Yeni Üyelik
16.
Bölüm

16. Yatağın Soğuk Tarafı

@minasotaa


İyi okumalar diliyorum...

*


Düşler... O kadar değerliymiş ki aslında. Ben bunu kaybettiğimde anladım. Olmak isteğin ya da olacağın kişi, tanıdığın ya da tanımadığın insanlarla kurulu yeni bir dünya ve sevdiklerin... Hayatının anlamı olarak vurguladığın kişi... Hepsini düşlerinde yaşatabilir insan. Sesini duyamadığınızın sesini duyarsınız, gözlerine bakmadığınız kişiyi hissedersiniz, sarılırsınız... O yüzden değerlidir işte bu. Ne mutlu hâlâ düşlerinde yaşatabildiklerinize. Ben bunu kaybetmiştim... Sevdiğim adamın ilk ay sesi silindi düşlerimden, ikinci ay gözlerine bakamaz oldum, üçüncü ayda sarılamadım artık bedenine... Hayatımızdan biranda kendini sildiği gibi, düşlerimden de çekip gitmişti. Üşüyordum... Varlığının verdiği sıcaklık yoktu artık. Yastığına sinen kokusu uçup gitmişti. Yatağın sol tarafı, keskin bir soğukla karşılıyordu beni.

Tam üç ay olmuştu bugün...

Yeni bir hayatın varlığı haberini aldığım gün, hayatımın anlamını kaybetmiştim... Şimdi ise... İkisi de yoktu.

Barlas kaybolmuştu... Ahmet amcanın verdiği haberden bu yana asırlar geçmişti sanki. O gece sabaha ulaşmamıştı. O gece ben de onunla kaybolmuştum.

"Sakin ol kızım..."

Sürekli bu cümleyi duyuyordum. Herkes aynı şeyi söylüyordu ama kimse bunu nasıl yapacağımı söylemiyordu. Ben bu andan itibaren nasıl sakin olabilirdim? Ruhumu parçalayan darbelerle, nasıl yıkılmadan durabilirdim?

Duramamıştım... Nerede olduğunu bilmediğim varlığım, artık sadece bedenen vardı. Nefes alıyordum belki. Ama her alışta kalbim küle dönüp cayır cayır yakıyordu beni.

Her gözümü açtığımda Barlas' ın yokluğu yüzüme tokat gibi çarpıyordu. Bir ümitle Ahmet amcayı arayıp haber var mı, diye soruyordum dakika başı. Çaresiz bakışlarla ve hüzünle karşılık veriyordu her seferinde.

"Henüz değil kızım..."

Belki de Ahmet amcanın umuduna tutundum ben de. Her 'henüz' dediğinde, bir gün geri geleceğine olan inancım kuvvetlendi sanki. Henüz yoktu... Ama gelecekti...

Melek anne ise suskunlaşmıştı. Bir yanı güçlü görünüp benimle ilgilense de yalnız kaldığında sessiz çığlıklarını duyuyordum. Göz yaşına döküyordu, kelimelere dökemediklerini. Gizlemeye çalışsa da biliyordum işte. Artık anne duygusunu hissetmiştim çünkü ben de. Kısa süreliğine de olsa...

Bir gün gözlerimi açmıştım yine karanlık sabaha. Yine beyaz ve soğuk tavan karşılamıştı gözlerimi. Barlas' ın yokluğu ile beraber bir tokat daha yemiştim sancılı yüreğime. Sahip çıkamamıştım emanete. Ben ilk fotoğrafını gösterme hayalini kurarken şimdi kendisi de gitmişti...

Yalnızdım... Ne sığınabileceğim bir boyun vardı ne de bana sığınan bir küçük can.

Birini sonsuza kadar kaybetmiştim, diğerini ise... Bilmiyordum.

