Yeni Üyelik
6.
Bölüm

Bölüm 5: Köstebek

@milyofay

Erkenden uyanmış ilk antrenmanım için hazırlanmıştım. Üzerime kalın, lacivert bir eşofman takımı geçirdim. Genel olarak üşüyen bir yapım olduğu için soğuğa gelemiyordum. Saçlarımı sıkı bir at kuyruğu yaptım.

Antrenman salonunda Doruk’u, bana eğitim verecek kişiyi, bekliyordum. Doruk aynı zamanda Barış’ın çok yakın arkadaşıydı. Antrenman salonu oldukça geniş bir alandı. Büyük bir binayı bu alan için ayırmışlardı. Binanın içerisinde çok sayıda geniş ve ferah oda bulunuyordu. Yerler kauçuk, duvarlar belli bir hizaya kadar sünger kaplamaydı. Böylece herhangi bir yere çarpınca çok zarar görülmüyordu.

Doruk’u görünce oturduğum yerden kalktım. Üzerinde beyaz bir tişört ve siyah bir eşofman altı vardı. Omuzlarına kadar gelen uzun, açık sarı saçları vardı. Saçlarının bir kısmını toplamıştı. Gökyüzü kadar mavi gözleri, siyah kemik gözlüklerinin arkasına saklanıyordu. Bana yaklaşıp gülümsedi.

“Deniz değil mi?” Olumlu anlamda başımı sallayıp elimi uzattım. Elimi sıkarken konuştu.

“Ben de Doruk, memnun oldum.”

“Ben de.” Dedim gülümseyerek.

“Nasılsın? Umarım tamamen iyileşmişsindir.”

“Evet, sonunda iyileştim.”

“Güzel, bugün önce senden bana ne yapabildiğini göstermeni isteyeceğim. Sonrasında durumunu değerlendirip antrenmanlarını ayarlayacağız.”

Cevap vermek yerine başımı salladım. Doruk ellerini çırpıp kenara çekildi. “Tamam o zaman bana saldır.”

“Ne!” Gizlemediğim bir şaşkınlıkla Doruk’a baktım.

“Doğru duydun, bana saldırmanı istiyorum. Yoksa gücünün ne seviyede olduğunu nereden anlayacağım?”

Tereddüt içinde konuştum. “Sana zarar vermek istemiyorum.”

“Endişelenme, bir şey olmaz.”

“Peki ya salona?” dedim merakla

“Burası büyülü bir salon. Hiçbir şey olmaz.”

“Pekâlâ, o zaman ne yapacağım? Direkt saldırmalı mıyım?” Doruk ellerini iki yana açtı. “Hazır olduğunda saldırabilirsin.”

Doruk’a evet demiştim ama ona saldırma konusunda tereddütlüydüm. Ne yapacaktım ki? Direkt üzerine ateş topu mu fırlatacaktım? Aniden üzerime gelen sarı renkte parıldayan bir yıldırım yumağını fark etmemle kendimi korumak için kalkan oluşturdum. Saldırıyı savuşturduğumda kenarda zafer kazanmışçasına gülümseyen Doruk’u gördüm.

“Ne yaptın sen?” diye sordum ifadesizce.

Kollarını göğsünde kavuşturdu. “Sen saldırmayınca ben saldırmak zorunda kaldım.”

“Ya fark etmeseydim?” Doruk başını salladı. “Öyle bir şey imkânsız.”

 

Yaklaşık bir buçuk saat Doruk ile savaştıktan sonra kauçuk zeminde sırtüstü yatıp Doruk’a bakıyordum. O da biraz uzağımda yerde oturuyordu.

“Uzun zamandır böyle biriyle savaşmamıştım.” Gülümsedim.

“Ben de!”

“Gücünle ilgili söylemek istediğin bir şey var mı?”

Biraz düşündüm, sadece bilmesi gereken şeyleri söyleyecektim. “Gücümü şifaya dönüştürebiliyorum ancak bunu yapmak bir süreliğine güçsüz ve zayıf düşmeme sebep oluyor.”

Doruk başını sallayıp devam etmemi bekledi.

“Bu evrende gücümü bastırabilecek hiçbir güç yok. Kardeşimin gücü hariç.”

“Kardeşinin gücü mü?”

“Evet, Su Ejderhası.” Doruk şaşırmıştı.

