@milyofay
|
Duyduğum tiz kahkaha ile kollarımı gövdeme daha sıkı sardım. Başımı dizlerimin arasına gömerek oradan kaçmaya çalıştım. “Onu da koruyamadın!” Ellerimi kulaklarıma bastırdım. İstemiyordum, hiçbir şey duymak istemiyordum. “Herkesi kaybedeceksin!” Gözlerimi sımsıkı yumdum. “Yanında hiç kimse kalmayacak.” Hıçkırıklarımı bastırabilmek için dudağımı ısırdım. “Yanında olduğun herkese zarar veriyorsun!” İçimden susması için yalvarıyordum. “Ölen kişi sen olmalıydın! Sen ölmeliydin! Sen!” İrkilerek olduğum yerde doğruldum. Korkuyla etrafıma baktım. Ordunun hastane odalarından birindeydim. Bunu fark etmemle kendimi olduğum yere bıraktım. Kimse ölmemişti. Açılan kapının sesi ile gözlerimi araladım. Karşımda Cemre’yi görünce gülümsedim. Uyandığımı görüp heyecanla yanıma yaklaştı. “Sana özel sağlık kiti oluşturacağım.” Gülümsedim. “Ne zamandır buradayım?” Cemre pencereden dışarıya bakıp konuştu. “Akşam olmak üzere. Orduya ulaşalı altı yedi saat oluyor.” “Diğerleri nasıl? Barış’ın yarasına baktınız mı?” Cemre kaşlarını çattı. “Yarası mı? Buraya geldiğinde herhangi bir yarası yoktu.” “Başına darbe almıştı. Ben yarayı kapatabilecek kadar şifa sihri uyguladım ama dikkatli incelemeniz gereken bir yaraydı.” “Bir şey demedi. Neden sakladı acaba?” “Sen ona söyle olur mu?” Cemre elimi sıkıca tuttu. “Merak etme, kafasını öyle bir yaracağım ki kendisi buraya gelmek zorunda kalacak.” Gülerek elini tuttum. Cemre’nin yanıma gelmesi beni daha iyi hissettirmişti. “Buradan ne zaman çıkabilirim?” Cemre başını iki yana sallayıp konuştu. “Henüz değil.” “Lütfen, burada olmaktan çok sıkıldım. Hem kendimi iyi hissediyorum.” “Bilge bir sürü iksir kullandığı için normal. Yine de çıkamazsın.” “Lütfen, lütfen, lütfen! Artık hastanede olmak istemiyorum.” Cemre ayaklanıp masanın üzerindeki dosyayı elin aldı. Sayfaları çevirip dikkatlice inceledi. Sonra bana döndü. “Tamam çıkabilirsin. Fakat dinleneceksin. Seni ortalıkta görmeyeceğim tamam mı?” “Tamam, tamam söz.” “Sen hazırlan ben de senin için yemek göndereceğim. Sonrasında evine dönmen için birilerini ayarlayacağım.” Cemre çıkana kadar arkasından baktım. Kapıyı kapattığında gözlerimi kapattım. Herkesin iyi olması içimi rahatlatmıştı. Gözlerimi ovuşturup doğruldum. Hala üstümde davet kıyafetleri vardı. Kendimi koltuğa bırakıp Cemre’yi beklemeye başladım.
Eve geldiğimde ilk olarak üzerimdeki kıyafetten kurtuldum. Elbisenin üzerinde, tırnaklarımın arasında hala Barış’ın kanı vardı. Önce telefonumu, sonra kendimi duşa atıp güzelce temizledim. Düne dair her şeyi üzerimden atıp rahatladığıma emin olduğumda duştan çıktım. Üzerime kalın pijamalarımı geçirip mutfağa gittim. Büyük bir bardak su eşliğinde ilaçlarımı aldım. Her zamanki ilaçlarımın yanında rahatça uyumama yardımcı olan, çok nadir ihtiyaç duyduğum bir ilacı içtim. Odama dönüp yatağın içine girdim. Battaniyeyi başıma kadar çekip gözlerimi kapattım. Evimde, huzur dolu bir uykuya ihtiyacım vardı.
