Yeni Üyelik
12.
Bölüm

12. Sevmek Demek...

@minasotaa


İyi okumalar dilerim...

*


Ne kadar süre uyumuştuk bilmiyordum. Hastane yatağı ilk kez bu kadar rahat gelmişti bedenime. Baş ucumda yatan Barlas'ın aynı düşüncede olduğunu sanmıyordum. Minicik berjere koca adamın vücudu zar zor sığmış görünüyordu. Ama yine huzurlu gibiydi. Yüzündeki tebessüm uyurken bile silinmemişti. Gözlerinin kenarında oluşan belli belirsiz çizgiler, yorgun yaşamını buradan bile belli ediyordu. Şimdi bir de ben eklenmiştim hayatına. Ama akıllanmıştım artık. Kafama estiği gibi davranıp zor durumda bırakmayacaktım onu. Elimden geldiğince yanında yer alacaktım. Henüz 23 yaşındaydım... Bilmiyordum yaşamı, insanları. Toydum... Dünyanın sadece hayallerle şekilleneceğini düşünmüştüm bu yaşıma kadar. Barlas zamanla olgunlaştırıyordu beni. Onun yanında tattığım gerçeklerle büyüyordum...

"Onu çok mu seviyorsunuz?"

Hemşirenin sesiyle birlikte gözlerimi Barlas' ın üzerinden çektim. Barlas da kıpırdanmaya başlamıştı. Kadının sorduğu soruya cevap vermedim. Ne diyecektim ki hem?

Sevmek farklı anlamları olan bir tanımdı. Arkadaşınızı, ailenizi ya da çocukları sevebilirdiniz mesela. Ama herbiri ayrı bir şeyi temsil ediyordu. Bir çocuğa duyduğunuz sevgi ile sevgilinize duyduğunuz sevgi aynı olabilir miydi?

Hemşire, kontrollerini yapıp yanımızdan ayrıldığında Barlas ile göz göze gelmiştik. Sahi ona karşı duyduğum bu yakınlığın adı neydi? Melek teyzeyi ve Ahmet amcayı seviyorum derdim mesela. Ama Barlas' a karşı hissettiğim şey, adını koyamadığım farklı bir duyguydu.

"Dinlenebildin mi?" diye sorunca, yattığım yerden doğruldum. Acı çekmediğimi ve gerçekten iyi olduğumu göstermek istemiştim.

"Evet... Sen peki, büzüşmüş kalmışsın orada?"

Barlas hızla ayağa kalkıp esneme hareketleri yaptı. O da endişemi gidermek için bu yolu seçmişti.

"Harika uyudum... Doktor gelsin çıkış isteriz bir sorun yoksa."

Onayladığım esnada doktor içeri girmişti. İyi olduğuma karar vermişti nihayet ve çıkmaya hazırdık. Barlas tutmam için kolunu uzattığında geri çevirmedim. Arabaya gidene kadar herkesin bakışlarını üzerimize toplamıştık. Kimseyi tanımasak da karşı karşıya geldiklerimiz geçmiş olsun diyerek gülümsemişti sıcak bir şekilde. Sanki bize moral olsun diye yapmışlardı bunu. Gelinlik ve damatlıkla kimse burada bir çift görmeyi istemezdi çünkü.

"Annengili aradın mı? Nasıl gideceğiz böyle eve?"

Arabaya biner binmez aklıma bu takılmıştı. Herkes şuan bizi başka bir şeyden çıkmış gibi düşünüyordu. Melek teyze ve Ahmet amca, ilk başta mantık çerçevesinde bir evlilik olduğunu bilseler de, dün Barlas o şekilde çıktıysa onlar da farklı gözle bakacaktı artık bize. Gerçek bir çifttik herkesin düşüncesinde.

"Gelelim o meseleye... Şimdi Zümra buna sen karar vereceksin..."

"Neye?" dedim devam etmesini isteyerek.

"Anneme haber verdim az önce, geliyoruz biz diye. Ama hastanede olduğumuzu söylemedim. Yani onlar da bizi, otelden çıkmış geliyor gibi düşünüyorlar... Ama yaşananları anlatmak istersen, eve gidince-"

"Hayır..." diyerek durdurdum Barlas'ı. Neye karşı bunu söylediğimi anlamadığı için biraz tedirgin olmuş görünüyordu.

"Hastane mevzusunu söylersek, öncesini de anlatmamız gerekir... Üzülsünler istemiyorum. Bu olay bizim aramızda kalırsa daha iyi olur gibi."

