@minasotaa
|
Oy vererek destek olmayı unutmayın... İyi okumalar dilerim... * Pisliğinden kaçtığım adam, beni en ummadığım anda bulmuştu. Bu belki de, ardımda bıraktığım hayatın iplerini tamamen koparmadan yeni hayata başlamamın imkansız olduğunun işaretiydi. O gün Emre pisliğinden kaçmayı başarmış ve Barlas'ın fedakarlığı sayesinde köyden çıkabilmiştim. Ne sanıyordum ki? Bu adamlar hiçbir şey olmamış gibi hayatlarına devam mı edecekti, yoksa onları gambazlayan bu kızın peşine mi düşeceklerdi? "Alacağımı aldım ama... Seni koynuma almayı yeniden düşünebilirim sanki. Ne dersin güzellik?" "Ne alacağı, aileme bir şey mi yaptın?" Emre pisliği, sırtıma tuttuğu silahı kimse görmeden ceketinin altına soktu. Laflarında o iğrençliği hissetsem de burada bana bir şey yapamayacağını biliyordum. O da bunun farkındaydı. "Biraz hırpaladık tabi... En sonunda verdiler tabuyu kurtuldular. Anlaşmamız bozuldu malûm... Müstakbel karım, başka adamla yakalandı." Bunu söylerken ağzından tükürükler çıkmıştı. Aynı şeyi ona yapmak istiyordum. Yüzünün ortasına tükürmek ve diğer gözünü de mahvedip sonsuza kadar o kirli bakışından kurtulmak... "İğrenç pisliğin tekisin. Alacağını almışsın, uzak dur benden. Yoksa..." "Yoksa diğer gözümü de mi patlatırsın. İstersen tekrar o sahneyi canlandıralım, bakalım bu sefer neler yapacaksın." Mide bulandıran gülüşüyle üzerime doğru eğilmişti. İki elimle birden bedenini geriye doğru ittiğimde, arkamdaki kadının sesiyle hayretle ona döndüm. Ne demek oluyordu bu şimdi? "Ne yapıyorsun sen ya? İyi misin Emre'cim." Selin' in karşımdaki adamın yanına gidişini şaşkınlıkla izledim. Tanışıyorlar mıydı yani? "İyiyim kuzen sakin... Hanımefendi başka birine benzetti sanırım, değil mi?" Neyin içine girmiştim yine ben? Neden ve nasıl oluyordu bu? Her seferinde, bir şekilde benimle ilgili olan şeyler Barlas ile ilgili bir yerlere bağlanıyordu. Bu pisliğin Selin ile kuzen olması nasıl mümkün olabilirdi ki? "Zümra bir şey söyleyecek misin?" Selin' in aşağılayıcı bakışlarına dikkatle baktım. Gerçekten de bu adamla bir bağı olmalıydı. Bu kadar nefretle bakan iki bakışın başka bir açıklaması olmazdı çünkü. "Öyle... Başka biri sanmıştım." "Bir dakika ya... Sen tanıyor musun bu hanımefendiyi?" Selin' in gelmesiyle ağzına hiç de yakışmayan bir kibarlık takınmıştı Emre. Belli ki ne haltlar yediğini, nasıl birisi olduğunu kısaca gerçek yüzünü gizliyordu bir şekilde. Selin kendisine yöneltilen soruya karşılık yine o meşhur bakışını attı bana. Asla ama asla hoşnut olmamıştı benden. Nişanlısını alan kadın gözüyle bakıyordu sanki. Tüm yaşananların hesabını bana yazmıştı. Bunu gözlerinden okuyabiliyordum. "Evet... Barlas' ın olayındaki o meşhur kız." Emre öyle bir bakmıştı ki sanki kafasında eksik kalan kısımları Selin'in son cümlesi tamamlamış gibiydi. Ama bir sorun vardı. Benim aklımda birçok soru işareti oluşmuştu. Emre, Barlas' ı biliyordu... Aynı zamanda, köydeyken "adı çıkan kız" diye anmıştı beni. Yani olayları biliyordu... O zaman Barlas'ı tanımıştı o gün... Ve Barlas da onu tanıyordu... Nişanlısının kuzeniydi sonuçta. O gün, iki yabancı değildi onlar... Tanıyorlardı birbirini... "Zümra... Sen?" Barlas yanıma geldikten sonra hızla odağını Emre'ye