@miraclesea
|
Ocak 2016 Genç kadın okul merdivenlerinden yukarıya doğru ivedi adımlarla ilerledi. Yıllardır saygı duyduğu ve aynı zamanda da dostu olan hocası Anna Carter’ın odasına doğru düşünceli adımlarla yürüdü. Kapısına vardığında sakince kapıyı tıklattı. İçeriden girmesini söyleyen sesi duyunca içeri girdi. Anna onu neşe ve hüzün harmanı bir tavırla selamladı. Ardından gözleri genç kadının elinde tuttuğu ve çıkış kâğıdı olduğunu düşündüğü beyaz kâğıda kaydı. Yüzündeki neşenin bir kısmı uçtu. “Still insist on going, Delfin?*” dedi Anna iç çekerek. Delfin ona doğru yaklaştı. Yüzüne tatlı bir gülümseme yerleştirip elini Anna’nın elinin üstüne koydu. (*İng. "Hâlâ gitmekte kararlı mısın, Delfin?") "I'm so sorry, Anna but I want to go back Turkey.**" dedi kadın özür diler bir tonla. (**İng. "Üzgünüm Anna, ama Türkiye'ye dönmek istiyorum.") "Alright, Delfin. I can't force you. Please, kiss your son for me.***" dedi Anna yenilgiyle omuzları çökerken. Delfin kadına şefkatli bir gülümseme gönderdi. Ardından kendini Julliard'ın**** dışına attı. Tam tamına altı senesini vermişti Julliard'a. Sahne kokan dolu dolu altı yıl... Derin bir nefes aldı. Ve artık dönmeliydi. Türkiye'ye... İstanbul'a... Evine... Kaçtıklarına... (***İng. "Peki o zaman, Delfin. Seni zorlayamam. Lütfen, oğlunu benim için öp.") (****The Julliard School: Amerika'nın en iyi müzik ve sanat okulu ve dünyanın en saygın konservatuarlarından biri. 1905 yılında önce Müzik Sanat Enstitüsü olarak kuruldu. Daha sonrasında drama ve dans dalında da çalışmalara başlamışlardır.) *** Delfin'in gözleri havaalanındaki yüzlerin arasında gezindi. Sonra sıkılgan bir tavırla duvara yaslanmış abisi Sinan'ı gördü. Yanındaki biricik oğlu Merih huzursuzca kıpırdandı. Dayısını o da görmüştü ve bir an önce yanına gitmek istiyordu. Delfin başta Merih’in elini sıkıp sakin kalmasını sağlamaya çalıştı ama bunun pek mümkün olmadığını kısa sürede anladı. Sonunda pes ederek oğlunu serbest bıraktı. Merih heyecanla, "Dayı!" diye haykırarak koştu. Sinan dalgın bakışlarını gelen sese çevirdi. Merih'i görünce sıkıntılı ifadesi kaybolup yerini sıcak bir gülümsemeye bıraktı. Kollarını iki yana açarak ona koşan Merih'i kucaklayıp havaya kaldırdı. "Aslanım benim! Dayısının aslanı!" dedi neşeyle bağırarak. Çevredekiler onlara şaşkın gülümsemelerle bakıyordu. Delfin onların bu haline gülüp oğluna göre gayet aheste adımlarla abisinin yanına gitti. Sinan, Merih'i bir kolu ile taşırken diğer koluyla kardeşini kucakladı. "Hava biraz bozuktu ama uçakla rahat geldiniz umarım." dedi hafif endişeli bir sesle. Delfin'in uçaktan korktuğunu biliyordu. Nitekim uçak dediği anda genç kadının rengi atsa da abisine gülümseyerek baktı. "Yok, hiç sarsılmadan geldik. Gerçi Merih sağ olsun, uçakta olduğumu hiç anlamadım. Yerinde durmadı bir türlü." dedi Delfin olabildiğince neşeli bir tavırla gülerek. Sinan bir kahkaha attı. Sonra kardeşinin bavullarını aldı. Merih kucağında huzursuzlanınca kucağından indirdi. "Ah seni eşek sıpası! Yerinde duramadın yine değil mi?" dedi Sinan gülerek. Merih kaşlarını çatıp, "Ben eşek şıpaşı deyilim bikerem. Ben aşlanım be!" dedi göğsüne vurarak. "He heyt be!" dedi Sinan de bağırarak. Delfin kahkahasına hâkim olamadı. Sonrasında elini Merih'e uzattı. "Kalabalık yerlerde birbirimizin elini tutuyoruz değil