Yeni Üyelik
8.
Bölüm

Bölüm 7: Davet

@milyofay

Evdeki heyecanlı bekleyişlerim göğsümdeki ağrının artmasına sebep oluyordu. Akşam davet vardı ve yaşanacak şeylerin belirsizliği beni huzursuz ediyordu. Yalnız olmayacağımı biliyordum ancak bu içimdeki kaygının azalmasını sağlamıyordu. İlaçlarımın tekrardan düzenlenmesi gerekiyordu ancak benim doktora gidecek bir vaktim yoktu.

Kapımın çalınması ile irkilerek yerimden sıçradım. Hızlıca kendimi toparlayıp kapıyı açtım. Karşımda elinde kocaman bir kutu tutan Barış’ı ve arkasında ellerinde çantalarla bekleyen birkaç kadın gördüm.

“Merhaba, girebilir miyiz?”

“Elbette.” Kenara çekilerek geçmelerine izin verdim. Herkes içeri girince, Barış ile birlikte dört kişiydiler. Barış elindeki kutuyu dikkatlice sehpaya bırakıp arkasındaki genç kadınlara da aynısını yapmalarını söyledi. Onlar kendi hallerinde bir şeyler yaparken ben merakla onları izliyordum.

“Elbiseni getirdim. Hanımefendiler seni akşama hazırlayacak.” Kocaman bir kahkaha attım. Şu anki durum çok tatlı ve komikti.

“Hanımefendilerin isimleri sırasıyla Ceren, Duygu ve Melis. Bu akşam için yardımcıların onlar. İhtiyacın olan her şeyle onlar ilgilenecekler, o yüzden çekinme. Benim gitmem gerek. Erkek olabilirim ama benim de hazırlanmak için zamana ihtiyacım var. Görüşürüz!” Barış o kadar hızlı konuşup evden çıkmıştı arkasından bir şey diyemedim. Sadece gülebildim. Elbisemi kendi elleriyle getirmişti. Kimseden çekinmiyordu ve insanlar ne der diye düşünmüyordu. İsmini Duygu olarak hatırladığım kadının sesi ile dikkatimi tekrar kızlara çevirdim.

“Hızlı bir duş ile rahatlamanızı ve öyle hazırlanmanızı öneriyorum.”

“Pekâlâ, tamamen sizin elinizdeyim.” Onları içeride bırakıp banyoya girdim. Aynadaki yansımamı görünce farkında olmadığım gülümsemem büyüdü. Barış beni hep güldürüyordu ve destekliyordu. Elbisemi kendi getirmesi belki basit bir jestti ama içten içe bunu benim için yaptığını düşünmek istiyordum.

Hızlı bir duşun ardından kızlar saçımla ve makyajımla ilgilenmeye başladı. Henüz elbiseyi görememiştim ve çok merak ediyordum. Fakat kızlar bakmama izin vermiyordu. Barış’ın isteği üzerine!

Saçlarımı enseme yakın bir yerde zarif bir topuz yaptılar. Önlerimdeki birkaç tutama hafif bir dalga verip yüzüme düşmelerine izin verdiler. Gözlerimi öne çıkaracak sade bir göz makyajını koyu renk bir ruj ile tamamladılar. İncilerden oluşan, altın rengi detaylı, uzun zarif küpeler taktım. Zarif ve ince bir su yolu bileklik taktım. Hazır olduğumda kızlar elbiseyi getirdi. Dikkatlice kutudan çıkarırlarken gözlerimi elbiseden alamadım. Koyu lacivert, üzerinde altın detayları olan bir elbiseydi. Elbiseye olan şaşkın bakışlarımı gören kızlar güldü.

“İlk gördüğümüzde biz de böyleydik. Şimdi size giydirelim.”

Odama geçip elbiseye uygun çamaşırlar giydikten sonra kızların yanına döndüm. Onların elbiseyi giydirmelerine izin verdim. Elbiseyi giyince kendimi aynada görebilmek için tekrar odamdaki boy aynasına ilerledim. Kızlar da benimle geldi ancak odama girmedi. Aynanın karşısına geçince kalbim duracak gibi oldu. Elbise her detayı ile büyüleyiciydi. Üst kısmı straplezdi. Derin olmayan bir göğüs dekoltesi vardı. Elbisenin etek kısmı uzun, birkaç kattan oluşuyordu. Katların çoğu kısmı koyu bir lacivert rengindeydi. Üzerlerindeki altın detaylar etek kısmını muhteşem bir şekilde tamamlıyordu. Etek uzundu ve arkamda kısa bir kuyruk bırakıyordu.