çevirdi. Ne tepki vereceğine dikkat kesildim. O günkü gibi tanımamazlıktan gelebilir miydi şimdi? "Merhaba, Barlas... Emre ben hatırladın mı? Selin' in kuzeni..." Emre' nin, Barlas' a bakışlarındaki o duyguyu biliyordum. Sesindeki tını tam tersini söylese de, o duygu nefretin ta kendisiydi... Barlas' a döndüm yavaşça. Vereceği tepkiyi bekliyordum. Gözlerini yapmak istemediği bir şeye hazırlanır gibi kapattı önce. Açtığında ise küçük bir bakış attı gözlerime. "Büyümüşsün... Zor tanıdım." "Ben de öyle... Son gördüğümde epey farklıydın... Gitmek istiyordum. Aralarındaki konuşmanın samimiyetsizliği ruhumu daralmıştı. Kimi aptal yerine koyuyorlardı... İkisinin de yüzünü görmek istemiyordum. Barlas'ın, onun iğrenç oyununa ortak olması kalbimi gerçekten yakmıştı. Bir kez daha bunu başarmıştı. "Neyse artık gidelim biz, hadi Zümra..." Tepki vermedim. Bakışlarının üzerimde olduğunu bilsem de bakmadım yüzüne. Amacım sırf o dedi diye gitmemekti hemen. Ama beklemediğim bir tepki almıştım. Barlas elimi tutup çekiştirmeye başladığında her şey için çok geçti. Ardımızda bıraktığımız iki kişinin neler düşünmüş olabileceğini ilk kez umursamamıştım. Aslında bunu düşünme fırsatım olmamıştı yaşadığım şok yüzünden. Barlas, annesinin yanına geldiğimizde dâhi bırakmamıştı elimi. Ne yaptığının farkında mıydı? Kesinlikle sanmıyorum... Melek teyzenin sorgulayan bakışları eşliğinde hızla elimi çektiğimde, Barlas' ın vücudunun kaskatı kesildiğini fark ettim. "Oğlum ne-" "Sorma ne olduğunu anne! Hadi gidiyoruz..." Kadının yüzüne utançtan bakamıyordum. Barlas bu hareketi ve sözüyle, büyük bir yanlış anlaşılmaya neden olmuştu. Ama bunun da farkında bile değildi eminim. Sinirlenmişti... Duygusu tüm zihnini ve bedenini ele geçirmişti. Mantıklı davranmıyordu. Ve ne yazık ki bu mantıksızlığa beni de ortak ediyordu. Mağazadan çıktıktan bir süre sonra Melek teyzenin telefonu çalmıştı. Bu süre zarfında kimse tek kelime etmemiş ve bir an önce eve varmak için hızlı hızlı yürümüştük. "Efendim kızım." dediğinde arayanın Selin olduğu anlaşılmıştı. Melek teyze eliyle durmamızı işaret etti aniden. Ciddi bir şey olduğu kaşlarının çatılmasından anlaşılıyordu. "Tamam kızım, halledeceğim ben..." Telefonu kapatır kapatmaz Barlas'a dönmüştü. "Oğlum... Selin'i niye yok sayıyorsun sen? Kız ne güzel uğraşıyor her şeyi düzeltmek için..." "Ne düzeltmesi anne... Bak, sırf gönlün olsun diye konuştum dün Selin'le. Ona da söyledim ama anlamamış demek ki; güzel şeyler yaşadık evet ama yıllar önceydi. Eski Barlas yok artık ona karşı bir şeyler hisseden. Ben Selin ile bir şey yaşayamam bu saatten sonra..." Anne oğul arasında kalmış, tartışmalarını izliyor olmak rahatsız hissettirmişti. Sanki özellerine dahil oluyor gibiydim. Birkaç adım geri atmayı düşündüm sırf o özel alandan çıkmak için. Ancak Barlas kolumu tutup buna engel olmuştu. Melek teyzenin yanında ikidir temas etmesi, gerçekten yanlış anlaşılacaktı. "Ayrıca Zümra' ya bakışlarını illaki görmüş olmalısın, Nefretle ve iğrenerek bakıyor... Ona atılan her bakış bana atılıyor demektir..." Bu cümleden ne anlam çıkarmalıydım şimdi? Hayal dünyamdaki Barlassa eğer karşımdaki, bu cümleyi alır kalbimde saklardım. Ama o dünyadan çıkmamı söyleyen