Bir üç ay daha geçti üstüne. Bir asır daha... Hiçbir şey geçmedi içimdeki. Alıştım mı hayır. Kimse soru sormadı, kimse 'henüz' demedi bir daha. Herkes sustu. Her şey sustu. Belki de artık umut da kaybolmuştu.

Robottum sanki... Her gün aynı şeyleri yapar olmuştum. Sabah buz gibi yataktan kalkıp işe gidiyordum. Vakit ölsün diye. Bedenimin hareket etmeye ihtiyacı vardı. Kurabiye, poğaça yapıyordum sadece. Şekerpare yoktu artık.

Gülay her seferinde gözümün içine bakıyordu konuşayım diye. Konuşuyordum ya işte... "Günaydın, iyi günler, iyi akşamlar" konuşmak değil miydi?

"Zümra... Yetmez mi artık kendine yaptığın işkence? Hiçbir şey senin suçun değildi..."

Suçum değildi belki... Ama durdurabilirdim. En azından deneyemez miydim? En basitinden içimde yaşama tutunan canlıyı koruyamaz mıydım? Barlas' a söyleyemez miydim telefonda? Ya da hemen gel diyemez miydim eve? O zaman değişmez miydi her şey?

"Hayat devam ediyor... 6 ay oldu Zümra. Olmayacak düşlere tutunup kendini de kaybetme."

"Ben kayboldum zaten! Neyim kaldı benim Gülay! Hayat bulduğum adam yok olmuşken, canından bir parçayı o daha öğrenemeden kaybetmişken nasıl devam etsin benim için hayat!"

Sandalyeye yıkılmıştım. İçimdeki isyanı daha fazla bastıramamıştım. Herkes sürekli bir şey söylüyordu ama kimse benim içimden bakmıyordu. Hayat onlara devam ediyordu ama bende bitmişti işte. Ben bu noktada nasıl kalkıp yol alabilirdim? Nereye çıkardı yolum?

"Pardon bakar mısınız?"

Gülay istemeye istemeye yanımdan ayrılıp ön tarafa geçti. Herkesin hayatı kendineydi işte. Herkesin bir telaşı vardı ve herkes bir yolda ilerliyordu. Bazen durmak ve nerede olduğuna bakmak gerekiyordu. Ben de bunu yaşıyordum şimdi. Bulunduğum yerden ya kalkıp devam edecektim ya da yenilgiyi kabul edip tamamen kaybolup gidecektim.

"Zümra... Seni soruyorlar. Annen ve ablan gelmiş..."

İşte bu cümle ayağa kaldırmıştı beni olduğum yerden. Düşmüştüm ve bir tekme de biz atalım diye sırada bekleyen insanlar vardı. Bu sefer izin vermeyecektim buna. Defalarca üstüme toprak atan bu insanlara karşı yenilmeyecektim artık.

Derin bir nefes aldım. Bu nefes sanki yeni doğan bir bebeğin ciğerlerini yaktığı gibi yakmıştı beni. Acıtmıştı ama yeni bir başlangıca merhabaydı.

Gülay ile birlikte ön tarafa geldiğimde dışarıda beklediklerini gördüm. Geçmişimin yanına gitmeden önce Gülay sımsıkı elimi tutmuştu. Yanımda olduğunu biliyordum ve bunu bir kez daha hissetmiştim.

"Ne işiniz var burada?"

Sorduğum soruyla beraber ikisi birden yüzüme bakmaya başladı. Gözlerine baktığımda 'anne' ve 'abla' kelimelerinin sadece sıfattan ibaret olduğunu bir kez daha anladım. Onlara karşı hissettiğim şey koca bir hiçlikti.

"Kızım... Duyduk olanları, görmek istedik seni. Nasılsın?"

Uzatılan ele karşı bir adım geri çekildim. Oyun falan mı zannediyordu bunlar yaşanılanları? İnsanlar gerçekten bu kadar alçalabilir miydi?