Gözlerimi açtığımda sabah olmuştu. Rahat bir uyku çektiğim için dinlenmiş hissediyordum. Uzanıp telefonumdan saate baktım. Henüz çok erkendi. Ayaklanıp banyoda işlerimi halledip odama döndüm. Üzerime açık mavi kare yaka bir bluz, lacivert renginde yünden kısa bir hırka ve mavi bir kot pantolon geçirdim. Koyu mavi kabanımı dolaptan çıkartıp yatağa bıraktım. Sade bir makyaj yapıp saçlarımı küçük şeffaf bir kelepçeli toka ile topuz yaptım. Ne kadar saçımı toplasam da perçemlerim yüzüme düşmüştü. Gözlüğümü takıp çantamı ve kabanımı elime aldım. Mutfağa geçip ilaçlarımı içtikten sonra kahvaltı için evden çıktım. Yemek katına geçtiğimde henüz kimse yoktu. Kahvaltımı hazırlarken aşçı ile sohbet ettik. Kahvaltımı yaptıktan sonra Barış’ın yanına uğramak istiyordum. Nasıl olduğunu merak ediyordum. Sonrasına Cemre’nin yanına gitmem ve nasıl olduğumu kontrol ettirmem gerekiyordu. Ancak şimdi sakince kahvaltımı yapmak istiyordum. Acelem yoktu. Dikkatimi düşüncelerimden ayırıp yemeğime verdim. Acaba kardeşim de uyanmış mıydı? Kahvaltı yapıyor muydu? Kardeşim çok seçicidir, her şeyi yiyemez. Yumurta kokan hamur işlerinden nefret eder mesela. Acaba orada ne yapıyor? Hala bu kadar seçici mi? Neyden nefret ettiğini hatırlıyor mudur ki? ´ Elimde hissettiğim acı ile irkildim. Elimde tuttuğum çay bardağı elimi yakmıştı. Bardağı elimden bırakırken gözlerimden yaşlar süzülmeye başladı. Canım yandığı için ağlıyordum ama elim yandığı için değil. Ağlayarak kahvaltı etmekten nefret ediyordum. Bu durum içimde bir şeyleri paramparça ediyordu. Kaçmak istiyordum, bu duygudan sonsuza kadar saklanmak istiyordum. Bu durumdan kurtulamayacağımı biliyordum ama saklanabileceğimi umuyordum. Çaresiz düşüncelerimi bir kenara bırakıp kahvaltımı bitirdim. Kuruyan gözyaşlarımı silip Barış’ın odasına ilerledim. Soğuk havanın yüzüme çarpmasıyla kalbimdeki yangın soğudu. Yönetim binasına ilerlerken kendimi sakinleştirmek istediğimde yaptığım sayma yöntemini uyguladım. Binaya varana kadar gördüğüm tüm ağaçları saydım. Şu anlık yüz elli yedi tane ağaç vardı ama belki bir gün fidan dikerlerdi, kim bilir? Barış’ın odasına yaklaştığımda odadan gelen sesler duydum. İki kişi birbiriyle tartışıyordu ve ses tonlarından anladığım kadarıyla ciddi bir tartışmaydı. Kapının önüne geldiğimde seslerden birinin Barış’a ait olduğunu anladım. “Biliyordun değil mi? Onun benimle gelmesini bu yüzden istedin!” Barış’ın öfkeli sesi beni endişelendirdi. “Sakinleş! Bir şey olmadı.” Bu tok ses generale aitti. Barış onunla nasıl bu tonda konuşabilirdi? “Ya olsaydı?” “Ne seni ne onu asla tehlikeye atmam. Başınıza bir şey gelmeyeceğini biliyordum.” “Nasıl bu kadar emin olabiliyorsun?” “Onu koruyacağını biliyordum.” “Sana inanmıyorum.” “Yapmak zorundaydım. Emin olmam gereken şeyler vardı.” “Umarım bu yaptığına değmiştir.” “Değdi. Ona zarar gelmesine izin vermeyeceğimi biliyorsun, o bana dostlarımdan kalan tek hatıra.” Odada ayak sesleri yankılandı. “Orduda senden güçlü bir savaşçım yokken onu koruyacağından