Yeni Üyelik
1.
Bölüm

Tanıtım

@minemoia

 

 

'Yere çakılana kadar kanatlarımın olduğuna inanacağım.'

         

 

TANITIM🍁

 

''Evet sevgili Gölyazı sakinleri, bir yayınımızın daha sonuna geldik. Yarın akşam aynı saatte yeniden sizlerle birlikte olacağız. İsterseniz #AloGölyazıTV hattını arayabilir bizimle sevdiğiniz parçaları paylaşabilirsiniz..

Hemen hatırlatalım numaramızı 0555 ** Sonbahar size güzellikler getirsin. Esen kalın efendim..''

Programın bitmesiyle başlayan anlamsız bitiş müziği içinde bulunduğum beyaz odada yankı uyandırıyordu. Bir döngü bittiğinde diğeri başlıyor, sona yaklaşır yaklaşmaz radyodan gelen müziğin sesi bir yükselip bir alçalıyordu.Yaklaşık üç dakika kadar sürmüştü. Biraz işsizlik yapıp saymıştım.

Benim gibi düşünenlerden misiniz bilmem ama Mozart'ın parçaları rahatlatma amacı taşıyor olsa bile bir süre sonra gerçekten sinir bozucu bir sese dönüşüyordu. Eylül ayına girmemize rağmen etkisini hala sürdüren yaz sıcaklarını da düşünürsek, odada ki bolca oksijene inat bunaltıcı bir ortamın oluşmasını sağlıyordu.

Kendimi zorlayarak da olsa elimdekini odanın ortasına bırakıp doğrulmaya çalıştım. Bununla beraber taşıdığım dördüncü kutuydu. Annem şimdi görse ne özel durumum kalırdı ne de taşınacak eşyam.Elimi kolumu bağlar bir köşeye oturttururdu kesin.Yorulmamam gerektiğini elbette biliyordum ama insan bir kere kendisini hasta psikolojisine soktuğunda gerçekten hasta hissediyordu.

'Katiyen ağır bir şey taşımak yok görürsem kulaklarından tavana asarım' demişti ama şimdi benden, hatta ondan bile kat be kat yüksek olan beyaz tavana bakınca, bu dediğini yerine getiremeyeceğini anlamış olmuştum. Sanki müştemilat değil saraydı. Normal bir odaya kıyasla yüksekçe bir tavanı ve çift taraflı geniş pervazlı bir penceresi vardı. Bir manzaraya bakıyor denemezdi fakat yüz metre ilerisinde bulunan ve müştemilatı da sarıp sarmalayan bir bahçe duvarı görünüyordu.

En garibi ise basit bir taş topluluğundan ziyade, ortaçağ dan fırlamış bir kale surunu andırmasıydı.

Sert ve korunaklı.

Güven verip vermediği ise tartışılırdı. Kim arazisini böyle kuşatırdı ki? Yavaşça ayağa kalktım. Getirdiğim kutuların ve önceden getirdiğimiz kutuların hepsini açmış sayılırdım. Şimdi geriye bir tek güvenlik kulübesinin önünde duran bavullarımızı almak kalmıştı. Onları da getirirsem annemden gönül rahatlığıyla bir saatlik izin kapabilirdim.

Benim için çokça uzun geçen bir vakitten sonra okul da başlıyordu. Okulumu, arkadaşlarımı bir an önce görmek istiyordum. Hatta bugün buluşmak çok istemiştim onlarla fakat taşınıyoruz diye annemi yalnız bırakmak pek içimden gelmemişti.

Hissediyor gibiydim sanki.

Annem anılarla başa çıkamayacağımı düşünüyordu. Ben ise onun aksine bunu yapabileceğimi biliyordum. Herkesin dediğinden farklı olarak hayat bir anda bitmemişti, bitemezdi de. Sadece bitmesini isteyecek kadar üzülmüş, kırılmıştım. Onun gidişi.. Evet kanadımın birini kırmıştı ama uçabileceğime olan delice inancım beni ayakta tutuyordu. Hayat sonuçta bir şekilde devam etmek zorundaydı yani değil mi? Sanırım.