Elbisenin aynı zamanda çapraz gelen bir sırt dekoltesi vardı. Elbise vücudumu sararak hatlarımı belli ediyordu. Güzel fiziğim bu göz alıcı elbise ile birleşince büyüleyici bir görüntü ortaya çıkmıştı.

Parmaklarımı göğsümün üzerinde gezdirdim. Birkaç ay önce orada geniş bir yara izi bulunuyordu. Fakat şu an yara izinden hiçbir iz kalmamıştı. Ruhumda bıraktığı derin izler dışında.

“Son birkaç dokunuş yapmamız gerek. Buraya gelebilir misiniz?” Gülümseyerek bakışlarımı onlara çevirdim. Dikkatli adımlarla odadan çıkıp az önce oturduğum sandalyeye yerleştim.

Elbise straplez olduğu için köprücük kemiklerim ortaya çıkmıştı. Bu görüntü her zaman sevdiğim bir görüntüydü. Kızların üzerime parıltı serpiştirmesini sabırla bekledim.

“Bitti, davete hazırsınız!” Melis’in heyecanlı sesi ile gülümsedim. Aynanın karşısında gördüğüm görüntüden memnun bir şekilde üçüne de içten teşekkürlerimi ilettim. Uzun zamandır bu kadar gösterişli giyinmemiştim. Hayatın akışına o kadar kapılmıştım ki bu tarz şeylere ayıracak vaktim olmadığını düşünüyordum. Fakat kızların bu çabası beni tekrar bulutların arkasındaki güneşi görebileceğime inandırmıştı. Kapının çalması ile hepimiz kapıya döndük. Ceren hızlı adımlarla kapıya ilerleyip kapıyı açtı. Kapıyı açması ile geri dönmesi bir oldu. Elinde elbisenin kutusundan daha küçük bir kutu duruyordu. Kutuyu dikkatlice koltuğa bırakıp bana seslendi.

“Barış Bey geldi. Gitme vaktiniz gelmiş.” Başımı sallayıp kızın yanına gittim. Bıraktığı kutuyu açıp içindekini dikkatlice çıkardım. Beyaz, gerçeğini aratmayacak yumuşaklıkta kalın bir kürk ceket tutuyordum.

“Barış Bey havanın soğuk olabileceğini ve dikkatli olmanız gerektiğini söyledi.” Kürkü bir kenara bırakırken kutunun içinde küçük bir kutu daha olduğunu fark ettim. Kutuyu çıkartıp açtığımda güzelce kağıtlara sarılmış clutch model bir çanta gördüm. Elbisemden birkaç ton açık renkte, üzerinde altın renkli, takımyıldızları şeklinde işlemeleri olan dikdörtgen bir çantaydı. Anladığım kadarıyla Barış bugün beni ay perisi olarak hazırlamaya çalışıyordu. Çantayı açıp orada ihtiyacım olacak şeyleri içine koyduktan sonra kapattım.

“Barış Bey sizi kapıda bekliyor.” Ceren’in cümlesi ile gülümsedim. “Hepinize tekrardan teşekkür ederim.” Kürkü ve çantayı elime alıp dikkatlice ayakkabılarımı giydim.

“Geceniz, en az sizin kadar güzel geçsin.” Kızların iyi dilekleri ile evden çıktım. Barış’ı kapımın hemen yanındaki duvara yaslanmış bir şekilde buldum. Beni fark edince başını kaldırıp bana baktı. Yüzünde şaşkınlık ve geniş bir gülümseme belirdi. Bakışları üzerimdeki her detayda gezinirken bakışlarımı kaçırmak istedim. Fakat Barış da en az benim kadar büyüleyici duruyordu. Üzerinde elbisem ile aynı renkte bir takım elbise vardı. Elinde takım ile aynı renk uzun bir kaban tutuyordu. Saçlarını özenle şekillendirmişlerdi. Çoğu zaman sakal bırakmazdı ancak şu an belli belirsiz sakalları olduğunu söyleyebilirdim. Lacivert, kemik gözlüğünü takmıştı.