kişiydi ne yazık ki... İşte kalbimdeki o küçük çizik yine sızlamıştı bu gerçekle. "İyi de oğlum..." diye başladı Melek teyze. Arada kalmışlığın verdiği rahatsızlık sesine de yansımıştı. "... Selin, Zümra' yı sevmemiş olsa; kuzeni için düşünüp hayırlı bir iş için geleceğiz der miydi akşama? " "Ne?" Barlas ile aynı anda tepki vermiştik. Aslında niye şaşırıyordum ki... Adam pişkin pişkin sulanmıştı zaten bana. İstediği tapuyu almıştı ama peşimden düşmeye de niyeti yoktu. "Böyle bir şey olmaz Melek teyze. O adamla olmaz..." Melek teyze çaresizce yanına yanaştı. Yine ikna etmeye çalışan anne modu açılmıştı. Gerçekleri söylemeli miydim? Emre' nin, Barlas' ın anlattıklarında yer alan o şerefsiz olduğunu söylesem her şey çözüme kavuşurdu. Ama bu çözüm başka sorunlar da getirebilirdi. Belki de Selin' in de parmağı olduğunu düşünürdü bu işte. Ona olan sevgisi sönerdi. Gelini yapma hayalleri tamamen suya düşerdi. Bunu yapmaya hakkım var mıydı cidden? "Hemen kestirip atma be kızım. Küçüklüğünü biliriz Emre' nin. Delikanlı çocuktur. Hem yaşı da uygun ne güzel sana... Seversin tanısan." "Sevemez!" Barlas' ın ani çıkışları nereye varacaktı bilmiyorum. Yolun ortasında, benim yerime kurduğu cümlelerle annesine yükseliyordu. Sinirden düşünme ve algılama yetisini o kadar kaybetmişti ki, Melek teyzenin cümlesindeki imâyı bile duymuyordu. Yaşı da uygun sana... derken Barlas'a attığı bakışı ben görmüştüm ama... "Sen karışmasan mı artık? Sürekli benim yerime konuşmandan rahatız oluyorum. Ben kendim halledebilirim... Barlas a-bi..." Kalbim... Bunca zaman söz geçiremediğim kalbime aklımın müdahale etmesi, onu daha da acıtmıştı. Barlas' ın, kırılan gözlerine baktıkça nefesimin daraldığını hissediyordum. Aramızda tek bir mutlu vardı şimdi. O da Melek teyzeydi. Barlas ve benim aramdaki bu samimiyeti yanlış yorumlamıştı. Kendimden 13 yaş büyük adama abi dememem, onun sürekli beni elimden kolumdan tutması, benim yerime konuşması, benim yerime sinirlenmesi... Tüm bunları neden yapıyorduk? Her şey sadece bizim aramızdayken ne güzeldi oysa. Ama artık insanlar vardı çevremizde. Yaptığın en ufak bir yanlışta, üzerine toprak atmaya hazır insanlar... "Zümra... Yapma bak bunu-" "Aayy yeter oğlum... Kız haklı sen niye karışıyorsun her şeye? Hadi sen babanın yanına falan git. Biz kız kıza konuşacağız biraz." Barlas' ın tek bir kelime bile söylemesine izin vermeden kolumu koluna takıp yürümeye başlamıştı. Arkama dönmeyi o kadar çok istiyordum ki. Ama dönemiyordum. Aramızdaki o masumiyeti kirletmeye çalışan insanlar vardı. Yine... Melek teyze ile evin yakınlarındaki bir parka oturmuştuk. Çocuk seslerinin mutluluğunda dinlenmek iyi gelmişti. Keşke daha uzun sürebilseydi. "Kızım hadsizlik ettim kusura bakma. Seni öyle ayaküstü evlenme şeyiyle darladım..." "Melek teyze..." diyerek yüzüne odaklandım. Bir açıklama yapacağım edasını sezmişti ve tüm dikkatini vermişti dinlemek için. "...Ben evlenmeyi düşünmüyorum, kimseyle. O günden sonra herkes bana farklı bakmaya başladı. Sanki bir şey yapmışım gibi, kirlenmiş bir varlıkmışım gibi tiksindiler benden. Bir çocuğun hak etmediği şeyler duydum... Anlıyor musun? Ben kimsenin masum bir şekilde benimle evlenmek istemeyeceğini biliyorum. Ben