mi anneciğim?" dedi gülümseyerek. Merih hemen annesinin yanına gelip elini tuttu. Ardından boştaki eliyle de dayısının eline sarıldı. Üçlü gülümseyerek dışarı, İstanbul'un yağmurlu ve soğuk havasına, çıktılar. Islanmamak için arabanın olduğu yere doğru koşturdular. Merih ve Delfin hemen arabaya bindi. Sinan ise hızla iki bavulu bagaja koyup arabaya bindi. Arabayı çalıştırıp hızla yola çıktı ve evin yolunu tuttu. Ailesi Delfin'i coşkuyla karşıladı her zamanki gibi ama bu sefer coşku daha fazlaydı çünkü Delfin bir daha Amerika'ya geri dönmeyecekti. Bu haber ailede büyük bir coşkuyla karşılanmıştı. Bu coşkunun en büyük sebebi ise Delfin’den çok ailenin tek torunu olan Merih’in bir daha uzaklara gitmeyecek olmasıydı. Delfin de Merih'in kendisinden daha çok özlendiğinin farkındaydı. Son beş yıldır kendisinin pabucu dama atılmış, Ali Merih baş tacı olmuştu. Arada bu durum onu biraz kıskandırsa da ailesinin Merih'e olan sevgisi kendisinin yedi yıl önce yaptığı hatasını unutturuyordu. Delfin hızla kafasını iki yana sallayarak geçmişi beyninin gerisine, o ve onunla geçirdiği zamanları kapattığı sandığa, gönderdi. Ailesinin yanından ayrılıp sonunda kendi evine geçen Delfin rahat bir nefes aldı. Annesi her ne kadar kalması için ısrar etse de Delfin bir kere alışmıştı oğluyla yalnız kalmaya. Ayrıca annesinin oğlunun babası hakkındaki nutuklarını dinlemek istemiyordu. Merih'in haykırışıyla bulunduğu ana dönüp bitme bilmez bunalımından sıyrılarak ayağa fırladı. Merih koşarken bacağını sivri sehpaya vurmuştu. Zıpır çocuk, her zamanki gibi yine yerinde duramamıştı. Oturduğu koltuktan hızla fırlayan Delfin hemen ağlayan oğlunun yanına koştu. "Ne oldu, annecim?" dedi tatlı bir sesle. "Bu seppa bana çayptı." dedi Merih tatlı bebekçesiyle. Ne zaman ağlasa ya da şımarsa konuşması hemen bebekçeye dönüyordu. Delfin dudaklarını birbirine bastırıp gülüşünü tuttu. "Bak sen şu terbiyesiz sehpaya! Nasıl benim aslan oğluma çarpar ya?!" diye bağırdı sehpaya dönüp. Merih ise annesinin 'seppa'yı azarlamasından dolayı mutlu bir şekilde gözlerini kuruladı. Ardından bir anda konuyu değiştirerek, "Anne, çikolata almaya gidebilir miyiz?" dedi çok düzgün bir şekilde konuşarak. Konu istediği bir şeyse oldukça düzgün konuşurdu. "Evde bir sürü çikolata var yavrum. İstediğini yiyebilirsin." dedi Delfin de ona dönerek. "Benim sevdiğimden yok. Lütfen annecim, gidebilir miyiz?" dedi dudak bükerek. Islak kirpikleriyle kendisine bakarken hayır demek Delfin için çok zordu. "Peki, gidelim bakalım küçük afacan." dedi Delfin yerden kalkarak. Merih de zıplayarak kalktı. İkisi de montlarını giydiler. Ocak ayı kışın en şiddetli zamanında olduklarının altını çizercesine çok soğuktu. Delfin, Merih'in örme şapkasını başına geçirip kulaklarını kapattı. Ardından oğlunun elini tuttu. Cüzdanını, telefonunu ve evin anahtarını alıp cebine attı ve oğluyla birlikte dışarı çıktı. Oğlu gayet sakin bir şekilde yanında yürüyordu. Delfin kendi istediği olana kadar oğlunun uslu çocuk rolünü sürdüreceğini biliyordu. Oğlu da en az babası kadar iyi bir oyuncuydu. Marketten içeri girmeleriyle yüzlerini okşayan sıcak hava ikisini de gülümsetti. Oğlunun çekiştirmesiyle rafların arasında hızla ilerleyerek çikolataların olduğu yere vardılar. Merih'in çok sevdiği çikolatalardan üç paket aldıktan sonra kasaya yönelmişlerdi