Barlas'ın çatılan kaşları eksi haline dönmüştü. Söylediğim hoşuna gitmişti. Onun neden bu kadar gülümsediğini biliyordum. Daha önce de yapmıştı bunu. Artık düşüncelerimizi açıkça söylüyorduk. Bir şey saklamıyorduk birbirimizden. Ve biz olarak bazı şeylere karar veriyorduk... Kendimi ona karşı kapatmadığım için, olaylara onun gözünden de bakabildiğim için mutluydu. Mutluyduk...

Eve gelince, etrafta meraklı komşuların bulunmaması içimi rahatlatmıştı. Onlara açıklama yapmak en zoruydu çünkü.

"İzninle..." dediğinde elime uzandığını fark etmiştim. Bir kaç kez bunu söylemeden tutmuştu zaten. Ama o zaman öfkesinden gözünün hiçbir şey görmediğini de biliyordum. Parmaklanı parmaklarıma kenetlediğinde, bunu gerçek bir çift gibi görünelim diye değil de, daima yanımda olduğunu hissettirmek için yapmış gibiydi.

"Hoş geldiniz!"

Melek teyze gülerken bir yandan da kaş göz yapmıştı Barlas' a. Barlas en sonunda anlayıp kucağına almıştı beni. Eve gelin-damat olarak ikinci girişimizdi gerçi ama olsun. Onlar için ilkti.

Barlas salona girip koltuğa yavaşça bıraktığında gülmemi durduramamıştım. O an her şey komik bir oyun gibi gelmişti. Barlas gülmeme eşlik edip elini yanağımı okşamak için uzattığında Ahmet amca girmişti içeri. Görür görmez ayağa fırlamıştık ama basılmış olmanın verdiği utançla kıpkırmızı kesilmiştik ikimiz de. Bir dakika ya... Neden basıldık gibi düşünüyordum ki? Hem Barlas niye hep ailesinin yanında böyle yakınlık kuruyordu? Her seferinde yanlış anlıyorlardı. Ama şuan evli konumda olduğumuzdan yanlış bir durum da yoktu değil mi? Niye garip garip şeyler düşünmeye başlamıştım ben yine?

"Hoş geldiniz evinize... İyisiniz değil mi yok bir sorun?"

Hızla başımı sağa sola sallamıştım. Sorunun anlamı yeni dank etmişti kafama. Utançtan daha çok kızarmıştım.

"İyi bakalım... Ben işe gideceğim şimdi. Siz de çıkın vakit geçirin birlikte."

"Tamam baba... Hayırlı işler..."

Barlas yüzüme baktığında sesli bir şekilde gülmeye başlamıştı. İlk kez bunu yapıyordu. Kıpkırmızı olmam onu epey eğlendirmişti anlaşılan.

"Yeni gelin moduna girdin bakıyorum..."

"Göstereceğim ben sana yeni gelini..."

İkimizin birden çocukluk modu açılmıştı. Barlas' ın dalga geçerek eğlenmesi gerçekten sinirlerimi zıplatmıştı. İki elimle birden onu ittirmek ve Melek teyzenin yanına gitmekti niyetim. Ama yine her şey tersine işlemişti. İttirmeye yeltenirken Barlas ellerimden tutup kendine çekmişti ve bedenlerimiz çarpışmıştı. Melek teyze konuşa konuşa içeri girdiğinde Barlas ile sarılma pozisyonundaydık. Tek şükrettiğim sırtım dönük olduğu için kızaran yüzümü görmemiş olmasıydı.

"Ben komşuya gideceğim... Akşam babanızla döneriz..."

Alnımı Barlas' ın omzuna yaslayarak Melek teyzenin gitmesini bekledim. Barlas yine gülüyordu. Ne olmuştu bu adama? Ne diye sürekli benle uğraşıp duruyordu?

"Gitti mi..." dedim fısıldayarak.

"Gitti..." Dediği an sertçe itmiştim. Beklemediği bir hamle olduğu için sendelemişti.

"Bilerek mi yapıyorsun? Herkese rezil olduk ya..."

Kızmaya çalışıyordum ama sesim hiç de öyle değildi. Komikti çünkü. Bizim halimize onlar da utanıp kaçıp gitmişti. Kendimi tutmaya çalışsam da ben de gülüyordum şimdi.

"Bir şey olmaz... Acıkmadın mı sen de?"