de istemiyorum zaten. O yüzden lütfen, bir daha bana böyle bir şeyin konusunu açma." Tatmin olmuştu söylediklerimden. Acımı hissediyordu. Ben anlatırken gözyaşları inmişti yanağından. Belki de aynı dertten muzdarip oğlu için ağlamıştı. Ne olursa olsun o da bir kadındı. Ne annemden ne ablamdan bunun bilincinde olarak, yaşadığım şeyleri bir nebze anlama gayretine girdiklerini görmemiştim. Ama bu kadın farklıydı işte. Anlıyordu. Ve bunu hissettiriyordu. "Tamam kızım... Sen nasıl istersen. Bir daha canını sıkacak şeylerle gelmeyeceğim karşına." Duraksadı. Sanki bir şey demek istiyordu ama cümlesinin sonucundan da çekiniyordu. Yüzüne bakarak devam etsin diye bekledim. Nihayet çıkarmıştı ağzındaki baklayı. "Kızım, Barlas niye sinirlendi? Bir şey mi oldu ben yanınızda yokken?" Bunun devamında gelecek şeyi tahmin edebiliyordum. Ama gerçekleri söylemem de gerekiyordu. Ayrıntıya girmesem de kimin ne olduğunu bilmeliydi Melek teyze. "Emre..." dediğimde kaşları çatılmıştı. Orada olduğunu görmemişti ve konunun nasıl bağlanacağını ilgiyle bekliyordu. "Mağazada tanıştık biz onunla. Bana biraz fazla samimi davranınca rahatsız oldum. Ama Selin'in kuzeni olduğunu öğrenince de tepki veremedim. Barlas da anladı ki, o yüzden çekiştirip uzaklaşırdı işte..." Bakışları değişmişti. Yüzünde beliren ifade, benden nefretini mi gösteriyordu? "Bu Emre o Emre mi yoksa?" Barlas her şeyi tüm ayrıntısı ile anlatmıştı demek. İsmini bile biliyorlardı o pisliğin. Bense söylesem mi söylemesem mi derdine düşmüştüm. Ama Barlas da açık vermemişti. O da istemiyordu annesi üzülsün. Gönül rahatlığıyla başımı salladım. Daha fazla orayı burayı kıvırıp Melek teyzeye yalan söylemeyecektim. "Niye söylemiyorsun o zaman kızım? Ben o pislikle sana evlilik yakıştırması yaptım bide..." Sakinleştirmek için sırtını sıvazlamaya başladım. Yaptığı her şeyi söyleyip söyleyip kendine kızıyordu. Kızması gereken kişi bendim. Susmayıp en başından söyleseydim ya her şeyi... "Nasıl bir kader kızım bu... Yıllar sonra her şeyinizin Barlas' la aynı noktaya çıkması. Kader mi, tesadüf mü yoksa tevafuk mu..." Aynı aydınlanmayı yaşamıştık Melek teyzeyle. Benim anlam veremediğim şeyde bu değil miydi zaten? Kaçmaya çalıştıkça her seferinde Barlas'a çıkıyordu yollarım. Neyin çabasıydı o zaman bu? Zaten yazılı olan bir şeyi değiştirmeniz mümkün müydü? Koskoca dört hafta geçmişti birlikte yaşıyor olmamızın üzerinden. Melek teyze ile parkta konuştuğumuz o günden sonra her şey ister istemez daha farklı ilerliyordu. Barlas ile olan husumetimin ve sürekli aynı noktada buluşuyor olmamızın kesinlikle bir amacı olduğuna inanıyordu. O beni yıllardır çıkmayı beklediğim yerden kurtarıyordu, tam yollarımız artık ayrıldı derken ailesi beni buluyordu ve yine Barlas ile bir araya geliyordum. Bu da yetmezmiş gibi, beni kurtarmak için üstüne aldığı sorumluluğun sahibi, eski nişanlısının kuzeni çıkıyordu. Barlas o gün köydeyken gerçekten onun Emre olduğunu biliyor muydu, yoksa tanımamış mıydı bilmiyorum. En son benim yaşlarımdayken görmüştü onu da. Gençliğini tanımaması ihtimaller arasındaydı tabi ki. Ama açık açık sormadım Barlas'a, zaten neredeyse hiç diyaloğumuz olmamıştı o günden sonra... O gün parktan döndükten sonra