"Zümra... Ablacım biz sana bi adım atmaya geldik. Sen geri çekmesen mi kendini? Yanında olmak istiyor-"

"İstemiyorum. Gelmeyin... Nasıl ki öncesinde yoktunuz şimdi de olmayın hayatımda. "

Bi de şaşırıyorlar mıydı söylediklerime? Ne bekliyorlardı gerçekten merak ediyordum? Sarılıp da omuzlarında ağlayacağımı mı?

"Ayıp ediyorsun ama kızım. Bize ettiklerinin hesabını Allah sormuş senden. Ama sen hâlâ bize dikleniyorsun. "

"Sen ne anlatıyorsun be?"

Gülay içeriden bir hışım çıkıp karşılarına dikildiğinde sakinleşmesi için elimi omzuna koydum. Pek bir işe yaramadı tabi ki.

"Bak kadın. Sen bu kızı yalnız sanıp her istediğini söyleyebileceğini sanıyorsan o devir çoktan geçti. Kıza etmediğinizi bırakmadınız bi de hesap sormaya gelmişsiniz. Defolun gidin be..."

"Sana ne oluyor ya, kimsin sen bizimle böyle konuşuyorsun? Ablası ve annesiyiz biz farkında mısın? İsteğimizi söyleriz sana ne?"

Çevredeki herkes etrafımızı sarmaya başlamıştı. Köyde yaptıkları yetmezmiş gibi burada da rezillik çıkartmayı başarmışlardı. Gülay' a kalsa ikisini de parçalayıp atardı bir kenara. Müdahale etmem gerekiyordu artık. "Yeter!" diye bağırdığımda iki taraf da sessizleşmişti.

"Gidin... Daha fazla rezil etmeyin kendinizi artık!"

Annesi; kızı ağzını açtığı an durdurmuştu onu. İçinden homurdandıktan sonra yüzüme bakmadan gittiler. Amaçları neydi peki? Yaşadığın her şeyi hak ettin demek için miydi tüm bunlar?

"İyi misin?" dediğinde Gülay' a döndüm. Kalabalık dağılırken biz de içeri geçmiştik.

"Asıl sen iyi misin? Ne diye yüz göz oluyorsun ki?"

Gülay göz devirip sandalyeye oturunca yanına oturdum. Her şeyi anlatmamla beraber, yaşadıklarımı kendisininmiş gibi benimsemiş ve yanımda olmuştu. Bugün de benim söyleyemediklerimi söylemişti işte.

"Çok garipler ya... Nasıl katlandın sen bunca sene? İki dakikada sinir ettiler tüm bedenimi."

Gülümsedim. Uzun zaman sonra bunu ilk kez yapıyordum. Gelmelerine iyi yönüyle bakarsak, ardımda bıraktıklarımla ne kadar uzun bir yol aldığımı fark etmemi sağlamışlardı. Uzun bir duraktan geçmiştim ama devam etme vaktiydi. Kötü bir şey olmuyorsa hâlâ bir umut var demekti. Barlas bulunana kadar hayat devam ediyordu...

"Bazen susmak işe yarıyor işte. Kendini boş yere yormamış oluyorsun halden anlamayana karşı. "

Gülay kolumdan çekip sımsıkı sarıldığında karşılık verdim. Yalnız değildim... Her şey yoluna girecekti. Kaybettiklerimiz de dahil...

"Tamam ya hu yeter... Hadi iş başına."

Gülay güçlü imajını bozmamak adına kaşlarını çatarak ayağa kalktı. İki damla göz yaşı dökse bile burnu kızarıp kendini ele verirdi oysa.

Tekrar arka tarafa geçip yarım kalan işlerimi bitirmiştim. Sonrasında beraber kapatmıştık dükkanı. Gülay otobüse koştururken ben de ağır adımlarla Melek annenin evinin yolunu tuttum.

İş çıkışı her zaman önce onlara uğrardım. Sadece yatmaya giderdim kendi evimize. Öbür türlü boğulduğumu hissediyordum çünkü.

