Yeni Üyelik
7.
Bölüm

7. Yenilikler

@minasotaa


İyi okumalar diliyorum...

*


Yürüdüm... Ne zamandan beri bunu yapıyorum artık bilmiyordum. Güneş sıcaklığını hissettirmeye başlamıştı. Yoldan geçen arabaların sesleri giderek şehre yaklaştığımın habercisiydi. Ama hâlâ varamamıştım. Patika yol sanki sonsuzluğa uzanıyordu. Yürüdükçe kayboluyordum.

Barlas, ters yönde ilerlediğinde ruhumdan bir parça ayrılmıştı sanki. Bunun olması acı verse de geri adım atamazdım. Gitmesi ikimiz için en doğru olanıydı. Yanyana olsaydık başka sebepler çıkacaktı canımızı yakacak olan. Şehirdeki insanlar kendi işinde gücünde bir telaş halinde olsalar da, başka insanların hayatları her zaman daha çekici olmuştur onlar ve diğerleri için... Bir kaçış noktası gibi; nerede kaos oraya hücum ederler.

Mağara adamı ile üstünde masa örtüsü sarılı genç gördüklerinde ne düşünürlerdi?

"Sirkten mi çıkıp geldiler bu soytarılar da kim?"

"Adam kıza bir şey yapmış olmasın?"

"Sanırım dayak yemişler her yerleri mosmor..."

"Kesin bir ahlaksızlık yaptılar..."

Zihnimin bir köşesinde bu ihtimaller dönüp dolaşırken patikanın sonuna gelmiştim. Bunu anlamam da normal şartlarda olmamıştı ne yazık ki. Karşımda gördüğüm araç; kornayla karışık fren sesini çıkardığında ben, bir altmış yerde yatıyordum.

Sürekli bir uçurumdan düşüyordum... Asla bitmiyordu... Düştükçe siyah sisler beyaza dönüyordu... Ölüyor muydum? Bu bir geçiş kapısı mıydı?

Parlak beyaz ışığı gördüğümde artık her şey için geç olduğunu anlamıştım. Gerçek dünya az sonra varacağım yerdi...

Sonra birden... Durdum... Neyin bunu yaptığını bilmiyorum ancak yukarı doğru aynı hızla çekilmeye başladım. Giderek parlaklık azalıyor ve beyazın en güzel tonuna doğru yaklaşıyordum. Sonra... Yine durdum... Henüz o beyaza ulaşamamıştım.

Dit...dit...dit... Bu ses ne zamandan beri tepemdeydi? Gözümü hafifçe araladığımda hiçbir şey göremedim. Bu sefer de kör mü olmuştum? Bir süre beklediğimde etraftaki nesneler belirginleşmeye başlamıştı. Karşımda bir dolap, sağ tarafımda bir koltuk vardı. En sevmediğim; deri olanlardan. Solumda da o ses çıkaran alet vardı. Sanırım, büyük olasılıkla hastanedeydim.

Kendimi yorgun hissetmiyordum. Sanki uzun zamandır bedenim kapalıymış da şimdi kendine geliyormuş gibi hissediyordum. Bu iyi gelmişti...

Kapı açıldığında kimin geldiğini görmek için başımı hafifçe yana yatırdım. Hemşire elimde bir tepsi ile başıma dikilmişti. Serumu değiştirmeye başlarken uyanık olduğumu gördü.

"Uyandın demek... Nasıl hissediyorsun?"

Konuşmaya çalıştım ancak dudaklarım birbirine öyle yapışmıştı ki açana kadar ikinci bir soru daha gelmişti.

"Ağrı var mı bu kısımda..."

Eliyle karnıma belli belirsiz dokununca, küçük bir karıncalanma dışında bir şey hissetmemiştim. Başımı hayır anlamında sağa sola salladım.

Hemşire, tansiyonumu da ölçtükten sonra konuşacak mecali kendimde bulabilmiştim. Onda da sesim fısıldar gibi çıkmıştı.

"Ne oldu bana?"

Hemşire gülümseyerek açıklamaya başlamıştı.