emindim.” Barış’ın alaylı kahkahasını duydum. Kimi koruyacaktı, beni mi? “Gidip onu kontrol etmem gerekiyor.” “Evine dönmüş diye duydum.” “Ne fark eder? Çok yorgun düştü, senin aksine benim onu korumam gerekiyor.” Adım sesleri kapıya yaklaşınca telaşla merdivenlerden aşağı koştum. Duyduğum konuşma kafamı karıştırmıştı. Birini korumaktan bahsediyorlardı. Anladığım kadarıyla generalin koruyacağına güvendiği kişi Barış’tı. Barış birine bakmaya gideceğini söyledi ve general onun evine döndüğünü söyledi. Bu ben olabilir miydim? Bensem arkamdan ne çeviriyorlardı? Ben kimin hatırasıydım? Annem, babam, büyükannem? Herhangi biri generali nereden tanıyor olabilirdi? Buradan uzaklaşmak istiyordum. Hızlıca Cemre’ye iyi olduğuma dair bir mesaj gönderdim. Kimseyle konuşmadan ordudan çıkabilmek için hızlı adımlarla binadan çıktım. Nereye gideceğimi bilmiyordum ama burada durmak istemiyordum. Ordudan ayrıldığımda deniz kenarına geldim. Ayağımdaki topuklu botlara aldırmadan sahil boyunca yürümeye başladım. İhanete uğramış gibi hissediyordum. Kimseye sonuna kadar güvenmemem gerektiğini biliyordum ama yüzüme gülen insanların benden sır saklamaları kalbimi kırmıştı. Deniz kenarında sadece birkaç tane insan vardı. Denize iyice yaklaşıp kendimi kumların üzerine bıraktım. Büyükannem bizi hep buraya getirirdi. Ben şu anki gibi kenarda otururken Ege denizde birkaç tur atıp geri dönerdi. Sonrasında büyükannem bizi bir şeyler yememiz için çağırırdı. Ege sudan çıkmamak için isyan ederken ben koşa koşa büyükannemin yanına giderdim. Bir şeyler atıştırdıktan sonra denize girerdik. Aynı yerde oturuyordum. Fakat ne denizde yüzen bir kardeşim ne de arkamdan bana seslenen bir büyükannem vardı. İki aynı anının yabancı hislerini yaşıyordum. Sadece ben aynıydım. Ben de hala aynı mıydım? Ege’yi bulduğum zaman her şey eskisi gibi olacak mıydı? Peki ya Barış ile generalin konuşması? Bahsettikleri kişi ben miydim? General beni ne uğruna feda etmişti? Barış’ın bundan haberi var mıydı? Generalin bahsettiği dostları kimdi? Onlardan kalan tek hatıra ben miydim? Ne düşünmem gerektiğini bilmiyordum. Fakat bildiğim tek bir şey vardı, kardeşimi bulmak için buradan başka yolum yoktu. Yıllarca tek başıma uğraşıp kağıtta kalan bilgiler dışında ilerleyememiştim. Fakat burada kardeşimi daha kısa sürede bulabilirdim. Ne kadar kısa sürede bulursam o kadar iyiydi. Kardeşim orada ne acılara maruz kalıyordu? Belki esirdi belki denek. Benzersiz gücü sayesinde birçok deney ile karşılaşabilirdi. Gözlerimden süzülen yaşlar rüzgâr yüzünden hemen kuruyordu. Başımı gökyüzüne kaldırıp bulutlara baktım. Anne babama çok ihtiyacım vardı. Daha fazla dayanamıyordum. Zihnimde birikenlerle baş edemiyordum. Düşünceler yine çığlık çığlığa, dayanamıyorum. Yeter, lütfen yeter! Annemle babam yanımızda olsaydı nasıl olurdu diye düşünmeden edemiyorum. Belki Ege’yi kaçıramazlardı. Belki büyükannem hastalanmazdı. Belki Ege her gece annemizi sayıklayarak ağlamazdı. Binlerce olasılık ve her birinin