@minasotaa
|
Hikaye hakkındaki yorumlarınızı belirtirseniz çok sevinirim.. İyi okumalar diliyorum... * İki gün bir çırpıda geçip gitmişti. Haftanın ilk günü ile birlikte yeni döneme de başlıyorduk. Her yılın ağırlığının daha fazla olduğunun farkındalığı ile zar zor kalkmıştım yataktan. Demet erkenden gitmişti. Sabahtan dersi vardı çünkü. Normalde de odada pek durmazdı. Sürekli farklı topluluklara katılıp kimi zaman sporla uğraşırdı kimi zaman da seminerlere katılırdı. Epey aktifti anlayacağınız. Benim aksime. İlk dersim saat 13.00'da olduğundan rahat rahat önce gittim kahvaltımı yaptım. Sonra bir şeyler izledim. Daha da pineklerdim ama kız grubumuza gelen mesajla hazırlanmaya başlamıştım bile. -Dersten önce kahve içelim kızlar... Mekânı biliyorsunuz:) Hava biraz serindi. Bu yüzden yanıma ceket de almıştım. Her an yağmur yağabilirdi. Bu şehrin en sevdiğim özelliklerinden biri daha. Sakin sakin metroya binip kulaklığımı taktım. Kitap okuyanlara hep özenirdim ama herhangi bir araçta asla bunu yapamıyordum ben. Sayfanın üstünde gözlerim dönüp duruyordu sanki. O yüzden tercihim her zaman müzikti. Kızlardan bahsetmek gerekirse; üç kişilik az ama öz bir gruptuk. İlk seneden beri sürdürebildiğimiz için şanslı sayıyorduk kendimizi. Ne kavgalar ne ayrılıklar görmüştü bu gözler. Meryem ve Eda benden önce gelmişlerdi mekânımıza. Yani fakültenin önündeki mükemmel banka. "Hoş geldin..." diyerek karşıladıklarında ikisine birden sımsıkı sarıldım. Kahvem benden önce gelmişti bile. Eda'nın elindeki kahveyi alarak bir yudum indirdim. En sevdiğim; latteydi. "Ee neler yaptınız bakalım, dökülün." "Ben yaz boyu evdeydim." diye söze başlayan Meryem; babasıyla çalıştığını ve memleketindeki arkadaşlarıyla takıldığını anlattı. Annesinin vefatından sonra iyice evcimen ve babasına düşkün olduğunu söylemişti tanıştığımız zamanlar. Hassas bir kızdı. Ama hiçbir zararı da yoktu. Kendi kendine mutlu olmayı bilirdi. "Bizi biliyorsunuz, durduğumuz yerde duramayız." Eda ve ailesi yaz boyu gezmişlerdi yine. Neredeyse her şehirde bir akrabaları vardı sanırım. Sırayla hepsini dolaşırlardı. Sürekli fotoğraf atmayı da severdi. Bugün de burada diyerek biz de her şeyden haberdar olurduk. Anlatma sırası bana geldiğinde çok bir şey söylemedim. Leyla'm ile oyunlar oynamıştım ben de işte. İki haftalığına halamgile gitmiştim kuzenim evlendiği için. Sonrasında yine ev... Zaten sıcakta başka bir şey yapılmıyordu ki. "Bizim uşaklar neredeler ya? Grupta da tınlamıyorlar çoğu zaman. " Meryem bahsedince geçen yaşanan olay aklıma gelmişti yine. Ne güzel silmiştim beynimden. "Aa geldiler! Pist buradayız!" Aslında biz beş kişilik bir gruptuk. Diğer ikisi Meryem'in de dediği gibi, bizi çoğu zaman takmadıkları için kızlar olarak ayrı bir grup oluşturmuştuk. Ama bir aktivite yapacağımızda beşi bir yerdeydik. "Selamlar..." Selim ve Hakan gelince ortam her zaman daha da neşelenirdi. Erkeklerin anlatım biçiminden midir nedir saçma sapan şeyleri bile