ki Delfin kasada ödeme için bekleyen adamı gözlerindeki güneş gözlüklerine ve kafasındaki kaskete rağmen tanıdı. Delfin, tanımanın verdiği korkuyla olduğu yere çakıldı. Onu çekiştiren Merih, "Hadi anne! Parasını ödeyelim de ben de hemen çikolatalarımı yiyebileyim." dedi ısrarcı bir sesle. Şaşkınlığını ve hüznünü oğluna yansıtmak istemeyen Delfin oğluna gülüp, "Anneye çikolata yok mu?" dedi zoraki bir gülümsemeyle. Merih'in gözleri parladı. "Sen de benimle çikolata mı yiyeceksin?" dedi çocuksu kahkahasıyla. Onu hızla çikolata reyonuna geri götüren Delfin kasadaki adamın onlara doğru dönen bakışlarından son anda kurtulmuştu. "Söyle bakalım, tavsiyen nedir?" dedi oğluna. Delfin tehlikeyi atlatmanın verdiği rahatlamayla gülümsemiş ve kaygılarını beyninin karanlık köşelerine gönderip oğluyla eğlenceli dakikalarına dönmüştü. "Bence bundan almalışın çünkü bu çilekli ve şen çileği çok şeviyoyşun." dedi oğlu şımarık bir tavırla. Anlaşılan annesiyle çikolata yiyecek olmak Merih'in çok hoşuna gitmişti. Çikolatayı alıp kasaya döndüklerinde neyse ki adam gitmişti. Delfin rahat bir nefes alarak çikolataların parasını ödedi ve dışarı çıktılar. Oğluyla bir yandan hoplayıp zıplayarak bir yandan da aldıkları çikolataları yiyerek evlerine yürüdüler. *** Delfin günün sonunda derin bir 'oh' çekti. Sonunda dersini ve de bugünkü okul gününü bitirmişti. Öğrenciler ona selam vererek sınıftan çıktılar. Son olarak Delfin'in tek bir bakışla onların bir gönül bağına sahip olduğunu gördüğü iki genç kalmıştı. Oyalanıp sona kalan bu çift çekingen bir tavırla Delfin’e yaklaştı. Delifn de gülümseyerek öğrencilerine baktı. "Evet, gençler, sorunuz mu var?" dedi meraklı bir sesle. "Hocam, gerçekten de Julliard'dan mı geliyorsunuz?" dedi kız utangaç bir sesle. Delfin gülümseyerek başını sallayıp onayladı. "Bize oyunculuk konusunda yardım edebilir misiniz?" dedi erkek heyecanlı bir sesle. İkisinin de gözleri ışıl ışıl parlıyordu. "Çocuklar benim uzmanlığım Tiyatro Tarihi üstüne, size nasıl yardımcı olabilirim?" dedi nazik bir tavırla. "Hocam, lütfen! Eğitiminiz sırasında öğrendikleriniz bile bizim için altın değerinde. Julliard bizim hayalimiz." dedi kız çocuğa aşkla bakarak. Delfin içinden alayla 'Gerçekten mi?' dedi. Sonra kendine kızdı. Her erkek 'O' değildi sonuçta. "Bana düşünmek için zaman verin. Hiç olmazsa küçük tüyolar verebilirim ama düşünmem lazım." dedi Delfin öğrencilerine gülümseyerek. İkisi de kocaman gülümseyip teşekkür ederek sınıftan çıktılar. Delfin de çantasını alıp sınıftan çıktı. Otoparka yürürken aklında hâlâ çocukla kız vardı. Onlara nasıl yardım edebileceğini düşünüyordu. Bu yüzden ne kendi arabasının yanındaki şık spor arabayı ne de arabaya yaslanmış olan yakışıklı adamı fark etti. Ama okulun bahçesindeki öğrenciler Delfin'i dikkatlice izleyen yakışıklı ötesi adamdan gözlerini ayıramıyorlardı. Bunun bir sebebi de adamın ünlü oyuncu Derin Uçar olmasıydı. Ama Delfin hâlâ dalgın bir tavırla yolda ilerlediğinden adamı fark edememişti. Sonunda yanından geçen iki kızın heyecanlı heyecanlı konuşmasıyla suratına bir kova buzlu su yemiş gibi oldu. "Derin Uçar bizim okulda inanamıyorum, kızım!" Derin Uçar... Derin Uçar ! DERİN UÇAR ! Beyninde yükselerek yankılandı adamın adı. Delfin kafasını kaldırıp karşısındaki adamın temkinli bakışlarıyla karşılaştı. Bir