hızlı bir değişime girmişti her şey. Barlas ertesi gün iş bulduğunu söylediğinde, ailesi sanki bu haberi bekliyormuş gibi rahatlamışlardı. Sabah erkenden gidiyordu ve akşam yemeğinden sonra dönüyordu. Bir sitenin güvenlik görevlisi olarak çalışıyordu anladığım kadarıyla. Kendisiyle konuşmadığım gibi ailesi de ondan bahsetmiyordu o yokken. Akşam dokuz gibi geliyordu ve annesinin hazırladığı yemeği yiyip yatıyordu. Bu rutini istemediğini, yüzünü gördüğüm kısacık anlarda bile hissettiriyordu. Mutsuzdu... Sanki bu işe girip evde az vakit geçirmeye zorlanmış gibiydi. Bunun da en büyük sorumlusu ne yazık ki bendim... Barlas'ın yeniden eve gelmesiyle, komşular ve akrabalar teker teker ortaya çıkmaya başlamışlardı. Her biri laf almak, Barlas'ı görmek bahanesiyle eve geliyordu. Ve geldiklerinde bir de yabancı kız görmeleri, dedikodu kazanını kaynatmaları için yetiyordu. Melek teyzenin, bir yakınımın kızı diyerek attığı bahaneye inandıklarını sanmıyordum. Giderek artan merakları ve büzülmeyen ağızları yüzünden, Barlas ve benim aramda bir şey olduğunu, hatta o malum kız olduğumu ima etmeye başlamışlardı. Tüm bu söylemler pek tabi ki Selin'in de kulağına gitmişti. Mağazadaki hareketinden sonra Barlas'ın bana karşı ilgisi olduğunu düşünmeye başlamıştı. Hesap sorar gibi eve geldiği gün söylemişti bunları. Melek teyze, aramızda bir şey olmadığını söylemişti. Ama bunun artık onu ilgilendirmediğini, Barlas'ın eski duygularının olmadığını ve bizi rahat bırakmasını da söylemişti. Böyle bir şeyi söylemesini ne o ne ben bekliyordum. Melek teyzenin çizdiği bu tutum, bana saldırmadan evden çekip gitmesine sebep olmuştu. Bir daha da ne geldi ne de arayıp sordu. Ama içim rahat değildi... Hayalleri alınan bir kadının öfkesi her şeyi yaptırabilirdi çünkü... Her şeyin değişeceği günün sabahına uyandığımızda yine aynı rutinde başlamıştık. Ahmet amca ve Barlas çoktan işe girmişlerdi. Ben ve Melek teyze kahvaltımızı yapmıştık, ardından Melek teyze dualar eşliğinde beni de göndermişti. Bugün benim ilk iş günümdü. Şehrin öbür ucunda olduğu için otobüs yolculuğum, trafikle birlikte yaklaşık iki saati bulmuştu. Bir de bunun dönüşü vardı ama şuan bunu düşünerek canımı sıkmayacaktım. Allah'tan erken çıkmıştım da tam vaktinde gelebilmiştim. Koskoca İkeada satış danışmanının geç kaldığı nerede görülmüş değil mi? Giriş yaptıktan sonra bana ait bölgeye giderek beklemeye başladım. Sadece insanlarla diyalog kurmam ve ürünü sorunsuzca almalarını sağlamam gerekiyordu. İşte oluyordu... İnsanlar gayet memnundu. Herkese göre bir ürün bulabiliyorduk ve hepsi mutlu ayrılıyordu. Yorulmuştum ama zamanın nasıl geçtiğini de anlayamamıştım. Herhangi bir olumsuzluk yaşamadan mesai saatini nihayet bitirmiştim. Saat beşe geliyordu ve ayakta duracak halim yoktu. Keşke bunu söylememiş olsaydım... Otobüs geldiğinde insanların bu saatte ne yaptıklarını sorguladım bir süre. Herkes de işten çıkmış olamazdı sonuçta. Hem burası dördüncü duraktı, nasıl tıka basa dolmuş olabiliyordu bu otobüs? Nefes alacak kadar bile alan yoktu. Üstelik şoför her durakta, boşalmayan otobüse bir iki insan daha alıyordu. "Arkalara ilerleyin" şovuna söylenen bir sözdü sadece. Zaten dip dibeydik ve milimlik yer bile