Yeni Üyelik
10.
Bölüm

Bölüm 9: Anki

@milyofay

Duyduğum itiraf ile bir yere tutunma ihtiyacı hissettim. Birilerinin ailemi hala hayattaymış gibi tanıyor olması içimin ürpermesine sebep olmuştu.

“Neden bunu daha önce söylemedin?”

Barış cevap vermek yerine sessizliğe gömüldü. Bu hareketi beni daha çok sinirlendirdi. “Ne kadar yalnız hissettiğimi biliyordun? Neden?” Şu an Barış ile aramızdaki tüm formaliteler kalkmıştı. Ondan uzaklaşıp masanın önündeki koltuğa oturdum. Öne doğru eğilip başımı ellerimin arasına aldım. Ailemi tanıyan birileri vardı, ailem sadece benim anılarımda hapsolmuş değildi.

Barış’ın adımlarının yanıma yaklaştığını hissettim. Öfkeyle elimi ona doğru sallayarak uzaklaşmasını istedim. Ancak o an elimden oluşan ateş topunu fark ettim. Elimi sıkıca kapatıp ateş topunun yok olmasını sağladım. Uzun zamandır bu şekilde kontrolu kaybetmemiştim. Barış’ın endişeli bakışları arasında ayaklanıp odadan çıktım. Elimin tersiyle yanağıma düşen gözyaşını sildim.

Nasıl geldiğimin farkında olmadan kendimi falezlerin kenarında bulmuştum. Ordu, falezlerin üstünde olduğu için güzel bir manzaraya eşlik ediyordu. Güvenli bir mesafede duracak kadar kenara yaklaştım. Dalgaların serinliği yüzüme vurdukça içim üşüyordu.

Neye ağladığımı bilmiyordum ama gözlerimden akan yaşlar durmak bilmiyordu. Aileme dair bir şeyler duymak beni mutlu etse de Barış’ın bu gerçeği benden saklaması kalbimi kırmıştı. Fakat gerçeğin saklanmasının yanında bunu Barış’ın yapması kalbimin daha çok kırılmasına sebep olmuştu. Onun bana söylemesini beklerdim. Gerçi aramızda ne vardı ki bunu bana söyleyecekti?

Artık bahsettikleri kişinin ben olduğunu biliyorum. Generalin bahsettiği kişilerin annem ve babam olduğundan emindim. General ile dostlarımın emaneti diyebilecek kadar yakın bir arkadaşlıkları vardı. Peki ya böylesine bir bağ varken generalin benimle bu durumu hiç konuşmaması neydi? Başından beri benim onların kızı olduğumu biliyor muydu? Elbette biliyordu. Anka Ateşi’ne başka kim sahipti ki?

Öfkeyle ellerimi sıktım. Bunları benden saklamış olmaları beni çok sinirlendiriyordu. Eşyalarımı bir kenara atıp kendimi nemli toprağın üstüne bıraktım. Elimde olsa kendimi suyun içine atacaktım. Fakat çekip gidersem aradığım cevapları, en kötüsü kardeşimi bulamayacağımı biliyordum. Gururum için bunları riske atamazdım.

Dizlerimi kendime çekip onlara sarıldım. Hayat bir kez daha dizlerimden başka sarılacak kimsem olmadığını yüzüme vurmuştu.

Sadece, kardeşimin Avronez tarafından kaçırıldığını bilerek bu yola çıkmıştım. Kardeşimin sihrini şans eseri öğrendiklerine dair saf inancım birçok sır ile kırılıyordu. Bir şeyler öğrenmek için her çabaladığımda karşıma aşamayacağım duvarlar çıkıyor. Kimsenin arkasında olmadığı bir kapıyı çalıyormuşum gibi.