“Birbirimizin gücünü bastırabiliyoruz. Onun gücüne dokunursam veya sihrimle karşılık verirsem göğsümde dayanılmaz bir acı hissediyorum. Aynı şekilde o da bu acıyı hissediyor. Çünkü sihirlerimiz birbirine değdiği an birbirlerini yok ediyorlar.”

“Bu inanılmaz.” Gülümseyerek başımı tavana doğru çevirdim. O acıyı ilk hissettiğimde öleceğimi sanmıştım. Fakat zamanla buna alışmıştım. Şimdiyse o acıyı tekrar hissetmek için canımı verirdim.

“Sihir kullanımın ve savaş becerilerin gayet başarılı.” Doruk’un konuşmasıyla bakışlarımı ona çevirdim. “Harika bir iş çıkarmışsın, antrenmanlarımız daha kısa sürecek.”

“Neden silah kullanmıyorsunuz anlamıyorum.”

“İki orduda da silahların mekaniğini bozan cihazlar var. Silahları bu cihazlardan korumak mümkün ancak mekanizmalarını koruyabilmek için kalın bir tabakaya ihtiyacımız var. Bu tabakayı silahlara eklersek silahlar taşınmaz hale gelir.”

“Fakat robotları kullanabiliyorsunuz çünkü onlarda bu tabakanın ağırlığı sorun oluşturmuyor.”

“Aynen öyle.” Anlayışla başımı salladım.

“Çok güçlüsün Deniz, bunu kıymetini bil.” Dudaklarımı birbirine bastırdım. Kardeşimi kaybedeceğimi bilsem yine de bu gücü ister miydim?

Doruk ayaklanıp yanıma yaklaştı. Tutmam için elini uzattı. Elini sıkıca kavrayıp onun desteği ile ayağa kalktım.

“Bugünlük bu kadar yeterli. Buradan Barış’ın yanına gideceğim, onunla konuşmam gerek. Robotlarla çalışma planına göre sana uygun bir antrenman programı oluşturacağız. Kararımızı Barış sana iletir.”

“O zaman sonra görüşürüz?”

“Görüşürüz.” Doruk’un vedasıyla spor salonundan çıktım. Bir an önce evime dönüp duş almak istiyordum. Akşam olduğu için hızlıca duşumu alıp yemeğe gidecektim. O yüzden acele etmem gerekiyordu.

  

Yemek alanına vardığımda Ilgın’ın karşısına, Barış’ın yanına oturdum. Yemeklerimizin servis edilmesiyle ortamda hoş bir sohbet başlamıştı. Sohbeti dinlerken bir yandan yemeğimi yiyordum. Yemeğime odaklanmıştım ama birinin bakışlarını üzerimde hissettim. Başımı kaldırdığımda Ilgın’ın bana baktığını fark ettim. Gözlerimiz buluşunca Ilgın konuştu.

“Daha önce hiç ölüp tekrardan doğdun mu?” Ilgın’ın sorusuyla şaşırdım.

“Hayır, ne alakası var?”

“Anka Ateşine sahip olduğun için merak ettim. Bu güce sahip olanların böyle bir yeteneği olduğunu duydum.” Ilgın’ın cümlesi ile masada bir süreliğine sessizlik oldu. Mecazi olarak birçok kez ölüp küllerimden doğmak zorunda kalmıştım ama gerçek hayatta başıma gelmemişti.

“Hayır, daha önce hiç ölmedim.” Ilgın elindeki çatalla beni işaret ederek devam etti. “Yani ölümsüz değilsin?” Sesinde bir alay vardı. Bu durum beni rahatsız etmişti.

“Ölümsüz değilim ama öldürebilirim.” Ilgın’ın alayla gülümsedi. “Beni öldüremezsin.” Elimdeki kaşığı tabağın kenarına bırakıp tamamen Ilgın’a odaklandım.

“Seni öldürmek istediğimi kim söyledi?”

Ilgın hareketlerimi taklit edip konuştu. “İstesen de yapamazsın.”

“Neden sen ölümsüz müsün?” Gerçekten de orduda Keşif Ekibi olarak adlandırılan ölümsüzlerin görev aldığı bir ekip vardı. Tehlikeli alanları keşfetmekle görevliydiler. Ölümsüzdüler ve kendilerini iyileştirme gücüne sahiptiler.

Ilgın’ın bir anlığına bozulan yüzü ile onun ölümsüz olduğunu anladım.