yoktu. Kaçıncı duraktaydık, saat kaçtı bilmiyordum. Kimse inmiyordu. Herkes sanki benim ineceğim durağı bekliyordu. Sıkılmıştık ve daralmıştık. Oflamalar ve söylenmeler arttıkça, şoför daha hızlı gitmeye çalışıyordu. Ama büyük şehir dezavantajı, her saatte illaki trafiğe yakalanırdınız. İnip yürüsem daha mı kısa sürerdi acaba diye düşünürken, herkes çığlık çığlığa geriye doğru düşmüştü. Kaza yapmıştık... Üzerine düştüğüm kadının iyi olduğundan emin olduktan sonra açılan kapıdan aşağı indim. Keşke başka bir şey isteseydim diye düşündüm. Sadece ben değil şimdi herkes yürüyerek daha hızlı ulaşırdı gideceği yere. Küçük bir çarpma olduğundan çok şükür ki kimseye bir şey olmamıştı ama araç hasarı vardı. Başka bir otobüse aktarma yapacaklarını söylediler ve yaklaşık bir saat dışarıda beklemiştik. Bu süre zarfında çoktan polisler gelmiş ve incelemeye başlamıştı ama otobüs hala ortada yoktu. "Aman, yürüyün bi taksi bulalım..." "Yoruldum yav... Kalkın otostop çekelim." "Oturun gelir birazdan otobüs..." Herkes farklı farklı şeyler söylese de; bu yolda ne taksi bulurdunuz ne de otostop çekince birisi dururdu. Otostopu zaten eliyordum çünkü tanımadığım birisinin arabasına asla binmezdim. Beklemekten başka çarem yoktu anlayacağınız. İşin kötüsü saat sekizi geçmişti ve Melek teyzenin verdiği telefon çoktan kapanmıştı. Numaralarını ezbere bilmediğim için haber verme lüksüm de yoktu. "Zümra, senin ne işin var burada?" Korkuyla yerimden sıçrarken tepemde dikilen kişiyi görünce, hızla ayağa kalktım. Burada bana bir şey yapması imkansızdı ama yine de temkinli olmalıydım her şey için. "Sana ne! Çek git yoluna..." Emre ciddi bir yüz ifadesi ile karşıma geçti. İlk kez bu kadar olgun görünüyordu. Pişkin ve şerefsiz halini göstermekten çekinmişti belki de bu kalabalıkta. "Kötü bir niyetim yok... Gel şuradan bir kaç yaşlıyı da alalım, bırakayım sizi evinize. Daha fazla beklemeyin burada." "İyilik yapmak istiyorsan, benim yerime bir yaşlıyı daha alarak götürebilirsin..." Yanından uzaklaşarak diğer tarafa geçtim. Oturan teyzeler pek bi heveslenmişlerdi bizi duyunca. Kaç saattir yollarda sürünmüştü onlar da. "Kızım sen de binsen de, biz gönül rahatlığıyla şey yapsak. Sen aklı başında kıza benziyorsun, bu adamla tek gönderme bizi..." Al işte... Hepsi bir olmuş vicdanımla oynuyorlardı. Bana ne diyip kenara çekilseydim ya. Ne diye hemen yelkenleri suya indiriyordum. "Tamam..." çıkar çıkmaz ağzımdan üç yaşlı birden arabanın arkasına geçmişlerdi. Emre yüzüme bakmadan binmişti arabaya ama o gülüşünü yine yapmıştı. Huzursuz hissediyordum. Yanlış yaptığımı biliyordum. İstemeye istemeye binmiştim arabaya. Biner binmez teyzelerin saçma sapan soruları gelmeye başlamıştı. Hiçbirine cevap vermeyince susmuşlardı Allah' tan. Eve yaklaşır yaklaşmaz inecektim arabadan. Sonra ne yapıyorlarsa yapsınlardı. Yirmi dakika kadar sonra üç teyze birden indiğinde, ben de inmek için yeltenmiştim. Eve yakın yerlerdi. Beş dakika yürüme mesafesi vardı maksimum. "Sen nereye acaba güzellik?" Emre' nin gerçek kişiliğine dönmesi ile nasıl büyük bir hata yaptığımı anlamıştım. Denize düşsem dahi, bu yılana sarılmamalıydım. Boğulmak en güzel seçenekti. Bir ya da iki salise ile kurtulmuştum... Emre' nin