@mir4yy_
|
Konsey içeri girdiğinde Lana diret olarak önümde nazikçe eğildi. Çekik gözleri onun Asyalı olduğunu belli ediyordu. Porselen gibi olan cildi onu kusursuz yapıyordu. Eğildikten sonra elindeki beyaz lale buketini bana uzattı. ‘’Geçmiş olsun efendim,’’ dedi gülümseyerek. Bende ona gülümseyerek teşekkür ettim ve diğer üyelere baktım. ‘’Sizi de böyle bir ortamda toplamak istemezdim ama biliyorsunuz işte.’’ Dedim onlara. ‘’Sorun yok efendim.’’ Dedi adının Sean olduğunu düşündüğüm üye. Başımı salladım ve tekerlekli sandalyemi kendime çektim. Bunu fark eden Syenx hemen yardıma yetişti. Güçsüz görünen kollarıyla beni rahatça kucağına aldı ve sandalyeye yerleşmeme yardımcı oldu. Sandalyeyle beni yavaşça masanın kenarına itti. Diğer üyelerde arkamızdan geldiler ve sandalyelere oturdular. Hepsinin odağı bendeydi, benden bir başlangıç bekliyorlardı. Boğazımı temizledim ve konuşmaya başladım. ‘’Şimdi içinizden birinin bu savaşların neden ve kimler tarafından başlatıldığını, bizim ne alakamız olduğunu tamamen anlatmanızı istiyorum. Komutan Sean?’’ Komutan ayağa kalktı ve anlatmaya başladı. ‘’Siz daha bu ülkenin yönetimini almamışken-‘’ derken onun sözünü böldüm. ‘’Kusura bakma düzeltmek isterim. Ben bu ülkenin yönetimini almadım. Bu ülkeyi yeniden kurdum. Devam edebilirsin.’’ ‘’Siz bu ülkeyi yeniden kurmadan önce,’’ diye düzeltti kendini. ‘’Kral Lowq Grandua’yla bir anlaşma imzaladı. O zaman biz fazla güçsüzdük. Hem de aşırı fazla. Bu yüzden bir müttefike ihtiyacımız vardı. O müttefikte dönemin en güçlüsü Grandua oldu. Anlaşmaya göre her savaşta onların bizim yanımızda, bizimde onların yanında olmamız gerekir. Bu anlaşmaya uymayan taraf topraklarını diğer tarafa verir. Bu yüzdende Grandua’nın şimdiki savaşında yanında olmamız gerek. Daha doğrusu onların yanında olmak zorundayız. Yoksa topraklarımızı onlara vermemiz gerekir.’’ Dedikleri ban bir fikir verdi. Heyecanla ‘’Lara bilgisayarın yanında mı?’’ dedim. Başını sallyıp aceleyle bilgisayarını çıkarıp bana verdi. Bilgisayar açılırken bende konuşmaya başladım. ‘’Bu anlaşmayı bozdular. Benim vurulduğum savaşta yanımızda olmadılar. O savaşta sadece biz ve Lionx vardı. Bu yüzden onlar bizim değil, biz onların topraklarını alacağız. Anlaşmanın bozulduğunu anlatan bir belge yazacağım ve onlara bizzat kendim götüreceğim.’’ Syenx hemen araya girdi, ‘’ Saçmalama Alex! Bir sürü yaran var! Dikişlerin bir daha patlarsa ne olacak. Kaç saatlik yol var senin haberin var mı? Buna izin veremem.’’ Yanımızda birilerinin olmasını umursamadan resmiyeti bırakmıştı. ‘’Ben götüreceğim. En fazla yanımda gelirsin. Zaten tek gitmeyeceğim. Myron,’’ Myron derken yüzümde istemsiz bir gülümseme oluştu. ‘’Abilerim ve Myron’ın ablası da gelecek, ama istersen sende gelirsin.’’ Derin bir nefes aldı. ‘’Tamam, bende gelirim.’’ Bilgisayar açıldı ve belgeyi yazmaya başladım. Yazdıktan sonra onlara okudum. ‘’Sayın Grandua kralı Albert Novemb Grandua; ben Sireyn yöneticisi Alex Ella Shiva Delores. Aramızdaki anlaşmanın bozulduğunu size bildirmek isterim. Ülkemde olan bir önceki savaşta, Savaş Sözleşmesi G&S’e uymadınız ve yardıma gelmediniz. Ancak hatırlatırım ki sözleşmenin 4. Maddesine göre çıkan bir savaşta bizim sizin, sizinde bizim yanımızda olmanız gerekiyor. O gün gelmediniz. Askerlerimden birkaçını kaybettim. Siz bu maddeyi çiğneyerek kurduğunuz anlaşmayı kendi ellerinizle bozdunuz. Size karşı saygımı korumak isterdim fakat bu anlaşmayı bozarak aramızdaki bağımızı yıktınız. Şimdi ya bana topraklarınızı teslim edin ya da ben size yıkım getireyim. Ki size şunu da hatırlatmak isterim; bulunduğumuz 8. Kıtadaki en güçlü 3. Ülke Sireyn. Ve bu ülkenin başında Ateş ve Kurtlar var. Ateşi bilirsiniz, yaktığı zaman külleri birleştiremezsiniz. Eski Müttefikiniz; Sireyn Yöneticisi: Alex Ella Shiva Delores ‘’ Okuduktan sonra durdu, derin bir nefes aldım ve konuşmaya devam ettim. ‘’Bunu ona götürüp kendim okuyacağım. Dağılabilirsiniz. Ha birde Lara bu belgeyi mutlaka bana yolla. Şimdiden teşekkürler.’’ Onlar çıkarken Syenx beni yatağıma doğru götürdü. Tam beni yine kaldıracakken onu durdurdum. ‘’Myron’ı yanıma çağırır mısın? Biraz onunla konuşacağım.’’ Dedim gözlerinin içine bakarak. ‘’Peki.’’ Diyerek odadan çıktı ve birkaç dakika sonra Myron girdi. ‘’Beni çağırmışsın Alex’im.’’ Sahte bir abartıyla konuştum, ‘’Ya Alex’im mi? (!)’’ Ellerimi çeneme koyup gözlerimi kırpıştırarak kıkırdadım. Bu halime o da güldü. ‘’Konuşmak için çağırdım ve… biraz da sıkıldım. Dışarı, bahçeye çıkalım mı?’’ dedim sonunu uzatarak. ‘’Ama-‘’ derken sözünü kestim. ‘’Lütfen.’’ Derin bir nefes alıp verdi. ‘’Peki ama üzerini değiştir,’’ sonra ne dediğini fark etti, ‘’Boş ver benim ceketimi giyersin.’’ Ceketini bana verdi hatta giymeme yardımcı oldu. Tekerlekli sandalyenin arkasına geçip ilerlemeye başladı. Asansöre yönelip, asansörün tuşuna basıp birkaç saniye bekledik. Kapılar açıldığında asansördeki bir teyze bana yer açtı. ‘’Geçmiş olsun kızım neyin var?’’ dedi yaşlı sesiyle. ‘’Dikişlerim patladı. Yürümem yasak.’’ ‘’Anladım kızım.’’ Sonra Myron’a baktı ve tekrar bana döndü. ‘’Yakışıyorsunuz siz.’’ ‘’Şey-‘’ derken Myron araya girdi. ‘’Teşekkürler.’’ Diyip elimi tuttu. Bende elimi ısıtarak elini acıttım. Teyze bunu fark etmiş olacak ki gülmeye başladı. ‘’Neyse çocuklar benim katıma geldik, geçmiş olsun tekrardan.’’ Gülümseyerek karşılık verdim. Kadın çıktıktan sonra bahçe katına inene kadar hiç konuşmadık. Bahçe katına indiğimizde Myron önce kantine gidip bana bir tost aldı. Bahçeye çıktık ve Myron beni üzeri açık olan ve denizin dibinde olan banklardan birine götürdü. Tekerlekli sandalyeyi banka yakınlaştırdı ve önüme gelip sol kolunu dizlerimin arkasına, sağ kolunu da sırtıma koyarak beni banka taşıdı. Ve bunu çok rahat yaptı. Ardından hemen yanıma oturdu. ‘’Tostunu ye. Çok zayıflamışsın. Midene bir şey gitsin.’’ Başımı sallayıp tostu yemeye başladım. Ben tostu bitirdikten sonra ellerimi peçeteyle silerken bedenini bana çevirdi. ‘’Alex sana bir şey soracağım.’’ ‘’Sor bakalım.’’ Dedim merakla. Ceplerine bir şey aradı ve sonunda bir kutu çıkardı, çok büyük bir kutu değildi ama çok küçük bir kutu da değildi. ‘’Seni sevdiğimi biliyorsun. Sen benim her şeyimsin. Ve bende gökyüzüyüm Alex. Her gökyüzünün de bir Güneş’e ihtiyacı vardır. Benim Güneş’im olur musun?’’ Bu sözler… çok güzeldi. Sadece güzel değildi. Mükemmeldi. Bu zamana kadar duyduğum en güzel sözlerdi. Fakat yine de buna hayır demem gerekirdi. Benim dünyam ona uygun değildi. Kutuyu açtı ve bana uzattı. İçinde bir güneş kolyesi vardı. Mavi detayları vardı. Gözlerinin içine bakarak konuştum. ‘’Üzgünüm Myron, ama bu olamaz. Senin ve benim dünyalarım ayrı. Benim dünyamda kimse yaşayamaz. Ya toprağına bağlı olman gerek orada yaşamak için yada vazgeçip gitmen. Bu yüzden olmaz.’’ Dedim gülümseyerek. Yüzü düşündüğümün aksine sadece buruk bir gülümsemeyle kalmıştı. Rüzgâr ikimizin arasında sertçe esiyordu. ‘’Bence artık gitmeliyiz.’’ Dedi. Başımı olumlu anlamda salladım. Beni tekrar tekerlekli sandalyeme taşıdı. Odaya çıktığımızda Myron beni yatağıma bıraktı. Abisi Moryn onu aradığında odadan çıktı. Nedense üşüyordum ve başım ağrıyordu. Büyük bir ihtimal rüzgârda kaldığımdan olmalıydı. Yorganıma iyice sarıldım. David Abim Abim odaya girdi. ‘’Alex sen üşüyor musun?’’ ‘’Ah evet, biraz da başım ağrıyor.’’ Yanıma yaklaşarak ateşimi ölçtü. Göstergede ne gördüyse gözlerini kocaman açtı. ‘’Otuz sekiz buçuk ne Alex? Hemşireyi çağırıyorum!’’ Odadan çıkmadan kapıyı açıp hemşireye seslendi. Hemşire elinde bir serum ve ilaçla geldi. Cidden bir ateş için serum mu takacaktı? ‘’Merhaba. Lütfen bu ilacı için, ateşinizi düşürecek ve baş ağrınızı alacak.’’ Dedi yumuşak sesiyle ve elime bir bardak suyla ilacı verdi. Ben onları içerken hemşire serumu hazırlıyordu. ‘’Serum ne için?’’ diye sordum yorgun sesimle. ‘’Her zaman taktığımız serumlardan.’’ Hemşire serumu takıp çıktı. Sonra bende rahatça gözlerimi kapatarak güzel bir uykuya kendimi teslim ettim. * * * ‘’Alex!’’ Bana tanıdık gelen o sesi aramaya başladım bulunduğum karanlık alanda. ‘’Anne?’’ diye sordum korkarak. Sonra buldum o sesin sahibini. Yemyeşil gözleriyle karşımdaydı. Kanlar içinde yerdeydi ve sırtında bir bıçak vardı. ‘’Anne!’’ diyerek ona koşmaya çalıştım. Ama olmadı sertçe bir şeye çarparak yere düştüm. Sonra kalın bir ses konuştu. ‘’O duvarı yıkamazsın Alex, arkasında annen var. Yakamazsın çünkü ateş her şeye bulaşır. Donduramazsın çünkü buz çevresine kışı getirir. O duvarı lanetleyemezsin anneni duvara bağlayan o zincirler annene de o laneti taşır…’’ ‘’Kaç kızım o burada!’’ diye feryat etti. ‘’Anne o kim? Bizden ne istiyor?’’ bağırıyor ve ağlıyordum. ‘’Anne sana gelemiyorum, seni kurtaramıyorum!’’ diye çığlık attım bu sefer. ‘’Kaç! Kaç kızım! Beni değil kendini kurtar!’’ dedi elimi tutarak. Benim geçemediğim duvarı o geçmişti. ‘’Anne sensiz gidemem! Olmaz!’’ ‘’Alex git!’’ derken birden kül olup kayboldu. * * * Çığlık atarak uyandığım kâbusum beni çok etkilemişti. Karanlık hastane odasında kimse yoktu. Terlemiştim ve ağlıyordum. Kapının birden açılmasıyla irkildim. Mayron girmişti odaya. Yüzündeki endişe çok rahatça okunuyordu. Koşarak yanıma geldi ve bana sarıldı. Birden kendimi tutamadım ve omzunda ağlamaya başladım. Hıçkırıklarım odada yankılanırken Myron saçlarımı okşamaya başladı. ‘’İyi misin?’’ dedi sakince. ‘’İyiyim. Sadece annemi gördüm. Benden kaçmamı istiyordu. Onu hemen bulmalıyım Myron!’’ ‘’Bulacaksın Alex… Yanında yatmamı ister misin?’’ ‘’Olur.’’ Diyerek yatağıma uzandım o da üzerimi örterek koltuğa gitti. Rüyanın etkisiyle başım ağrımıştı. Üzerime büyük bir yorgunluk oturmuştu. Ama en sonunda rahatça uykuya dalabildim. Ertesi Sabah… En sonunda saraydaki hastaneye gidiyorduk. Dün gördüğüm rüyadan dolayı bütün araştırmaları hızlandıracaktım ve savaş esnasında da annem hakkında bilgiler bulacaktım. Bu zor olacaktı. Savaşta bize karşı cephe alan üç kişi vardı; Antolinoa kralı Frenchesco Limenez, Soa kraliçesi Ahyso ve Carvea kraliçesi Carea. Hepsi benim ülkemden güçsüzdü ama Grandua’yla olan antlaşmayı henüz bozmadığımız için Soa ve ortaklarıyla savaşacaktım. Grandua’ya yazdığım mektubu kendim götürmekten vazgeçmiştim çünkü savaş hazırlıklarını halletmem gerekiyordu. Her türlü savaşacaktım çünkü Lionx yani Sera bana savaş açmıştı. Bu kızın benimle olan derdini çözemiyordum. Asıl benim ona takıntılı olmam gerekiyordu. Syenx odaya girdiğinde başımı kapıya çevirdim. Beraber iki parça kıyafetimi toplayacaktık. Daha doğrusu bana yardım edecekti. David Abim ve Athen önceden saraya gitmişti. Myron, ablasıyla eve gitmişti. Yürüme yasağım kalktığı için rahatça ayağa kalktım. Valizi yatağın üzerine koydum ve dolabın kapaklarını açtım içinden eşyalarımı çıkardım. Katlayıp Syenx’a verdim ve o da valize yerleştirdi. Eşyalar bitince valizi kapattı ve bizde odadan çıktık. Hastaneden çıkarak otoparktaki koyu yeşil cipe gittik. Bagaja çantaları koyup şoför öndeki yolcu koltuğuna oturdum. Arabayı Syenx kullanacaktı. Saraya vardığımızda direkt olarak yeni odama çıktım. Kendi kıyafetlerimi kendim seçmediğim için bunalmıştım ve bu yüzden direkt olarak üzerimi değiştirecektim. Bütün kıyafetlerim mağaradan buraya getirilmişti. Üzerime dar uzun kolu bir tişört ve bol deri pantolon giydim. Saçlarımı sadece tarayarak açık bıraktım ve gözkapaklarıma biraz koyu kahverengi far sürdüm. Ardından telefonumu alarak kontrol odasına gittim. Syenx’ın kontrol odasında beni bekliyor olması gerekiyordu. Ama içeri girdiğimde onu görememiştim. Telefonumdan onu aradım ama açmadı. Kontrol odasının içindeki ona özel odaya doğru ilerledim. Etrafta şaşırtıcı bir şekilde kimse yoktu. Elinde kanlı bir ölüm kılıcı olan kara ruh şövalyesi dışında tabii… |
0% |