"Acıktım..." dedim Barlas' a ayak uydurarak. Bu evlilik bize yaramamıştı. İyice dengemiz şaşmıştı. Bi de korkmuştum ne olacak şimdi diye... Melek teyze ile Ahmet amcaya acıyordum. İki küçük çocukla uğraşmak zorundaydılar artık.

"Üstümüzü değiştirelim... Harika bir yere gideceğiz. Hâlâ duruyorsa tabi."

Acı bir şekilde gülümsedi. On iki yıl önceki hayatına, hızlı bir giriş yapmıştı. Üstelik o hayatı bitiren kızla yapmıştı ki hayatın garip oyunları gerçekten şaşılasıydı.

Yatak odasına girdiğimde, yaşadığım anlık şokla geri çıktım. Hiçbir şeyi üzülmesinler diye söylememek iyiydi ama büyük bir sorunumuz vardı şimdi de.

"Zümra... Eşyalarım orada değil mi?"

Barlas hiç şaşırmamıştı bile. Odaya girip dolabı açtı. Kendi bölümünden kıyafetleri aldı ve banyoya girdi. Ben mi çok abes davranıyordum? Bu konuyu konuşmamız gerekiyordu ama önce benim de üstümü değiştirmem lazımdı. Kapıyı arkadan kilitlenip iyice odayı inceledim. Dolapta ikimizin kıyafetleri vardı. Masa gitmişti. Yatağın yerine daha büyük bir yatak gelmişti. Her şeyi ne ara ayarlamışlardı ki?

"Hadi acele et..."

Barlas' ın sesiyle birlikte hızla gelinliği çıkarıp efil efil bir elbise giydim. Hava sıcaktı ve üşüyeceğimi sanmıyordum.

Kapıda bekleyen Barlas, baştan aşağı süzünce yanaklarım yanmaya başlamıştı. Gerçekten yeni gelin moduna falan mı girmiştim neydi bu Allah'ım?

Araba emanet olduğu için yürümeyi tercih etmiştik. Hem hava sıcaktı zaten, böyle daha iyi olmuştu. Barlas elimi tuttuğunda artık yadırgamadan ona ayak uydurduğumu fark ettim. Sonra biranda aydınlanma geldi zihnime. Hani bir şeyleri yaparsınız edersiniz ama sakin kafayla otururken dank diye yüzünüze çarpar ya o şeyler. Aynen öyle olmuştu işte... Elini tuttuğum, yanında sorgulamadan yürüdüğüm, kimsenin ne düşünürünü umursamadan güldüğüm bu adam sadece Barlas değildi artık. Evlenmiştik biz... Kocamdı gerçekten benim...

"İşte burası..."

Sıcak hamur işi kokusu tüm sokağa yayılmıştı. Sakin, küçük ama içten bir mekandı. Barlas' ın tercihine her zaman güvenmem gerektiğini buradan bile anlayabirdim.

"Yok artık... Barlas sensin değil mi?"

Yaşlı adam tezgahtan dolanıp Barlas' la kucaklaştığında, içim huzurla dolmuştu. Nasıl tepki vereceklerini bilememenin verdiği gerginliği hissetmiştim çünkü.

"Hoş geldin tekrar... Özlettin kendini be..."

"Hoş buldum... Şartlar öyle gerekmişti biliyorsun. Ama her şey yoluna giriyor çok şükür."

Yaşlı adamın gözleri beni bulduğunda gülümseyerek karşılık verdim. Kaşlarını çatıp bakınca, bir ihtimal tanımış olma düşüncesi bile geçmişti aklımdan.

"Bu kızımız kim? O zamanki nişanlın değil gibi..."

Yüzümdeki gülümseme giderek silinmişti şimdi. Beni Selin zannetmişti. Barlas o zamanlar hep onunla mı gelmişti buraya? Şimdi niye beni getiriyordu ki?

"O değil tabiki... Eşim Zümra..."

Barlas elimi tutarak yanına çektiğinde adamın gözlerindeki pişmanlığı da sezmiştim.

"Kusura bakma kızım. Yaşlılık... Maşallah pek de yakışmışsınız birbirinize."

"Estağfurullah. Teşekkür ederiz..."

Adamı mahçup etmemek için gülümsedim ama ister istemez bozulmuştu moralim. Masaya oturduğumuzda, belli etmemeye çalışsam da yüzüm düşmüştü.

"Özür dilerim Zümra. Tatsız bir durum oldu..."

