@minasotaa
|
İyi okumalar dilerim... * İnsan insan derler bize ya... Her şeye çok çabuk alışıveriyoruz. Bir gün hatta bir an mutlu olsak sanki ölene kadar üzüntü ve kederi uğurladık sanıyoruz. Ya da tam tersi... Bir an üzüntüye düşünce, bir daha asla gün yüzü göremeyeceğiz diye dillendiriyoruz. Dönüp duruyoruz bu hayat denen çemberin içinde işte. Bu da bizim dünyadaki sınavımız oluyor. Ben de insanım işte... Beşer bir gün mutlu uyudu diye, artık sabahları gözünü mutlu açacağım sandı daima. Erken konuşmamak hatta düşünmemek gerekirmiş bir kez daha anladım. Sabah ne güzel başlamıştı oysa. Babam erkenden uyanmış hepimizi de uyandırmıştı saat altıya doğru. "Kalkınnn... Torunum geliyor..." Annem bunu duyunca elbette kalkar kalkmaz direkt mutfağa girdi. Onun için güzel yemek yedirmek, insanları mutlu etmenin en kolay yoludur. Haklı... Ablamın geleceği haberiyle bende de anlık kafa gitti geldi. Oradan oraya koşuşturmaya başladım annem sağ olsun. "Yeni çarşafları çıkart Zümra..." "Hayır Zümra sen git evi süpür..." "Ya da gel bana yardım et..." Annem bir dakika içinde karardan karara geçerken kafama dank etmesi gereken şeyler sırayla gelmeye başladı. Birincisi tüm bunlar olurken kimsenin aklına gelmeyen kişi, neredeydi? İkincisi eniştem Murat abi ve Barlas... Devamını getirmekten bile korkuyordum. Bir yanda "sözünü tutmadı gitti" diyen benliğime karşı "hayır, gitmez gidemez." diyen benliğim ve aralarında kalan ben... Bir hışım odaları ararken babama toslamıştım. "Yavaş kızım sakin... " dedi hangi kıyafeti giyeceğine karar veremeyen kişi. "Afedersin baba... Şey ya misafirimizi göremedim de..." Babamın ne diyeceğini kestirememiştim. Dünkü olaydan sonra yorgunluğu gitmiş gibiydi. Ama yüzündeki morluklar da ben buradayım diyordu. Dün pek fazla bir şey demedi olayla ilgili. Bugün de mutluydu malûm. Ama patlayacağı tutarsa bu kişi ben olurdum büyük ihtimalle. "Haa... Banyoya girmişti. Baya iyi toparladı bir gecede ha..." Beklediğimin aksine gayet sakin cevap vermesiyle ben de sakinleşmiştim. Gitmemişti işte... Her şey yolundaydı. "Ben... Artık gitsem olur mu? Hem misafirleriniz gelecek sanırım..." Banyonun önünde pat diye belirince, üstü uygun değildir diye hızla arkamı dönmüştüm. Dönmemle birlikte üç farklı gülüş sesi duyunca geri döndüm tâbi ki. Barlas, babam ve mutfaktan başını uzatan annem... Bu tablonun gerçek olması mümkün müydü? "Bak duymamış olayım o dediğini. Hâlâ iyileşmedin. Bir günde kim iyileşebilir ki ?" Babam bu sabah pamuk şeker gibiydi. Yeğenim Deniz Ege sağ olsun. "Ama... Gerçekten iyiyim... Allah razı olsun o kadar uğraştınız... Bu kadar kâfi..." "Olmaz dediysek olmaz. Kalacaksın... Hem torunum gelecek, sen de görürsün çok tatlı..." Babam yine şekerliğini ortaya koyup kıyafetleri ile haşır neşir olmaya devam etti. Koridorda Barlas ile küçük bir bakışma geçmişti aramızda. Gitmek için yalvarıyor gibi bakıyordu. Gitmesini istemesem de onu zorluyor olmamızdan da hoşnut değildim. Hadi ben neyse de babamla annem de takmıştı baya. "Oğlum... Dün bir şey yiyemedim içimde