"İyisin sakin ol... Araba çarpmış ve bayılmışsın. Büyük bir kaza değildi. Geldiğinde kötü haldeydin ama bunlar önceden olan bir şeylerdi büyük ihtimalle. Kazada apandisitin patlamıştı. Geldiğinde hemen ameliyata aldık. "

Hemşire tepkimi ölçmek için bekledi. O yüzden karnımda ağrı olup olmadığını sormuştu demek ki. Yeni hayata başlamadan bir şeyimi kaybetmiştim bile.

"Ne zamandan beri buradayım peki?"

Sesim daha net ve anlaşılır çıkmıştı. Konuştukça açılacaktım anlaşılan.

"8 gündür buradasın. Ameliyattan sonra uyandın ama hatırlamıyorsundur. Değerlerin, her şeyin normaldi. Sadece fiziki olarak iyi durumda değildin. Biz de yatışını yaptık."

Kendime acımıştım. Koskoca sekiz gün buradaydım. Kimsenin benden haberi yoktu. Ölsem yanımda olacak kimse yoktu. Kaybolup gidecektim hayattan.

"Bir kaç saat sonra doktor muayene eder. Kahvaltı da gelecek o saatte. Biliyorum açsın. O zamana kadar biraz daha dinlen tamam mı?"

Başımı sallayarak hemşireyi onayladım. O dışarı giderken gerçekten de çok fena acıktığımı hissetmiştim.

Ve yine yalnızdım. Kimsem yoktu. En azından bu sefer somut bir şekildeydi bu. Evdeki gibi kalabalığın arasında soyutlaşmıyordum.

"Kahvaltı!"

Gözümü tekrar açtığımda odanın aydınlandığını gördüm. Anlaşılan yine uyumuştum. Sekiz gün uyumak yetmedi mi be Zümra?

Kapı açıldığında yine hemşire geldi sanmıştım ama bu sefer elinde kahvaltı tepsisiyle bir teyze gelmişti.

"Uyandın mı kızım. Bekle hele doktoru çağırayım."

Neler oluyordu? Teyze beni kendi kızı falan mı sanmıştı? Niye ilgileniyordu ki şimdi?

Dediği gibi doktorla birlikte gelmişti. Doktor da hemşire gibi güler yüzlüydü.

"Evet... Gayet iyi görünüyor. Kahvaltıdan sonra yürüyüş yaptırın, tuvalete de çıksın mutlaka kendi başına. Bir sıkıntı olmazsa taburcu ederiz..."

Yanımdaki teyze kafasını sallayarak dikkatle dinledikten sonra bana dönüp gülümsedi. Bu sıcak gülümsemeyi karşılıksız bırakamadım. Ben de ona gülümsedim.

Doktor gittiğinde, teyze yatağı dikleştirdi ve kahvaltı tepsisini karşıma koydu.

"Acıktın kızım hadi bakalım..."

Bana yedirmeye çalıştığında elinden çatalı alarak onu durdurdum.

"Ben yiyebilirim, teşekkür ederim."

Teyze, yiyebildiğime emin olduktan sonra koltuğa oturdu. Öyle bir bakıyordu ki sanki içi gidiyordu. Beni kızı sanıyordu sanırım.

"Kusura bakmayın ama... Siz kimsiniz?"

Teyze bu soruyu bekliyor olacak ki ellerini mahcubiyetle birleştirerek bana baktı.

"Kızım... Biz maalesef sana çarpan kişileriz. Eşimle seni hastaneye getirdikten sonra yalnız başına bırakmaya gönlümüz el vermedi. Belli ki canını yakmaya kalkmışlar. Bırakamazdık burada tek başına..."

Aklıma, şikayetçi olmayayım diye bana böyle davranıyor olacağı gelse de silip attım. Teyze çok çok iyi rol yapmıyorsa kesinlikle iyi birisiydi. Bunu insanın bakışlarından anlayabilirdiniz.

Ne diyeceğimi bilemeden ben de ona bakmaya başladım. Yine garip bir burukluk olmuştu içimde. Annem bile bana böyle davranmamıştı ki hiçbir zaman...

"Ama böyle olmaz bak... Ağla diye söylemedim ki..."

Gözümdeki yaşı hızla silerek derin bir nefes aldım. İyilik çarpması sonucu hep böyle ağlayacaktım sanırım.