komikleştirebiliyorlar. Ama bu görev bugün sadece Hakan'ındı. Selim yüzüme bile bakmıyordu. Onun da benim de kafa kurcalayan ve cevap bekleyen sorularımız vardı. Utku, oda arkadaşım demişti Selim için. Ne ara böyle bir şey gerçekleşti? Önceden olsa bilirdim çünkü. Ve kimbilir Utku neler saçmalamıştı benim hakkımda. Onun yüzünden arkadaşlığım bozulur diye endişeliydim. Sohbet akıp gidiyordu ama sonuçta derse gelmiştik. Fakülteye girerken ders sonu planları da yapılmıştı çoktan. Ama benim aklım başka yerdeydi. Tek kelime etmemiştik ve ders boyunca da böyle olsun istemiyordum. "Siz geçin geliyoruz biz." dedim Selim'i durdurarak. Diğerleri anlamlı anlamlı baksalar da aramızda elbette ki beklediği gibi bir durum yoktu. Sırıtarak içeri girdiklerinde, Selim benden önce konuşmaya başlamıştı. "Meyra, ne oluyor bitiyor bilmiyorum ama bilmen gereken bir şey var..." "Eski sevgilimdi ama anladığın üzere dengesizin teki. " dedim sözünü keserek. "Ama siz ne alaka onu anlamadım işte?" Selim kafasında parçaları birleştirmişti sanırım. Çünkü bir kaç saniye kafasını sağa sola sallayıp daha sonra konuşmuştu. "Utku... Dediği gibi oda arkadaşım artık. Edebiyatı bırakmış... Bizim bölüme..." "Hayır ya..." diyerek yine sözünü kesmiştim. Şaka falan yapıyor gibi de değildi. Aksine yüzünden ne kadar rahatsız olduğu anlaşılıyordu. Gerçek miydi yani? Neden... Sadece bunu sorguluyordum şuan. Neden? iki yıl geçti niye bölüm değiştiriyorsun? Tamam değiştir ama neden bu şehir? Onu da geçtim başka bölüm mü yoktu? Hadi bölümü de seç ama başka okul mu yoktu be insafsız? Bu zulüm değildir de nedir? "Sakin ol tamam... Belli ki yapışık bir tip ama yanında biz varız. Saçma sapan bir şey yapamaz. Kendi kendine ötsün dursun." Selim'in son cümlesinden sonra Utku'yu düdük olarak hayal etmiştim. Kendi kendime gülmüştüm bir de. İyice kafa gitmişti bende de. "Tamam..." dedim omzumu silkerek. "Derdi benim belli ki ama biliyorum ki ona dert olacak aslanlarım var benim." Selim de gülmüştü en sonunda. Geçmiş gitmiş biri için keyfimizi mi bozacaktık? Asla. İçeri girip bizimkilerin yanına oturduk. Kollarıyla dürtmeye başlamışlardı. Hâlâ çocuktu bunlar. Bir erkek ve bir kadın konuşunca hemen aşk meşk işleri döndürüyorlardı. Çok iyi bir şeymiş gibi. Gergindim... Ders başlamak üzereydi ve içimde garip bir his vardı. Nasıl olacaktı şimdi? Umursamıyorum desem de garip bir durumdu sonuçta. Düşündükçe sinirleniyordum. 6. Sınıftan beri istediğim meslekti Türkçe öğretmenliği. Hayallerimi büyütmüştüm ben yıllarca. "Ben de bu bölümü istiyorum." demişti 12. Sınıftayken. Hem de sayısalcıyken. Edebiyat ve Türkçe hiç yoktu o zamanlar onda. Sürekli beraber çalışmıştık. Her bir araya geldiğimizde 'Aynı şehirde, aynı bölümde okuyacağız. Hiç ayrılmayacağız.' diyerek sanki beynime işliyordu bu cümleleri. Kendine öyle bağlamış, hayallerimin iplerini öyle bir eline almıştı ki; içim yana yana tercih yapmamıştım. Canımı yakan giden yıllar değildi ama alaya alınmak ve dalga geçer