Yeni Üyelik
2.
Bölüm

2. Yeniden

@minasotaa


İyi okumalar dilerim...


*


İnsanlar gerçekten garip varlıklar. Bazılarının hayatlarını nedensiz yere, kendileri öyle istedikleri ve düşündükleri için mahvediyorlar. Sonra ne mi oluyor? Oturup vicdan azabı yaşayacaklarını ya da yaptıkları yanlışı düzeltmeye çalışacaklarını mı sanıyorsunuz? Asla... Zaten bunu yapabilselerdi hiçbir şey şuan olduğu gibi olmazdı emin olun. Hayalini kurduğumuz dünyada yaşıyor olurduk. İşte gariplik de burada başlıyor. Her şey bizim elimizdeyken, neden bunu hayal gibi görüyoruz ki? Kendimizi düzeltirsek her şey tıkır tıkır yoluna girecek zaten. Hayal dediğimizi hayatımız yapabileceğiz. Çok mu zor bunu başarabilmek? Gerçekleşmesi imkansız bir hayal mi gerçekten?

Bu zamana kadar belki de her günüm bunu sorgulamakla geçti. Herkes hayatına devam etti. Bazılarının hayatlarını mahvedenlerdi bunları yapanlar. Hayatları mahvolanlara ne mi oldu? Onlar da hayallere mahkûm oldular işte...

Koskoca 12 yıl geçti, benim hayallere mahkûm edildiğim günden sonra. Sadece ben değildim elbette. Bir kişi daha vardı ki adını, varlığını almak yasaktı bu köyde.

Dün doğum günümdü. 23 yaşına girmiştim. Köy yerinde zaten kim doğmuş pek bir önemi olmuyor. Ama ölen oldu mu herkes üzerine bir de ben toprak atayım diye yarışa giriyor. (Bu yazının fiziki ölümle pek de bir ilişkisi yoktur.)

Diyeceksiniz ne yapıyorsun şimdi? Hâlâ köyde misin? Sanırım evet. Fiziksel olarak buralardayım. Aklım henüz hayalleri yaşamakla meşgul.

12 yıl önce olan olaydan sonra, okul ev arasında mekik dokudum. Okuldan nefret ettim ilk başta. Çünkü herkes benim hakkımda konuşuyordu.

"Muhtarın kızına bak. Ayıp hâlâ okula geliyor bir de."

Ne yapmıştım hâlâ bilmiyordum o zamanlar. Gerçi şimdi de bulamıyorum.

Okul böyle geçiyordu işte. Erkek çocuklar benden uzak duruyordu, onların da başını yakarım diye. Kızlar zaten yüzüme bakmıyordu, onları da kendime uydururum diye. Anlayacağız ben ölmüştüm, toprak atanım boldu.

Herkes bir anda ahlak bekçisi olmuştu. Ablam bile...

Ablam uzun süre konuşmadı benimle. Sevdiği adamı elinden almıştım onun gözünde. Beni düşmanı gibi görüyordu.

Yıllar geçtikçe elbette yeni kişiler girdi hayatımıza ve her şey normale dönmeye başladı. Tabi onların hayatında.

Ablam şuan evli ve bir tane de yeğenim var. Teyze oldum ve garip şekilde bu çocuğu kendimin gibi seviyorum. Garip geliyor işte.

Kiminle evlendi biliyor musunuz? Bir askerle... Benim için olanaksız bir eşleşmeydi ama o gün gelen askerlerden biriyle evlenmişti. Hani "Şu senin ablan mı?" diye soran vardı ya... Murat abi. Fırsattan istifade her gün bizim eve gelmeye başlamıştı. Güya beni ve ailemizi olası saldırıdan, küfürden koruyacaktı falan filan.

Sonra bir baktım ablamla bakışmalar, gizli gizli ellerini dokundurmalar... Bir keresinde bahçede sarıldıklarını da görmüştüm. Şimdi elbette sadece sarılmadıklarına eminim o gün.

Derken Murat abi bir göreve gitti. Baya bir zaman gelmedi. Üç yıla yakın olmuştur. Ben o zamanlar liseye gidiyordum. İlçeye kadar namım duyulmadığı için rahatça okuyordum okulda.

Neyse işte ablam yine bir aşk sancılarına girdi. En büyük destekçisi bendim o zaman. Aklım artık çoğu şeye erdiği için ablam bana anlatıyordu. Böylelikle aramızdaki saçma soğukluk de uçup gitmişti.

"Gelecek bak göreceksin..."

Her günüm bunu demekle geçiyordu. Murat abi gerçekten ablamı seviyordu eminim. Gözlerinden belli oluyordu çünkü.

Bir sabah davullar zurnalar eşliğinde uyandık. Tövbe bismillah dedik ne oluyor. Sonra babam bir hışım dışarı çıktı. Karşısında Murat abi. Almış gelmiş sülalesini.