"Tamam ağlamıyorum... Şey, isminiz neydi bu arada?"

"Melek... Melek teyze diyebilirsin istersen."

"Peki, Melek teyze..."

Yemeğimi yedikten sonra kendime gelmiştim. Onca gün serumla beslenmiştim. Midem ilk başta yemeğe adapte olamadı ama sonrasında toparlamıştım.

Melek teyze doktor ne dediyse uygulayacaktı sanırım. Hastane içinde yürüyüşe çıktığımızda bir yandan da tuvaletim var mı yok mu onu soruyordu. Küçük bir çocuk gibi hissediyordum.

En sonunda nihayet tuvalet ihtiyacım gelmişti. Melek teyze benden aceleciydi. Burada bile yine aklıma kötü ihtimal geliyordu. Belki de hemen taburcu olmamı ve artık benden kurtulmayı bekliyordu.

Çünkü hastaneye yattığımdan beri refakatçi olarak o duruyormuş yanımda. Arada bir evine gidip oradaki işlerine bakıyor sonra geri geliyormuş. Bunu doktor ve hemşirelerden öğrenmiştim.

Kendisi hakkında pek fazla konuşmamıştı Melek teyze. Daha çok ben anlatmıştım o dinlemişti. Her şeyi anlatmadım elbette. Yüzümdeki ve boynumdaki morluklardan az çok tahmin etmişti zaten ne olduğunu. Ben de bir iftiraya uğradığımı ve ailemin beni evlatlıktan reddettiğini söyledim. O yüzden şehirde yeni bir hayat kurmayı amaçladığımı anlattım. Diğer ayrıntılara girmemiştim.

İnandı mı inanmadı mı bilmiyorum ama üstüne daha fazla soru sormamıştı. Sonra da işte tuvalete gelmiştik. Hiçbir sorun olmadan halledebilmiştim. Bu iyiye işaretti. Artık taburcu olabilirdim. Nereye gideceğimi bilmesem de hastanede daha fazla kalırsam boğulacağımı biliyordum.

"Evet... Rahatça yapabildim. Sızı veya ağrı yok..."

Doktora anlatımım bittikten sonra taburcu işlemlerini başlatmıştı. Melek teyze bunlarla ilgilenirken ben de dışarıda beklemeye başladım. Gökyüzü çok güzeldi. Ev hapsinden kaçıp bu sefer de hastane hapsine yakalandığım için, özgürlüğe hasret kalmıştım. Şimdi gökyüzünün mavisi bile daha güzel geliyordu.

Melek teyze yanıma geldiğinde artık vedalaşma vakti gelmişti.

"Her şey için teşekkür ederim Melek teyze. Hakkını helal et..."

"O ne demek kızım... Birlikte gidiyoruz..."

Hemen "hayır tabiki öyle şey olur mu" cümlesini ve türevlerini kurmaya başladım. Melek teyze hiçbir itirazımı kabul etmiyordu. On dakikalık tartışma sonunda pes etmiştim. Neyine zorluyordum ki? Gidecek hiçbir yerim, kimsem yoktu...

Taksiye binip yaklaşık yarım saat sonra evlerinin önünde inmiştik. 4 katlı eski bir apartmandı. Büyük bir bahçesi yoktu ama oturacak yerler vardı. Belki çok sıradan gelebilirdi burada yaşayan birisi için. Ama dışarıdan bakan ben için sıcacık bir aile yuvası izlenimi veriyordu.

"Gel bakalım... "

Melek teyze önde ben arkada içeri girdik. Oturdukları daire ilk kattaydı. Onlar için iyiydi. Merdivenle uğraşmayacaklardı.

"Melek teyze, zahmet vereceğim size böyle..."

"Konuştuk ya bunları kızım... Nereye gideceksi hem. Demedin mi yeni hayat kurmak istiyorum diye..."

"Ama..."

"Aması yok... Hadi gir içeri..."

İtirazı bırakıp çekinerek içeri girdim. Sanırım kimse yoktu. Melek teyze eliyle gel işareti yapınca peşine takıldım. Kapalı kapılardan birisini açtı.

"Burası artık senin odan... Yat dinlen şimdi güzelce... Karşıdaki kapı tuvalet. Ben de mutfakta olurum. Bir şeye ihtiyacın olursa seslenirsin..."