Ayaklarım beni fark etmeden taşların bittiği noktaya getirdiğinde ayağıma gelen kum, doğrudan bahçenin kocaman siyah demir kapısını gösteriyordu.

Yer yer işlemeleri olmasa tam da hapishane parmaklıklarına benzeyen bir görünüme sahipti. Bir tarafında küçükce bir güvenlik kulübesiyle birleşik bir geçiş alanı daha vardı. Fakat ikisi de şimdi ardına kadar açılmış hem bize hem de aynı bahçe içindeki karşı eve geçit sağlıyordu.

Daha tadilat bile yapılmadan önce çokça çeşitli çiçek dikilmişti . Bahçenin içinde uzanan tüm yolları ise çakıl taşları ile belirlemişlerdi. Buradan bakılınca görülen düzen etkileyiciydi kim talimat verdiyse zevkli biri olduğu su götürmezdi.

Annemle yaşayacağımız müştemilat karşımızdaki villaya ait özel bir mülktü. Bizim binanın hemen karşısında duran sahiplerinin kalacağı bu villa ise iki katlı bordo renkli büyükçe bir yapıydı. Çevresinde bahçesini süsleyen iki büyük çınar ağacı ve hemen sağ tarafında bulunan küçük sera benzeri bir ek binası vardı.

Biz villanın çalışanları ile kalacağımız yeri düzenlerken bir yandan da villa, yeni ev sahibi ve ailesi için hazırlanıyordu. Çevrede dönüp duran insanların da telaşı bunaydı. Bir kaç gün sonra çalışmaya başlayacakları için kendi kalacakları yerin de bir an önce hazır olması gerekiyordu.

Tüm bu kalabalığın arasında sorulması gereken en önemli soru ise şuydu. Bizim birilerinin özel mülkünde ne işimiz vardı? İlk duyduğumda anlaması gerçekten zordu. Ve ne kadar inkar etsem de hala zor.

"O kadar sıkışık bir dönemden geçiyoruz ki kızım. Gölyazı da uygun fiyatlı bir ev bulamadım. Babandan kalan para da bitmek üzere. Bu yüzden-"

"Kimseye yük olmak istemiyorsun biliyorum annecim" Annem gülümseyerek yanaklarımı okşadı. Genelde gülümsediğinde yanağında ki çukur belli olurdu hemen. Fakat şimdi bırakın çukuru, yüzünde saklayamadığı bir duygu kol geziyordu.

Huzursuzluk.

"Yıllar sonra çok sevdiğim bir arkadaşım aradı. Tesadüfe bak ki yeniden evlenmiş Gölyazı'ya dönüyormuş beni görmek istediğini söyledi. Az çok durumu anlatınca da biz de kalın diye diretti.

Beni yalnız bırakmayacağını biliyordum ama yine de kabul edemedim. Seni de arkadaşlarından okulundan ayırmak istemiyordum-"

"Sen de evinde değil müştemilatında kalmayı uygun buldun" Ne olursa olsun taşınmaya kararlı olduğunu gözlerinde görmüştüm.

"Evet senin içinde uygunsa."

"Sanki ben uygun değil desem taşınmayacaksın anne" dediğimde ikimizde gülmüştük.

"Söz veriyorum. Yeniden bir iş bulana kadar.." Demişti. Ne yazık ki bunun böyle olmayacağını çok sonra öğrenecektim. Ne sözünü tutabilecekti ne de..

Düşününce hem kızacak hem de anlayacaktım onu. Çünkü birini kaybetmek ne demek iyi biliyordum. Geçmişte de gelecekte de.

Kader mi yoksa varlığını dahi bilmediğim bağlardan mı bilmem ama çorap söküğü gibi gelecek olayların başlangıcı bu olacaktı.

Bu ev ve camdan bana bakan o siyah karaltı..

Tahmin edin başrollerde kim vardı.

Ben. Akça Sereyli.

Altılıdan ilki..

 

 

 

Loading...
0%