Büyükannemin neden bunları benden sakladığını bilmiyordum. Anne ve babamın böyle bir orduda tanıdığı birileri olduğundan hiç bahsetmedi. Gerçi sihrimizin peşinde olduklarından, dünyayı ele geçirmek için bir ordu kurduklarından da bahsetmemişti. Bilmiyor olabilir miydi? Sanmıyorum. Neden yıllarca bizi sihrimiz üzerinde bu kadar çalıştırdı? Büyükanneme sormam gereken birçok soru vardı. Fakat hiçbirinin cevabını alamayacaktım. Büyükannem bunları biliyor veya bilmiyor olsun, emin olduğum tek şey varsa bizi korumak için elinden geleni yaptığıydı.

General ile konuşmaya çalışsam cevap verir miydi? Pek olası gelmiyordu. Barış bile basit bir soruyu cevaplamaktan kaçınmıştı. Ben duyana kadar bu sırlar benden gizli kalacaktı.

Barış’ın bana kardeşimi bulacağına dair sözler verip bu sırrı benden saklamasına inanamıyordum. Gerçi o benim için kimdi ki sözlerini bu kadar ciddiye alıp üzülüyordum? Sanırım benim için bir arkadaştan fazlasıydı, peki ya onun için? Yine de yanında ailem için ağlarken bana onları tanıdıklarını söylememelerini kabullenemiyordum. Yanımda olduğunu söylerken bunu nasıl sakladı? Yanımda olduğunu sadece üstüm olduğu için söyledi. Aramızdaki ilişkinin bundan ibaret olmasına inanmak istemiyordum. Yanımda olduğunu, bu sözleri üstüm olarak değil arkadaşım olarak söylediğine inanmak istiyordum.

Gözümün önünde soğuk odaya kapatıldığımız günün anıları canlandı. Onu kurtarmak için elimden geleni yapmıştım. Onu kurtarma isteğim birini daha kaybetmek istemediğim içindi değil mi? Bundan fazlası değildi, değil mi?

Uyuşan bacaklarımı rahatlamaları için uzattım. Güneş doğmak üzereydi. Ne zaman bu kadar vakit geçtiğini anlayamamıştım.

Ellerimle kendimi sarıp kollarımı ovuşturdum. Elimde hissettiğim ufak sertlikler ile ellerime baktım. Gece boyunca ellerimi o kadar çok sıkmıştım ki tırnaklarım avuç içlerime batıp yaralara sebep olmuştu. Kuruyan kan damlaları yaraların üzerinde yumuşak kabuklar oluşturuyordu. Uzun zamandır hiçbir olaydan bu kadar kriz yaşayacak kadar etkilenmemiştim. Ellerimi kucağıma koydum. Ancak o zaman gece boyunca kendimi kastığımı fark ettim.

Başımı öne eğip ellerime baktım. O kadar yorulmuştum ki sürekli tetikte olmaktan. Her an kötü bir şey yaşanacağı korkusu ile yaşamaktan, her an sevdiğim birini kaybedebileceğim korkusundan çok sıkılmıştım. Sevdiğim herkes bir anda çıkıp gitmişti hayatımdan. Bir anda, onları kaybedeceğime dair hiçbir işaret olmadan.

Her gece kabuslarla uyanıyordum, her gece. Gözlerimi kapattığım her an kardeşimin kaçırıldığı an tekrar tekrar canlanıyordu. Anne ve babama olan özlemim onlara olan ihtiyacım her gün artıyordu. İçimdeki boşluk zamanla iyileşmek yerine sanki daha da büyüyordu. Ben Ege’nin kaçırıldığı günden beri on sekiz yaşındaydım. Yıllar geçse de büyümedim, büyüyemedim. Onu bulduğum an derin bir nefes alıp yeni yaşıma adım atabileceğim. O zamana kadar ikimiz de on sekiz yaşında kalacağız.

Ayağa kalkıp vücudumu esnettim. Tüm gece soğuğun karşısında oturmaktan her yerim tutulmuştu. Üzerimdeki tozları silkeleyip yerdeki eşyalarımı aldım.