sonu belirsizlik. Kalbimdeki bu ağırlıklarla yaşamak çok zordu ama kardeşimi bulmak için devam etmek zorundaydım. Onun yanımda olması, huzur içinde uyuyabilmesi için elimden gelen ne varsa yapacaktım. Onu kurtarmak uğruna kendimi feda etmem gerekse bile. Kendime itiraf etmekte zorlansam da çok korkuyordum. Ege’nin yüzünü, sesini, gözlerini, yüzündeki benleri, ağlamak üzereyken titreyen kirpiklerini unutacağım diye çok korkuyorum. Gözlerimden yaşlar süzülmeye başladı. Ege’nin yüzünü gözümde ne zaman canlandırsam içimdeki acıya dayanamıyordum. Ege ile birbirimize çok benziyorduk. Bu yüzden Ege’yi ilk kaybettiğim zaman aylarca aynaya bakmaktan kaçınmıştım. Ne zaman aynaya baksam yüzüm Ege’nin yüzüne dönüşüyor ve yardım çığlıkları atmaya başlıyordu. Böyle olduğunda aynanın başından ayrılamıyor bağıra bağıra ağlıyordum. Bu yüzden büyükannem evdeki tüm aynaları kaldırmıştı. Beni yalnız bırakmamak için benim odama taşınmıştı. Annem, babam, Ege, ben ve büyükannem iken bir anda ikimiz kalmıştık, yapayalnız. Bakışlarımı denizin hırçın dalgalarına çevirdim. Sakince geri çekiliyor sonra büyük bir şiddetle kıyıya çarpıyordu. Bu döngü tekrarlandıkça nefes alışverişlerim dalgalar ile senkronize hale geldi. Sakinleştiğimi hissettim. Gözlerimi kapatıp denizin sesini dinlemeye başladım.
Akşama doğru orduya geri döndüm. Dört duvar arasından uzaklaşıp doğayla baş başa kalmak iyi gelmişti. Cemre’ye Barış’ın durumu ile ilgili bir mesaj atmıştım ve Cemre Barış’ın yanında olduğunu söylemişti. Böylece Barış odasında değildi ve şu an odası boştu. Adımları hızlandırıp Barış’ın odasının olduğu kata çıktım. Kapının önüne geldiğimde etrafa hızlıca göz gezdirip kimsenin olmadığından emin oldum. Kameraların olduğunu biliyordum ancak hiçbir şey almayacağım için sorun olacağını düşünmüyordum. Yavaşça kapıyı açıp içeriye seslendim. Ses gelmeyince içeri girip kapıyı arkamdan kapattım. Amacım bugün duyduğum konuşmayı aydınlatmama yardımcı olacak bir şeyler bulmaktı. Ne arayacağımı bilmiyordum ama şu an her bilgi işime yarayacaktı. Barış’ın masasının arkasına gidip hızlıca çekmeleri inceledim. Günlük ofis gereçleri dışında hiçbir şey yoktu. Çekmeceleri bitirince kitaplığa yöneldim. Kitaplığın üst kısmı açıktı ve kitaplarla doluydu. Alt kısmında ise dolaplar vardı. Eğilip dolapları açtım. Bütün dosyaları çıkartıp tek tek baktım. Dosyaların çoğu ordunun genel bilgilerini içeriyordu. Hiçbir dosyada kişisel bir bilgi veya birinin işine yarayacak bir bilgi yoktu. Koridorun başında duyduğum sesler ile hızlıca dolabı kapatıp odayı bulduğum haline getirdim. Kapıyı açıp çıkmak üzereyken seslerin bu tarafa doğru geldiğini fark ettim. Hızlıca etrafı inceleyip pencereyi fark ettim. Pencereyi açıp aşağıya baktım. Barış’ın ofisi üçüncü kattaydı. Buradan atlarsam sakatlanacağıma emindim. Koridordaki sesler yaklaşınca hızlıca pencereye tırmanıp bacaklarımı aşağıya sarkıttım. Yumuşak bir iniş için biraz ilerideki çimenlere atlamayı deneyecektim. Ateşim ile kendimi yavaşlatıp