Yeni Üyelik
5.
Bölüm

5. Bizim Meselemiz/+18

@minasotaa

İyi okumalar dilerim...

*


Her şeyin bir zamanı vardır bu hayatta. Hiçbir şey vaktinden önce hasıl olmaz. Elbet bir nedeni vardır. Öyle bir sırdır ki bu, sana kötülük gibi gelen aslında senin iyiliğindir. Senin kötülüğü bilmen gerekir ki iyiliği gerektiği gibi karşılayabilesin. Bazen çok can yaksa da böyle işler hayat. Nefes aldırmaz ama öldürmez de. Yeni bir nefes seni diriltene kadar beklemen gerekir. Sabırla ve acıyla...

Herkes öyle sessizdi ki... Kimse konuşmaya mı cesaret edemiyordu yoksa ne diyeceklerini mi bilemiyorlardı anlamamıştım. Ben yine infaz edilmek için bekliyordum. Yıllar değişse de bu asla değişmemişti. Annem ve ablam gibi kanımdan canımdan kadınların bile bana bunu yapması, artık şaşırtmıyordu. Künyenin Murat abiye ait olduğu düşünülünce hesap yine bana kesilmişti o an.

"Rezil kız... Evde dura dura kudurdun da şimdi de eniştene mi..."

"Ahlaksız..."

"Küçüklüğünde neysen şimdi de öylesin işte... Şimdi de Murat'ın mı başını yakacaktın?"

Murat abi elindeki künyenin kime ait olduğunu söyleyince yine düşünceler konuşmuştu işte. Bu sessizliğin suçlusu da ben olacaktım. "Ne işi vardı bu kolyenin benim odamda?"

Barlas gözlerini dikmiş bana bakıyordu. Aklından ne geçiyordu bilmiyordum. Tanıdığım kişi olmadığı için artık onu anlayamıyordum. Gözlerinin dolması bana hiçbir şey hissettirmiyordu. Varlığı güven vermiyordu. Yanılmıştım... Her şeyde...

"Ne işi var o pezevenkin kolyesinin sende? Yoksa görüştün mü lan onunla?"

Başımı yerden kaldıramıyordum. Yine ve yine... Bundan yorulmuştum artık. Sesimi çıkaramamaktan, bağırsam da duyulmamasından... Sessizliğe mahkûm edilmekten...

"Cevap versene babana! Ne bu?"

Babam sertçe künyeyi eline aldı. Yumruklarını sıkarak bakışlarını bana çevirdi. Yine aynı bakıştı bu. Kendimi bir pislik gibi hissettiren... Nefes aldırmayan ve üzerinize toprak attıran. Kelimelerimin hiçbir anlamı olmayacağını biliyordum. Yine en çok bildiğim şeyi yapmaktı planım: Susmak. Ama Barlas bir adım öne atılınca kendime engel olamamıştım. Kimse onun bahsettikleri kişi olduğunu bilmiyordu hala. Sorunsuzca gitme şansı varken kendini yeniden bu ateşe atmasına izin veremezdim. Allah'ım neden kendime bunu yapıyordum bilmiyorum. Her seferinde bana gerçeklere dönmemi söyleyen adam için, değmediğini düşündüğüm kişi için bunu yapmak, kendime işkenceden başka bir şey değildi oysa. Üstelik çabalayan bendim sadece. Aklımla kalbim arasında kalmıştım...

"Bunu... O gün düşürmüştü, bende atmadım..."

Gözümü kapatarak olacakları beklemeye başladım. Önce hangisi gelirdi tahmin edemiyordum. Babamın tokadı mı yoksa annemin "seni gebertirim" tehdidi mi? Ya da ablamın kötü bakışlar eşliğinde söylenmesi mi? Kalp atışlarım karmakarışık duygularla hızlanmışken beklediğim hiçbir şey olmamıştı. Ben karanlığımda kendimi kaybetmişken neler oldu bilmiyorum ama gözlerimi açtığımda Murat abi, babamı sakinleştirmek için dışarı çıkarıyordu. Annemle ablamsa sofrayı toplamaya girişmişlerdi. Ablam odadan çıkarken kapıda dikilen Barlas'a bir bakış atmıştı. Barlas ise tepki vermeden durmaya devam etmişti.