“Seni bulacağım Ege. Bu gece bir kez daha söz veriyorum, seni bulmadan ölmeyeceğim.” Denize bir kez daha baktım. Geceye göre sakindi. Arkamı dönüp oradan uzaklaşacaktım ki yaklaşık yirmi metre uzağımda Barış’ı gördüm. Onu görmezden gelip yanından geçmeye karar verdim. Ona yaklaşınca gözlerindeki uykusuzluğu fark ettim. Kabanının alt kısımlarında toprak izleri vardı. Botlarına çamur bulaşmıştı. Burnu soğuktan kızarmıştı. Geceden beri beni bekliyor olamazdı, değil mi? Yanından geçmek üzereyken Barış nazikçe kolumdan tutup beni ona doğru döndürdü.

“Konuşabilir miyiz?”

“Konuşacak bir şeyim yok.”

“Benim var.” Barış kolumu bırakıp gitmeme izin verdi. Kalıp onu dinlemek ve gitmek arasında seçim yapmama izin verdi. Bunu yaptığı için içten içe ona sinirlendim. Beni zorlamıyordu ama gerçekleri duymak için gidemeyeceğimi biliyordu.

“Gidemeyeceğimi biliyorsun.” Dedim gözlerimi devirerek.

“Gidemeyeceğini görmek için kolunu bırakmadım.” Kalmak istemem onun için başka bir anlam taşıyordu sanki. Barış’tan bir adım uzaklaşıp kollarımı önümde çapraz yaptım.

“Babam bunları söylememi istemedi. Baba-oğul ilişkisinin yanı sıra bu benim için bir emirdi.”

Bu ihtimal aklıma gelmemişti.

“Ayrıca ben de sadece bu kadarını biliyorum; babamın, anne babanı tanıdığını ve senin Anka Ateşi’ne sahip olduğunu.”

“Bu yüzden ilk karşılaştığımızda şaşırdın. Başından beri o kızın ben olduğumu biliyordun.”

“Biliyordum.” Hayal kırıklığıyla başımı çevirdim.

“Ne kadar yalnız olduğunu da biliyordum. Sana yalnız olmadığını hissettirebilmek için elimden geleni yaptım, yapmaya devam edeceğim.”

Başımı kaldırıp Barış’ın gözlerine baktım. Güneş vuran gözleri daha önce hiç görmediğim bir tondaydı. Büyüleyiciydiler.

“Sen izin versen de vermesen de yalnız olmadığını bilmen için ne gerekiyorsa yapacağım.”

“Neden benden sakladın?”

“Bu generalin emriydi.” Gözlerimi kaçırdım. Ona hak versem de bunu bana söylemediği gerçeğini kabullenmekte zorluk çekiyordum.

“Eğer bu uyarı baba-oğul ilişkimiz arasında olsaydı bunu gelip sana söylerdim. Fakat onunla aramızda sadece baba-oğul ilişkisi yok.” Barış’ın sözlerinin doğruluğuna inanmak istercesine gözlerinin içine baktım.

“İnanmakta zorluk çektiğini görebiliyorum ama bu zamana kadar yaşadıklarımızı hatırla.”

Barış duraksayıp düşünmeme izin verdi. Haklı mıydı bilmiyordum. Hata mıydı yaptığım bilmiyordum ama ona güvenmek istiyordum. Bir şey demeden evime doğru yürümeye başladım.

“Lütfen düşün!” Barış’ın arkamdan seslenmesi ile gülümsedim.

 

Eve girer girmez hızlı bir duş aldım. Sonrasında Doruk’un yanına gidebilmek için hazırlandım. Bugün rutin antrenmanlarımızdan biri vardı. Doruk ile olan çalışmalarımız bana çok yardımcı oluyordu. Savaş beklediğimden daha sert geçecek gibi duruyordu.