"Teşekkür ederim..."

Melek teyze saçımı okşadıktan sonra kapıyı kapatıp çıktı. Yabancı insanların evindeydim ama herhangi bir huzursuzluk ya da kötü his yoktu içimde. Tam tersine mutluydum şuan burada olmaktan. Aile sıcaklığını hissediyordum.

Odaya göz gezdirdim. Uzun zamandır kullanılmadığı belliydi ama her şey tertemizdi. Tek bir toz bile yoktu odada. Çalışma masasında bir iki kitap vardı. Başka da bir şey yoktu. Giysi dolabının kapağını açmak istesem de bunu yapmadım. Bir de kitaplık vardı ince uzun. Kitaplara uzun zamandır el değmemiş gibi görünüyordu.

İncelemeyi bırakıp yatağa oturdum. Uykum yoktu. Günlerce uyumuştum zaten. Oturmak da istemiyordum. Dışarı çıkıp yine kadının başının etini yemek de istemiyordum. Ne yapacaktım bilmiyordum...

Melek teyze beni düşüncelerimden sıyırıp kapıyı çaldı. İçeriye girdiğinde küçük bir çocuk gibi öylece oturur bulmuştu beni.

"Kusura bakma kızım... Akıl edemedim bir an. Ben sana temiz kıyafetler getireyim istersen duş al ev müsaitken. Akşama Ahmet amcan da gelir. Rahat edemezsin diye dedim."

Yerimden sevinçle kalktım. İşte ihtiyacım olan şey buydu. Ilık bir duş her şeye iyi gelirdi. Bu sefer ikiletmeden dediğini yaptım. Üstümdeki iğrenç anılardan da kurtulacaktım.

"Temiz havlular ve sabun koydum içeriye..."

"Ben senin hakkını nasıl ödeyeceğim şimdi?"

Melek teyze yanağımı okşadı. O kadar yumuşaktı ki dokunuşu... Sevilmek, değer görmek böyle bir şeydi demek...

"Düşene bir de biz vurursak, Allah bize hesap sormaz mı kızım? İnsan değil miyiz biz... Bizi birbirimizden başka kim anlar?"

Daha fazla dayanamamıştım. Melek teyzeye sımsıkı sarıldım. Uzun zamandır bunu yapmaya ihtiyacım vardı. Yapamamıştım. Oysa şu sarılma bile yeterdi mutlu olmak için.

"Canım benim... Hadi ya hu beni de ağlatacaksın şimdi. Hemen gir çık, mis gibi çorba yapayım ben de..."

Yüzümde kalan tebessüm eşliğinde banyoya girdim. Aynada kendimle göz göze geldim. Tüm morluklar gitmişti. Hatta yüzüm biraz da kilo almıştı. Serumlardan olsa gerek... Sonra dudaklarıma baktım. Yukarı doğru kıvrılmıştı. Gülüyordum...

Duşa girip suyu ılıklaştırdım. O kadar iyi gelmişti ki... Sanki kirlerle birlikte tüm kötülükler de akıp gidiyordu. Yere düşen her bir damlada üstümdeki ağırlıklar da azalıyordu.

İşimi hallettikten sonra havluya sardım kendimi. Odaya geçmeden önce etrafı kontrol etmiştim kimse olmasın diye. Hızla karşıya geçip kapıyı kilitledim.

Melek teyzenin koyduğu kıyafetleri hızla üstüme geçirdim. Kırmızı bir elbise koymuştu. Biraz çocukçaydı ama kendimi mutlu hissetmiştim giyince.

Saçlarımı kuruttuktan sonra dışarı çıktım. Vestiyerdeki aynadan kendime baktım. Yüzüme canlılık gelmişti.

"Gel kızım... Çorba katayım da iç yemeğe kadar..."

Mutfağa girdiğimde Melek teyze hayranlıkla baktı kaldı.

"Çok güzel olmuşsun... Maşallah... "

"Teşekkür ederim..."

Mahcubiyetle masaya otururken, Melek teyzenin diyemediklerini tebessüme döktüğünü fark ettim. Şuan yorgun ve çaresiz halimden eser yoktu. Yaşımın gerektirdiği heyecanı ve mutluluğu yansıtabiliyordum.