Normal şartlarda beni kendisi ile aynı renklerde giydirmesine sinir olabilirdim ancak Barış’a karşı olan hislerim buna sinir olmuyor, aksine hoşlanıyordu.

“Hayallerim bile bu kadar güzel olacağını tahmin edememişti.” Şaşkınlıkla gülümsedim.

“Hayallerin mi?”

Barış toparlanıp konuşmaya başladı. “Elbise benim isteğim üzerine çizildiği için içinde sen varken nasıl olacağını birçok kez düşündüm.”

“Sen de çok hoş olmuşsun.”

“Güzelliğin beni gölgede bırakacak. Önemi yok, benim amacım da buydu.” Barış’ın iltifatı ile gülümsedim. Barış garip bir kişiliğe sahipti. Çoğu zaman net ve ne istediğini bilen bir insanken bazen belirsizlikler içinde kayboluyordu. Fakat ben onu tanımaya başlamıştım.

Barış’ın uzattığı koluna girip onunla yürümeye başladım. “Batu, Ilgın ve diğerleri neredeyse hazır. Herkes hazır olunca yola çıkacağız. Seni yolda ne yapman gerektiği hakkında bilgilendireceğim.” Onu tanıdığımı düşünürken aramıza koyduğu alt-üst sınırı beni üzmüştü. Arkadaş olsak dahi sonunda ben asker, o benim komutanımdı.

Olumlu anlamda başımı salladım. Birlikte asansörlere ilerledik.

 

Görkemli davet salonun geldiğimizde çok gergindim. Ne kadar Barış içeri girmeden etrafa konuşlanan askerlerimizi gösterse de başımıza bir şey geleceği düşüncesi aklımdan çıkmıyordu. Batu ve Barış deneyimli askerlerdi. Olası bir durumda ortamı kolayca kontrol altına alabilirlerdi. Salonun kapısında dururken bu görkemli kapının arkasında ne gibi çirkinlikler dönüğünü düşündüm. Bu kapının arkasındaki birçok insanın elinde masum insanların kanı vardı. Onlar bu canları hedefleri için bir adım olarak görüyordu. Fakat öldürdükleri insanların bazısı anneydi, bazısı babaydı. Bazıları küçücük çocuktu. Onlar için basit bir adım olan insanlar başkalarının sahip olduğu tek şeydi. Bu düşünce içimdeki öfkenin alevlenmesine sebep oldu. Bu masum insanların intikamını alabilmek için elimden geleni yapacaktım. Barış ve Batu kadar deneyimli değildim ancak güçlüydüm, birçok kişiden belki herkesten.

Barış’ın girmem için kolunu uzatması ile dikkatim ona döndü. Yüzünde sıcak bir gülümseme vardı. Arkamı dönüp Ilgın ve Batu’ya baktım. Onlar da bizim gibi kol kola girmişlerdi. Ilgın’ın üzerinde bordo, kırmızı, uzun bir elbise vardı. Sarı saçlarını arkaya doğru sabitlemişlerdi. Sade bir makyaj ile duru güzelliğini ortaya çıkarmışlardı. Batu ise siyah bir takım elbise giyiyordu. Saçlarını özenle şekillendirmişlerdi. Onların da hazır olduğunu görünce önüme döndüm. Zamanı gelmişti.

Görkemli kapının arkasında en az kapı kadar ihtişamlı bir salona girmiştik. İçerisi kırmızı ve altın rengi ağırlıklı döşenmişti. Etrafta birçok insan grubu vardı. Bazıları kendi halinde sohbet ediyor, bazıları atıştırmalıkların yanında bir şeyler atıştırıyor bazıları ise hararetli bir şekilde grubuyla tartışıyordu. Çok fazla kişi katılmıştı ve bu olası bir tehlike için şahane bir ortam yaratıyordu. Ortamın beni ürkütmesine rağmen dik duruşumu bozmadım. En son isteyeceğim şey beni zayıf bir düşman olarak görmeleri olurdu.

Göz göze geldiğim herkese hafif bir baş sallaması ile karşılık verdim. Kimse ile gereksiz samimiyet kurmak istemiyordum. Barış gerekli kişilerle konuşuyordu zaten. Yüksek bir masaya geçip etrafı gözlemleye başladık. Herkes kendi halinde gibi görünüyordu. Ancak görünüyordu.