Yine ortalıkta karşı karşıya kalmıştık. İkimiz de konuşmadan baktık birbirimize. Bir yandan onu görmek istemiyordum bir yandan da dayanamıyordum. O yokken, hayallerimde fazla sahiplenmiştim. Şimdi ise gerçekle çatışma yaşıyordum.

Odama gitmek için ona bakmadan yanından geçtim. Hızlı adımlarla odaya girip kapıyı kapatacağım sırada, öfkeden her yeri gerilen babam çıkageldi. Anlaşılan Murat abi sakinleştirme işlemini gerçekleştirememişti.

"Zümra! Niye sakladığın bu ırz düşmanının eşyasını? "

Barlas yumruklarını sıkarak babamın önünde durdu. İşte şimdi her şey bitmişti. Annemle ablam yeniden ortaya çıktıklarında, karşılaştıkları manzaraya anlam verememişlerdi.

"Hayırdır misafir oğlum, senlik bir mesele değil bu karışma."

Barlas da öfkeden deliye dönmüştü. Yine ellerini öyle bir sıkmıştı ki... Nefes alışverişi giderek artıyordu. Murat abi de onun önüne dikildi birden. İpler kopmak üzereydi.

"Kızınız korkuyor işte görmüyor musunuz? Bağırmak ve onu suçlamak çözüm mü! Anlatacaklarını niye dinlemiyorsunuz? Suçlamak bu kadar kolay mı gerçekten?"

Barlas öyle bir bağırmıştı ki yılların acısını çıkarıyordu sanki. Şimdiye kadar sustuklarının sesiydi bu işte. Bir gün dökülecekti sert bir şekilde ne de olsa. Bugüne kadar dayanabilmişti.

"Bak bilader... Tamam hastaymışsın burada kalmışsın falan da kendini bir günde buraya ait falan mı hissettin? Aile meselesi bu, bilip bilmeden yorum yapma!"

Murat abi Barlas'ı hafifçe ittirmişti. Bunun kavgaya başlangıç sebebi olduğunu bilmeyen yoktur değil mi? Ablam tetikte bekliyordu bir şey olacak diye. Barlas sendelememişti. Aksine birden Murat abiye daha da yaklaştı. Hareketlerini de düşünceleri gibi kestirmek zordu.

"Aile dediğin şey buysa batsın aileniz. Her şeyi mahvederken de tek derdin bu aileydi değil mi?"

"Ne saçmalıyorsun lan sen!"

Murat abi Barlas'ın yüzüne sert bir yumruk atmıştı. Barlas gülerek yere düştü. Normalde olsa bu yumruğun ona etki etmesi mümkün değildi ama hasta olması onu güçsüz düşürmüştü. Ablam ve babam Murat abiyi durdurmaya çalışırken annem de yeğenim çıkıp da görmesin diye onun yanına gitmişti. Aptal ben yine kendimi durduramayıp Barlas'ı yerden kaldırmaya çalışıyordum.

"Bırakın dedim... Leyla tutma kolumu."

Ablam daha da sıkı tutmuştu bu defa. Murat abi kendini kaybetmişti. Onu bu kadar sinirlendiren şey, yabancı bir adamın aile işlerine karışması mıydı? Kesinlikle hayır. Barlas'ın son cümlesi onu bu şekilde delirtmişti. Ne anlama geliyordu bu cümle? Murat abi her şeyi nasıl mahvetmişti?

"Muhtar! Çık lan dışarı..."

Herkesin odak noktası biranda dışarıdan gelen ses olmuştu. Murat abi, babam ve ablamın ellerinden kurtulurken Barlas'a işaret parmağını sallayarak konuşmuştu.

"Seninle işim bitmedi... Bu meseleyi ayrı konuşacağız."

Barlas hala gülüyordu. Başını sallayarak ayağa kalktı. Benim kaldırmaya çalışmam pek etkili olmamıştı göründüğü üzere.

"Ne zaman istersen..."

Murat abi, son kez bana bir bakış attıktan sonra babama içeride kalmasını söyleyerek dışarı çıktı. Barlas açık kapıdan kim olduklarına baktıktan sonra o da fırladı gitti. Kolundan tutmaya çalışmam yine fayda vermemişti. Peşinden gideceğim sırada ablam kolumdan çekiştirerek odama sokmuştu. İfademi alma sırası ona gelmişti.

"Görüşüyor musunuz o adamla?"