sakatlanmadan buradan kaçabilirdim. Atlamak için kendimi bırakıyordum ki güçlü bir el beni belimden sıkıca kavrayarak içeriye çekti. “Barış!” Odasına gizlice girip yakalandığım için utanç içerisindeydim ama aynı zamanda düşmekten kurtulduğum için rahatlamıştım. “Gerçekten yakalanmak bacaklarını kırmaktan daha mı korkutucu geldi?” Toparlanıp Barış’ın kollarından kurtuldum. Söyleyebileceğim bir şey olmadığı için sadece karşısında durup gözlerine bakabildim. “Kapıdan buraya nasıl bu kadar hızlı gelebildin?” Bu ne yüzsüzlüktü böyle? Hem zorla odasına giriyorum hem de bir şey yapmamış gibi kendimi savunuyorum. “Odama gizlice giren kızları yakalayabilmek için eğitim aldım.” Barış hiç kızmış gibi durmuyordu. Aksine gözlerinde hiçbir duygu göremiyordum. “Tüm gün aramalarımı görmezden gelip gizlice odama girmen ilginç.” Barış masaya yaslanıp kollarını göğsünde kavuşturdu. Bir açıklama bekliyordu ama ona onları gizlice dinlediğimi söylemeyecektim. İkimizin de son vermeye niyetli olmadığı bir sessizlik oyunu oynuyorduk. Yaptığımın yanlış olduğunu biliyordum ama benden sakladığı sırlar yüzünden ondan özür dilemeyecektim. Barış bir şey söylemem için gözlerimin içine bakıyordu. Fakat bu bakışlar suçlayıcı, yargılayıcı bakışlar değildi. Aksine ilgiyle bakıyordu. Aramızdaki sessizliğe dayanamayarak konuştum. “General ile konuşmanızı duydum.” Barış ciddileşip ayağa kalktı. “Biliyorum, orada olduğunu hissettim.” Onları duyup yakalanmamak için kaçtığımı biliyordu. Utançla dudağımı ısırdım. Bir adım atıp bana doğru yaklaştı. “Cevaplara ihtiyacın olduğunu biliyorum. Fakat onlar bu odada değil.” Aniden arkamı dönüp odadan çıkmak için bir adım attım. “Hiçbir odada değiller, boşuna gizlice girmeye kalkışma.” Gözlerimi devirdim. Bunu her seferinde yüzüme vuracak mıydı? Tekrar ona döndüm. Yüzünde alaycı bir ifade vardı. “Benden benimle ilgili bir şeyler sakladığın sürece her odaya gireceğim.” Barış bir adım daha atıp aramızdaki mesafeyi kapattı. “Seninle ilgili olduğundan nasıl bu kadar eminsin?” Barış’ın sorusu ile afalladım. Emindim, o kişi bendim. Yüz ifademi bozmadan inatla ona bakmaya devam ettim. “Benimle oynama, konuşmanızı duydum.” Barış genişçe gülümsedi. Geriye çekilip aramızdaki mesafeyi korudu. “Bana anlatacak mısın?” Barış duraksadı. Anlatıp anlatmamak arasında kaldığını görebiliyordum. Yüzündeki ciddi ifade duyacağım şeyler hakkında korkmama sebep oluyordu. Aklımdan geçen binlerce olasılık arasından hangisinin peşinden koşmam gerektiğini bilmiyordum. “Konuşacak mısın?” dedim sabırsızca. Barış kendini konuşmaya hazırlarcasına derin bir nefes aldı. “Evet o sendin.” Cümlesine devam etmek yerine sustuğunu görünce sinirlendim. Ellerimi öfkeyle kaldırıp konuştum. “Merak ettiğim şeyin bu olmadığını biliyorsun!” Barış havadaki elimi yakalayıp sıkıca tuttu. “General benim babam.” Şaşkınlıkla duraksadım. O yüzden sabah general ile bu kadar rahat konuşabiliyordu. Barış bu bilgiyi sindirmeme izin verip devam etti. “Babam, anne ve babanı tanıyor.” |
0% |