Heyecanla girdiğim çalışma salonunda Doruk’u bulamayınca merak etmiştim. Telefonumu kontrol ettiğimde Doruk’un saatler öncesinden antrenmanı iptal ettiğine dair bir mesaj gördüm. Telefonuma bakmaya fırsatım olmamıştı ve şimdi uyuyarak geçirebileceğim vakti kaçırmıştım.

Hızlı adımlarla evime dönmek üzereydim ki salonun çıkışında biri ile çarpıştım. Tanıdık kokusundan Barış olduğunu anlamam uzun sürmedi.

“İyi misin? Canın acıdı mı?” Gözlerimi devirerek Barış’tan uzaklaştım.

“Merak etme o kadar narin değilim.” Barış gülümsedi. Sabahki kıyafetlerinden kurtulmuş formalarına geri dönmüştü.

“Sana göstermem gereken bir şey var!” Barış’ın heyecanlı sesi kalbimin hızlanmasına sebep oldu.

“Dersimin iptal olmasının seninle bir ilgisi yok, değil mi?” Barış gözlerini devirip konuştu. “Hayır dersin iptal olduğu için yanına gelmeye karar verdim.”

“Lütfen benimle gelir misin? Sözlerimin arkasında durduğumu bilmen için sana bir şey göstereceğim.” Barış’ın beni bu kadar iyi tanıması beni deli ediyordu. Ancak hoşuma gitmediğini de söyleyemezdim.

 

Robotların atölyesine geldiğimizde merakla Barış’ın arkasından ilerliyordum. Tavanı çok yüksek bir odanın önüne geldiğimizde durdu. Bu odayı birkaç kez görmüştüm ama kilitli olduğu için içerisini merak etmemiştim.

Barış kapıya uzanıp hızlıca kapının kilidini açtı. İçeri girmeme izin verdikten sonra arkamdan geldi. Gördüğüm şey ile şaşkınlıkla ağzımı kapattım.

Odanın içerisinde yerde oturan, yaklaşık üç metre boylarında bir robot vardı. Robot koyu bir turuncu ve koyu bir mavi renk ile tasarlanmıştı. Üzerinden toz tabakasından yıllardır burada olduğu belliydi. Meraklı gözlerle Barış’a döndüm. Duvara yaslanmış beni izliyordu. “Evet, neden buradayız?” Barış doğrulup yanıma yaklaştı.

“Bu robot yirmi yıldan fazladır burada duruyor. Hiçbir mühendis bu robotu çalıştırmayı başaramadı. O yüzden gelip bakmanı istedim. Belki sen bu robotun ne olduğunu anlayabilirsin.”

“Yirmi yıl boyunca kimse çalıştıramadı mı?” Barış olumsuz anlamda başını salladı.

“Dokunabilir miyim?”

“Tabii, istediğin gibi.” Barış’ın izni ile robotun bacaklarının arasına geçip tam karşısında durdum. Göğsüne dokunduğum an elime kocaman bir toz tabakası yapıştı. Ellerimi çırpıp tozdan kurtulmaya çalışırken burnuma kaçtığı için hapşırmaya başladım.

Uzaktan Barış’ın kahkahasını duydum. Kaşlarımı çatarak ona döndüm. “Sana göstermeden önce temizlemem gerekirdi.” Cevap vermek yerine robota döndüm. Elimi yumruk yapıp birkaç kez robotun göğsüne vurdum. En az bizim ürettiğimiz robotlar kadar sağlam bir malzemeden yapılmıştı. Dikkatimin dağılmasına izin vermeden robotun arkasına geçtim. Açıp içine bakabileceğim hiçbir açıklık yoktu. Tekrar dolanıp robotun yanında durdum.

“Ne olduğunu bulabilmek için öylesine bakmaktan fazlasını yapmam gerekecek.”