kaldı. Söyle en sevdiğin tatlı ne? Senin sevdiğini yapayım tatlıya?" Barlas bir an duraksadı. Bunun ardında yatan neden sorulan soru değildi elbette. Annem ona "oğlum" diye hitap etmişti. İlk geldiğinde de söylemişti bunu. Kim olduğunu bilse yine aynısını der miydi? "Estağfurullah... Ama şekerpareyi çok severim ben. Bayadır yemiyorum. Ama eminim lezzetli yaparsınız siz..." Kalbime sanki bıçak saplanmıştı. Her şeyden anlam mı çıkarıyorum diye düşünmüyor değildim bazen. Ama karşımdaki kişi için bunu yapmıyordum. Onun düşüncelerini, sözlerini, ima etmek istediğini... Her şeyi anlıyordum. En çok bu acıtıyordu işte. "Yaparım tabi..." Annem sevinçle mutfağa geri dönünce Barlas ile ortada kalakalmıştık. Ne diyeceğimi bilmeden yüzüne baktım. O da pek emin değildi yaptığı şeyden ama dışarıyı işaret etti. "Anne biz bahçeyi toparlıyoruz!" Sessizce çıkamazdık. Bizi yalnız görürlerse yine aynı şeyleri düşüneceklerdi. Benim için olağan bir durumdu bu. O günden beri her misafir geldiğinde, her eve gelen çocuklarla oynayacağımda ilan etmiştim herkese. "Ben burada şunu yapıyorum." "Biz bunu oynayacağız..." "Buraya oturacağız..." Annemden uzun bir "tamam" gelince gönül rahatlığıyla dışarı çıktık. Barlas düne göre çok daha iyi durumdaydı. "Dün söz vermedin mi, niye babama gideceğim diyip duruyorsun?" O kadar kısık sesle konuşmuştum ki, Barlas dümdüz suratıma bakmaya devam etti. Bir tık daha sesimi yükselterek tekrar sordum. "Çünkü burada olmam yanlış. Bunu sen de biliyorsun. Annenin babanın yüzüne bakamıyorum." "Hiçbir şey yapmadığını bildiğin halde mi? Neden kendine işkence ediyorsun?" "Bunu soran sen misin gerçekten? Az önce annene bağırarak ne yapacağını söylemen neydi o zaman? Sen suçsuz değil misin ne bu işkence?" Lafı öyle bir oynuyordu ki yine kendimle yüzleşmeye dönüyordum. Evet ben bunun farkındaydım. Suçlu olmasam da kendimi insanların gördüğü gibi görmeye alıştım. Ama Barlas öyle olmamalıydı işte. O güçlü olmalıydı. Ben ezik, silik yaşamıştım ama o olmamalıydı. En azından birimiz bunu yapmalıydı. "İşte bu yüzden anladın mı... Sal beni Zümra... Ben buraya hiç gelmedim, sen de beni bilmedin..." Nasıl bunu söyleyebilmişti? Söyledikleri şeylerin farkında mıydı acaba? Ben onun hakkında neler düşünüyordum oysa. Derdimiz ortak değil miydi bizim? Ben ona bir şey olmasın diye çabalarken, bu cümle bütün her şeyi koparıp atmıştı adeta. Biz diye bir şey yokmuş, bizim derdimiz hiç yokmuş. Benim ve senin diye iki kelimeden ibaretmişiz. "Ne diyebilirim ki, ben her şeyi farklı olur sanmıştım... Yanılmışım... " Hızla eve girdim. Bir de onun yanında ağlayıp kendimi acındıramazdım. Aptal Zümra... Ne sanmıştım ki? O eski masum abiliği bulacağını mı? Birlikte her şeyi ortaya çıkarabileceğinizi mi? Aptal... Hızla odaya girip yastığın altına sakladığım emaneti aldım. Barlas Alptekin. TEKİRDAĞ 21.06.1988 Artık sahibine verip yolcu etmenin zamanı gelmişti. Dün her şeyin bittiğini düşünmüşken bugün böyleydi işte. Hayaller bazen gerçekten acımaz olabiliyor. "Dedeeeee....." Dışarıdaki korna sesine karışan