"Hoş geldin kızım."

Sıcak karşılaması ile içeri girdiğimde, Melek anneye uzun uzun sarıldım. Bugün fazlasıyla anne sıcaklığına ihtiyacım olmuştu.

"İyi ki varsın anne... İyi ki..."

Melek anne saçlarımı okşarken "Sen de kuzum benim. " dedi titreyen sesiyle. Bir kaç dakika sonra geri çekildiğimizde yüzünde farklı bir ışıltı görmüştüm. Uzun zaman sonra o da yeniden ayağa kalkmıştı sanki.

"Geç hadi yorulmuşsundur."

Eşyalarımı bırakıp salona geçtim. Ahmet amca bir saate gelirdi ve sofraya otururduk. O gelene kadar ise kalan yemeklere yardım ederdim. Pek fazla konuşmazdık ikimizde. Suskunluğumuzu takınır işimize odaklanırdık. Ama bugün farklıydı.

"Anne... Bugün daha iyi gördüm sizi?"

Dedim gülümseyerek. O da gülümsedi ve yanıma oturdu. Elini uzatıp elimi tuttuğunda gözlerindeki umudu bana da yansıtmıştı.

"Çok şükür kızım. Bilmiyorum ama içimde güzel bir his var. Rabbim bilir ama Barlas her an çıkıp gelecekmiş gibi hissediyorum."

Sesindeki titremeyle beraber bir damla göz yaşı inmişti yanağından. Öyle güzel bir histi ki bu benim de içimi kaplamıştı. Şimdi çıkıp gelmesi için nelerimi vermezdim.

"İnşallah anne... İnşallah..."

Yüzümüzde gülümseme sofradayken de devam etmişti. Ahmet amca bir anlam veremedi bu işe. Ama sormadı ne oldu diye. O da ayak uydurdu bize. Bulaşıcıydı umut etmek. Olmayacak bir şeyi de Allah hayal ettirmezdi. Artık tüm kalbimle inanıyordum. Barlas gelecekti...

Bugün yatağa yattığımda ilk kez huzurla gözlerimi kapatmıştım. Melek anne öyle bir işlemişti ki içindeki duyguları, yeniden nefes aldığımı hissediyordum.

...

Yerimden sıçrayarak uyandığımda, kaç kere çaldığını bilmediğim telefonla göz göze geldim. Gülay defalarca kez aramıştı ve hâlâ da devam ediyordu.

"Zümra... Şükür açtın... Neredesin?"

Allak bullak zihnimi toparlamaya çalıştım. Gülay' ın sesi endişeli geliyordu.

"Evdeyim... Hayırdır bu saatte, bir şey mi oldu?"

Yataktan doğrularak kendime gelmeye çalıştım. Beynim kendini kötü bir şeye hazırlamıştı ve ne yazık ki yanılmamıştı da.

"Pastanede yangın çıkmış... Gidiyorum şimdi oraya. Korktum oradasın sandım."

"Ne... Geliyorum ben de."

Hızla giyinip evden çıktım. Saat 4.32' ydi. Koşar adım pastaneye geldiğimde her şeyin çoktan yandığını görmüştüm. İtfaiyenin de yapacağı bir şey kalmamıştı. Geriye isli ve sisli bir harabe kalmıştı.

"Gülay..."

Gülay'ı görür görmez yanına gittim. Göz bebeği gibi baktığı ekmek teknesinden geriye hiçbir şey kalmamıştı. Yüzünde acı bir ifadeyle gözlerini ayırmadan bakıyordu.

"Nasıl oldu ki acaba? Allah'tan kimseye bir şey olmadı."

"İçerideki bir şey patlamış sanırım. Öyle diyordu görenler." dedim az önce duyduğum konuşmaya istinaden.

"Sıkma canını... Daha güzel bir yer buluruz. "

Gülay başını sallayarak gülümsedi. Üzülmüştü elbette ama elinden bir şey gelmeyeceğini de biliyordu. Yas tutmak yerine neler yapabileceğini kurmuştu bile kafasında.