"Önemli değil... Hem ben formalite icabı eşinim. Yani duygusal olarak etkilenmem bir şeylerden. Sıkıntı yok..."

Ne tepki vereceğine baktım ancak bu sefer de o hoşnut olmamıştı dediklerimden. Ama haksız değildim ki. Selin zannedilmek üzmüştü ama öyle kıskançlık gibi bir şey değildi bu.

Gelen gözlemeleri hiç konuşmadan yemiştik. Barlas hesabı ödeyip tekrar yürümeye başladığımızda, ellerimiz otomatik birbirini bulmuştu. Dışarıdan, küs ama birlikte olmaya devam eden bir çifti andırıyorduk.

Şehrin yollarında uzun uzun yürüdük. Bu süre zarfında tek kelime etmemiş olmak canımı sıkmıştı artık. Moralimiz bozulunca hemen iletişimi kesiyorduk her seferinde. Parka oturup kafeden dondurma söylemiştik. Açacak konu bulmaya çalışırken Barlas' ın çalan telefonu imdada yetişmişti.

"Efendim kardeşim..."

Karşıdaki kişiyi dinlerken gözlerini benden ayırmamıştı. Benimle ilgili bir mesele olduğu aşikardı.

"Tamamdır. Sağ ol..."

Telefonu kapattıktan sonra masaya kollarını koyup hafifçe öne eğildi.

"Gözümüz aydın... O şerefsizin mahkemesi iki gün sonraymış. Avukat iyi bir ceza alır dedi."

"Gerçekten mi!"

Sevinçle yerimden sıçramıştım. Her şey tam olarak kesin değildi ama büyük olasılıkla bir pislikten kurtuluyorduk artık.

Elimi kolumu nereye koyacağımı bilemeyip heyecanla Barlas' a yönelmiştim. Ne yapmam gerektiğini kestiremeyince duraksadım. Barlas hızla ayağa kalkıp kollarını açtığında, gülerek arasına yerleşmiştim. Aramızdaki sessizlik de son bulmuştu böylece.

"Teşekkür ederim Barlas... Her şey için..."

Kollarımı boynundan çekmeden önce yüzüne bakmıştım. Gözlerinde kendi yansımamı görmek... Ne bileyim işte, tuhaf hissettirmişti. Adını bilmediğim duygulara tuhaf diyerek geçiştiriyordum belki de.

"Normal olmayan bir evlilik için fazla yakın değil misin sence şuan..."

Gözlerimi kapatarak kollarımı boynundan çektim. Adamın ruhuna ruhuna bakarsam, kendi sözlerimle beni böyle vururdu işte. Sessiz kalmasının nedeni de ortaya çıkmıştı böylece. Evliliğimizi bu şekilde vurgulamamdı canını sıkan.

"Öyle demem biraz yanlış oldu sanırım. Ama sen üzülme diye söylemiştim. Selin zannedildiğim için üzüldüğümü belli etmemekti niyetim."

"Üzüldün yani..."

Tek kaşını kaldırıp imada bulunmasına fırsat vermiştim şimdi de. Niye adamakıllı anlaşamıyorduk ki biz?

"Selin değilim ki ben... Biri sana, sen bu musun dese üzülmez misin? Hem başka yer mi kalmadı kahvaltı yapacak. Niye eski nişanlısını götürdüğü yere eşini de götürür ki insan? Adamın kafası karışır doğal olarak..."

Yine makineli tüfek gibi ardı ardına sıralamıştım cümlelerimi. Barlas' ın sabırla dinleyip ben sustuktan sonra yüzüme bakmaya devam etmesi de sinirimi bozuyordu. Yaptığı her şeyi bana gıcıklık olsun diye yapıyordu sanki.

"Tamam... " Dedi bir süre sonra. "Bundan sonra sen nereyi istersen oraya gideriz... Sevgili eşim Zümra Alptekin..."

Gözlerimi kırpıştırarak ondan çektim. Bakmaya devam edersem yine saçma saçma şeyler söyleyecekti. Hem ne oluyordu ya? Sevgili eşim falan... Zümra Alptekin diye vurgulaması da gerekmezdi ayrıca. Her seferinde yüzümü kırmızı görmek hoşuna mı gidiyordu da bunları yapıyordu. Hayır ben niye her söylediğine böyle tepki veriyordum?

"Kalksak mı artık, bak bitti dondurmalar da..."