cümlesini duyar duymaz kapıyı açmıştım ve o anında kilide basarak hareket etmişti. Açık kapıyı fark edince bir yandan hızlandı, bir yandan da uzanarak kapatmaya çalıştı. Önümde başka seçenek yoktu. Boğulmak o an en iyi seçenekti. Kendimi arabadan aşağı attığımda hissettiğim acıyı bile duymuyordum şuanda. Her yerim yanıyordu. Umursamadım. Arabanın durduğunu fark ettiğim an ayağa kalkmıştım. Bir kez daha aynı şeyin olmasına izin veremezdim. Koştum... Acıya alışmıştım artık. Koşarken çıkan hafif esinti, oluşan yaraları dindiriyordu. Koştum... Bacaklarımı hiç bu kadar güçlü hissetmemiştim. Sanki yıllardır bu anı bekliyorlardı. Peşimdeki adamla aramdaki mesafeyi giderek artıyorlardı. Koştum... Ya o kapı ben açmadan kilitlenseydi ne olurdu diye düşündüm. Ama devamını düşünmedim. Çünkü artık buna izin vermeyecektim. Koştum... Sürekli kendimden kurtarmaya çalıştığım adamı gördüm sonra. O da beni görmüştü. Yanındaki adamlarla birlikte bize doğru geliyordu. Koştum... Koştu... Bedenlerimiz sert bir şekilde birbirine çarparken, kollarımı boynuna sımsıkı sardım. Yanındaki adamlar çoktan o pisliğin hakettiğini vermeye başlamıştı bile. "Her şey için çok geç kaldım... Bunu daha önce yapmam gerekirdi..." Barlas kollarını çekip elimi tuttuğunda ne yapmaya çalıştığını anlayamamıştım. Eve doğru hızlı adımlarla yürüyorduk. Elimi öyle bir sıkmıştı ki, parmaklarımı hissetmiyordum. "Seni yalnız başına bırakmayacaktım. En başında seni o yolda bırakmayacaktım. " Benimle değil de kendiyle konuşuyordu sanki. Düşüncelerine de adımlarına da zar zor ayak uyduruyordum. Kapıya geldiğimizde zile basmadan önce nihayet durmuştu. Yüzüme baktığında, yapacağı şey için benden izin istemişti. "Bu bizim meselemizdi Zümra... Benden kaçmana izin vermeyecektim. Tüm bu lafları, tüm bu pislikleri çekmek zorunda kalmayacaktın... Selin'i de, şerefsiz kuzeni de, komşusu da... Hiç kimse ile muhatap olmayabilirdik... Geç kaldım... Özür dilerim..." "Neye geç kaldın, anlamıyorum Barlas..." Zile bastığında kapı anında açılmıştı. Melek teyze beni görür görmez, elini kalbine götürüp şükretmeye başlamıştı. Geç kaldığım için endişenmişlerdi. "Kızım aklımız gitti neredesin sen... Bu halin ne!" Açıklama yapmama fırsat vermeden Barlas tarafından içeri sokuldum. Hâlâ elimi tuttuğu için nere götürürse ora gidiyordum. Bir hışım salona girdiğimizde, Ahmet amca hızla ayağa kalktı. Üç saniyede üç farklı duygu yaşamıştı. Bodoslama daldığımız için şaşırmıştı, sonra beni görünce rahatlamış ardından yaraları görünce kaşları çatılmıştı. "Ne oluyor, bu halin ne kızım? Bir iş mi geldi başına, iyi misin?" "İyiyim... Ufak bi kaza sadece. Özür dilerim geç kaldım, arayamadım..." Melek teyze yaralarımı incelemeye odaklandığı için Barlas' ın elimi tuttuğunu yeni fark etmişti. "Bıraksana oğlum kızın elini, ne yapıyorsun?" Barlas bırakır gibi yapmıştı ama parmaklarını parmaklarımın arasına geçirmesi de bir olmuştu. Yaşadığım şeylerin etkisine bir de Barlas dengesizlik katıyordu. "Bırakmayacağım... Annem, babam. Rızanızı istiyoruz. Biz Zümra ile evleniyoruz... Yarın." Son cümlesiyle üç farklı şoku arka arkaya yaşatmıştı bana. Barlas evleniyordu, hem de yarın evleniyordu. Hem de benimle evleniyordu. * |
0% |