“Herkes normal görünüyor.” Ilgın’ın bıkkın cümlesi ile ona döndüm. Alınan canları pek umursamıyor gibiydi. Batu gözlerini insanlardan ayırmadan konuştu.

“Dikkatli bakmıyorsun. İlk bakışta kimsenin niyetini anlayamazsın.”

Ilgın gözlerini devirerek Batu’ya cevap verdi. “Nasıl gözlem yapacağımı senden öğrenecek değilim.” Batu bir anlığın bakışlarını Ilgın’a çevirip konuştu. “Tersliğin sırası değil. Buraya görev üzerine geldik.” Ilgın cevap verecekti ki Batu önüne dönerek konuşmayı sonlandırdı. Ilgın’ın sinirle sırtını Batu’ya döndü. Öfkesi görmezden gelindiği içindi. Sürekli göz önünde bulunmak isteyen bir karakteri vardı. Güzelliği sayesinde çoğu zaman bunu başarıyordu ancak Batu böyle şeylerle ilgilenmediği için bu durumu umursamıyordu.

Batu baktığı kişilerin atıştırmalıklara doğru ilerlediğini görünce Ilgın’ın omzuna dokunup ona dönmesini sağladı. “Biraz atıştırmalık alacağım, eşlik eder misin?” Ilgın masa ve Batu arasında gözlerini gezdirip durumu anladı. Kol kola girip yanımızdan uzaklaştılar. Sessizliği bozmak için Barış’a döndüm. Ancak bir yeri dikkatlice izlediğini fark edince bakışlarını takip ettim. Salonun arkasında kalan uzun bir koridoru izliyordu. Elimi yavaşça koluna koydum. Gülümseyerek bana döndü. Bu gülümseme nezaket gülümsemesi miydi yoksa benim için miydi anlayamadım. Ancak bunun sırası değildi.

“Ne oldu?” dedim merakla. Barış bakışlarını tekrar koridora çevirdi.

“Koridorun sonunda ne var sence?”

Dudaklarımı büzerek cevap verdim. “Mutfak, belki.” Barış başını iki yana salladı. “Neredeyse bir saattir buradayız ve oraya giden kimse geri dönmüyor.” Dikkatlice koridora baktım ama kimseyi göremedim.

“Böyle bir davet devlet işlerini konuşmak için en iyi yer değil.”

“Bakmak ister misin? Olmazsa tuvalet arıyorduk deriz.” Barış küçük bir kahkaha attı.

“Kurnaz bir kız olduğunu bilmiyordum.” Gözlerimi devirip gülüyormuş gibi yaptım. “Gel bakalım.” Barış masada uzaklaşıp kolunu uzattı. Çantamı elime alıp koluna girdim.

Koridorda ilerledikçe sadece mutfağın giriş kapısını görebildik. Koridorun sonunda geldiğimizde Barış homurdandı. “Bir şeyler ters.” Dedi fısıldayarak. “Gitmeliyiz, dikkat çekiyoruz.”

“Haklısın. Belki de ben detaylı düşünüyorum.” Barış’ın koluna dokunup kolunu sıvazladım. “Sen bir şey diyorsan o doğrudur eminim.” Barış gülümseyerek bana baktı.

Arkamızda duyduğumuz genç bir adamın sesi ile ikimiz de ona döndük. “Yardımcı olabilir miyim?” Gülümseyerek cevap verdim. “Tuvaleti arıyorduk ancak bulamadık. Nerede olduğunu söyleyebilir misiniz?” Adam kibar bir gülümseme ile önümüze geçti. “Size eşlik edeyim.”

“Teşekkürler.” Barış’ın ciddiyeti ile huzursuz olup koluna daha sıkı sarıldım. Adam bizi geldiğimiz yere götürüp daha önce ikimizin de dikkatini çekmeyen dar bir koridora ilerledi. Bunun bir tuzak olabileceği endişesi eli elimi yavaşça kaldırıp ateş topu oluşturmaya hazır bir şekilde devam ettim. Adam biraz daha ilerleyip bir kapının önünde durdu. Kapıyı yavaşça açıp içeri geçmemizi bekledi. İçerideki aydınlık ışık gözümü alırken sırtımda ağır bir darbe hissettim. Ne olduğunu anlamak için arkama dönmeye çalışırken Barış’ın ağırlığını üzerimde hissettim. Bunun bir tuzak olduğunu anlayarak oluşturduğum ateş topunu adama doğru fırlattım. Adam acı içinde tıslayarak yüzünü tuttu. Arkasından uzun bir kılıç çıkartıp bize doğru uzatırken kalkan oluşturup Barış ile kendimi korudum. Adam bunu fırsat bilerek kapıyı sertçe çekti.