Panikle ayağa kalkmıştım. Elimi ayağımı da kontrol edemiyordum artık. Bunlar hep çok yürümekten olmuştu kesin.

"Ben ödeyip geleyim hemen..."

Başımı sallayıp beklemeye başlamıştım. Havayı güzel bulan akın etmişti buraya. Temiz yerdi, insan yeşilliğin içinde huzur buluyordu.

"Afedersiniz?"

Yanıma yanaşan adam gülerek yüzüme bakıyordu. Adam dediğim de genç çocuktu. Belki benden bile küçüktür diye düşünüyorum.

"Buyrun..." dedim gülümseyerek. Utana sıkıla dikiliyordu karşımda. Derin bir nefes aldıktan sonra bir çırpıda dökmüştü derdini.

"Ben sizi gördüm çok beğendim... Sanırım sizi seviyorum artık. Çok güzelsin. Senin gibi birisini görmemiştim hiç. Şans verir misin bana? Hem tanısan sen de seversin beni!"

Yanımızdan geçenler, gencin itirafını dinletip gülerek yoluna devam ediyordu. Öyle heyecanlıydı ki saflığı kelimelerine dökülmüştü. Kızamazdınız, sen ne yapıyorsun diye. İçimdeki gülme isteğini bastırmıştım. Kalbini kırmadan göndermem gerekirdi.

"Zümra... Ne oluyor hayatım?"

Barlas öyle bir gelmişti ki çocuk neye uğradığını şaşırmıştı. Barlas' tan çekinen gözleri hayal kırıklığı ile bana dönmüştü.

"Hayatım mı?" dedi sesi titreyerek. O an fark etmiştim. Cidden hayatım nereden çıkmıştı şimdi?

"Evet... Eşime nasıl sesleneyim ki başka?"

Çocuk ikinci bir şok yaşamıştı. Barlas da üstüne gidiyordu halini gördüğü hâlde. Ve ciddi ciddi yapıyordu bunu. Çocukla çocuk olmuştu yine.

"Yüzüğün yok ki ama... Yalan söylüyor değil mi bu adam?"

Ağlamaklı gözlerle bakan çocuğa gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırmıştım. Cevap vereceğim sırada Barlas üzerine yürüyünce kaçıp gitmişti çocuk da. Ne yaşamıştık yine ya?

"Ne yapıyorsun? Küçücük çocuktan mı kıskandın sen beni şuanda gerçekten?"

"Küçük mü? Eşek kadar adam... Gelmiş burada sevdiğini söylüyor sana. Olabilir mi böyle bir şey ?"

Sesi yumuşak çıksa da burnundan soluyordu. Bastırdığım gülme isteğine daha fazla karşı gelememiştim. Bir başlamıştım ki devamı katlanarak gelmişti.

"Gülme... Komik mi Zümra hanım? Adam sana asılıyor, ben gülüyor muyum?"

Hâlâ adam diyordu bi de. Sabahtan beri benimle dalga geçmesinin öcünü almıştım. Gülmemi zar zor frenleyince Barlas' ın elini tuttum. Sakinleşmesi için bunu yapmıştım. İşe de yaramıştı.

"Genç çocuk ya sakin ol... Geldi seviyorum dedi gitti işte. Hem ne bilsin sevmek ne demek..."

"Ne demek?"

Barlas aramızdaki mesafeyi bir tık azaltınca yine gerilmeye başlamıştım. İşler biranda nasıl tersine dönmüştü yine. Ben onu sakinleştirmeye çalışırken o beni geriyordu.

"Ne... Ne demek...?" dedim kekeleyerek. Neyi sorduğunu, neyi sorduğumu bile anlamamıştım.

"Sevmek... Tarif etsene biraz..."

Elimi parmağıyla okşamaya başlamıştı. Bütün ayarlarımı bozmuştu sanki. Neden bunu yapıyordu?

"Her şeyi sevebilirsin... Anne, baba, çiçek, böcek..."

"Beni seviyor musun?"

Diğer elimi de tutmuştu... Sanki zihnimde bir yerleri uyuşturmuştu. Sorduğu soruya ne cevap vermem gerektiğini bilmiyordum. Kalbimin atış sesi kulaklarımda yankılanmaya başlayınca hızla ellerimi çekmiştim. Barlas parkta olduğumuzu anımsamış olacak ki, sağa sola bakınmaya başlamıştı.

"Eve mi gitsek artık?" dedim alelacele.

