@mir4yy_
|
Isac’i gördüğüm anda gözlerim David Abim abimi buldu. Isac’e öfkeyle bakıyordu. Onların arasında ki bu öfkenin yok olması, harıl harıl yanan bir ateşin içinde buzun erimeme ihtimali gibiydi. Isac, başını bize doğru çevirdi. Beni gördüğünde başını sola yatırıp bana gülümsedi fakat David Abim abime döndüğünde gözleri alayla doldu. Biri ona bir şey yapmıştı. O asla böyle bakmazdı. Her David Abim dendiğinde hüzünle bakan biri asla David Abim abime alayla bakmazdı. Ya biri onu kandırmıştı ya da o, beni kandırmıştı. Aralarında öyle bir gerilim vardı ki bunu herkes fark etmişti. Vegas da benim stresimi fark ederek yanımıza geldi. ‘’David Abim abimi al. Isac’le konuşacağım.’’ Başını olumlu anlamda salladı ve David Abim abimin kolunu tuttu. ‘’Hadi gel sana bir içki ısmarlayayım.’’ David Abim abimi çekip götürdüğünde içim birazda olsa rahatlamıştı. Isac’in yanına koşar adımlarla gittim. ‘’Neden buradasın?’’ dedim kaşlarımı çatarak. ‘’Hoş geldin yok mu?’’ dedi gülümseyerek. ‘’Sana neden burada olduğunu sordum.’’ Dedim sertçe. ‘’Sen neden buradasın, yaşın yetiyor mu?’’ Hançerimi çıkartıp boğazına dayadım. ‘’Bak sana benim hakkımda birkaç madde söyleyeyim,’’ bıçağı boğazına daha çok bastırdım. ‘’Bir; ben benim sorularıma düzgün cevap verilmediğinde sinirlenirim, gözüm kimseyi görmez. İki, birinin boğazına bir bıçak dayadıysam o bıçak ya can alır ya da kan döker. Üç, yaşım bilmiyorsun fakat etrafta benim abim olduğunu söyleyerek geziniyorsun.’’ Yutkunduğunda bıçağın altından biraz kan geldi. ‘’Önce o bıçağı indirelim küçük kardeşim. Bende bu ülkede kaldıysam buraya gelebilirim.’’ Dalga geçercesine güldüm. ‘’Ülkemde kaydın yok. Wenwaldy içerisinde kaydın var. Burada değildin ve bu senin bir yalanını daha ortaya çıkarıyor. Polisler asla Wenwaldy’ye kadar gelmez.’’ ‘’Fazla zekisin.’’ ‘’David Abim abime çekmişim.’’ Dedim sırf ona inat. Sinirle gözlerini devirip beni geriye doğru ittiğinde gözlerimi şaşkınlıkla açtım. Şaşıran kişi sadece ben değildim, biri daha vardı; David Abim abim. Hızla yanımıza geldi ve öfkeden sesi titreye titreye konuştu, ‘’Sen onu mu ittin? Sen… benim kardeşimi mi ittin?’’ Ona doğru bir adım attı. ‘’Ona dokunmaya nasıl cesaret ettin?’’ Bir adım daha attı ve eliyle boğazını sıktı. Bunu yaparken o kadar hızlıydı ki yaptığını fark ettirmemişti. Tabii bu anda Nigel’ın da silahını çıkartması bir oldu. Bu sefer ben Nigel’a öfkeyle döndüm. ‘’Ya o silahı indir ya da komutanlığı ve dostluğumuzu unut Nigel.’’ Silahını indirmemişti. Bende silahımı çıkardım ve onun alnına dayadım. Nigel, bu seferde diğer eliyle diğer silahını çıkartarak benim alnıma dayadı. O benim için artık bitmişti. Çünkü bunu yapması benim için en büyük ihanetti. Vegas da dayanamayarak silahlarını çıkartarak birini Nigel’a, diğerini de Isac’e doğrulttu. Tam bir tehlike üçgenindeydik. Kimse tetiğe basmıyordu fakat biri basarsa herkes ölecekti. Bir kurşun aslında beş kurşun demekti. ‘’Silahları indirin.’’ Dedi sert bir ses. Bu Hector’dü. Kimse kıpırdamamıştı, bu yüzden bende kıpırdamadım. ‘’Öncelikle sen kıvırcık,’’ Nigel’dan bahsetmişti. ‘’Silahını kraliçeden uzak tut.’’ Nigel alayla güldü. ‘’Ülkenin başkomutanıyla böyle konuşmamalısınız.’’ ‘’Siz bir komutan değilsiniz. Sadece ülkemdeki bir vatandaşsınız.’’ Dedim hem dostluğumuzun hem de onun komutanlığının bittiğini belirterek. Başını bana çevirip buruklukla baktı. ‘’Gördün kıvırcık. Hakkını kaybetmişsin. Bu arada kraliçem ben buraya destek komutan olarak geldiğim için şimdi ki başkomutanı sorabilir miyim acaba?’’ dedi Hector, hafifçe eğilerek. ‘’Vegas ve Dielan Dayholt. İkisi yeni başkomutanım ve ek olarak benim baş korumalarım.’’ Dedim tek nefeste. Vegas yavaşça başını çevirdi. Nedense gülümsediğini hissettim. ‘’Duydun kıvırcık-‘’ ‘’Başlarım senin kıvırcığına!’’ diye kükredi Nigel anında. ‘’Cidden benden sonra tanımadığın iki insanı mı yanına alıyorsun yanına?’’ Bana sinirle bakıyordu. ‘’Sırf seni seçmedim diye mi hepsi?’’ ‘’Peki sen neden bana silah doğrultuyorsun, sırf seni koruduğum için mi?’’ ‘’Aynı şey değil!’’ diye bağırdı birden. ‘’Bana sesini yükseltme! Aynı şey bu, bana silah doğrulttun. Senelerdir benim dostumsun ve şimdi bana silah doğrulttun.’’ Dedim soğuk bir sesle, ‘’ Nigel Tiger, kraliçeliğin bana verdiği yetkiye dayanarak kraliyete ait olan bütün silahlarını bırakmanı emrediyorum. Size eskiden verilen, komutan madalyonunu da bırakmanızı emrediyorum. Aksi taktirde kraliçenin emrine uymamanızdan dolayı sizi sürgün ettirmek zorunda kalacağım.’’ Nigel gözlerini devirdi ve öncelikle elindeki kraliyete ait olan silahı yere bıraktı. Sonra madalyonu iç cebinden çıkartarak bana uzattı. ‘’Yanımda başka silah yok. Diğerleri de saray yanındaki küçük evde.’’ Madalyonu elinden çekerek aldım ve hemen yanımdaki Vegas’ın omzundaki cebe madalyonu yerleştirdim. ‘’Silahını indir Vegas. Abi sende Isac’i bırak.’’ Dedim sakin ama uyarıcı bir ses tonuyla. Vegas anında dediğimi yaparak silahını indirdi. Abim, Isac’e son kez bir bakış atarak onu yere itti ve direkt yanıma geldi. ‘’Gidelim şuradan.’’ Diyerek abim bileğimi tuttu ve bize ait olan çadıra gittik. ‘’Ne derdi varmış, buraya neden gelmiş?’’ dedi abim sinirle. ‘’Sırf bir vatandaş olduğu için geldiğini söylüyor ama yalanlarını yakaladım. Onun kaydı Wenwaldy’de. Bize yalan söyledi abi.’’ Çadırda olan bir sandalyeye oturup ellerini başının arasına aldı. Bir süre sessizlik oluştu. ‘’Bunu nasıl yaptı?’’ dediğinde ağladığını anladım. O an içimde bir şeyler koptu. Sanki dünyanın sonu gelmişti. Asla bir insanın ağlamasının canımı yakacağını düşünmemiştim. Onu orada yalnız bırakmak canımı acıtsa da oradan çıkıp saraya doğru yol kenarından yürümeye başladım. İçimde kötü bir his vardı ve bunun nedenini açıklayamıyordum. Bu kesinlikle bu gün Isac ve Nigel’la yaşadığım şeylerle alakalı değildi. Bu daha değişik bir histi. Bir şey beni içeriden boğuyor gibiydi ve bu canımı çok acıtıyordu. Bir araba yanıma yaklaştığında kafamı kaldırarak kimin geldiğine baktım. Bu gelen Komutan Dielan’dı. Koyu yeşil bir cipin içindeydi. ‘’Eğer isterseniz benimle gelin kraliçem. Saraya gidiyorum.’’ Dedi sakin bir ses tonuyla. ‘’Olur. Ama konuşmak yok, anlaştık mı?’’ ‘’Emredersiniz.’’ Ben arabaya yaklaştığımda kapıya uzanıp kapıyı benim için açtı. Arabanın kapısını çekip emniyet kemerimi taktım. Hemen ardından da Komutan Dielan arabayı çalıştırdı. Araba yavaş yavaş hareket etti. Kulaklığıma birden bir bağlantı bildirimi geldiğinde onu kulaklığa tıklayarak onayladım. ‘’Efendim benim, Syenx.’’ ‘’Yanında biri mi var Syenx?’’ dedim kıkırdayarak. Kendini o kadar sıkıyordu ki bu çok belli oluyordu. ‘’Evet, efendim. Bu gün ülkeler arası toplantı olacağını hatırlatmak isterim. Az önce beni aradılar ve katılıp katılmayacağımızı sordular.’’ ‘’Katılacağız. Bana en hızlı uçaklarımızdan hazırlayabilir misin?’’ ‘’Tabii ki de efendim. Başka bir isteğiniz var mı?’’ ‘’Kendini kasmaman.’’ Dedim ve hattan ayrıldım. Tam başımı pencereye yaslayacaktım ki Dielan’ın konuşmak için izin almaya çalıştığını fark ettim. ‘’Buyur Dielan.’’ Dedim gülümseyerek. ‘’Biliyorum konuşmak yasaktı kraliçem ama sormak istedim. Bizde sizinle geliyor muyuz? Sonuçta ana komutanlarınız ve korumanlarınız olarak bizi seçtiniz.’’ ‘’Siz derken?’’ dedim kaşlarımı çatarak. ‘’Tabii ki de ben!’’ dedi Vegas birden arkadan fırlayarak. Bu hareketiyle biraz ürkmüştüm doğrusu. Güldüm, ‘’Evet geliyorsunuz. Şimdi hızlı sür de geç kalmayalım şu lanet olası toplantıya.’’ Dedim. * * * Saraya vardığımızda ilk işim üzerimi değiştirmek oldu. Üzerimdeki zırhlar o kadar ağırdı ki çıkarttığım anda üzerime bir rahatlık gelmişti. Üzerime sade bordo, saten bir elbise giydim. Elbise dizimin bir karış yukarısındaydı. İnce askıları vardı ve şık duruyordu. Boynuma kalın inci bir kolye ve yine inci olan bir küpe taktım. Üzerime siyah, elbisemden bir-iki santim daha uzun olan ceketimi giydim ve Sireyn’in logosu bulunan broşu ceketin kenarına taktım. Dalgalı saçlarımı omzuma bıraktım, metal sade tacımı da başımın üzerine yerleştirdim. Siyah, dizime kadar gelen uzun botlarımı da giyip, komutanlık madalyalarını çantama atıp, çantamı aldım ve odadan çıktım. Sarayın üstündeki alana çıkıp bineceğimiz uçağın yanında Dielan ve Vegas’ı beklemeye koyuldum. Bineceğimiz uçağın adı Adel’di. Birkaç dakika sonra Dielan ve Vegas geldi. Vegas’ın yüzünde tabii ki de bir maske vardı. Bu seferki maske dümdüz beyazdı, sadece gözleri gözüküyordu. Sert bakan ve yeşile kaçan mavi gözleri vardı. Üzerine siyah, uzun boğazlı ve dar bir tişört giymişti. Siyah hafif bol bir pantolon giymişti ve yine siyah bir trençkotu da üzerine geçirmişti. Boynunda, uzunda kılıç motifi bulunan zincir bir kolye takmıştı. Saçları beyazla kahverengi sarasında bir renkteydi ve dağınıktı. Şık gözüküyordu. Dielan, beyaz bir gömlek giymişti ve siyak bir kravat takmıştı. Üzerinde bir yelek vardı ve önündeki düğmeleri kapalıydı. Altında onunda hafif bol, siyah bir pantolon vardı. Gömleğinin kollarını hafifçe yukarı doğru kıvırmıştı. Ellerinde yarım, deri bir eldiven vardı. Siyah saçlarını ortadan ikiye ayırmıştı ve dağınık bir görüntü katmıştı. ‘’Bir an gelmeyeceksiniz sandım.’’ Dedim onlara doğru. ‘’Sizi yalnız bırakmayız Kraliçe’m.’’ Dedi Dielan sırıtarak. Çantamdan komutanlık madalyonlarını çıkartım onlara doğru salladım. ‘’Uçağa binmeden size madalyonları takayım.’’ Dedim ve onlar yanıma geldiğinde Vegas’a yaklaştım madalyonlardan birinin iğnesini açarak ona taktım. Takarken bilerek omzuna iğneyi batırdım. .İğnenin ona batmasıyla dudaklarından küçük bir inleme döküldü. ‘’Ne oldu komutan? İğne canını mı acıttı?’’ dedim gülümseyerek. ‘’İğne batmadı ki. İğneyi sapladın.’’ Dedi duruşunu bozmadan. Omzumu silktim, ‘’Alt tarafı bir iğne. Ok ya da bıçak saplamadığıma şükret.’’ Dedim ve Dielan’a yaklaştım. Onun madalyonunu ona iğneyi saplamadan taktım ve geriye çekildim. ‘’Artık resmi olarak da başkomutansınız.’’ Dedim ellerimi açarak. Uçağa doğru döndüm ve uçağın merdivenlerini çıkıp yerime yerleştim. 1 saatlik bir uçuş olacaktı. Oturduğum yere Dielan ve Vegas da hemen geldiler. İkisi de karşımda olan ve bana bakan koltuklara oturdu. Onlar da emniyet kemerlerini taktılar. Uçağın kapıları kapandı ve uçak kalkışa hazırlanmaya başladı. Bir hostes yanımıza geldi. ‘’Öncelikle merhaba efendim,’’ dedi önümde eğilerek. ‘’İstediğiniz herhangi bir şey var mıydı acaba?’’ ‘’Yemek olarak ne var acaba?’’ dedim gülümseyerek. ‘’Somon, salata ve çeşitli makarnalar var.’’ ‘’Somon lütfen,’’ dedim ve komutanlarıma döndüm. ‘’Siz?’’ ‘’Ben bir şarap alayım.’’ Dedi Dielan ve Vegas’ı dürttü. ‘’Bende şarap alabilirim, birde pipet getirseniz sevinirim.’’ Dedi Vegas. Hostes onaylayarak başını salladı ve gitti. Bacak bacak üstüne atarak telefonumu elime aldım ve David Abim abime uçakta olduğumu bildiren bir mesaj attım. Şimdiden canım sıkılmaya başlamıştı. Vegas’ın elinde bir kitap vardı, Dielan ise telefona bakıyordu. ‘’E yeni komutanlar, ne var ne yok?’’ diye bir sohbet açmaya çalıştım. ‘’İşte adam öldürüyorum, kan akıtıyorum, savaşa falan katılıyorum, sen?’’ diye hemen cevapladı beni Vegas. ‘’Başka bir işin yok mu senin Vegas?’’ dedim gözlerimi kısarak. ‘’Zevk meselesi Kraliçe, zevk meselesi.’’ ‘’Cehennemde çok iyi bir yerin var haberin olsun.’’ Diyerek gözlerimi devirdim. ‘’Sen sanki hiç adam öldürmedin de…’’ diye mırıldandı Vegas. ‘’Anlamadım?’’ ‘’Yok bir şey.’’ Vegas tekrardan kafasını kitabına gömdü. ‘’Aşırı sıkıcısınız!’’ dedim dişlerimin arasından sinirle. Dielan başını kaldırdı. ‘’Ne yapmalıyız efendim?’’ ‘’Ne bileyim ben bir şeyler konuşun. Mesela sen,’’ dedim Vegas’ın bacağına botumun ucuyla vurarak. ‘’Sevgilin falan var mı?’’ ‘’Evliydim bir ara.’’ ‘’Bir ara derken?’’ ‘’Kızla 21 yaşındayken evlenmiştim. İki sene sonra beni bıçakladı. Boşandık öyle.’’ Dedi aşırı rahat bir şekilde. ‘’Nasıl bu kadar rahat olabiliyorsun?’’ dedim kaşlarımı çatarak. Bana doğru eğildi. ‘’İnsanların canını daha çok yakan şeyler olunca, başkalarına acı verici gelen şeyler onlara önemsiz geliyor Kraliçe. Daha önemli şeyler varken bunu umursayamam. Hem kendi kaybı, benim gibi birini kaybetti.’’ Acaba ne yaşamıştı? Sevdiği kız onu bıçaklamıştı ve o bunu umursamayarak anlatıyordu. Bu üzücüydü. Sadece iki sene evli kalabilmişlerdi. ‘’Dielan senin sevgilin var mı?’’ dedim Dielan’a dönerek. ‘’Hayır, kız kardeşimin ölümünden beri herhangi bir kadını sevmeye korktum.’’ ‘’Başın sağ olsun. Ne oldu ona?’’ ‘’Muhtemelen onu tanıyorsunuzdur. Çünkü ülkenin tanıdık isimlerinden biriydi. Valeria Dayholt, sarayı o tasarlamıştı. Panqua’ya iş için gitti ve orada Kraliçe Ciriyn tarafından öldürüldü. Daha bir sene oldu.’’ Dedi sesi titreyerek. ‘’Anladım Dielan. Onu tanıyordum birkaç kez toplantı yapmıştık. İyi bir insandı. Benim de sizden çok bir farkım yok aslında. Sevgilim falan yok ama herhalde olsa o da beni bıçaklar. Ailemden sadece iki kişinin canlı olduğunu biliyorum.’’ Dedim gözlerimi kaçırarak. ‘’Aileni bulacaksın Kraliçe.’’ Dedi Vegas acıklı bir sesle. ‘’Ya da onlar seni bulacak. Güven bana.’’ Ortamdaki tatlı gerginliği azaltan şey hostesin bize istediklerimizi getirmesiydi. Somonumu yemeye başladığımda ne kadar acıktığımı fark etmiştim. Birden Vegas ve Dielan’ın gözlerini üzerimde hissettim. Gerçektende bu şekildeydi. ‘’Afiyet olsun paşam.’’ Dedi Dielan gülmemek için kendini tutarak. ‘’Biraz acıkmış sanırım.’’ Dedi Vegas. Onunda sesinden gülmemeye çalıştığı anlaşılıyordu. Ve Dielan en sonunda dayanamadı ve kahkaha atmaya başladı bundan etkilenen Vegas da kahkaha atmaya başladı. ‘’Neye güldüğünüzü anlamadım ki ben şimdi.’’ Dememle beraber daha çok gülmeye başladılar. Yavaş yavaş sinirlerim bozulmaya başlamıştı. ‘’Of yemiyorum somon falan! Bir yemek yedirtmediniz!’’ diyerek somonu öne doğru ittirdim. Sinirle gözlerimi devirip arkama yaslandım ve yolun bitmesini beklemeye başladım. * * * Uçaktan indiğimiz yer Golvery’nin soğuk topraklarıydı. Golvery’nin ana sarayına biraz yürümemiz gerekiyordu. Ben yürürken sol yanımda Vegas, sağ yanımdaysa Dielan vardı. Sert adımlarla yürüyorduk ve etrafta kimse yoktu. Şimdilik. Biraz daha yürümemizle beraber etrafımızın sarılması bir oldu. Bunların hepsi Soa ajanlarıydı. 10-15 kişilerdi ve biz 3 kişiydik; Dielan, Vegas ve ben. Çantamın içinden tabancamı çıkarttığımda komutanlarımın ikisi de çoktan silahlarını çıkartmıştı. Adamlar bize sürekli bşraz daha yaklaşıyordu. Sırtımı Vegas’ın sırtına yasladım ve ajanlara ateş etmeye başladım. İlk kurşunum hedefini buldu ve onu karanlıkla buluşturdu. Sadece altı mermim kalmıştı. Başka bir ajana daha sıkarken bu sefer isabet ettiremedim. Diğer kurşunla sıktığımda bu sefer koluna gelmişti ve bu onun ilerlemesini engellememişti. Tekrar sıktığımda bu sefer etkisiz haldeydi. Geriye üç mermim kalmıştı. Bana doğru sıkan bir askere sıktım fakat bu üç mermimin de gitmesine sebep olmuştu. Artık yakından dövüşmek zorundaydım. Ve tamamen silahsızdım. Adamların üzerine koştum ve onlara yumruklarımı savurmaya başladım. Bana doğru bıçak çektiği anda daha dikkatli olmam gerektiğini anladım. Bana her bıçağı saplamaya çalıştığında onu bileklerinden itiyordum. Ama yine de omzuma gelen bir darbeden kaçamadım. Sadece bir sıyırıktı ama yine de acıtmıştı. Bileğini yakaladığım anda onun arkasına kolunu aldım ve bıçağını düşürerek bıçağı aldım ve boğazını keserek onu öldürdüm. Bıçakla diğerlerinin üzerine atıldım ve onlara hasar vere vere onları öldürdüm. Çoğunun kanı üzerime sıçramıştı. ‘’İyi misiniz Kraliçe’m?’’ dedi Dielan yanıma gelerek. Başımı olumla anlamda salladım. ‘’Sen?’’ ‘’İyiyim.’’ Vegas’a döndüm onda da herhangi bir yara gözükmüyordu. ‘’Dikkatlice yola geri koyulalım.’’ Dedim ve yürümeye başladım. Bu sefer Dielan ve Vegas daha dikkatliydi. En sonunda toplantının yapılacağı ana sarayın önündeydik. Saray ihtişamlı bir şekilde yerinde duruyordu. Kıtamıza yayılmış, eski zamanlardan kalma bir gelenekti saraylar. Sarayın içi de dışı kadar ilgi çekiciydi. Altın detaylar ön plandaydı. ‘’Hoş geldiniz.’’ Dedi bir kadın yanımıza gelerek. ‘’Kraliyetler toplantısı, Alex Ella Shiva Delores, Sireyn Kraliçesi.’’ Sesim istemsizce öfkeli çıkmıştı. ‘’Buyurun.’’ Diyerek bizi odalardan birine yönlendirdi. Herkes gelmişti, bütün kraliçeler ve krallar buradaydı. ‘’Ah size neler oldu?!’’ dedi şaşkınlıkla Golvery kraliçesi Gloria Norah. ‘’Bence bunu bize değil Kraliçe Ahyso’ya sorun. Ajanları üzerimize saldırdı.’’ Diye onu cevapladım öfkeyle. ‘’Bu doğru mu Kraliçe Ahyso?’’ ‘’Gayet doğru. İyi ki de yaptırmışım.’’ Dedi Kraliçe. Sinirlerimi hoplatıyordu. ‘’Cidden bununla mı övünüyorsun?’’ dedim şaşkınlıkla gülerek. ‘’Evet, bir sorun mu var?’’ Direkt karşımda olan genç kraliçeye doğru bir adım attım. ‘’Seni burada, kimseyi umursamadan gebertirim Ahyso ve bunu da zevkle yaparım. En acımasız suikastçı diye boşa demiyorlar sonuçta.’’ Dedim tehditkar bir sesle. ‘’Sıkıyorsa öldürsene.’’ Onun ajanlarından aldığım bıçağı boğazına dayadım. Bunu yapacağımı düşünmemişti. Gözlerindeki şaşkınlığı görebiliyordum. ‘’Emin misin?’’ Korkmuyormuş gibi yaparak başını kaldırdı. ‘’İstiyorsan yap. Ki yapamazsın.’’ Diğerlerine döndüm. ‘’Dielan sence yapar mıyım?’’ Dielan başını salladı. ‘’Vegas?’’ ‘’Sülalesini bile yok edersin.’’ Dedi sırıtarak. ‘’Sera sence?’’ Evet, Sera da buradaydı. ‘’Yaparsın ve ben bunu film gibi izlerim Kurt.’’ ‘’Hanımlar kesin lütfen!’’ diye gürledi Kraliçe Gloria ve bu sayede geri çekildim. Bana ayrılan yere oturduğumda Dielan ve Vegas da arkamda duruyordu. ‘’Öncelikle buraya hepinizi toplamamın sebebi kavga etmeniz ya da birbirinizi öldürtmeye çalışmanız değil. Buraya genel olarak bir anlaşma yapmak için çağırıldınız. Savaşlar dursun diye.’’ Dedi Kraliçe Gloria. Sonrasında ekledi, ‘’Barış için toplandık ve bu barış sağlanacak. Öncelikle de Bioluz, Lionx ve Sireyn, Panqua savaşı bitecek. Genel olarak savaşlar bitecek, bu önceliğimiz çünkü şuan onların savaşı sürüyor. Birde sizlere sorularım var, sizden başlayalım Kraliçe Alex. Arkanızdaki bu iki beyefendi kim?’’ ‘’Kendileri yeni başkomutanlar ve şahsi korumalarım. Nigel Tiger’ın yerine geçtiler.’’ Dedim çenemi dikleştirerek. ‘’Nigel Tiger, neden görevden ayrıldı?’’ ‘’Bana ihanet etti. Bana silah doğrulttu, onun yakınında güvende değildim. Bende onu görevden aldım. Artık kendisinin Sireyn ülkesinde herhangi bir yetkisi yoktur.’’ ‘’Dürüstlüğünüz için teşekkür ederim. Birde arkanızdaki beyefendilerden birinin yüzünde neden bir maske var?’’ ‘’Kendi yüzünü saklamayı tercih ediyor. Savaşırken yüz ifadeleri saklanmalıdır bilirsiniz.’’ Diye ortaya bir yalan attım. ‘’Kraliçe Gloria, sözünüzü bölüyorum ama bu genç kraliçenin yüzünü bilmediği birini başkomutan yapması ne kadar doğrudur?’’ dedi sırıtarak Ahyso. ‘’Senin, üzerime ajanlarını salmandan daha doğru olduğu kesin.’’ Dedim öfkeyle ve sonra sırıtarak ekledim. ‘’Ha birde, onlara güzel bir mezar bulsan iyi edersin, biraz delik deşik ve paramparça oldular ama kusura bakma.’’ ‘’Seni-‘’ ‘’Kes artık Ahyso!’’ diye gürledi Panqua Kraliçesi Ciriyn. Ciriyn, Ahyso’nun ablasıydı. ‘’Çocukça davranıyorsun! Kraliçe Alex orada ölebilirdi, sana yardım etmiş olan birine bu şekilde davranamazsın! Golvery’le olan savaşta gelip seni öldürebilirdi. Seni öldürmedi ve ülkendeki insanları kurtardı.’’ Ses tonunu alçalttı. ‘’Kraliçe Gloria, Golvery ve Sireyn arasındaki antlaşmanın bozulmasını talep ediyordum.’’ ‘’Saçmalamayın!’’ diye bu sefer bağıran kişi Kral Albert’dı. Herkes birbirine bağırıyordu fakat ben sırıtarak izliyordum. ‘’Benim için kavga etmenize gerek yok…’’ diye mırıldandım kimsenin duyamayacağı bir şekilde. ‘’Kraliçe Alex, bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz?’’ dedi Kraliçe Gloria herkesin aksine sakin bir sesle. ‘’Ben ne karar verilirse buna razıyım efendim. Uygun gördüğünüz karar benim için en iyi karardır. Kraliçe olduğum bu zamana kadar Kral Albert’la olan anlaşmaya uymak zorunda kaldım. Alışkınım.’’ ‘’Bana antlaşmayı gösterir misiniz?’’ Başımı sallayarak telefonumdan belgenin kopyasını açıp ona uzattım. ‘’Bu antlaşma sizi sıkıştırmış durumda. Buna izin veremem. Antlaşma kaldırılmıştır.’’ Sırıtarak Kral Albert’a döndüm. Surat ifadesinde öyle bir şaşkınlık vardı ki… ‘’Teşekkür ederim efendim.’’ Dedim sırıtarak. Kraliçe Gloria da bunun üzerine gülümsedi. ‘’Şimdi size diğer kararımızdan birini açıklayacağım. Bu karar bazı kralların ve kraliçelerin yönetimden alınması doğrultusunda. Öncelikle Kraliçe Ahyso siz bu gün ki davranışınızdan sonra yönetimden alınmış bulunmaktasınız. Yerinize gelecek kişi Darian Dayholt. Kendisi Sireyn de bir komutan. Yönetmeye uygun bir kişilikte. Sizin gibi ajanları nakşa kraliçeleri öldürtmeye göndermeyecek nitelikte. Kral Albert sizde görevden alındınız yerinize kızım Mia Norah geçecek.’’ Sonra derin bir nefes aldı. ‘’Kraliçe Alex, sizi görevden almayı çoğu kişi istedi.’’ Demesiyle başımı kaldırdım. ‘’Fakat ben kabul etmedim çünkü siz en iyi yönetenlerdensiniz. Sizden yeni bir polis ekibi kurmanızı istiyorum. İstediğiniz ülkelerden polis bulun polis teşkilatını tekrar kurun. Çoğu polisin size saldırdığı ve başka ülkelerin ajanları olduğu tespit edildi. Çoğu mahkumda sizin yetkiniz dışında hapse atılmış. Lütfen düzeni tekrar sağlayın. Size desteğim sonsuz. Toplantımız bitmiştir. Geldiğiniz için teşekkürler. Kraliçe Alex, siz benimle odama kadar gelebilir misiniz? Korumalarınız odamın kapısında bekler.’’ ‘’Tamamdır efendim.’’ Dedim gülümseyerek. Kraliçe Gloria kalktığında onu takip ettim. Odası üst katlardaydı. Onunla beraber ilerledim. Üzerindeki elbiseye bakma fırsatını da bu şekilde yakalamış oldum. Onun elbisesi benimkinin aksine uzundu. Koyu kahverengi saçları açıktı. Başına iliştirilmiş gümüş sade bir taç vardı. Siyah elbisesinin gümüş detaylarına uymuştu bu şekilde. Bileğinde bir bileklik vardı. Zincir sanki onun ruhunu kilitlemiş gibi ucunda bir kilit vardı. Kimse onun ruhuna dokunmasın diye var gibi görünüyordu. Sarmaşıklarla süslü Büyük bir kapının önünde durduk ve Kraliçe Gloria boynundan bir anahtar çıkarttı ve kapıyı açtı. Kapıdan içeriye girdik bu oda gerçekten büyüktü. Odanın içinde iki kapı daha vardı. Bizim bulunduğumuz kısım görüşme odası gibiydi. Büyük bir masa vardı ve karşısında da iki tane tekli bir tane de ikili koltuk vardı. Tekli koltuklardan birine oturdum ve o da masanın arkasındaki sandalyeye oturdu. ‘’Gelecekte diyarın kraliçesi siz olacaksınız kraliçe Alex.’’ Diye başladı konuşmaya. ‘’Teşekkürler efendim. Kimse sizin gibi olamaz.’’ Dedim. O diyarın kraliçesiydi. ‘’Öncelikle burada sizli ifadeleri kullanmamakla başlayalım kraliçe. Çok gençsin ve kimse senin nasıl Sireyn kraliçesi olduğunu bilmiyor. Sana bunu sormak istediğim için seni buraya davet ettim.’’ ‘’Sireyn de eskiden mahkumdum 2 sene önce. Çıktıktan da bir hafta sonra bana işkence çektiren hapis müdürünü öldürdüm. Senelerce hapiste eğitim almıştım fakat kimsenin bundan haberi yoktu. Herkes benim yeteneksizin teki olduğumu düşünüyordu.’’ Dedim sakince. Bunları ilk kez birine itiraf edercesine anlatıyordum. ‘’Müdürü öldürdükten sonra Kral Lowq sevdiklerime zarar vermeye çalıştı. İşleri karıştırmaya o başladı. Ailem sayesinde Sireyn’Den kaçtı. Onları bulmam bu sayede zorlaştı. Bende bir plan kurdum. O sırada yanımda eski komutan Nigel vardı. Onunla ve Syenx’la beraber kurmuştuk bu planı. Kral Lowq’u öldürecektik. Syenx’ı rahatça saraya soktuk çünkü o sarayda çalışan bir temizlikçiydi eskiden. Syenx’ın mükemmel bir teknoloji yeteneği var. Bunu o zaman da kullandık. Syenx içeride elektrikleri halletti ve güvenliği kapattı. Bu sayede rahatça içeri girdim. Lowq’u öldürmek için odasına girdim. Kapıda Nigel bekliyordu. Lowq’u orada öldürdüm. Sonra halk beni kraliçeleri kabul etti çünkü Lowq onlara işkence ediyordu. Onları bu işkenceden kurtarmıştım. Polis teşkilatı da bu yüzden bu şekilde zaten. Kral Lowq’u öldürdüğüm için beni almaya çalışıyorlar.’’ ‘’Peki nasıl 2 sene gibi bir sürede Sireyn’i bu kadar yukarı taşıdın? Gördüğüm en güçlü kraliçelerden birisin.’’ ‘’Syenx gibi biri teknolojiyle ilgilenirken bunu yapmam çok kolay oldu aslında. Savunmayı, korunmayı her şeyi geliştirdi. Askerleri ben eğittim. Sıkı bir çalışmadaydık. Halk da bize destek çıktı. Yorucuydu ama değdi.’’ ‘’Anlıyorum. Anlattığın için teşekkürler. Bu arada size destek olarak birkaç polis göndereceğim. Çıkabilirsin.’’ Başımı salladım ve ayağa kalktım. Odadan uzun adımlarla çıktım, Vegas ve Dylan’ın yanına gittim. Onlara gülümsedim. ‘’Madem artık daha yetkili bir kraliçeyim… Hadi gidip kurtarıcımı kurtaralım.’’ Şimdi sıra Rahé’yi kurtarmaktaydı.
|
0% |