“Sen gerçekten ölümsüzsün!” dedim imalı bir şekilde. “Keşif ekibinde misin?” Soruma Ilgın yerine Barış cevap verdi.

“Hayır, uzun zamandır değil.” Ilgın bir anlığına yalvaran gözlerle Barış’a baktı. Sanki cümlenin devamını getirmesini istemiyor gibiydi. Ilgın’ın bu hareketi ile ne yaşandığını daha çok merak etmiştim. Masadakilerin yüzlerini inceleyince onların da bu olayı bildiğini anladım. Konuyu devam ettirmemek için bir şey sormadım.

Bir süre devam eden sessizlik Oğuz’un bugün tanık olduğu vakaları anlatması ile son buldu. Herkes rutin sohbetine dönerken Ilgın sessizce yemeğini yiyordu. Bana karşı açtığı savaşta yenilmişti. Ilgın böyle biriydi, kendi içinde o kadar çatışma içindeydi ki bunu etrafındaki insanlara saldırarak bastırırdı.

Ilgın yemeğini bitirir bitirmez kalkıp odasına çekildi. Biz ise oturup sohbet etmeye devam ettik. Saçma sapan küçüklük anılarımızdan bahsederken saatin bu kadar geç olduğunu anlayamamıştım, ta ki uyku bastırıp esnemeye başlayana kadar. Masadan destek alarak yavaşça kalktım.

“Benim uyku perilerim geldi, iyi geceler!” Ani kalkışım ile Oğuz konuştu.

“Bu kadar erken mi?” Telefonumu sallayarak konuştum.

“Saatin kaç olduğunun farkında mısın?” Oğuz saate bakıp şokla yerinden kalktı. “Benim de kalkmam lazım, uyumadan önce bakmam gereken hastalar var.” Cemre gülerek Oğuz’a eşlik etti. Masadaki herkese iyi geceler dileyip gitmek üzereydim ki bileğimde Barış’ın elini hissettim.

“Seninle konuşmam gereken bir şey var, beni bekler misin?”

“Tabii.” Herkese tekrardan iyi geceler deyip evimin önüne geldim. Kapıda Barış’ı beklemeye başladım. Birkaç dakika geçmeden yanıma geldi.

“Yarın erkenden odama gelmeni istiyorum. Bir görevimiz var.” Merakla başımı yana doğru eğdim.

“Bir sorun yok değil mi?”

“Sorun her zaman var ama önemi yok. Yarın detaylıca konuşuruz. Bu senin ilk görevin olacak, o yüzden ilk seninle konuşmak istiyorum.” Anlayışla başımı salladım. “Şimdi gitmem gerek, iyi geceler.”

“İyi geceler.” Yanımdan uzaklaşan Barış’ı izledim. Yarın ne olacağını merak ediyordum. Kapıyı açıp yavaşça evime girdim. Kapımı kapatıp sırtımı kapıya yasladım. Derin nefesler alıp verdim. Bugün Doruk beni çok yormuştu. Uyuşuk adımlarla odama geçip pijamalarımı giydim. Hala bir alışveriş yapmamıştım ve en kısa zamanda yapmalıydım. Bunu aklımın köşesine not ederek yatağıma girdim. Normalde uyumak için yarım saat harcardım ama günün yorgunluğu ile anında uykuya daldım.

 

Erkenden kalkıp kahvaltımı yapıp odama dönmüştüm. Hızlıca üzerime formamı geçirip saçlarımı özenle taradım. Birkaç forma seçeneğimiz vardı, bunları sadece kurumun içerisindeyken giyebiliyorduk. Savaşta giydiğimiz kıyafetler farklıydı. Kadınlar için etekli takım, elbise ve pantolonlu takım seçenekleri vardı. Ben etek giymekten hoşlandığım için etekli olanı seçmiştim.

Üstümde uzun kollu, yumuşak bir kumaşa sahip beyaz bir gömlek vardı. Altımda ise dizlerimin birkaç parmak üzerinde biten beyaz detaylı koyu mavi bir etek vardı. Etekle aynı renk, göğsünde beyaz detayları olan kısa bir ceket vardı. Üşümemek için uzun siyah çoraplar giymiştim. Altıma siyah botlarımı geçirince hazırdım. Forma çok hoşuma gitmişti ve üzerimde güzel görünüyordu. Vücuduma tam oturuyordu. Zaten her zaman beğendiğim bir fiziğim olmuştu.