"Gidelim..." dedi kararlılıkla. Az önceki olan şeyi konuşmayı geçmiş dalgasını bile yapmayacağımıza emindim. Bir şey olmuştu işte. Kendimizden geçmiştik o an. Kısa bir an...

Eve vardığımızda ben mutfakta, Barlas da salonda oturuyordu. Yan yana gelme işi ikimiz için de riskli bir duruma doğru gidiyordu. Beni seviyor musun diye sormuştu. Bunu o anın etkisiyle mi yoksa gerçekten mi sormuştu? Ya kalbime ne demeli? Ne diye pata küte atıp ilan ediyordu sanki her şeyi?

Melek teyze ve Ahmet amca geldiğinde de aramızdaki durgunluğu sürdürüyorduk. Dışarıya karşı küs imajı vermiyorduk. Keşke öyle olsaydı. Benim yeni gelin modumun yanına, Barlas' ın yeni damat modu da eklenmişti. Birbirimize bakmaya bile utanır hâle gelmiştik...

Sofrayı topladığımız esnada kapı çalmıştı. Ben mutfaktan çıkış yapmışken Barlas da salondan çıktığı için çarpışmıştık.

"İyi misin?" diyerek belimi tuttuğunda, "iyiyim." diyerek geri çekilmiştim. Melek teyze yanımızdan geçip kapıyı açmıştı. Her şeyi görmüştü. Bir gün içinde daha ne kadar utanacaktım ben?

"Selin? Hayırdır inşallah..."

Adını duyduğumuz kişiye aynı anda bakmıştık Barlas ile. Ne diye gelmişti ki bu kadın şimdi?

"Melek anneciğim rahatsız ettim kusura bakmayın ama başka kimse gelmedi aklıma..."

Ağlıyordu. Kötü bir şey olduğunu düşünüp ben de telaşlanmıştım ister istemez. Melek teyzeye hâlâ 'anne' demesinin üstüne durmayacaktım şimdi.

"Ne oldu kızım, söyle hele?"

"Annem fenalaştı... Araba yok bizde de..."

Melek teyze hızla Barlas' a baktı. Üst katta kalan arkadaşının arabasını kullanıyordu o da. Hızla telefonla konuşup üst kata çıktı. Anahtar elinde geri indiğinde Melek teyze de çoktan hazırlanmıştı.

"Hadi gidelim... Kızım çok geç kalmayız inşallah. Ama beklemeyin yatın siz..."

Başımı salladım ama hızla indikleri için görmemişlerdi bile. Kapıyı kapattığımda içimde yine tuhaf hisler gezinmeye başlamıştı.

İçeride uyuklayan Ahmet amca da duymuştu sesleri. Yanına gidip durumu anlatmıştım. Sonrasında mutfağı toparladım ve tekrar yanına gittim. Hastaneye götürüp geri gelebilirlerdi. Niye bu kadar geç kalmışlardı ki?

"Ben yatıyorum kızım... Sen de çok geçe kalma. Allah rahatlık versin..."

"Sana da Ahmet amca..."

Bir saat daha geçmişti. Aramayı düşündüm kaç kere ama o hengamede doğru olmaz gibi gelmişti her seferinde. Melek teyze kalabilirdi yanında tamam ama Barlas' ın durması gerekir miydi? Hem kim olarak oradaydı ki? Selin' le artık arkadaş bile değillerdi...

Aklımda bir sürü düşünceyle birlikte yatak odasına girmiştim. Çok fazla yorulmuştum... Barlas gelene kadar uyusam iyi olacaktı. Yatar yatmaz kapanmıştı gözlerim.

Boşluğa düşer gibi bir hisle aniden gözlerimi açmıştım. Yanımdaki ağırlığa fark etmeden elim çarpmıştı. Çarpmaz olaydı. Biranda bileklerimden tutarak üstüme çıkmıştı. Çığlık atacağım sırada elinin biri ağzıma inmişti.

"Zümra... Benim sakin..."

Barlas tepemden inerken hızla yatakta doğruldum. Görüyordum o olduğunu. O beni kim sanmıştı acaba?

"Ne yapıyorsun ya sen?" diye fısıldadım. Gözlerim karanlığa alıştığı için bana baktığını anlayabiliyordum.

"Aniden dokununca... Tedbir yaptım işte kendimce. Afedersin..."