Ne olduğunu anlamak için etrafa hızlıca göz attım. Bir yandan sıkıca tuttuğum Barış’ uyandırmaya çalışıyordum. Bayılmıştı ve ona bir şey olacağı düşüncesi beni korkutuyordu. Kapıya sertçe vurup bağırıyordum. Sesimi Batu’ya veya Ilgın’a duyurmaya çalışıyordum. Vazgeçip odayı incelemeye başladım.

Etraf bembeyaz döşenmişti ve içerisi çok soğuktu. Bazı raflardan buz sarkıtları sarkıyordu. O an bir soğuk odada olduğumuzu anladım.

Barış’ı dikkatlice sarstım ancak kendine gelmiyordu. Bir kolumla onu sıkıca tutarken diğer elimi başının arkasında gezdirdim. Ensesine doğru kayarken elimde hissettiğim ıslaklık ile ağzımdan korku dolu bir inilti çıktı. Etrafıma bakıp oturabileceğimiz en rahat yere karar verdim. Yavaşça ilerleyip Barış’ın sırtı göğsüme gelecek şekilde oturdum. Barış’ın ağır vücudu ile bunu yapmak çok zordu ancak ona zarar gelmemesi için bunu yapmam gerekiyordu. Sonra onu dikkatlice kucağıma yatırdım. Hızlıca durumunu değerlendirdim. Hala yaşıyordu ancak yarası kanamaya devam ediyordu. Şifa sihrimi kullanabilirdim ama ileride başımıza ne geleceğini bilmiyordum. Bu yüzden kendimi savunmasız bırakamazdım. Yine de kanamayı durdurabilecek bir sihir yapabilirdim.

Elimi dikkatlice yaranın üzerine koyup içimden şifa sihrini tekrar ettim. Sihri tamamlamam ile göğsümde ani bir sızı hissettim. Birkaç kez şiddetli bir şekilde öksürdüm. Gözümden yaşlar süzülmeye başladı. Öksürüklerimin arasında göğsümün ağrısı dinince derin nefesler alıp verdim. Bir başkasına can vermenin bedeli benim canımdan gitmesiydi. Fakat Barış’ın iyi olması için ne gerekiyorsa yapacaktım.

Barış’ın kanaması durunca başımı duvara yasladım. İyi olacaktı.

Sakinleşip kendimi kontrol altına alınca odanın ne kadar soğuk olduğunu fark ettim. Bizi burada donarak ölüme terk etmişlerdi. Fakat neden? Bizim olduğumuzu nasıl anlamışlardı?

Kafamda birçok soru vardı ama önceliğim Barış’ın sağlığıydı. Elimi göğsüne koyup sihrim ile onu ısıtmaya başladım. Başındaki yara yüzünden ölmese de hipotermi geçirip ölebilirdi. Neyseki gücüm sayesinde düşük sıcaklıklarda kendimi ve etrafımı ısıtabiliyordum. Fakat bunu yaparken gücümü etrafa dağıttığım için zamanla gücüm azalıyor ve güçsüz düşüyordum. Bu olana kadar birilerinin bizi bulacağını ummaktan başka çarem yoktu.

O an aklıma gelen çantam ile etrafı inceledim. Bu odaya kapatılana kadar çantamın yanımda olduğundan emindim. Biraz aramanın ardından çantamın bir dolabın altında olduğunu fark ettim. Ateşten bir ip oluşturup çantamı tuttum ve kendime çektim. İçinden telefonu çıkardım. Güç tuşuna tıkladım ancak telefonu açamadım. Birkaç kez denemenin ardından telefonumu çantaya koydum. Şarjı olduğuna emindim. Bu yüzden açılmaması garipti. Barış’ın ceketini yoklayıp onun telefonu aradım. Cebinden dikkatlice çıkarınca onun da açılmadığını fark ettim. Benimki düştüğü için bozulmuş olabilirdi ancak Barış’ın telefonuna hasar gelebilecek bir durum yaşanmamıştı. Başımı duvara yasladım. Bu oda yüzünden telefonlarımızı kullanamıyorduk.