"Ben kızınız Leyla' ya talibim Salih amca. Evet dersen işte herkesi getirdim. Düğüne de hazırlıklıyız."

Murat abinin bu şapşal hâli hepimizin hoşuna gitmişti. Babam önce sinirlendi tâbi. Ama baktı koca asker dediği adam heyecandan çocuk gibi kalmış... Yumuşadı hemen. Ablam dünden razı olunca, tanışıldı ve yüzük takıldı. Gerçekten her türlü hazırlığı da yapmışlardı. Gelinlik bile almışlardı. Bu kadar aceleye ne gerek vardı anlam verememiştik. Annem ısrarla; böyle olmaz, her şeyin adabı var diye tuttursa da ablam için hava hoştu. Giydi gelinliği çıktı meydana. Her şey bir günde olup bitmişti. Düğün de yapıldı. Babam belediyeden birini çağırdı, nikah da kıyıldı. Sabah evinde uyanan ablam akşamına evli bir kadın olarak şehre gitmişti. Mutluydular... Hâlâ da öyleler.

Öyle olur mu, böyle olmaz, kesin bir iş var işin içinde, ne bu acele diye diye günleri etti annem. Ama bir şey çıkmamıştı. Murat abi, tayini çıkacağı için acele etmiş. Daha fazla ayrı kalmak istememiş ablamdan. O yüzden onu da alıp gitmek istemişti.

Onlar mutluydu, herkes mutluydu. Ben de mutlu rolü oynadım. Liseyi bitirdikten sonra babam üniversiteye göndermemişti. Başıma bir şey gelir diye düşünüyordu. Çok istesem de onlarla tartışmadım. Üniversite de şimdilik hayal dünyamda yer alıyordu.

Annem bir kaç kez görücü bulmuştu evleneyim diye. Her seferinde reddettiler. Nedeni biliyorsunuz zaten. Adım kötüye çıkmıştı bir kere.

Ben umursamasam da annem içerliyordu bu duruma. Bir gün onunla açık açık konuşmuştum.

"Anne... Evlenmemek dünyanın sonu değil ya, hem onlar istese bile ben istemeyecektir."

"Olur mu öyle şey kızım? Köy yerinde herkesin diline düştün zaten, bir de evlenemezsen neler derler. Yaşın zaten geldi geçiyor."

Sinirlenmeyecektim. İşte bundan nefret ediyordum. Birincisi daha 23 yaşındaydım ve hiçbir şey için geç değildi. İkinci kendi düşünceme saygı duyulmuyordu. Herkesin her şeyde bir fikri vardı. Neden herkes kendi işine bakamıyordu?

"Zamanı geldiğinde olacaksa olur. Olmayacaksa zorlamamak gerekir anne. Bir daha bu konuyu konuşmayalım lütfen."

Annemin bir şey demesini beklemeden bahçeye çıktım. Bu konu uzar giderdi yoksa. Evlenmeyi düşünmemiştim bile. Ne olacaktı evlenince? Buradaki gibi dar bir kalıba sokulacaktım? Kocamın düşünceleri ile mi çatışacaktım? Herhangi bir tartışma yaşarsak ve bana geçmişte üzerime atılan suçlamayı sunarsa onu artık kocam olarak görebilecek miydim? Hayır...

Hayatıma devam etmemi istiyorlardı. Ama bu imkansızdı artık. O gün bize bir iftira atılmıştı. Kim, neden yaptı bilmiyorum. Ama hakkımı hiçbir zaman helal etmiyorum. Bize yapılan suçlama yüzünden ben kendimi her şeyden kısıtlamıştım. Peki ya o kişi şuan ne haldeydi? Bunu kimse düşünmüyor muydu? Neden düşünsünler ki? Kendileri de buna alet olmamışlar mıydı?

Babam telefon aldığında ilk aradığım şey bu olmuştu. Olay haberlere falan düşmediği için hiçbir yerde kendisine dair bir iz bulamamıştım. Mesleğinden ihraç etmişlerdi. O zamanlar bilmiyordum anlamını ama bu ne kadar büyük bir yıkımdı kim bilir onun için. Üstelik iğrenç bir suçlama yüzünden.

O adam şimdi ne yapıyordu? Her şeyden elini ayağını çekmiş miydi? İnsanlardan kaçabilmiş miydi? Ne bileyim işte... Evlenebildi mi mesela? Ne iş yapıyor neyle uğraşıyor? Yaşıyor mu?

Hiçbir soruma cevap bulamıyordum. Çok merak ediyordum. Nerede ne yaptığını bilemesem de her zaman duama onu da katıyordum. Böylece kendimi rahatlatıyordum.

"Yenge... Yenge..."

Düşüncelerimden sıyrılıp hızla yerimden kalktım. Annem de dışarı fırlamıştı. Gördüğümüz şeyle ikimize de kal gelmişti. Annem ağlayarak ne olduğunu sorarken iki adam babamı içeriye doğru taşımaya devam ettiler. Hızla peşlerinden gittim.