Tekrar yattığı an kolundan çekiştirdim. Hem ne zaman geldiği belli değildi hem de yanıma yatıp öylece uyumuştu. Gündüz gece fark etmez. Kaç saattir patlamıştım sessizlikten.

"Niye bu kadar geciktin ki? Hastanede senlik bir iş yoktu?" dedim yüzüne bakarak. Yine gülüyordu... Ne olmuştu acaba yine?

"Sen şuanda bana hesap mı soruyorsun, yoksa kıskançlık krizi mi bu?

Allah'ım sana şükürler olsun ki geceyi de yarattın... Öyle olmasa yine bir kırmızı renk vakası gerçekleşecekti.

"Saçmalamaz mısın? Ben ne diyorum sen ne diyorsun?"

Bizim aramızdaki şey nasıl bu seviyeye gelmişti anlamıyorum. Zaten evlendik diyip bi rahatlığa mı girmiştik ne...

"Selin'in annesi vefat etti... Annem bırakıp gelemedi haliyle. Ben de onu bekledim mecburen..."

Bu hiç beklemediğim bir olasılıktı. Üzülmüştüm gerçekten. İnsanlar nelerle uğraşıyordu ben ne düşünüyordum. Bu sefer tamamen haksızdım.

"Allah rahmet eylesin... Üzüldüm..."

"Amin..."dedikten sonra bir süre öylece oturmuştuk yatakta. Tekrar göz göze geldiğimiz an hızla ayağa kalkmıştım.

"Nereye?" dediğinde cevap vermeyip kapıya yönelmiştim. Anahtarı çeviremeden iki kolunun arasında kalmıştım.

"Sorularıma neden hiçbir zaman cevap vermiyorsun küçük hanım?"

Sesi tüm vücudumda dolaşmıştı sanki. Nefesi saçlarımı okşarken yine zihnimle oynuyordu.

"Barlas... Ne yapıyorsun, çekil... Lütfen..."

Yüzümü ona dönersem daha güvende olacağımı düşünmüştüm. Yanılmıştım... Ben döner dönmez, bedenimi kapı ile arasına sıkıştırmıştı.

"Yanlış cevap... " derken kulağıma fısıldadığında gözlerimi kapattım. Ne yapmaya çalıştığını anlamıyordum... Ne tepki vermem gerektiğini bilmiyordum.

"Sana çok önemli bi soru sormuştum Zümra... Cevap vermeni istiyorum..."

"Ne..." diyebildim sadece. Düşünemiyordum... Tuhaf hisler her yerimi sarmıştı. İçimdeki akan sıcaklık bedenimi ürpertiyordu.

"Beni seviyor musun?"

Derin bir nefes vermiştim... Barlas'ın sitemi bu soruya alamadığı cevaptı. Oradaki hisleri bana tekrar yaşatıyordu. Aramızdaki bu yakınlığım nereye gideceğini belki de vereceğim cevap belirleyecekti.

"Söyle... " Dedi nefes nefese. Ellerimi göğsüne koyduğumda, kalbini avuçlarımda hissetmiştim. Karşılıklı atım seslerimiz bozuyordu sessizliği.

"Zümra..." 

Sesindeki acı ruhuma işliyordu. Ne zamandan beri taşıyordu bu acıyı kalbinde? Neden önce değil de şimdi çıkarıyordu ortaya...

Ellerini kapıdan çekip belime dolamıştı. Ona karşılık kollarımı boynuna sardığımda, kalplerimiz buluşmasını gerçekleştirmişti.

"Barlas..." dedim boynuna nefesimi vererek. Duymayı istediği cevabı vermeye hazırdım. Bunca zaman içimdeki tuhaflığın adını koyma zamanıydı artık.

Hayalleri ile on iki yıl boyunca yaşama tutunmamı sağlamıştı. İkimizi attıkları ateşten ne olursa olsun çıkarıp kurtarmıştı. Ardında bıraktığı yerde bile sıcaklığını benimle bırakmıştı. Elimi ne olursa olsun tutmaya devam edecek bu adamın isteğini geri çevirmeyecektim. Kalbinde bana yer açan bu adamın çığlığını duymazdan gelmeyecektim.

"Seviyorum... Hep sevdim..."


Barlas' ın ağzından...

Hırçınlaşan kalbime artık dur diyemiyordum. Zümra' ya olan masum hislerim yavaş yavaş başka bir boyuta girmişti. Zihnim, kalbim, bedenim... Her zerrem mıknatıs gibi çekiyordu onu.