Çığlık atıp birilerini çağırmaktan sesim kılmıştı. Ne zamandır burada olduğumuzu bilmiyordum. Ne kadar süre geçtiğini idrak edemiyordum. Kimse bize bakmıyordu. Belki de öldüğümüzden emin olmak istiyorlardı.

Barış hala uyanmamıştı ve endişelerim çoğalıyordu. Nasıl bu kadar aptalca bir hareket yapmıştım? Bu tuzağa nasıl düşmüştük? Başım çok ağrıyor. Gözlerimi kapatıp dinlenmek istiyorum ama Barış’ı savunmasız bırakmak istemiyorum. Bir kez daha birini kaybetmek istemiyorum. Bir kez daha birinin ellerimden kayıp gitmesine izin veremem. Bir kez daha olmaz.

Yanağımdan akan yaşı elimin tersiyle sildim. Zaman kavramını gittikçe kaybediyordum.

Elimi Barış’ın yanağına koyup fısıldadım. “Lütfen uyan, sana ihtiyacım var Barış. Lütfen!” Cılız sesim bir yalvarışa dönüştü. Önüne düşen saçları geriye atıp güzel yüzüne baktım. Gece kadar derin, ormanlar kadar sonsuz gözlerini tekrar göremeyeceğim korkusu kapladı içimi. Güven verici bakışlarına ihtiyacım vardı.

“Lütfen, lütfen aç gözlerini!” Elimi yavaşça göğsüne koyup başımı duvara yasladım. Gözlerimden süzülen yaşlar eşliğinde Barış’ın adını sayıkladım.

Elimde hissettiğim sıcaklık ile hızlıca bakışlarımı Barış’a çevirdim. Uyanmıştı! Gözlerini kırpıştırarak ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Elimi tekrar yanağına koydum. “Gözlerini açtın, sonunda!” Barış bir süre gözlerini etrafta gezdirdikten sonra aniden doğruldu. Yaptığı ani hareket yüzünden canı yanmıştı ve refleks olarak elini yarasının üstüne koydu. İleriye atılıp onu tutmaya çalıştım ama tutmama gerek kalmadan Barış kendini toparladı. Bana yaklaşıp omuzlarımdan tuttu. Beni dikkatlice inceledikten sonra tutuşunu gevşetti.

“Deniz, iyi misin?” Sesi cılızdı ancak sesindeki endişe her şekilde belli oluyordu.

“Bana bir şey yapmadılar. Asıl sen iyi misin?” Barış yanıma iyice yaklaşıp oturdu. “Ben iyiyim, sanırım. Acı hissetmiyorum.”

“Başının arkasına darbe almışsın. Sihrim ile yarayı kapattım ancak orduya döndüğümüzde Cemre seni görmeli.”

Barış’ın gözleri büyüdü. “Sen şifa sihrini mi kullandın? Nasıl hissediyorsun?”

“Ben iyiyim, endişelenme.” Arkama yaslanıp devam ettim. “Buradan nasıl çıkacağız?”

Omuz silktim. “Emin değilim ama baya bir vakit geçmiş olmalı. Çünkü ben dayanmakta zorluk çekiyorum.” Barış bana doğru eğildi. “Ne oldu? İyi değil misin?” Barış etrafı dikkatlice inceledikten sonra gözleri benim üzerimde durdu. “Sen yaptın değil mi? Senin sayende hala hayattayız?” Başımı salladım.

“Tamam, bizi kurtaracağım. Seni yalnız bıraktığım için özür dilerim.”

“Buraya nasıl düştüğümüzü hatırlıyor musun?” Barış elini saçlarında gezdirdi. “Bizi buraya getiren adamdan şüphelendim. Bu koridoru gözden kaçırmamız imkansızdı. Saldırıya hazırdım ancak adam sen arkanı döndüğünde ilk hamlesini sana yapmaya çalıştı. Engellemeye çalıştım, başardım ama darbeyi ben yedim.”

Belli belirsiz gülümsedim. “Sorun yok, ödeştik.” Barış küçük bir kahkaha attı. “Onu buradan çıktığımızda konuşalım.”

Vücudumdaki ağrıların artması ile dik durmakta zorlanıyordum. Barış’ın omzuna yaslanıp elimi göğsüne koydum.