Saçlarımı yukarıdan sıkı bir at kuyruğu yapıp hafif bir makyaj yaptım. Hazır olunca yanıma almam gerekenleri alıp evden çıktım.

Barış’ın odasının önüne geldiğimde biri ile konuşuyordu. Kapı dinlemek gibi bir huyum yoktu ama konuştukları konu çok hararetliydi. Bekliyormuş gibi yapıp kapıya yaklaştım.

“Ona şu an söyleyemem, hiçbir şeyden emin değiliz.” Barış’ın sesi endişeli geliyordu.

“Ne zamana kadar saklayacaksın? Bu bilgi ona iyi gelecek.” Sesinden anladığım kadarıyla odadaki diğer kişi Okyanus’tu.

“Ya çıkmazsa? O zaman ne diyeceğim? Ona böyle bir umut verdikten sonra ne diyebilirim?” Bir süre sessizlik oldu. Sessizliği Okyanus bozdu.

“Haklısın.” Birkaç adım sesi duyunca yeni gelmiş gibi yapıp kapıdan uzaklaştım. Kapı yavaşça açıldı ve arkasından Okyanus çıktı. Beni görünce durakladı.

“Vay! Forma çok yakışmış.”

“Teşekkür ederim, artık benim de giymem gerekiyor diye düşündüm.”

“Sana hasta izni vardı.” Güldüm. Haklıydı, buraya geldiğimden beri hep hastaydım.

“Barış içeride, seni bekliyor. Benim gitmem gerek, sonra görüşürüz!”

“Görüşürüz!” Okyanus’un çekilmesi ile içeriye girdim. Kapı arkamdan kapandı. Barış’ın endişeli hali gitmiş ciddi hali geri gelmişti.

Parmaklarımı köprücük kemiğime koyup selam verdim. Bunu gören Barış gülümsedi.

“Öğreniyorsun.”

Ellerimi iki yana açtım. “Çabuk öğrenirim.” Barış eliyle masasının önündeki koltuğu işaret etti. Koltuğa oturup konuştum.

“Nasılsın?” Barış, sandalyesine oturup cevap verdi.

“Düşünceliyim, görevi düşünüyorum.” Beni dikkatlice inceledi.

“Forman çok hoş durmuş.”

“Teşekkür ederim, herkes gibi forma giyme vaktim gelmişti.”

“İnan bana herkeste bu kadar güzel durmuyor.” Aldığım iltifat karşısında şaşırdım, beklemiyordum. Fakat aynı zamanda gülümsedim.

“Ne konuşmak istemiştin?” dedim merakla.

Barış ellerini çenesinin altında birleştirdi. Elleri bir savaşçıya göre çok zarifti. Fakat bu zarif ellerde kim bilir ne kadar kan vardı?

“Yakın zamanda devletin düzenlediği bir etkinlik var. Devlet büyüklerinin katılacağı bir etkinlik. Fakat Avronez’in suikast düzenleyebileceğinden şüpheleniyoruz. O yüzden biz de orada olacağız.” Başımı sallayıp devam etmesini bekledim.

“Sen, ben, Batu ve Ilgın gideceğiz. Dışarıda giriş-çıkışları izleyen ve içeride dağınık halde bulunan askerlerimiz olacak. Bu senin ilk görevin olacağı için seninle özel olarak konuşmak istedim.” Anlayışla başımı salladım.

“Operasyon günü yaklaşınca daha ayrıntılı konuşacağız.”

“Neden beni çağırıyorsun? Görev konusunda daha yetenekli askerler olduğunu biliyorum.” Barış duraksadı.

“Çünkü orada sana ihtiyacım var.”

“Neden?”

“Zamanı gelince söyleyeceğim.” Gözlerimi devirdim. Üstüm olarak ona karşı böyle hareketler yapmamam gerektiğini biliyordum ama Barış’ı sadece üstüm olarak görmüyordum.

Barış’ın cevap vermeyeceğini anlayınca odadan çıkmak için ayaklandım.

“Bu kadarsa gitmem gerekiyor, işlerim var.”

“Evet, detayları daha sonra konuşacağız.” Selam verip hızlıca odadan çıktım. Cevap vermemesine kızmıştım ama üstüm olduğu için sesimi çıkaramıyordum. Yönetim binasından çıkıp atölyeye yürümeye başladım. Yüzüme vuran soğuk yüzünden öfkem azalmıştı. Adımlarımı yavaşlatıp etraftaki sesleri dinledim. Acelem yoktu, işim de yoktu.