Künyeyi odada bulduğum yalanına elbette inanmamıştı. Ama başka bir ihtimal de yoktu onun için. Mutlaka kötü ve ahlaksız bir şey yapmış olmalıydım. Ben buydum çünkü onun gözünde. Her ne kadar aramızdaki soğukluk geçse de düşüncelerindeki kalıplar değişmemişti.

"Bir kere bile bana inanmadın ki, şimdi niye inanasın vereceğim cevaba?"

Ablam kollarını birleştirerek tek kaşını kaldırdı. Bu hali beni 12 yıl öncesine götürmüştü. Barlas'ın o gün benle konuşup ablam ve arkadaşlarını takmadığı zamanki bakıştı bu. Bazen hiç bunlar yaşanmasaydı, ablam teklif yapmayı düşünse Barlas kabul eder miydi diye düşünüyordum. Ama bu sadece düşünce olarak kalıyordu. Hayal edemiyordum. Barlas bunca yıl o sıcak gülümsemesi ve göz kırpışı ile aklımda yer edinmişti. Ablam ise tam tersiydi benim için. Daima sinirli ve kıskanç bakışlar... İkisinin yan yana gelmesi imkansızdı.

"Söyle hadi, inanacağım..."

"Görüşmedim. Sadece masum olduğunu bildiğim birinin eşyasını atmak istemedim o kadar."

Ablam bir şey söylemeden odadan çıktı. Arkasından ben de çıktım. Bu iki dakikalık sorgu sonunda dışarıdaki olayın ne olduğunu öğrenmemiz gerekiyordu.

Kapıdan bakmaya başladık ancak net görünmüyordu çünkü bahçenin dışına çıkmışlardı. Ablamla konuşmadan aynı anda bahçenin kapısına dayandık. Üç tane adam; karşılarında Murat abi, Barlas ve babamla konuşuyordu. Babam hangi ara dışarı çıktı bilmiyorum.

Ne konuştukları tam duyulmasa da meselenin dünkü olay olduğu aşikardı. Adamlardan ikisinin yüzü gözü mosmor haldeydi. Barlas'a attıkları bakışlardan anlaşılıyordu her şey. İki arsanın yaptıkları şeyler içler acısıydı. Babam ileride değerlenir kullanırsınız diye almıştı zamanında. Öyle de oldu, şehirdeki değer gören yerlerden. Ama şimdilik vermemişti bizlere. Ben evlenip gitmediğim için, ne olur ne olmaz diye duruyordu hala. Evlenseydim birini ablama birini de bana verecekmiş. Ablam bana bunun için de bir ton söylenmişti. Benim yüzümden, istediği yere istediği evi yaptıramıyormuş çünkü. Çok büyük dertler var işte hayatta.

Birden sesler yükselmeye ve taraflar birbirine yaklaşmaya başlayınca gerilmiştim. Ablam ne alemde diye baktığımda onun çoktan içeriye girdiğini fark ettim. Sanırım benim de girmem gerekiyordu. Burada tek başıma durursam erkekleri izleyip ne yaptığıma dair de hesap vermem gerekirdi.

"Adı çıkan kızın bu mu yoksa muhtar... Yazık pek de güzelmiş..."

Göz göze geldiğim adamın ürkütücülüğü ile adımlarım geri geri gitti. Koşarak eve girdim. Odama gireceğim esnada bu sefer de yeğenim durdurmuştu.

"Teyze hadi oyun oynayalım..."

"Sonra tamam mı teyzeciğim, sonra..."

Adamın bakışları önümden gitmiyordu. Sanki ruhumun içine içine, tüm pisliğini kusarak bakmıştı. Midem bulanıyordu... Babam herkesten bu cümleyi duymak zorunda kalıyordu. Ama kendi günahını çekiyordu. Yargısız infaz yaptığı iki masumun göz yaşıydı bunlar...

Ne babam ne annem ne ablam ne de Murat abi... Herkes söylenenlere alışmıştı artık. Ama yaşadıklarımı bilmeyen ve beni hayal dünyasında yaşamakla yargılayan kişi de duymuştu bunu. Ne düşünmüştü acaba? Kurduğu cümlelerin haksızlığını anlamış mıydı? Ya da sadece üzülüp geçmiş miydi?

Beş dakika sonra eve girdiklerini duydum. Sesler fazlaydı. O adamlar da mı girmişti? Seslere kulak kabartmışken kapım tıklandı. Bunun olması imkânsız bir şeydi oysa. Bir şey demeden kapıyı kendim açtım. Murat abi mahcup şekilde duruyordu karşımda.