gibi emeklerinin çöpe atılması... Nefret etmemeye çok çalışmıştım, hiçbir duyguyu onunla özdeşleştirmemek için. Ama Selim'in dedikleri doğruysa ve bu kapıdan girerse; kendime saygımdan nefretin en özelini onunla yaşatacaktım. Ve bingo... Amfinin kapısı tok bir sesle açıldığında derin bir nefes alıp verdim. Utku'nun gözleri herkeste tek tek dolaşıyordu. Selim'e dönerek gülmeye başlamıştım. Selim, büyük ihtimalle başka bir şekilde anlayıp ciddi misin? bakışı atmıştı ama gerçekten komik geldiği için gülmüştüm. Şaka gibi geliyordu her şey. Ya da bilmiyorum, belki de psikolojim bozuluyordu. Utku'nun da dikkatini çekmiştik böylece. Anında ciddileşerek yüzümdeki nefreti hissettirerek baktım bu sefer. O da kaşlarını çatarak önce bana sonra Selim'e bakmıştı. İkimizi yan yana görünce hoşuna gitmediği belli oluyordu. Bilmiyordu tabi tanışıklığımızı. O gün kafede de hiçbir şey belli etmemiştik. Kendini kandırdığımızı falan düşünüyordu belki de. Evet öyleydi. Halinden belliydi. Yıkılmış bir insan edasıyla, ağır ağır merdivenden çıkıp iki basamak önümüze oturmadan önce, sert bir bakış attı ikimize. Ergen çocuk tavırlarıyla o kadar tuhaf görünüyordu ki, çoğunun kıkırtıları yankılanıyordu etrafta. "Bu tip kim ya? Niye baktı size öyle? Tanıdık mı?" Meryem'e sonra anlatırız imasında bulunarak hocanın gelmesiyle derse dönmüştüm. Alan dersimiz olduğu için kimseden ses çıkmamıştı. Çünkü epey zor bir ders olduğunu taa ilk sınıftayken duymuştuk. Ders bitiminde sabırsız ve meraklı arkadaşlarımızla birlikte dışarı çıkmıştık. Utku yerinde yoktu, bizden önce çıkmıştı demek ki. Dikkat etmemiştim. "Ee anlatın bakalım..." Hakan'ın konuyu başlatmasıyla beraber önce ben sonra da Selim anlattık her şeyi. Hakan da aynı Selim gibi koruma modunu açmıştı. Kızları bahsetmiyorum bile. Karşılarına çıksa parçalamadan bırakmazlardı. "Aman boşver vasıfsız birine benziyor zaten. Takılacak biri değil." "Aynen. Kurtulman için sebep olmuş öyle düşün." "Burada da çok durmaz gider o demedi demeyin." Hepsi haklıydı. Düşünmeye gerek dahi yoktu. Umursamayacaktım. "Acıktım ya tost falan mı yesek?" Herkes Selim'in teklifine onay vermişti. Kantinde sıraya gireceğimiz esnada bir kız koşarak yanımıza gelmişti. Birinci sınıflardan olduğu bariz belliydi. "C-330 sınıfı neresi acaba?" "Üst katta, merdivenin tam karşısı." dedim kızcağıza. Teşekkür edip koşarak kaybolmuştu. "En büyük sınıf değil mi orası, ne dersi var acaba merak ettim?" "Eğitim dersi ya... Sınıf yönetimi... Normalde orası değildi ama dışarıdan hoca gelecekmiş. Günü de saati de değişti o yüzden." Eda'nın bu kadar bilgiyi nereden bildiğini anlamasak da hayranlık duymuştuk. "Helal kız... Bir dakika..." dedim. Çünkü olabilirdi. Ve o zaman hızla gitmem gerekirdi. "Hangi şube peki bu?" diye sordum alelacele. "3 olması lazım da noldu..." Az önceki kızcağız gibi koşturarak gitmeye başlamıştım. Kafamı yoran o kadar şey oluyordu ki asıl amacımı unutuyordum. Ne diye değişen programa bakmıyordum