@mir4yy_
|
Eve geldiğimizde ilk olarak kıyafetlerimi seçtim. Kendi geleneklerimde ki cenazeler nasıl oluyorsa öyle yapacaktım. Sonuçta o bana ‘’Annem gibiydin...’’ demişti. Kendini benden bir parça olarak görmüştü. Giymek için omzu açık olan diğer kolu uzun, siyah uzun bir elbise seçmiştim. Ayakkabı olarak da siyah uzun, ince topuklu ve taş detayları olan topuklu ayakkabımı giymiştim. Hafif bir makyaj yapıp saçlarımı düzleştirmiştim. Cenaze alanını önceden ayarlatmıştım. Bana sadece Anais’i almak düşüyordu. Tamamen hazırlandıktan sonra aşağı indim ve Nigel’ın benim için getirdiği Porsche’nin anahtarlarını Myron’a verdim. Arabanın ön koltuğuna bindim ve Myron da şoför koltuğuna oturdu. Yuva’ya geldiğimde aşağı inip Salalis’in yanına gittim. Anais’im de ordaydı zaten. ‘’Salalis?’’ ‘’Ah geldin mi?’’ Sesi hala titriyordu. ‘’Evet. Anais’in annesinin elbiseleri nerde?’’ ‘’Şu koridorda ilk oda Jeannie’nin. Orda onun elbiseleri var beyaz olanını al.’’ Demekki kadının adı Jeannie’ydi. Odaya gidip dolabı açtım ve beyaz bir elbise aldım. Mini bir elbiseydi ama Anais’in dizine kadar gelirdi. İçeri gidip Anais’i kucağıma aldım. Salalis evden dışarı çıktı. Anais’in üzerindekileri çıkardım. Bedeninde bazı çökükler vardı ve eski çöküklerdi. Yani öldükten sonra olamazdı. Ona elbiseyi giydirdikten sonra yandaki komodinin üzerindeki tarağı alıp olabildiğimse saçlarını taradım. O kadar güzeldi ki… Ama yine de ona ölüm yakışmıyordu. O soğukluk onun tenine yakışmıyordu. Evden çıkıp yuvanın dışına çıktım. Arka kapıyı açıp Anais’i yatırdım ve öne oturdum. Cenaze alanına geldiğimizde onun için ayarlattığım cam tabutu getirdiler. İçinde yumuşak bir kadife kumaş vardı. Kumaşın üzerine onu yatırdım elbisesini ve kollarını düzelttim. Tabutu yavaşça platforma götürdüler ve koydular. Etraftaki çiçekler mezarlığı süslüyordu. Annesinin yanında ona özel yapılan bir mezar vardı. O da camdandı. Onun güzelliğine muhtaçtım çünkü. Mezarın içinde bedenini koruyan bir sistem olduğundan bedeni bozulmayacaktı. Platformdayken dualar okunmaya başladı. Bense sadece ağlıyordum. Makyajımın akması umurumda değildi, hıçkıra hıçkıra ağlıyordum. Çünkü o gitmişti. O artık yoktu ve bu dünyanın en acı şeyiydi. Sesini duyamayacaktım. Onun sesini kimse duyamayacaktı. Onun gidişi her şeyi durdurmuştu benim için. Onla zaman geçirdiğimde bana Yuva’nın dilini öğretmişti. Bana çok katkısı olmuştu. Yalnız kaldığımızda bana Anka diye sesleniyordu. Anka Yuva’nın dilinde benim adımın kısaltmasıydı. Bende ona yalnızken Ansa diyordum çünkü bunu benden o istemişti. Tabuta doğru bir adım attım ve camın üzerinden ona dokundum. Onun istediği olacaktı. Onu annesinin mezarının üzerine gömülecekti ama yüzü de cam sayesinde görülecekti. ‘’Gitme. Sana ihtiyacım var. Herkes gibi sende beni bırakma Ansa. Bırakma beni Anais’im.’’ Dedim fısıldayarak. Yanıma yaklaşan gölgeye çevirdim. Salalis gelmişti. ‘’Toprağı kazman gerek Alex. Anais demişti.’’ Dedi bana küreği uzatarak. Küreği aldım ve toprağı kazmaya başladım. Gözyaşlarım toprağa karışırken etrafta ki tek ses benim hıçkırıklarımdı. Salalis koroya el işareti yaptı ve koro bir şarkı çalmaya başladı. Salalis’in bana öğrettiği şarkıyı söylemeye başladım. Bu Yuva’nın geleneğiydi. Şarkı Yuva’nın dilindeydi. Toprağı bir süre daha kazdım ve yeterli derinliğe ulaştığımda durdum. Küreği yere saplayıp tabutun yanına geri döndüm. Salalis, David Abim, Myron ve Athen vardı. Tabutu hep beraber kaldırdık ve yerine yerleştirdik. Mezarın başındaki taş değiştirilecekti. Yani sadece ‘’Jeannie Lowei’’ değil ‘’Jeannie Lowei & Anais D’or Lowei’’ yazacaktı. Taşa anne ve kız figürü çizilecekti. Onlara yakışan bir mezar olacaktı. Gömüldüğü zaman sadece mezarın camı gözüküyordu. Mezara bakıyordum fakat net göremiyordum çünkü gözlerim, gözyaşlarım sayesinde buğulu görüyordu.Bu da yetmezöiş gibi kafamın içinde Anais’in son cümleleri yankılanıyordu. ‘’Seni seviyorum Alex… Beni asla unutma tamam mı?’’ Daha fazla dayanamadım ve ormana doğru var gücümle koştum. Ayağımdaki topuklu ayakkabılar yere saplanıyordu. Kafamdaki sesler yükseliyor ve başımı ağrıtıyordu. ‘’Ben sizi bırakmak istemedim ki biri yüzünden oldu bu. Onu bulur musun Shiva’m?’’ Durduğum yerde ellerimle kulaklarımı kapattım hatta başıma vurdum ama sesler asla susmadı. Saçlarımı çekiştirdim, kendimi tırnakladım ama yine ve yine susmadı. ‘’Sus artık sus! Sus lütfen sus! Dayanamıyorum sus!’’ diye bağırdım kendi kendime. ‘’Alex!’’ Myron yanıma geliyordu ama ben onu algılayamıyordum bile. Sadece sesinden tanımıştım. Bana yaklaştığında geri çekildim. ‘’Yaklaşma bana dokunma!’’ ‘’Tamam, yeter ki sakin ol! Dokunmayacağım.’’ Nefesim hızlanmıştı daha fazla ağlıyordum. Ellerim titriyordu ama kendimi durduramıyordum. ‘’Sakin ol yapma bunu kendine!’’ David Abim ve Athen etrafıma gelmişti. ‘’Gelmeyin! Yaklaşmayın!’’ ‘’Alex sakin ol güzelim.’’ Athen ağlıyordu. Ne kadar kötü görünüyordum? ‘’Olmuyor! Olmuyor! Çok korkuyorum. Yine ortalığı yok etmekten çok korkuyorum!’’ ‘’Sen bir şey yapmazsın Alex. Bu artık senin elinde.’’ David Abim bana dikkat kesilmişti. ‘’Değil, elimde değil! Kontrol edemiyorum hâlâ! Ateşi kontrol edemiyorum!’’ Biri omuzlarımı tuttuğunda başımı arkama doğru çevirdim aynı anda David Abim kollarımı tuttu. Arkamdaki kişi Myron’dı. O kadar sıkı tutuyorlardı, kaçamıyordum. Athen omzuma iğne yaptığında bir iki dakika sonra sakinleştim. Nefes alışverişim yavaş yavaş normale döndü. Ağlamam yavaşladı. Yavaşça yere düştüğümde beni tutan David Abim oldu. Kafamın arkası omzuna denk geliyordu. Üşüyordum. ‘’Myron ambulansı ara! Dikişleri patlamış!’’ Kafamı hareket ettirmeye çalıştım ama olmadı. Yorgundum. ‘’Ne oluyor?’’ ‘’Kanaman var Alex. Hareket etme bir tanem.’’ O da ağlıyordu. Takım elbisesi dağılmıştı. ‘’Hareket edemiyorum zaten. Çok uykum var.’’ ‘’Sakın uyuma Alex!’’ ‘’Olmuyor…’’ Gözlerim derin bir uykuya kapanırken son gördüğüm şey David Abim’di… David Dan Delores… ‘’Alex. Hayır, gözlerini kapatma!’’ dedim kollarımın arasında yatan kardeşime. Gözlerini kapatmıştı, kan kaybı vardı. Myron koşarak yanıma geldi. Üzerine kan bulaşmıştı. ‘’Sakin ol Dan. Birinin ayakta kalması lazım.’’ ‘’Myron ona bir şey olursa dünyayı yakarım. O Sera’yı da Nigel’ın kardeşi Orinth’i de öldürürüm. Onlar olmasaydı bunlar olmazdı.’’ ‘’Anlıyorum ve biliyorum.’’ Derken onun sözlerini bölen ambulansın siren sesi oldu. ‘’Ambulansın arkasına geçin beyefendi.’’ Dedi sedyeyle gelen kadın. Alex’i kollarımdan alıp, sedyeye yatırdıklarında koşarak ambulansa bindim. Sedyeyle ambulansa bindiler ve yola çıktık. ‘’Hastanın adı ve yakınlık derecenizi söyler misiniz beyefendi?’’ ‘’Alex Ella Shiva Delores. Abisiyim.’’ Bunu söylemek biraz değişik gelmişti. O bana abi diyordu ama yinede ona kardeşim demek her türlü değişikti. ‘’Kan grubu nedir?’’ diye sordu aynı anda pansuman yaparken. ‘’0Rh(-)’’ ‘’Hastaya tam olarak ne oldu?’’ ‘’En başta vurulmuştu 20 Ekimde, sonra vurulduğu yaraya iki gün sonrasında dövüşürken katana yarası almış. Bir de vurulduğu halde güçlerini kullanmaya ve dövüşmeye devam etmiş. Bu gün de cenazedeydik. Birden ataklarından birini geçirmeye başladı. Bizde sakinleştirici vurduk.’’ Kadın başını salladı ve uzanıp Alex’in elini tuttum. İçimden kendi kendime fısıldamaya başladım. Çünkü o beni duyardı bundan emindim. ‘’Alex, abim, kardeşim, bir tanem, her şeyim. Dayan olur mu? Ve sakın kan kaybından beni bırakma. Sana kan kaybından ölmek yakışmaz. Şaka yapıyorum. Senin ölmen sana yakışmaz. Biliyorum saçmalıyorum ama yapacak bir şey yok. Ben kimseye uzun zamandır sevgi göstermedim. Değer de vermedim. Olmadı. Athen’le de bu sene tanıştık. Seni ararken. Bu yüzden sevgiyi öğrenmedim. Bu yüzden sevgi sözcüklerini bilmiyorum. Ya da sevgiyi nasıl göstereceğimi bilmiyorum Alex’im. Sana da sevgimi gösteremedim. Bu yüzden senden özür dilerim. Bu yüzden gitme işte. Sana sevgimi gösteremeden gitmeni istemem. Gel Alex, gel gücüm…’’ Kafamı arkaya doğru yasladım ve bir gözyaşının daha yanağımdan aşağı düşmesine izin verdim. Hastaneye geldiğimizde Alex’i hemen ameliyathaneye aldılar. Çok kan kaybetmişti ve doktor kurşunun içeride olduğunu düşünüyordu. Eğer ordaysa bu gerçekten büyük bir sorundu. Çünkü o kurşun bir haftadan fazladır ordaydı. Ben koridorda yere çökmüş bekliyordum. Myron koltuklardan birinde uyuya kalmıştı. Athen ortalıkta gözükmüyordu. Salalis telefonla konuşuyordu. Adının Evelziar olduğunu öğrendiğim kadın kafeteryaya gitmişti. Herkes bu dünyadan kopmuş gibiydi. Ameliyathanenin kapısının açılmasını bekliyordum. Sonsuza kadar bekleyebilirdim bunu. Çünkü ben Alex’i almadan buradan gitmeyecektim. Onun için burada yıllarca bekleyebilirdim. Yarım Saat Sonra… Ameliyathanenin kapısı açıldığında içeriden bir hemşire çıktı. ‘’Alex Ella Shiva Delores’in yakınları?’’ diye seslendiğinde koşarak oraya gittim. Peşimden Myron, Evelziar, Salalis ve Athen geliyordu. ‘’Evet, biziz. Bir şey mi oldu?’’ dedim merakla. ‘’Merak etmeyin kanamayı durdurduk ama kana ihtiyacımız var. 0Rh(-) olan biri var mı?’’ Myron ve Evelziar elini kaldırdı. ‘’Peki, ilaç kullanıyor musunuz?’’ ‘’Ben kullanıyordum.’’ Dedi Myron. ‘’Ah maalesef siz olamazsınız o zaman. Ama bir kişiyi daha hemen bulmanız lazım. Ben o sırada sizin kanınızı alacağım hanımefendi.’’ Evelziar başını salladı ve onlar giderken ben hastane içerisinde 0Rh(-) kan aramaya başladım. Herkese deli gibi soruyordum. Bazıları veremem diyor bazılarınınsa kan grubu uyuşmuyordu. ‘’Beyefendi bakar mısınız?’’ Arkamı döndüğümde siyah saçlı, sarı gözlü ve beyaz tenli güzel bir kadın bana bakıyordu. ‘’Evet?’’ ‘’Ben kan verebilirim.’’ Dediğinde gözlerim mutlulukla açıldı. ‘’Ah cidden mi? Çok, çok teşekkürler. Adınız neydi acaba?’’ Gülümsedi. ‘’Yelena, Yelena Dayholt.’’ Dedi gülümsemesi büyürken. ‘’Siz Myron’ın ablası mısınız?’’ ‘’Ah evet. Onun burada olduğunu duyunca geldim. Arkadaşı ameliyata alınmış.’’ ‘’O da benim kardeşim.’’ Dedim yürürken. ‘’Geçmiş olsun.’’ Teşekkür ederim dercesine gülümsedim. Kan Alma Odasına geldiğimizde hemen içeri girdik. Yelena bir form doldurdu ve ondan da kan aldılar. Kanlar ameliyathaneye götürülürken bizde koridordaki yerlerimize geçtik. Yelena yanımda oturuyordu. ‘’Yelena?’’ ‘’Efendim David.’’ ‘’Bana numaranı verir misin sana daha düzgün bir teşekkür etmek isterim?’’ ‘’Olur.’’ Diyerek telefonundan kendi numarasını bana gösterdi. Hemen telefon numarasını kaydettim. Onu bir kez aradım ve telefonumun ekranını kapatıp cebime koydum. Birkaç dakika sonra ameliyathanenin kapısı açıldı ve sedyeyle beraber Alex içeriden çıktı. Ağzına oksijen maskesi takmışlardı, kolunda iki tane serum vardı. Biri kan takviyesi diğeri de farklı bir şeydi. Yürüyerek onların yanına gittik. Alex’i 3017 numaralı odaya yatırdılar. Bu akşam ve yarın sabah buradaydık. Yarın akşam çıkacaktık. Alex’in odasına 2 kişiden fazla kişi giremiyordu. Doktor yarasının herhangi bir mikrop almaması gerektiğini söylemişti. Biz koridorda oturuyorduk Yelena Evelziar’la beraber Alex’in yanındaydı. ‘’Gidip kıyafet falan almalıyız David.’’ Dedi Myron. ‘’Şimdi mi?’’ ‘’Daha ne zaman olmalı iki gün buradayız.’’ Başımı sallayıp ayağa kalktım. ‘’O zaman kalk Myron.’’ Myron da ayağa kalktığında birlikte arabaya bindik ve eve doğru gitmeye başladık. Ben direksiyondaydım. Eve geldiğimizde Alex’in yatağının üzerindeki bir tişörtü ve bir şortu aldım. Yolda bir mağazada durup bol bir pijama takımı da almıştım. Hepsini çantaya yerleştirdim ve kendime de birkaç bir şeyler aldım. Athen’e de kendi tişörtlerimden ve şortlarımdan birini ayarladığımda her şey hazırdı. Oturma odasına inip Myron’ın yanına gittim. O da mutfakta bir şeyler hazırlıyordu. ‘’Hazır mıyız?’’ diye sordum. ‘’Evet.’’ Dediğinde arabanın yanına gittik ben yine şoför koltuğuna oturdum. Myron stresli gözüküyordu. ‘’Sana ne oldu Myron?’’ ‘’Bilmem. Aslında bir şey var ama söylesem mi emin değilim.’’ ‘’Hadi ama Myron. Senle çok yakın arkadaşız. Her türlü arkanda dururum.’’ ‘’Peki. Ama söylediğim zaman bana sinirlenmeyeceğine, şaşırmayacağına ve aşırı tepki vermeyeceğine söz vermen gerek.’’ ‘’Tamam. Söz.’’ Ve sözümde duramadım çünkü söylediği şeyle beraber ani bir fren yaptım. ‘’Ben-ben Alex’den hoşlanıyorum David.’’ |
0% |