"Ne oldu abi?"

Bakışlarını kaçırıyordu. Ne oldu bilmiyorum ama öfkesi dinmiş, yumuşamıştı.

"Babam çağırıyor abim, gelsene içeriye bi..."

Kötü bir şey olmuştu. Ya da olacaktı... İçimi ele geçiren büyük bir sıkıntı vardı. Allah'ım sen yardım et ne olursun...

Murat abinin peşinden salona girdim. Gözlerim ilk önce Barlas'ı aradı ama yoktu. Bu sefer gerçekten de gitmişti galiba. İçeridekiler o pis bakışlı adam ve yanındakilerdi. Babam da gözlerini kaçırıyor yüzüme bakmıyordu.

"Beni çağırmışsın baba?"

Aklımdan bin bir türlü şey geçmeye başlamıştı. Lütfen korktuğum şeylerden biri daha olmasın... Lütfen...

Babam konuşmayınca Murat abi başladı söze. Öksürerek boğazını temizledi önce. Büyük bir yumru oturmuştu sanki boğazına.

"Zümra... Babam... Babam arsalardan birini satacak Emre beye..."

Emre bey dedikleri kişi pis bakışlının ta kendisiydi. Belki benle yaşıttı belki de bir iki yaş anca büyüktü. Ama yüzü gözü sararmış, kararmıştı. Kalbi yüzüne yansımış gibiydi. Korkunçtu...

Üstünde durarak nedenini öğrenmek istemiyordum. Bu işin bana dokunan kısmını duymak istemiyordum. Hem Barlas da oradaydı neden bir şey yapmamıştı ki?

"Hayırlı olsun..."

Hızla çıkıp gitmek istedim ama Murat abi koluyla geçmeme izin vermemişti. Hayır, hayır... Devamını duymak istemiyordum. Bu kadarını yapmış olamazlardı değil mi? Hem Barlas neden durdurmamıştı ki?

"Zümra kızım..." babam çatallaşan sesiyle konuşmaya başladı. Hala yüzüme bakmıyordu.

"Emre oğlumuz... Sana talip oldu, ben de verdim. Yarına kıyarız nikahınızı gidersiniz şehre..."

Bir kez daha ailemden darbe yemiştim. Beklediğim bir şeydi bu. Şaşırmamıştım. Herkes tepkisizliğimden korkuyordu. Ben bunu hep yapıyordum oysa. Çırpındıkça battığım denizde akıntıya koymuştum kendimi. Dalgalar nereye götürürse yol almıştım oradan oraya. Bir gün bir kıyıya vurup kurtulurum diye beklerken, defalarca kayaya vurup parçalanmıştım. Benim hatamdı... Tüm bu olanlar, yaşadıklarım... Çırpınsaydım en azından çabaladım derdim. Bütün halde kalırdım. Yapmadım, parçalandım. Artık ben kimim onu bile bilmiyorum.

Sustum... Onayladım sandılar. Susmasaydım... İşte o zaman ne olurdu bilmiyorum. Çünkü hiç yapmamıştım.

Her şey benim için planlanmıştı zaten. Tek yapmam gereken role uygun davranmamdı. Birisi beni dal olur çıkarır o denizden demiştim ama dal da sapladı geçti bedenimi. Yok oldu gitti işte... Varlığı hiçbir şey değiştirmemişti. Keşke hiç gelmemiş olsaydı. O gün de bugün de...

Yarın malum nikahım olacağından damat bey ve ailesi bizde kalacaktı. Sonra da birlikte gidecektik şehre. Ablamın dediği gibi arsaya ev de yaptırırdık. Ne de olsa ben kadar değeri vardı arsanın da...

Odamdan hiç çıkmadım haberi duyduktan sonra. Gelen de olmadı zaten. Yarın düğünüm pardon nikahım vardı sonuçta. Ortalıkta görünmemem gerekirdi. Hele de damat buradayken. Giderayak milletin ağzına laf vermek olur muydu, asla...