ki? Kapıyı yavaşça açıp içeri girdim. Kızcağızla göz göze gelince yüzüm kızarmıştı. Hoca sesli şekilde yoklama alırken ben de sessizce en kenara oturmuştum. Allah'tan adımı daha okumamıştı. Okunana kadar da kafamı kaldırmayı düşünmüyordum "Meyra... Meyra Kale?" dediğinde mahcubiyetle elimi kaldırdım. Burası üniversiteydi ve geç kalmak öğrenciye kalmış bir şeydi ama bazı hocalar da tersleyebiliyordu ne yazık ki. Hocanın yüzüne baktığımda elim havada kalakalmıştı. Rüyada falan mıydım yoksa bu gerçek miydi? "İndirebilirsin elini." dediğinde kendime gelmiştim. Hızla elimi indirerek arkama yaslandım. Düşünceler yine beynimde sıçramaya başlamıştı. O değil miydi diyeceğim ama kesin oydu. Kaç yıl geçmişti? 11 yıl mı? Koskoca 11 yıl... "İsminizi tek tek okudum ama bu her hafta olmayacak tâbi ki. 100 kişinin ismini duymak sıkmıştır o yüzden sabrınız için teşekkür ediyorum." Çoğunluktan 'hayır hocam, yok hocam ' sesleri yükselmişti. Bunu yalan olsun diye söylemediklerine neredeyse emindim. Çünkü hoca şiir gibi konuşuyordu. İnsanı sıkmıyor aksine kendine bağlıyordu sanki. Yıllar önce de böyle kazanmıştı kalpleri. 6-B sınıfımızın ergen kızlarının ilk aşkı olmuştu. Tabi benim de... Beni tanımış mıydı acaba? İsmimi okuyunca duraksamıştı. Hatırladığı için miydi yoksa öylesine miydi? Hayır ya nereden hatırlayacaktı. İsim tanıdık gelse bile ben aynı değildim. 12 yaşındaki Meyra mı kalmıştı ortada? Birden aklıma gelen şeyle arkama döndüm. Bir kız oturuyordu ve ben ani hareket edince irkilmişti. "Hocanın ismi ne biliyor musun?" diye sordum gülümseyerek. Kız amel sorusu sormuştum gibi yüzünü ekşitti ve gözlerini devirerek "bilmiyorum " dedi. Sesi de tok olunca sanki kızıyormuş gibi çıkmıştı. Ne yapmıştım sanki. O mu değil mi anlamak istiyordum sadece. "Ne oluyor arkadaşlar, bir sorun mu var?" Hoca kürsüden inip tam karşımda durduğunda "Hayır hocam, afedersiniz." demiştim. Ne yapmıştım ki sanki? "İsmin neydi senin?" dediğinde, garip bir duygu hissetmiştim. Ben bu anı daha önce yaşamıştım ama... Hem de aynı kişiyle. "Meyra..." dedim yüzüne bakarak. Eğer o kişiyse, yaşadığım şeylerin aynısı şimdi de yaşanmalıydı değil mi? "Meyra... Daha önce duymamıştım hiç. Anlamı nedir peki?" Bir tık bozulmuştum ama yüzüme yansıtmamaya çalışarak "Çevresini ışığıyla aydınlatan demek ho-cam." dedim. Sesim son kelimede içine kaçmıştı. Boğazımı temizleyerek tekrar yüzüne baktım. Tebessümle karşılık verip kürsüye doğru geçerken "Taşıyorsun isminin anlamını, anında dikkat çektin 100 kişi arasında." demişti. Övdü mü, dalga mı geçti diye düşünmeme gerek kalmadan sınıfın gülmesiyle, basbayağı eğlendiklerini anlamıştım. "Her neyse... Bu dönem dersi birlikte işleyeceğiz. ... Üniversitesinde öğretim görevlisiyim ama buraya da birkaç ders için geleceğim..." Arkama yaslanarak yeri izlemeye başladım. Heveslenmiştim biranlığına o hocamı acaba diye. Ama ismimi ilk kez duyduğunu söylemişti. Böyle bir şey mümkün değildi. Dediğim gibi öncesinde yaşanmıştı