Barış anlayışla başını salladı. Barış’a doğru yürürken ayağımın bir şeye takıldığını hissettim. Dengemi kaybettiğim için yere düşmeye hazırlanırken sırtımda soğuk bir el hissettim. Gözlerimi açıp karşımda şaşkınlıkla duran Barış’ı görünce çığlık attım. Barış önümdeyse beni tutan kimdi?

Çığlığımın arkasından Barış bana doğru koştu. Kollarını bana doğru uzatıp beni yakaladı. Heyecanla başımı çevirip robota baktım. Az önce hiçbir hareket belirtisi göstermeyen robot bir anda canlanmıştı. Siyah gözleri, mavi, hoş bir ışıkla parlıyordu.

“O, o hareket ediyor! Hani kimse çalıştıramamıştı?”

“Demek ki senin sihirli dokunuşuna ihtiyacı varmış.” Barış’ın kahkaha tınılı sesini duyunca başımı tekrar ona çevirdim. O an heyecanımdan Barış’ın kucağından inmediğimi fark ettim. Utançla dudağımı ısırdım.

“Affedersin!” Barış bu durumdan keyif alıyormuş gibi beni dikkatlice yere bıraktı. Onunla sonradan ilgilenmeye karar verip robota yaklaştım.

Elimi tekrar göğsüne koydum. Benim dokunuşum sayesinde hayata dönmüş olamazdı değil mi?

“Sen, sende onun ışığı var.” Robotun sesi genç bir oğlan sesi gibiydi. Bu robot diğerlerinden farklıydı. Ayrıca “sende onun ışığı var” ne demekti?

“Neyden bahsediyorsun?” diye sordum ona dokunmayı bırakmadan. Robot geniş elini uzatıp beni göğsüne doğru bastırdı. Robotun tozla kaplı göğsüne gömülünce boğazıma kaçan tozlar yüzünden öksürmeye başladım. Robot sesimi duyunca beni serbest bıraktı.

“Sen, osun!” Dedi heyecanla. Ne demek istediğini anlayamıyordum.

“Seni kim yaptı?” dedim üzerimdeki tozları silkelerken. Eve gidince tekrar banyo yapmam gerekecekti.

“Ben doğdum, kimse yapmadı.”

“Buraya nasıl geldin?”

“Kurtarıcı, beni buraya o getirdi.”

“Benim kim olduğumu nereden biliyorsun?” Robotun bakışları koyulaştı.

“Sen kurtarıcının kucağındaydın. Küçüktün, biz sadece seni izleyebilirdik.”

“Senden başkaları da mı var?”

“Yok. Öldü, herkesi öldürdüler. Kurtarıcı beni kurtardı. Yanında sen vardın.” Robotun cümleleri yüzünden kafam karışmıştı. Robot konuşmaya devam etti.

“Sen, ateş. Sende ateş var.” Parmaklarımı şıklatarak küçük bir ateş oluşturdum.

“Bu o!” Robot öne doğru eğilip elime dikkatlice baktı. “Bu. Sen osun.”

“Neden kimse seni çalıştıramadı? Yıllarca burada toz içinde kalmışsın.”

“Ben yapılmadım. Ben doğdum. Benim Anka Ateşi’ne ihtiyacım vardı. Sen geldin, ben iyileştim.” Robot bana elini uzattı. “Beni yak.” İsteği üzerinde tereddüt ettim ancak elimi eline koyduğumda tüm tereddütlerim silindi.

Robotun tüm bedeninin yanmasını sağladım. Her yeri söndürülmesi günler alacak kadar yoğun bir alevin içinde kalırken robot alevleri birkaç saniye içinde söndürdü. Şaşkınlıkla geriye doğru adım attım. Robotun üzerindeki her bir toz yok olmuştu ve altından koyu kırmızı renge bürünmüş gövdesi çıktı. Rengi tamamen değişmişti ve vücuduna hareket kabiliyeti gelmişti. Gözlerindeki ışık çoğalmıştı.