Babamın üstü başı yırtılmış yüzü de kan içindeydi. Dayak yemiş olduğu her halinden belli oluyordu.

"Ne olmuş, kim yapmış?"

Adamlardan birinin Mehmet amca olduğunu fark ettim. Babamın yanında çalışıyordu. Babam eliyle anlat işareti yapınca konuşmaya başladı.

"İki kişi geldi... Şehirden gelmişler. Sizin arsalara taliplermiş oradaki. Salih abi de satılık değil oralar dedi. Tartıştılar baya. Sonra da dövmeye başladılar işte."

"Sen neredeydin ya Mehmet amca bunlar olurken?"

Mehmet amca mahcupça bakmaya başladı.

"Kızım korktum giremedim içeri. Çıktım yardım bulayım diye. Sonra da aha bu arkadaşla karşılaştım. Girdi içeri mahvetti ikisini de. O olmasaydı Allah korusun, sağ bırakmazlardı Salih abiyi."

Babam ters ters Mehmet amcaya baktı. Mehmet amca da boş konuştuğunu anladı olacak ki, işler bekler diyip gitti.

"Geç oğlum otur şöyle... Kızım su getiriver koş..."

Hızla mutfaktan iki bardak su getirdim. Adam terettüt ederek suyu içti. Yüzünü yerden kaldırmıyordu. Saçı sakalı birbirine girmişti. Buradan değildi ama buradan olsa bile bu haliyle tanımazdı kimse.

"Allah senden razı olsun oğlum..."

Annem dua etmeye başlayınca durmazdı. Arka arkaya bol bol dua etti. Sonra da durdu birden.

"Ee senin de kanıyor her yerin... Sakalından fark edilmiyor ya.."

Gerçekten de fark edilmiyordu ama dudağını patlatmışlardı baya. Burnundan da kan gelmişti.

"Koş Zümra, ilkyardım çantasını getir."

Tam ayaklanmıştım ki adam da hızla yerden kalktı.

"Hayır gerek yok... Ben hallederim sonra. Allah'a emanet..."

Adım atmasıyla sendelemesi bir olmuştu. Refleks olarak kolundan tutmuştum. İri adamı düşse tutamazdım gerçi ama annem de diğer taraftan destek sağlamıştı.

"Oturuyorsun ve hiçbir yere gitmiyorsun. Bu gece bizim misafirimizsin. Hanım yemek yap güzelce. Zümra sen de şu yaralarımıza bir bakıver kızım."

Adam istemeye istemeye tekrar oturdu. Hâlâ başını yerden kaldırmıyordu. Sanki utanılacak bir şey yapmış gibi. Oysa günün kahramanıydı bizim için şuan.

Annem mutfağa gidince ben de babamın yaralarını temizlemeye başladım. Adam da kendisininkini yapmaya çalışıyordu. Bir yandan da babamın sorularına cevap veriyordu.

"Sen buralı değilsin ne işin var köyde bakalım?"

"Gezginim..."

"Geziyorsun yani."

Babamın pansumanı bitince adama baktım. Çoktan bitirmişti bile.

"Adın ne peki, ilk soracağım soruyu şimdi soruyorum?"

Babam güldü ama yarıda kesti. Yaraları acıyor olmalıydı.

Adam o an ilk kez başını kaldırdı. Gözlerini gördüğümde başımdan aşağı kaynar sular dökülmüştü. Sadece bir saniye belki de salise... Gözlerimiz denk geldiğinde kalbim yerinden çıkmak üzereydi.

"Ben gideyim artık. Teşekkür ederim her şey için."

Hızla yerinden kalktığında babam da zar zor ayağa kalktı.

"Delikanlı... Hayırdır kaçar gibi, misafirimizsin demedim mi?"

Yine sendeliyordu. Sanki günlerdir aç gibiydi. Kendini oradan oraya sürüklemekten yorulmuştu. Ve bu yorgunluğu, başladığı noktada kendini ele veriyordu.

Duvardan destek alsa da başarılı olamadı. Gözleri kapandığında iri bedeni de yere uzanmıştı.

Nefesim daralıyordu. Yılların ona borcu vardı. Benim, bizim herkesin ona borcu vardı. Kendinden kaçan bu adam, kaçtığı yere geri dönmüştü.

Hepimiz başına toplandığımızda yerdeki metal şey dikkatimi çekti. Cebinde sallanan zincirin ucunda yazanı kimse görmemeliydi. Fark ettirmeden kendi cebime koydum. Kaçtığı kimliği yine kendini ele vermişti.

Barlas Alptekin

TEKİRDAĞ

21.06.1988

*

Selamm...

Bölüm nasıldı? Umarım beğenirsiniz..

Yorum ve oylarınızı bekliyorum...


Kendinize iyi bakın 💕🥰


Loading...
0%