Deniz Ege'nin sesiyle kendime gelmiştim. Elimde künye ile dalmış gitmiştim yatakta. Apar topar yastığın altına geri koydum künyeyi. Şimdi veremezdim nasıl olsa. Belki de çoktan gitmişti... Dışarıya ablamgili karşılamaya çıktım. Göz ucuyla Barlas' ı aradım. Yoktu... Gitmişti... Gitmesi bir yandan da iyiydi gerçi. Murat abiyle karşılaşınca ne olacağını kestiremiyordum çünkü. Böylesi en iyisiydi, herkes için... "Biz geldikkk..." "Hoş geldiniz..." Selamlaşma ve kucaklaşma faslından sonra içeriye geçmiştik. Babamın yüzündeki morlukları görünce epey endişelenmişlerdi haliyle. O yüzden uzun bir süre bunun üzerine konuşuldu. Kimlerin yaptıklarını bilmiyorduk. Adamlar şuan neredeydi onu da bilmiyorduk. Tek bildiğimiz Barlas' ın adamları mahvettiğiydi. Bu konu, annemin yemek faslına geçelim demesiyle şimdilik kapanmıştı. Umarım bir daha açılmazdı. İçimde kötü bir his oluşuyordu her konuşulduğunda. Yemeğe başlayacağımız sırada elinde içecek ve abur cuburlarla Barlas girmişti içeriye. Yine kısa bir göz teması kurmuştu benimle. Sonra bakmaya devam etti mi bilmiyorum. Ben bakmamıştım çünkü. "Gel oğlum gel... Zahmet verdik sana da ama sağ olasın..." "Estağfurullah ne zahmeti..." Sofraya oturmak üzereydi. Oturmayı planladığı yer Murat abinin karşısındaydı. Bir şey yapmam gerekiyor muydu? Engellemezsem olacakları kestiremiyordum. "Abur cubur... Anne yiyim mi ?" Ablam kıyamıyordu oğluna. Bakışları ile olmaz dese de dili tersini söylemişti. "Bir tanesini yiyebilirsin..." Deniz Ege koşarak çikolatayı alıp odadan çıktı. Birazdan ben de onu yiyecektim. Ama şimdi buradan sağ Salim çıkmamız gerekiyordu. Barlas sofraya oturdu ve Murat abi ile göz göze geldiler. Barlas elbette tanımıştı. Kaşları hafifçe çatılmıştı. Bakışları bana kaydığında onu karşılıksız bıraktım. Yine bir ton hesap sormak için dışarı çağıracaktı belki de. Gerek var mıydı? Ben kimdim ki? "Merhaba... Siz babamı kurtaran kişisiniz değil mi? Çok teşekkür ederiz tekrardan." Derin bir nefes alırken yutkunmam da bir o kadar sesli çıkmıştı. Tanımamıştı... Her şey daha da kötüye gitmemişti. Ya da çok erken konuşmuştum. "Önemli değil... İzninizle ben lavaboya gitmeliyim..." Hızla sofradan kalktı ve gitti. Lavaboya dedi ama bahçeye çıkmıştı. Yıllar önceki meslektaşı, omuzdaşı ile bu şekilde karşılaşmak onu ne kadar zorlamıştı kim bilir. Şimdi olanları nasıl görmezden gelip onu umursamazdım? O istese de istemese de bu ortak derdimizdi. Hiçbir şey olmamış gibi, o gün o odada aynı sebepten bizi yargılamamışlar gibi davranamazdım. "Ben tatlıyı getiretim..." diyerek masadan kalktım. Kimse kendi konuşmalarından duyup umursamadı zaten. Bir hışım dışarıya çıktım. Bunu yaptığım için kendime kızsam da yapıyordum işte. Bir kere daha terslenirsem o zaman farklı olacaktı. Arka bahçede, kapının demirini iki eliyle de sımsıkı tutmuştu Barlas. O kadar çok sıkmıştı ki elini kıpkırmızı olmuştu. Başını aşağıya eğmiş öylece duruyordu. Konuşursak kimse duymazdı birada. "İyi mis-" "Sen, bile bile bana söylemedin değil mi? İyilik mi şimdi bu yaptığın? Neydi