Gece çöküp uykuya esir edince insanları, odamın kapısından tıkırtılar gelmeye başladı. Kapı kilitliydi sonuçta değil mi, açamazlardı. Ama pes etmiyordu karşıdaki... Anahtar tok bir sesle yere düşünce yerimden kalkarak ayağa dikildim. Kimse neden uyanmıyordu ki... Kapının kulpu yavaşça aşağı inerken beynimin komutuyla hızla pencereyi açtım. Düşünmeden hareket etmeliydim. Pislik bakışları gördüğüm an aşağı atladım. Köy evinin yüksekliği çok bir şey değildi.

"Dur...Yarın zaten karım olmayacak mısın..."

Fısıldaması, bir yılanın tıslamasından farksızdı. Koşmaya başladım. Peşimden geliyordu. Evden uzaklaşmak istemiyordum ama izimi kaybettirmem de gerekiyordu. Nefesim boğazımı yakıyordu. İlk kez bağırmak istiyordum sesimi duyurmak için... Ama olmuyordu.

"Bekle lan oruspu..."

Peşimden küfür ede ede geliyordu. Duramazdım... Tüm gücümle koşmaya devam ettim. Köyün çıkışına ulaşmıştık artık. Etraf karanlıktı. Bu saatte kimse yoktu dışarıda. Korkularımla birlikte tarlalara kadar koşmaya devam ettim. Ama gücüm bitmişti. Takılıp düştüğümde kalkmak için zamanım olmamıştı.

"Vay kancık vay... Ne koştun be... Ama artık benimsin..."

"Bırak! İmdaaaat..."

Sesim karanlığın içinde kaybolurken ellerim adamı itmeye çalışıyordu. Ben çırpındıkça o daha çok bedenini üstüme bastırıyordu.

"Yapmaaaa... "

Ağzını boynuma dayamıştı. Islattığı yerleri öperek emmeye başlamıştı. Ölmek istiyordum. Başımı sağa sola kaçırdıkça daha çok dudaklarını bastırıyordu. Boynumdan yukarı çıkarak yüzümü öpmeye başlamıştı. En son dudaklarıma geldiğinde, ellerimi daha çok yere bastırmıştı. Gözyaşlarım ve onun tükürükleri ile ıslanan yüzüm yanıyordu. Kendimden nefret ediyordum...

"Biraz daha eğlenelim mi..."

Elbisemin düğmelerini açmaya başladığında, hafifçe geri çekilmişti. Bunu fırsat bilerek dirseğimle gözüne vurmuştum. Acıyla kenara çekildiği anda koşarak köyün içine koşmaya başladım. Vücudum titriyordu... Koştukça ciğerlerimin yandığını hissediyordum. Ama yeni bir şansım olmuştu kaçmak için. bir süre sonra arkamda belirmişti. Bir eliyle gözünü tuttuğu için koşması yavaşlıyordu. Bu bana zaman kazandırmıştı.

Evi gördüğümde daha da hızlandım. Bahçe kapısını açtığımda büyük bir gıcırtı çıkarmıştı.

"Zümra... Ne oldu sana, kim yaptı bunu!!!"

Barlas'ın sesiyle irkilmiştim. Kalan son gücümle yanına gidecektim ama o benim yanıma gelmişti. Konuşamıyordum... Nefes nefeseydim ve ayakta duracak gücüm kalmamıştı. Dışarıya bakmaya çalıştım pisliği göstermek için. Barlas da bakındı ama kimse yoktu. O pislikten kurtulmuştum.

"O adam yaptı değil mi... Piç kurusu şerefsiz... Neredesin lan!!!"

Barlas öfkeyle bağırınca evin ışıkları yanmaya başlamıştı. Adamın peşinden gidecekken vaz geçmişti. Belimden ve dizimin altından kavrayarak kucağına almıştı.

"Barlas... Ne... Hayır...Bırak..."

Yapmayı düşündüğü şeyde kararlıydı. Sımsıkı tutarken kendine yaklaştırdı. Babam kapıda belirmeden hemen önce kulağıma fısıldamıştı.

"Bu bizim meselemiz... Seni artık yalnız bırakmayacağım..."

*


Bölüm sonu🌸🙃

Nasıl gidiyor hikâye düşüncelerinizi merak ediyorum.

Barlas sizce iyi mi yaptı, kötü mü yaptı?

Bundan sonra ne olacak?

Eleştirilerinizi yorum olarak belirtirseniz çok mutlu olurum. Oy vererek de destek olabilirsiniz...


Kendinize çok iyi bakın ve hayatta sizi koşulsuz seven insanları kaybetmeyin...💕


Loading...
0%