 

Atölyeye gelmiş yazılım odasına girmek üzereydim. Kartımla kapıyı açtım, gördüğüm manzara karşısında kendimi tutamadım ve gülmeye başladım.

“Allah’ım nasıl yapacağız? Yardım et! Bu kodları nasıl tamamlayacağız?” Emre başını ellerinin arasına almış kendi kendine sayıklıyordu. Batu karşısındaki sandalyeye oturmuş uyukluyordu. Emre’ye yaklaşıp omzuna dokundum. Dokunuşumla irkilip başını kaldırdı. Ben olduğumu fark edince yüz hatları yumuşadı. Ayağa kalkıp kollarımdan beni tuttu.

“Deniz, kodları neden kaydetmedin?” Gülmeyi bırakıp ciddileştim.

“Nasıl kaydetmedim?” Emre beni en yakındaki bilgisayara doğru çekti. Gösterdiği yere bakınca yazdığımız kodların yarısından fazlasının olması gereken yerde olmadığını gördüm. Şokla Emre’ye döndüm.

“Ben kodları kaydettiğime adım gibi eminim! Bu imkânsız!” Emre masaya yaslanıp elleriyle yüzünü ovuşturdu. Emre’nin çekilmesi ile sandalyeye oturup bilgisayara yaklaştım. Dikkatlice kodları okumaya başladım. Bu programı tamamladığıma ve kaydettiğime emindim, böyle bir şey olması imkansızdı!

 

Omzumda hissettiğim el ile hızlıca arkamı döndüm. Batu endişeyle bana bakıyordu.

“Saatlerdir burada, bu sandalyede, sadece ekrana bakıyorsun.”

“Batu bu imkânsız! Ben programı tamamladım ve çalıştırdım.” O an aklıma gelen şey ile hızlıca yerimden kalkıp çantamı aldım. Dizüstü bilgisayarımı çıkarıp masaya koydum. Kodların elimin altında bulunması için her şeyi kendi bilgisayarıma aktarmıştım. Hızlıca programın kodlarını açıp Batu ve Ege’ye gösterdim.

“Bakın! Burada tam!” İkisi de bilgisayara yaklaşıp dikkatlice kodları incelediler.

Batu doğrulup ciddiyetle konuştu. “Bu şekilde kendi bilgisayarına aktarabildiysen birisi bilinçli olarak buradaki kodları silmiş.” Emre, Batu’nun cümlesini devam ettirdi. “Birisi programı yapmamıza engel olmak istiyor.”

İçimden kodların silinmesinin bir hata olmasını diliyordum ama bunun imkânsız olduğunu biliyordum.

“Bunu Barış’a söylemeliyiz.” Emre ve Batu da beni onayladı.

“Kim yapmış olabilir böyle bir şeyi? Bizim dışımızda kimse bu odaya giremiyor bile!” Emre başını iki yana salladı. “Hiçbir fikrim yok.”

Batu araya girdi. “Barış’a söylemeliyiz ve kamera kayıtlarını incelemeliler. Bu çok ciddi bir durum.”

En yakınımdaki sandalyeye çöküp arkama yaslandım. Gözlüklerimi başımın üstüne yerleştirip yavaşça gözlerimi ovuşturdum.

Batu ellerini çırpıp konuştu. “Bugün için bir işimiz kalmadı. Deniz’deki kodları alıp buraya aktarmayacağız. Bunu yapan kimse bu sorunu çözdüğümüzü bilmeyecek. Yoksa durum bireysel saldırılara dönüşebilir.” İçimden bir ürperti geçti, tüm hücrelerimde hissettiğim bir ürperti. Kendimi güvende hissettiğim bir yer bulmuştum ama onu da elimden alacaklardı.

“Bunu Barış ile ben konuşurum, gidip biraz uyuyun gözleriniz yuvalarından akacak.” Emre’nin tepkisi ile belli belirsiz gülümsedim. Telefonumu alıp saati kontrol ettim. Yaklaşık dört saattir kodları inceliyordum ancak saat sadece on iki olmuştu. Odama gidip biraz dinlenmekten zarar gelmezdi. Batu ve Emre ile vedalaşıp odama gitmek için ayaklandım.

Loading...
0%