“Biliyordum.” Barış’ın ciddi ses tonu ile robotla birlikte onda döndük. Barış yanıma yaklaştı. Bunca zaman arkada bizi izlemişti.

“Deniz kim, biliyor musun?” Robot heyecanlı bir ses tonu ile konuştu. Bir robotun bu tonda konuşması inanılmazdı. O bir robot değildi, canlıydı. Tıpkı bizim gibi.

“Deniz! Deniz! O kurtarıcının kucağındaydı. Kurtarıcı, ben ve Deniz kaçtık. Kurtarıcı bizi kurtardı.”

“Adın ne?”

“Anki.” Robotun, yani Anki’nin cevabı ile gülümsedim. Merakla Barış’ı bekliyordum.

“Anki yirmi yıldan fazladır burada ve onu gelen yüzlerce mühendisten hiçbiri tekrar çalıştırmayı başaramadı.”

Araya girip Barış’ın cümlesini tamamladım. “Çünkü o bir canlı, tıpkı bizim gibi.” Barış başını sallayıp devam etti.

“Bu robotu burada tutan kişi babamdı. Onu tekrar çalıştırabilmek için çok uğraştı. Yanına işini bilen insanlar dışında kimsenin yaklaşmasına izin vermedi.” Barış duraksayıp devam etti.

“Anki’nin gerçekten seninle bir ilişkisi olabilir.”

“Sen biliyor muydun?” Barış olumsuz anlamda başını salladı.

“Hayır, sadece şüpheleniyordum. Babamın bu kadar çabalaması, onu herkesten gizlemesi, Anki’nin hiçbir şekilde canlanmaması… Senin, daha doğrusu sizinle alakalı olabilir.”

“Bizimle mi?”

“Babam, aileni tanıyor. Bahsettiği bebek sensen sizi kurtaran annen veya baban olabilir mi?” Heyecanla Anki’ye döndüm. “Kurtarıcı nasıldı hatırlıyor musun Anki?”

“Onu asla unutmam. Kocaman gri gözleri vardı. Biri bize zarar vermeye çalıştığında alevle parıldardı. Onları ateşiyle uzaklaştırırdı. Uzun, siyah saçları vardı. Bize yardım eden elleri yumuşaktı. Tıpkı kediler gibi.” Anki’nin cümlesi ile bir yere tutunma ihtiyacı hissettim. Sendelediğimi fark eden Barış koluma girip beni sıkıca tuttu. Dolan gözlerimi Barış’ın gözleri ile buluşturup konuştum.

“Annem, annemden bahsediyor.” Ağlamamak için dudağımı ısırdım. Barış bana sıkıca sarıldı. Kollarının arasında daha fazla dayanamayıp ağlamaya başladım. Annem de bu sihre sahip miydi? Gri, cam gibi büyüleyici gözleri, yumuşacık elleri… Peki bizi kimden koruyordu? Anki’nin bahsettiği diğer insanlar kimdi? Anki’nin ailesi olabilir miydi? Sihrim tahmin ettiğimden daha büyük bir kudrete sahipti.

Barış’ın fısıldayan sesi ile ona baktım. “Şimdi gitmeliyiz. Sonra tekrar geleceğiz. Ne zaman istersen Anki’yi ziyaret edebilirsin. Barış’ın kollarından ayrılıp boyum yettiği kadar Anki’ye sarıldım.

“Teşekkür ederim Anki.” Anki sırtımı eliyle kapatıp konuştu. “Teşekkür ederim Deniz. Hayata dönmeme izin verdiğin için.” Yaşlı gözlerimle gülümsedim. Barış’ın yanına dönüp Anki’ye el salladım.

“Bizi burada bekle Anki. Yakında seni buradan çıkaracağız.” Barış’ın vaadiyle gülümseyerek ona baktım. Anki ile aramızdaki bağ çok farklıydı ve onun sesi, sarılması aile gibi hissettiriyordu. Güven, huzur, sıcaklık…

Loading...
0%