Önündeki domates çorbasında bir yudum aldım. İçimden ılık ılık geçen bir yudum çorba bile bu kadar mı değiştirirdi duyguları.

"Ellerine sağlık Melek teyze... Uzun zamandır yediğim en huzurlu çorba bu."

Melek teyze afiyet olsun dedikten sonra yine uzunca baktı yüzüme. Sonra pilavı karıştırmaya döndü. Yine aniden bana döndüğünde göz göze gelmiştik.

"Bir şey mi oldu Melek teyze?"

Melek teyzenin kafasını kurcalayan bir şey vardı. Demeye, sormaya çekiniyordu sanırım.

"Kızım hiç kimlik falan çıkmadı da üstünde. Hastanede de isimsiz yaptılar girişini. İsmin ne diye soracaktım?"

Ben başka bir şey sorar diye beklemiştim. Gerçi bu soru da başlangıcı sayılırdı. Kimsin, nesin, kim yaptı sana bunu...

İsmimi söylemek için ağzımı açtığım an kapı çalmıştı. Melek teyze hızlı adımlarla kapıyı açmaya gitti. Sanırım eşi gelmişti. Ahmet amca.

Gerçekten de gelen oydu. Ahmet amca da mahcubiyetle mutfağa girdi beni görünce. Şaşırmadığına göre burada olduğumu söylemişti Melek teyze.

"Hoş geldin kızım... Hanım anlatmıştır gerçi ama... Hakkını helal et kızım, durduramadım arabayı..."

Ahmet amca neredeyse ağlayacaktı. İstemeyerek yapmıştı zaten. Hem kendilerini suçluyorlardı ama hata bendeydi. Önümdeki aracı göremeyecek kadar dalgındım ve yolun ortasındaydım.

"Estağfurullah Ahmet amca. Helal olsun. Asıl siz helal edin. Zor duruma soktum sizi de..."

Karşılıklı helallik konuşmamızı Melek teyze durdurmuştu.

"Hadi yeter artık... Yemek hazır olur bir saate. Git bey üstünü değiştir."

Ahmet amca, başıma pıt pıt vurduktan sonra odasının yolunu tuttu. Ben de çorbamı içmeye devam ettim. Her zaman yaptığımız şey gibiydi bu. Tanıdık hissediyordum onları.

Yemekte çok farklı bir şey olmadı. Herkes mutluydu. Ahmet amca ve Melek teyze gününü anlattı. Sonra ben Melek teyzeye anlattığım hikayemi tekrar anlattım. Şimdilik soru sormuyorlardı. Yanlış bir şey söylemekten korkuyorlardı .

Yemekten sonra bulaşıkları uzun ısrarlar sonucunda ben yıkayabildim. Kadın o kadar uğraşmıştı. Küçük bir şeydi bu onun yanında.

Onlar çay içerlerken ben dinlenmek için izin istemiştim. Bir anda yorgunluk çökmüştü. Sonuçta hâlâ hastaydım ve iyileşmek için zamana ihtiyacım vardı.

Odaya geçtiğimde kendimi yatağa atmış ve uykuya teslim olmuştum.

Gece aniden uyandım. Sanki bir yerden tıkırtılar geliyordu. Sırt üstü dinlemeye başladım. Devamı gelmemişti. Hazır uyanmışken tuvalete gireyim dedim. Melek teyze sağ olsun, bir sürü şey yedirmişti.

Odaya döndüğümde karşımdaki karartı hızla bana dönmüştü. Refleks olarak çığlık atacağım an hızla eliyle ağzımı kapatmış ve duvara sertçe yaslamıştı.

Yakınımda olduğu için gözlerini görebiliyordum. Onun da kaşları çatılmıştı. Elini yavaşça indirirken hala şaşkın bakışlarla birbirimize bakıyorduk. İkimizin de ağzından aynı cümle, aynı anda çıkmıştı.

"Senin burada ne işin var?"

*

Bölümü nasıl buldunuz?

Yorumlarınız ve oylarınız benim için çok değerli 🥰


Kendinize iyi bakın, bir sonraki bölümde görüşene kadar mutlu kalın...💚


Loading...
0%