"Kimseye bir şey olmadı ya gerisi önemli değil. Yarınki siparişleri evlerde halledelim. Bir süre evde yaparız, yer bulur bulmaz oradan devam."

İşte bu kadar çözüm odaklıydı. Aynı şey olmasa da yaşadıklarımız, her seferinde ondan yeni şeyler öğreniyordum.

Dediği gibi yapmıştık. Sabah erkenden kalkıp acil siparişleri yetiştirmiştik. Gülay, gelen müşterilere kartını da verdiği için yeni siparişler de almıştık. İşimiz epey uzun olduğu için Melek anne de yardımcı olmuştu. Acil siparişleri Gülay arabası ile götürmüştü. Evi yakında olanlara da ben yürüyerek iletmiştim. Akşam olduğunda ise tüm siparişleri bitirmiştik. Ama biz de bitmiştik.

"Bir an hiç bitmeyecek sandım..."

"Bitmedi henüz... Bi dakika."

Gülay beklemeye alıp birisiyle konuştuktan sonra tekrar döndü.

"Zümra... Senin şekerparenden istiyorlar. Acil dedi kapattı adam."

"Gülay ama... Yapmıyoruz demedin mi..."

Barlas gittiğinden beri yapmamıştım hiç. Kendimce kaçışımdı bu. Ama Gülay'ın dediğine göre, adam sipariş ve adresi verip kapatmıştı. Evi de yakındı buraya. Bir saate hazırlar götürürdüm ama...

"İstersen yapmayabilirsin... Ben hallederim, anlamazlar bence kimin yaptığını."

"Hayır... Tamam hallederim ben..."

Gülay' ı zor durumda bırakmazdım. Zaten tüm emekleri küle dönmüştü. Bir de müşteri kaybedemezdik. Kendi kurduğun psikolojiden çıkıp güzelce yapacaktım ve bitecekti.

Melek anneyi eve gönderdikten sonra hızla şekerpareyi yapmaya giriştim. Tahmin ettiğim gibi bir sürede bitirmiştim. Alelacele paketleyip verilen adrese gittim. Kapıyı orta yaşlı bir adam açmıştı.

"Şekerpare siparişinizi getirmiştim."

Adam gülümseyerek paketi aldıktan sonra beklememi işaret etti. İçeri girdiğinde, genç bir kadın gelmişti yanıma.

"Sizi de yorduk bu saatte. İçeride bi su ikram edelim buyrun."

"Hiç gerek yok sağ olun... " diye itiraz etsem de kadın üstelemeye devam etmişti. Kocası olduğunu tahmin ettiğim adam ise hâlâ gelmemişti. Para bulmak zor muydu bu kadar?

"Peki madem..." diyerek çekine çekine girmiştim içeri. Kadın oturmamı rica edince oturmuştum bu sefer. Fazla mı iyilerdi? Bunun altından kesinlikle bir şey çıkacaktı.

"Kusura bakmayın beklettim, buyrun. İçerideki misafirimize ikram ettim ama büyük çukurlu olmasnı bekliyormuş... Biraz hayal kırıklığına uğradı."

Parayı alan elim havada kalakalmıştı. Adamın söyledikleri gerçek miydi, yoksa zihnim kendine göre mi tercüme etmişti?

"Afedersiniz... Ne, nasıl...?"

Adam ve kadın ayağa kalktığında gözlerinin dolduğunu fark etmiştim. Tutunarak kalktım ben de. Bahsettikleri misafir içeri girdiğinde ruhuma yeniden can gelmişti.

"Benim için olduğunu bilseydi, öyle yapardı..."

*

Herkese merhabalar...

Umarım bölümü beğenirsiniz. Beğenirseniz ne yapacağınızı biliyorsunuz😉


Kendinize iyi bakın 🌸


Loading...
0%