“Affedersin, dik durmaya dayanamıyorum. Seni ısıtabilmem için sana dokunmam gerek.”

“Önemi yok. Ben halledeceğim bana güven.” Barış ceketinin ceplerini yoklamaya başladı. Halbuki cebinde hiçbir şey yoktu. Var mıydı?

Ceketinin içinden küçük bir kağıt parçasına benzer ince bir şey çıkarttı. “O ne?” Sesim gittikçe cansızlaşıyordu.

“Bunun sayesinde Batu ile iletişim kurabileceğiz.”

“Boşuna deneme, burada telefonlar bile çekmiyor.”

“Bu farklı bir dalga boyutunda. Okyanus’un yeni icadı. Bu cihaz sayesinde Batu’ya konumumuzu bildireceğim.”

“Bundan neden benim haberim yok?” dedim cılız bir öfke ile. Haberim olsaydı çoktan buradan kurtulabilirdik. “Ilgında da yok. İkili gruplara ayrılırız diye düşündük ama benim bayılmam ile hata yaptık.” Gözlerimi kapattım. Şu an öfke bile hissedemeyecek kadar yorgundum.

Gücümün eksildiği her hücremde dayanılmaz bir sızı hissediyordum. Gücüm her tükendiğinde bu yaşanıyordu ve birkaç günlük dinlenmeyle anca yürüyebilecek kadar iyileşiyordum. Gücüm sonsuzdu ancak o kadar büyük bir kudrete sahipti ki onu vücudumda taşımak böyle durumlarda beni çok zorluyordu.

Barış’ın fısıltı kadar sessiz sesiyle gözlerimi araladım. “Dayan, birazdan buradan çıkacağız.” Gücümün yettiği kadarıyla başımı salladım. Barış elini göğsünün üstündeki elimin üzerine koydu. “Ellerin titriyor. Deniz, uyanıksın değil mi?” Bir anlığına başım boşluğa düştü. Ardından kendimi Barış’ın kollarında buldum. “Beni senden uzaklaştırma. Yapamam.” Barış beni daha sıkı sardı. Bunu onu ısıtabilmek için demiştim ama o farklı anlamıştı sanırım.

“Tamam, biraz daha dayan. Burada olacaklar.” Kollarımı Barış’a dolayıp onu ısıtmaya devam ettim. Gücüm tamamen tükense bile Barış’ın üşümesine izin vermeyecektim.

Yüksek bir kırılma sesi ile irkildim. Barış saçlarımı okşayarak konuştu. “Geldiler, bir sorun yok. Şimdi seni buradan çıkaracağım.” Barış seri bir hareketle beni kucaklayıp ayağa kalktı. Gözlerimi az çok aralayıp etrafa bakmaya çalıştım. Fakat Barış’ın kollarından başka bir şey göremedim.

“Barış! İyi misiniz?” Batu’nun tok sesini duymam ile içimde tuttuğum her duygu serbest kaldı. Kurtulmuştuk, bizi buradan çıkarmışlardı.

“İyiyiz. Deniz’in çantasını al.”

“Siz çıkın ben halledeceğim.” Barış’ın attığı her adımda vücudum sarsılıyor ve çok canım acıyordu. Barış bir süre hiç konuşmadan ilerledi. Aniden yüzüme vuran ışık ile gözümü araladım. Dışarı çıkmıştık ve güneş doğmuştu. Biz buraya geldiğimizde akşamdı. Kaç saat boyunca içeride kalmıştık?

Bir kamyonun arkasında gördüğüm tanıdık yüz ile daha dikkatli bakmaya çalıştım. Bu bizi odaya kapatan adamdı ve devletin askerlerinin yanında duruyordu. “Barış, bu o?”

“Kim?” Benim bile zor duyduğum sesimi duymasına şaşırdım.

“Bizi tuzağa düşüren, orada.” Elimi kaldırabildiğim kadar kaldırıp kamyonu işaret ettim.

“Tamam, sen düşünme. Ben halledeceğim.”

“Asker!” Barış’ın sert sesi ile irkildim.

“Emredersiniz Komutanım!”

“Şu adamı alın, bizimle gelecek.”

“Emredersiniz Komutanım.” Ne olduğunu göremiyordum ama duyuyordum.

“Ben dayana-“ Cümlemi bitiremedim. Barış’ın seslenişleri arasında bilincimi kaybettim.

Loading...
0%