amacın? Ha..." Bir kez daha bıçaklanmıştım. Ne bekliyordum ki? Aptal değildim de neydim şimdi? Duymak istemiyordum hiçbir şeyi. Gitmek istediğimde sertçe kolumu tuttu. "Gidemezsin... Bana söyleyip durduğun buydu değil mi? İçeride ne yaşadığımı biliyor musun sen? Saçma sapan düşüncelerinde, aklında dönen hayallerde ne kuruyorsan; asla beni dahil etme... Anladın mı?" "Yeter!!!" Artık hiçbir şey umrumda değildi. Çok yüksek bağırmamıştım ama Barlas' ın kolumu bırakmasına yetmişti. Bana söylediklerinin haddi hesabı yoktu artık... Canımı yakmayı geçmişti, bir toprak da o atıyordu üstüme. "Yıllarca, bir tek sen yaşamadın bunun sonuçlarını... Çektin gittin, oradan oraya sürüklendin... Keşke ben de öyle yapabilseydim... Gidebilseydim... " Barlas sakinleştirmek ister gibi ellerini yukarıya kaldırdı. Ama işe yaramayacaktı. Bu sefer o dinleyecekti. "Köy yerinde bir kızın bu şekilde anılması ne demek sen düşündün mü hiç? Çocukluğu, gençliği çalınarak büyümek ne demek? Ben daha çocuktum be... Senin gibi gidemedim... " Bana yaklaşmaya başladığında bir adım geri gittim. "Çalınan çocukluğumu seni bulunca geri kazanırım sandım. Eski bir dost gibi sarıp sarmalarsın sandım... Dertdaş oluruz sandım... Diyorsun ya, içeride ne yaşadığımı biliyor musun diye. Kim bilecek benden başka? Söylesene!! Bu kadar bencil olup hayallerimi yıkmak zorunda mısın? Mutluydum ben orada... Bir gün asker abi gelip her şeyi düzeltecek diye büyüttüm kendimi..." "Zümra..." Deli gibi ağlıyordum... Karşımda ne var görmüyordum artık. Yoruldum ya... Ben de yoruldum... Sadece yorgunluğumu paylaşmak istemiştim. Çok mu şeydi bu? İki taraf için de istemiştim bunu... "Zümra özür dilerim... Bana bak lütfen... Özür dilerim..." Barlas' ın beni sarmak isteyen kollarından hızla uzaklaştım ve içeri girdim. Mutfakta elimi yüzümü yıkadıktan sonra tatlıyla birlikte salona geçtim. Tahmin ettiğim gibi herkes konuşmaya devam ediyordu. Duyan falan olmamıştı hiçbir şeyi. "İyi misin ablacım, yüzün kızarmış?" Elim yanaklarımda gezerken sıcaklığı hissettim. Diyemedim ki gerçekliğin tokadını yedim. "İyiyim abla, mutfak sıcak baya da ondandır..." Ablam üstlemedi ama dediğim şeye de inanmadı. Başbaşa kaldığımızda sormayı bekliyordu büyük ihtimalle. "Baba bak senin kolyen..." Deniz Ege'nin elinde sallayarak getirdiği şeye bakakalmıştım. Murat abi almak için ayağa kalktığında, Barlas da kapının hizasında belirmişti. Künyeyi fark ettiğinde Murat abi çoktan eline almak üzereydi. "Nerede buldun bunu?" dedi eline aldığında. "Teyzemin odasından..." Herkesin aklında o an neler geçtiğini tahmin edebiliyor muydunuz? Ablamın ve annemin kaşları çatılarak bana döndüklerinde neler hissettiğimi? Barlas gözlerini kapatıp olacakları kabullendiğinde, gözünden bir damla yaş düşmüştü. "Benim değil bu... Onun... Barlas' ın..." * Herkese merhabalar... Yine bir bölüm sonu geldi, nasıl buldunuz merak ediyorum 🙃 Sizce Barlas şimdi ne yapacak? Zümra ve Barlas arasında neler olacak? Düşüncelerinizi yazarsanız çok sevinirim... Kendinize iyi bakın, selametle... |
0% |