@minemoia
|
“Ne olmuş Bade?” Şaşkınlığımın yerini derin bir merak alırken bir an da kapıda beliren Nagi’nin önünden hızlıca geçtim. Terliklerimi ayağıma geçirirken bir yandanda elimdeki siyah mektubu sıkı sıkıya tutuyordum. Şimdi yapacaklarım biraz düşüncesizce olacaktı ama şu stresi her gün yaşamaktansa bir kere yaşarím bitiririm kafasına girmiştim. Adam apartmanıma kadar girmeye devam ediyordu. Yine ve yine. Sadece basit bir şaka olduğunu düşünmüşlüğüm de vardı ama bu kadar ısrarcı olduğunu yeni fark ediyordum. Engelleyememem ayrı bir olaydı zaten. Nasıl yapıyordu aklım almıyordu. Hackerdır ya da basit bir yazılımcı? Belki. Tüm bunlar defalarca intihar girişiminde bulunmuş bir kızı elbette korkutmuyor değildi. Deli gibi korkuyordum. Ölmekte istiyordum evet ama son günlerimi bir sapıkla geçirerek değil. Ona buna mektup veren, apartman boşluklarında öylece bakıp gülümseyen. Şuan bunu yapan bir gün evime de doğrudan girerdi ve bana düşünmek bile istemeyeceğim şeyleri yapabilirdi. Bunu kaldıramazdım. Bu yüzden korkunun ecele faydası olmadığını bilerek peşi sıra apartmandan çıkmıştım. Üzerine gitmezsem belki de bir süre sonra bırakabilirdi ama ya bırakmazsa o zaman ne yapacaktım? Ne enerjim ne de gücüm vardı. Belki üzerine gidersem hem korkumu hemde şu peşimde dolaşan şahısı açık edebilirdim. Ben peşinden yetişmek için koşarken o hızlı hızlı yürüyor ara sokaklara giriyordu. Siyah kapşonlusu ise hala başındaydı. Etraf iyice karanlıklaşmaya başlayınca sokağın ortasında durup çevreme bakınmaya başladım. Beni getirdiği yer bomboş, kir tutmuş eski bir sokaktı. Yıkık dökük harabeyi andıran evleri vardı. İn cin bile burada top oynamıyor gibiydi. Kendi kendimi sorguladım. Bizim mahallede böyle sokaklar vardı da ben mi bilmiyordum. Yoksa pek dışarı çıkmadığımdan mı yabancılamıştım. İlginç olansa aşırı tanıdık gelen bir şey vardı fakat ben çıkaramıyor gibiydim. İçimdeki kötücül hisleri acilen bırakmam lazımdı. Akıllı bir insan bu saatte bir hırka bir terlikle buralara kadar gelir miydi mantıksal bakarsak kesinlikle hayır. Daha çok, belası gelsin kendisini bulsun diye evde otururdu ama ben Bade Sungur bela bana değil ben belaya adım adım gitmeye meyilliydim. Her zamanki gibi. Fakat şuan daha da kötüsü oluyordu. Bir anlık bir dalgınlık sonucu sokağın ortasında öylece durduğumdan mütevellit tahmin edeceğiniz üzere bilinmeyeni de kaybetmiştim. Evet kendimi taa buralara sürükleyip bir de üstüne adamı elimden kaçırmayı başarmıştım. Derin nefes alıp çevreme bakındığımda benden başka birilerini göremeyince yavaş yavaş geldiğim yolu geri gitmeye başladım. Elbette hesap sormak değildi amacım derdi neyse açıkça konuşmaktı niyetim ama git git bitmeyen ara sokaklar fikrimi değiştirmek üzereydi. Gerçekten hesap sormalıydım beni buraya getirdiği için. Yol ayrımına geldiğimde durup gözlerimi kısarak kafamı yukarı kaldırdım. Tam da sokak lambasının altında duruyordum. Sağ mıydı sol muydu Allah bilirdi. Bilinmeyenle yaşadığımız kovalamacada döndüğümüz dönemeçleri aklımda tuttuğumu sanmıyordum. Öylece kalakalmışken aklıma gelen fikirle telefonumu cebimden çıkarıp Instagrama girdim. Ne kadar istemesem de bilinmeyenin engelini açıp yazmaya başladım. Ara sokaktan bir anda çıkıp umarım kalp krizi geçirtmezdi bana. Bade: Hani ölmemi istemiyordun ya, bu saatten sonra hayatta inanmam bir daha sana. Anında aktifleşti. Gerginlikle bekledim. Bilinmeyen: Ben sana ne yaptım ki Bade Bilinmeyen: Sen benim peşimden geldin Bade: Daha ne yapacaksın canlı kanlı gördüm seni. Bade: Apartmanıma kadar girdin yetmedi beni tenha sokaklara kadar getirdin. Bade: Yalnız başımayım. Sence ne kadar güvendeyim? Bilinmeyen: Hayır yanlış tespit pekte yalnız sayılmazsın Mesajı okur okumaz yakınımdaki bir yerden yüksek bir ses geldi. İrkilerek kafamı kaldırdığımda denk gelmek isteyeceğim en son kişi karşımda duruyordu. Doğukan ve onun çokta lazım olmayan tayfası. “Kimleri görüyorum kimlerii!” Bilinmeyen ve Doğukan.. Bilerek mi yapmıştı yoksa? Beni buraya çekmek için. Kusma isteğim gelirken Doğukan’a cevap vermeden bilinmeyene yazdım. Bade: Bilerek mi yaptın.. Bilinmeyen: Hayır yanlış zamanlama Bilinmeyen: Çok yanlış bir zamanlama.. Bilinmeyen: Yanlız değilsin derken onları kastetmiyordum. Benim Doğukan‘la bir ilgim yok gerçekten Kafamı kaldırdığımda Doğukan her zamanki gibi otuz iki diş sırıtarak saçlarını arkaya atıyordu. Alışkanlık haline gelen bu hareketi neredeyse onu her gördüğümde illa ki yapıyordu. Bugün gerçekten de serseri gibi giyinmişti. Boynunda kalın bir gümüş zincir, sağ kulağında ise küçük siyah bir halka küpe vardı. Bir elinde küçük bir bira kutusu tutuyordu. Diğer iki arkadaşı Murat ve Semih de aynı markalı bira kutularını ikişer ikişer taşıyorlardı. “Görmeyeli ne kadar da asosyel olmuşsun çık biraz hava al özlettin kendini bize Bade” Görmezden gelmeye çalışarak bir çıkış yolu arıyordum. Fakat gittikçe yaklaşıyordu. “Uzun zaman oldu yüz yüze de görüşemedik. Hiç mi özlemedin bizi..” “Şeytan görsün yüzünü ne işin var senin burada?” dediğimde tek kaşı havaya kalktı. Sonrasında ise eli bana uzanmaya çalışır gibi oldu. Hızlıca geri çekildiğimde gülerek durdu. “Böyle dersen üzülürüm burası hala benim mahallem sen de hala benim arkadaşımsın” Arkadaş demek arkadaşlığa hakaret olurdu. Çünkü o benim hiç bir şeyim değildi. Evet onu yetimhaneden beri tanıyordum ama bırakın arkadaşı bana bir türlü gün yüzü göstermiş biri değildi. Yetimhanede küçücük bir çocukken bile benimle uğraşır canımın yanmasını sağlardı. Artık takıntı haline getirdiğini düşündüğüm saçma bir ilgisi olduğunu düşünüyordum. Ya da zorbalamanın ona verdiği manyakca zevkten de olabilir ki yetimhaneden çıksam bile peşimi bırakmamıştı. Evlatlık verildiği gün benimle beraber yetimhanede ki bir çok kişi derin bir nefes almıştı fakat o inatla eski mahallesine gelip insanlara bela olmaya devam etmişti. Evlatlık alan zengin bir aile. Sunulan bir çok imkanlar, koşullar vesayre çok daha iyi bir hayat yaşadığı kesindi fakat içindeki bu bitmek bilmeyen varoşluğu yüzünden hala sokak köşelerinde sürtüp ona buna bela oluyordu. “Arkadaş olmak ben ve sen? Olsaydık dünyanın en kötü arkadaşı sen olurdun Doğukan.” Hafifçe dudaklarını büzer gibi oldu ama kesinlikle üstüne alınmadığını biliyordum. “Gerçekten kırılıyorum sadece özlem giderelim istedim anlamadın mı” Yanındakilere baktığında Semih ve Murat çoktan sırıtmaya başlamışlardı. Aklıma gelen başıma gelmesin diye kendimi sıkıyordum fark etmeden. Geri adım atarak ondan uzaklaşmaya başladığımda arkamda duran yolu düşündüm. Bir anda koşmaya başlarsam yetişirler miydi hemen? “Ne istiyorsun Doğukan?” Gerginlikten ellerim soğuk soğuk terliyordu. “Tercihen o güzel dudaklarının tadına bakmak isterim ama bu sefer çilekli nemlendiricin olmadan“ Midem kalkarken refleks olarak dudaklarımı sildim. O anlar aklıma gelmemeliydi hayır. Yoksa kafayı yiyecek kadar titremeye başlardım. “Uzak dur benden” Boğazımda bir düğüm beni yutkunmam için zorlarken kaçmaya her an hazırdım. Nitekim koşmak için arkamı döndüğüm bir anda kolumdan tutup çeken Semih’le çırpınmaya başlamıştım. Kalbim hızlı hızlı çarpıyordu. “Bırak istemiyorum.” “İstersin istersin” Çekiştire çekiştire beni Doğukan nin önüne ittiklerinde avazım çıktığı kadar çığlık atmaya başlamıştım. Murat eliyle ağzımı kapatmaya çalışıyordu. Semih ise tutmaya çalışıyordu. O an içimdeki kötü hissin beni sürekli neden uyarmaya çalıştığını anlamıştım. Gücümün tamamını çırpınarak harcarken kararmaya başlayan gözlerimi açık tutmaya çalışıyordum. Dayanmak öyle güçtü ki umutsuzluğa en çok bir çıkışınızın olmadığı an düşüyordunuz ve düştüğünüzde yerle bir olan yine siz oluyordunuz. Bir daha kalkamayacak hale geliyor fakat zihninizin bir köşesinde defalarca bu oyunu tekrar ve tekrar oynuyordunuz. Sonsuz bir döngü, sonsuz bir yıkım.. Acıdan ağlayamayacak kadar tükendiğinizde ise teslim olmalıyım diyordunuz fakat şanslıysanız bir anda bir ışık beliriyor ve sizi bir yerlerde bıraktığınız umudunuzu aramaya zorluyordu. “Doğukan uzak dur ondan!!”
. Evet ne düşünüyorsunuz sizce gelen kimdi? :) Doğukan?? Nasıl buldunuz sizce neler dönüyor? Doğukan'nın orada olması tesadüf mü.. Şimdilik desteğinizi ve yorumlarınızı bekliyorum bir sonraki bölümde görüşürüz🥀
|
0% |