Evlenmeyi kabul ettiğinde içimde yanan ateş daha da korlanmıştı. Daima yanımda kalsın, konuşmasa da gözlerime baksın istiyordum. Benim için yaptıklarından sonra ona bu duyguları beslemek yanlıştı belki de. Ama kendime söz geçiremiyordum...

Dün, o acıyı çekmeye razı olduğunda aklımı kaybetmek üzereydim. Yanan kalbim tüm hastaneyi de ateşiyle yakmak istemişti. Orada onu beklerkenki acıyı gözyaşlarım bile dindirememişti.

Ölmek belki çare olurdu çaresizliğime. Yüzüne bakmak istesem de çektiği acıyı görmek daha çok parçalayacaktı yüreğimi. Sustum, bakmadım gözlerine. En çok bu yüzden kızıyorum kendime işte. Baksaydım, gizlediği acıyı görebilirdim her şey kötüye gitmeden...

Korkmuştum. Hayatımda ilk kez bu kadar çaresiz hissediyordum. Bana ilkleri yaşatan kadın... Her şeyiyle artık ondan vazgeçemez olmuştum.

Ahlâki değerlerim bayram etmişti en çok evliliğimize. Evlenmiştik artık. Helalimdi... Ne kadar sınırlarımı korusam da elini tutmak, ona sarılmak bir nefes gibi yeniden canlanıyordu kalbimi. Mutluydu yanımda... Gülüyordu, çekmiyordu elini, gözlerini. Rahatız olsa, bu kadar hızlı belli etmezdim belki hislerimi.

Çok hızlı ilerliyordu her şey. Durduramıyordum... Kaptırmış gidiyordu gönlüm. Öğrenmem lazımdı, onun bana nasıl baktığını bilmem gerekiyordu. Böyleyken ihanet ediyormuş gibi geliyordu çünkü. Aramızdaki evliliğin normal olmayacağını söylerken, şimdi daha fazlasını istemek yük oluyordu nefsime. Ya bana sadece yoldaş gözüyle bakıyorsa da, ben kendimi bir hayale kaptırdıysam?

Ama değildi işte... Kalbinin ritmini duymuştum, gözlerindeki o ışığı görmüştüm. Elleri titrediğinde, nefesi hızlandığında, bakışlarını sakladığında, en çok da yanakları al al olduğunda anlamıştım, kendinden bile sakladığı duyguları. Belki de bundandı cesaret almam. Sevdiğim kadından 'seviyorum' sözünü duymak için gitmiştim ileriye.

Boynuma verdiği nefesi titriyordu. Sımsıkı dolamıştı kollarını... Kalbimizin sesi birbirine karıştıkça daha fazla kaybediyordum kendimi.

"Seviyorum... Hep sevdim..."

Duymayı beklediğim izin dökülmüştü dudaklarından. Yüzünü boynuma gizlemişti bu sefer. Her utandığında bunu yapmasını seviyordum. Korktuğunda, ağladığında, utandığında kollarımın arasında kaybolmasını seviyordum...

"Barlas... " diye seslenmişti kokusunda kaybolduğum esnada. Sesine bile yansımıştı yüzündeki kırmızılık.

"Söyle Zümra'm..." dediğimde daha çok kapandı vücuduma. Hâlâ yüzünü çıkarmamıştı boynumdan. En sevdiği sığınak belli olmuştu bu saatten sonra...

"Direkt böyle yatıp uyusak olur mu?"

"Sen nasıl istersen..."

Hayatımı yeniden şekillendiren kişi kollarımın arasında uykuya dalmıştı. Yüzündeki huzuru hissedebiliyordum. 36 yaşında koca adamdım. Bunca zaman gülmeyi bile unutmuş, kaybolan benliğini arayan bomboş biri olmuştum. Zümra bana, yaşayamadığım gençliğimi ve solmayan çocukluğumu veriyordu. Bazen şapşal bir çocuğa dönüşüyordum fark etmeden. Bu halime güldüğünü görmek bile yetiyordu ama...

"Seni seviyorum..." diye mırıldandı birden. Uyuyor muydu uyanık mıydı anlamamıştım. Saçlarına küçük bir buse kondurduktan sonrs sımsıkı sarıldım.

"Ben de seni seviyorum... Hep sevdim..."

Yüzünü tekrar boynuma gömdüğünde, gecenin varlığına bir kez daha şükrettiğini hissediyordum...

*


Bölüm sonu 🌸


Loading...
0%