aynı sahne. Önce adımı sonra anlamını sormuştu. Gerçi o zaman böyle dalga geçer gibi bir tepki verilmemişti. Kırılmıştım niyeyse. İnsan insana benzermiş işte. Ama bana; şiiri, kitapları ve öğretmenliği sevdiren hoca bu olmazdı. Asla... İşin ironik tarafı böyle bir hocadan 'sınıf yönetimi' dersi alacak olmamızdı. Neyi yapmamamız gerektiğini öğrenecektik herhalde. "...Arkadaşınız bana epey kırıldı sanırım. Meyra yanıma gel lütfen." Düşüncelere öyle bir dalmıştım ki yine bir şeyler söylemişlerdi sanırım. Hoca yanına çağırınca tereddüt ederek ayağa kalktım. Ciddiyetimi bozmadan, aramıza belli bir mesafe koyarak yanında durdum. "Derse henüz başlamadık ama sana sormak istiyorum: Bu derste olması gerekenler ve beklentilerin neler? Paylaşabilir misin bizimle?" "Paylaşayım..." dedim emin bir ses tonuyla. Az önce gülenler şimdi pek bir ciddiyetle izliyorlardı. "Sizin yaptığınız gibi başlamazdım derse. 100 kişinin ismini okumak ne size ne de bize yarar sağlar. Hepsini öğrenemeyeceğinize göre ne gerek vardı böyle bir şeye?" Sınıfta o meşhur buz havası kestiğini hayal edin. Kimse tek çıt çıkarmıyor ve kaçamak gözlerle hocanın tepkisini ölçüyorlardı. Bense kimsenin yüzüne bakmadan, karşımdaki uzak duvarlara doğru konuşuyordum. "Ve bir öğrenciyi diğer arkadaşlarının arasında küçük düşürmezdim. 100 kişinin size sebepsiz yere gülmesi, yaş fark etmeksizin hoş olmuyor. Öğretmenlerimiz ve biz öğretmen adaylarının öğrenmesi gereken çok şey var bu derste." Yürek mi yedin de böyle konuşuyorsun diyebilirsiniz. Ama umrumda değildi. En kötü dersten bırakırdı, başka hocadan alırdım. Ama içimde bunları tutmadan gidemezdim işte. "Teşekkür ederiz... Meyra... " Hiçbir vurgu yapmadan sadece bunu söylemişti. Bir şey söylemeden yerime geçeceğim sırada tekrar ismimi söylediğinde, tepkisizce döndüm. "Bilerek yaptığım bir şeydi, ilk derslerime hep böyle başlarım. Biraz kırıcı olmuş sanırım. Üzgünüm..." Yalancı bir tebessümle karşılık verip yerime geçtim. Rahatlamıştım. Dersi kısa tutmuştu çok şükür ki daha fazla maruz kalmadan gidebilmiştim. Yine durdurur falan diye hızla çıkmıştım. Bizimkiler amfinin önünde oturuyordu. Hava serinlemişti epey. Ceketimi giyerken yanlarına gittim. "Hoş geldin bitti mi ders?" "Bitti." Derken Eda'nın yanına oturdum. Hoca binadan çıkmıştı. Önümüzden geçerken kısa bir bakış atmıştı. Görmezden gelerek etrafı seyretmeye başlamıştım. İçimde tuhaf bir duygu vardı. İyi ve güzel şeyler kopmuş gibi hissediyordum. "Adı gibi Ateş bir hoca değil mi?" dediğinde Eda'ya baktım. Doğru mu duymuştum? "Ne dedin ne dedin? Adı gibi derken? Adı Ateş mi gerçekten?!" Şaşırmıştım çünkü kafamda o kişi olmadığına ikna olmuştum. "Evet..." dedi Eda. "Ateş Karaca." Ateş Karaca... Oydu yani. İlkten o olsun diye çok heveslenmiştim ama şimdi sanırım istemiyordum. Önce geçmiş bitmiş bir ergen çıkıyordu karşıma, şimdi de geçmişin de geçmişi olan bir adam. 6-B sınıfımızın ilk aşkı. Şiiri sevdiren adam. Gerçekten oydu yani... *
|
0% |