanı omuzlarına doladı. Beni üç kere sarıp sarmalayacak olan battaniye Barış'ı anca bir kere sarabilirdi. Bu duruma güldüm. Barış ne olduğunu anlamadığı için bana baktı. Gözlerinin içine bakıp konuştum. "Teşekkür ederim. Sen olmasaydın bu geceyi nasıl geçirirdim bilmiyorum." Barış gülümsedi. "İyi olmana sevindim. Karşılığında burnumu kaybediyordum ama olsun." Omzuna vurdum. "Çok fenasın." "Bu evin manzarası çok güzelmiş. Keşke ben alsaydım." "Artık çok geç. Asla vermem!" dedim battaniye daha çok sokulurken. "Aman, isteyen yok zaten." Esnemeye başladım. Huzursuzluğum geçince uykum gelmişti. Dizlerime kendime çekip başımı dizlerime yasladım. Gözlerimi kapatıp etrafımdaki sesleri dinlemeye başladım. Dışarıdan gelen belli belirsiz dalga sesleri ve Barış'ın nefes alışverişleriyle daha iyi hissettim. Bu gece beni yalnız bırakmadığı için ona minnettardım. "Abla, beni bırakma! Abla lütfen!" Korkuyla gözlerimi araladım. Hızla ayağa kalkıp etrafıma bakındım. Ege'nin sesi kulaklarımda çınlıyordu. Sanki gerçekten yanımdaydı. Saate bakmak için telefonumu aldım. Henüz altıyı çeyrek geçiyordu. Ne zaman uyuyakalmıştım, ne zaman kanepeye taşınmıştım hatırlamıyordum. Barış yanımdaki kanepede oturur pozisyonda uyuyordu. Demek ki beni o taşımıştı. Nasıl fark etmedim, nasıl uyanmadım? Tekrardan kanepeye oturdum. Gözlerimden akan yaşları silip battaniyeye sarındım. O kadar üzülüyordum ki bunlara dayanmakta zorluk çekiyordum. Kâbus olmasına rağmen ailemi görebildiğim için seviniyordum ama kabuslar bana o kadar acı çektiriyordu ki. Her gece, her gece aynı kabuslar tekrarlanıyordu. Kalbim Ege'yi koruyamadığım için duyduğum pişmanlık altında eziliyordu. Nerede olduğunu bilmiyordum, nasıl olduğunu bilmiyordum. Onu kaçırdıktan sonra canını yakmışlar mıydı bilmiyordum. Yaktılarsa onu koruyamamıştım. Yakmadılarsa bile onu koruyamamıştım. Bizim sadece birbirimiz vardı ve ben Ege'ye sahip çıkamamıştım. Başımı ellerimin arasına aldım. Kafamın içindeki düşünceler susmuyordu. Olabilecek her ihtimali düşünüyor ve hepsi için kendimi suçluyordum. Omzumda hissettiğim el ile irkildim. Başımı kaldırınca karşımda uykulu gözlerle Barış'ı gördüm. Uzanıp ona sıkıca sarıldım. O benim üstümdü, yaptığım şey doğru değildi biliyordum. Fakat bir el, bir sıcaklık hissetmek istedim. Yalnız olmadığımı hissetmek istedim.
Barış kollarını sıkıca bedenime doladı. "Geçti, geçti Deniz." Ağlamam şiddetlendi ve hıçkırıklara dönüştü.
"Tamam, ben buradayım. İstediğin kadar ağlayabilirsin." Sarılmayı bırakıp ellerimle yüzümü kapattım. Hıçkırıklarım o kadar şiddetliydi ki sanki içim dışıma çıkıyordu. Fakat Barış'ın güçlü kollarının beni sardığını hissetmek beni rahatlatıyordu.
"Onu koruyamadım Barış, koruyamadım." Hıçkırıklarımın arasında zar zor konuştum. "Daha çok küçüktü, bu kadar şey yaşamak için çok küçüktü." Cümlemi bitirmemle Barış bana sarılmayı bıraktı. Ellerini iki yanıma koyup nazikçe kollarımı tuttu. Böyle yapınca gözlerinin içine bakmak zorunda kaldım.
"Sen de çok küçüktün Deniz. Sadece on sekiz yaşındaydın. Senin yerinde Ege olsaydı o da seni koruyamazdı. Sen de bunları yaşamak için çok küçüksün." Bakışlarımı kucağıma indirdim. Haklıydı.
"Hepsi benim suçum."
"Hayır Deniz. Yaşanan hiçbir şey senin suçun değil." Dudaklarımı birbirine bastırdım.
"Hiçbir şey senin suçun değildi." Barış kollarımı bırakıp tekrar sarıldı. Derin nefesler alıp verdim. Çok yorgun hissediyordum. Bir hafta uyusam anca kendime gelirim gibi hissediyordum. Fakat uyandığımda hiçbir şeyin düzelmeyeceğini biliyordum. Ege'yi sadece benim bulabileceğimi biliyordum.
Ağlamam durunca Barış sarılmayı bıraktı. "Hadi uyu, ben buradayım." Onaylarcasına başımı sallayıp tekrar yattım. Barış koltuğun kenarına yaklaşıp bana uyuyabilmem için alan açtı. Yaşadığım her şeyi tek başıma halledebilecek kadar güçlüyken nasıl bu hale gelmiştim? Hiçbir şey için insanlardan yardım istemezken nasıl yanımda birinin olmasına muhtaç kalmıştım? Belki de duvarlarımın arkasına saklanmaya o kadar alışmıştım ki yıllarca onları ben bile aşamamıştım. Benim kendimi güvende hissettiğim bir alan var mıydı ki? Güvende olup hiçbir şey düşünmek zorunda olmama hissinin ne olduğunu unuttum. Ege'nin kaybından sonra büyükannem Alzheimer olmuştu. Başlarda gayet iyiydi ama sonrasında durumu kötüleşmişti. Beni bile hatırlamıyordu. Okulu bitirene kadar onunla bebeğimmiş gibi ilgilenebilmiştim, zaten bebeğimdi onu çok seviyordum, ancak Ege'yi bulabilmek için çıktığım yolda birinin her zaman büyükannemin yanında olması gerekiyordu. O yüzden onu çok iyi bir bakımevine yerleştirmiştim. Orada mutluydu, arkadaşları ile keyifli vakit geçiriyordu. En önemlisi güvendeydi ve bu beni çok rahatlatıyordu. Elimde olsa onu asla bırakmaz her şeyiyle ilgilenirdim. Fakat şartlar böyle gelişmemişti. Büyükannem benim için çok değerliydi. Anne ve babamızı kaybettikten sonra her şeyimizle o ilgilenmişti. Onların yokluğunu hissettirmemek için çok çabalamıştı. Bizi en iyi okullarda okutmuş hiç yalnız hissettirmemişti. Fakat Ege'nin kaybına o da dayanamadı. Hem çocuklarını hem torununu kaybetmeyi kaldıramadı. O yüzden onun yerine ben sırtlandım, her şeyi ben hallettim. Ona kızmıyordum, aksine yaşadığı şeylere rağmen hala yanımda olduğu için çok mutluydum. Ege'yi bulup yanına götürmek için sabırsızlanıyordum. |
0% |