hafta... Sadece bir hafta sürmüştü. Türkiye’ye dönüşünün üstünden bir hafta geçmişti ve adam şimdi tam karşısında duruyordu. Delfin anlık şoku atlatıp arabasına ilerledi ama kolunu sıkıca tutan bir elle olduğu yere çakılı kaldı. Öfkeli bakışlarını adama çevirip, "Bırak kolumu !" diye sıkılı dişlerinin arasından tısladı. Adam onu hiç duymamış gibi gayet sakin bir sesle, "Konuşmamız gerek." dedi sadece. İkisi de kendilerini izleyen kalabalıktan bihaberdiler. Delfin sinirli bir kahkaha attı. "Konuşmamız mı gerek? Konuşmamız gerek, öyle mi? Şu an benimle dala geçiyor olmalısın!” dedi kadın alaycı bir sesle. Adam ifadesiz bakışlarını kadından çekmedi. Önceden de böyle yapardı. Sadece Delfin'e öylece bakardı. Delfin de sonunda dayanamayıp onun dediğini yapardı. Ama bu sefer Delfin dirençliydi. Artık adam kendisine o düz bakışlarıyla dediğini yaptıramayacaktı. "Tekrar ediyorum, bırak kolumu!" dedi Delfin daha sakin bir sesle. Adam tepki vermedi. Onun tepkisizliğine dayanamayan Delfin kolunu hızla çekerek adamın kıskacından kurtardı. Canı acımıştı ama o kazanmıştı. Adama bakmadan arabasına bindi ve adamın önünden hızla geçerken adamın gözlerindeki buz bakışların yerini alan öfkeyi görmek Delfin'e büyük bir zevk verdi. Eve döndüğünde onu bir haftadır alıştığı kaos bekliyordu. Onsuz kalmaya alışık olmayan Merih yine ortalığı savaş alanına çevirip annesini delirtmişti. Delfin sıkıntıyla iç çekti. Kapıdaki annesini fark eden Merih elindeki vazoyu sakince aldığı yere koyup annesine koştu. Delfin kollarını açıp ona sarıldı. Ardından kucağına aldı. "Bu evin hali ne böyle, Merih Bey?!" dedi hafif sinirli bir tonla. "Şen gelmeyince ben de şiniylendim. Ama şimdi şen geldin ya ben hey yeyi toplayım, annecim." dedi Merih tatlı bir sesle. Delfin elinde olmadan güldü. Oğlunun kendisini görünce yırtıcı aslandan uysal bir kediye dönüşmesi onu çok güldürüyordu. Eliyle yüzünü kapatıp gülüşünü sakladı. "O zaman sen ortalığı topla, ben de anneanne ile konuşayım. Sonra birlikte çilekli süt içeriz, olur mu yavrum ?" dedi oğlunun yanağına sulu bir öpücük kondurarak. Oğlu ellerini mutlulukla çırpıp hızla annesinin kollarından çıkarak odasını toplamaya koştu. Delfin yine onun arkasından güldü ve annesinin yanına gidip sarıldı. Ardından da kocaman sulu öpücükler bıraktı yanaklarına. "Türkan Sultan, hayırdır sesin çıkmıyor ? Afacanımız yordu mu seni ?" dedi gülerek. Annesi de güldü. "Ay, sorma kızım ! Başlarda gayet güzeldi. Uslu uslu kahvaltısını etti. Oyuncaklarıyla oynadı. Çizgi filmini izledi. Yemeğini yedi. Ama şu son iki saat resmen canavar gibiydi. Odalara saldırdı. Yatakları dağıttı. Oradan oraya koşup ağlamaya başladı." dedi annesi yorgun bir sesle. Delfin gülümsedi. "Bu kadar ayrı kalmaya alışık değil. Ben bugün onunla konuşurum. Bir daha da anneannesini üzmez. Zaten haftaya da kreşi başlıyor. Orada da akranlarıyla oynar eğlenirken zamanın nasıl geçtiğini anlamaz. Böylece alışmış olur." dedi annesinin kolunu sıvazlarken. İçeriden Merih kendisine seslenince muhabbetlerine ara verdiler. Delfin oğlunun yatak odasına gitti. Merih topladığı odasını büyük bir gururla annesine gösterdi. Oğlunu gülerek alkışladı Delfin. Oğlu oyuncaklarının hepsini oyuncak sandığına koymuş ve yatağının örtüsünü oldukça buruşuk bir şekilde olsa da sermişti. Delfin yatağa yaklaşıp örtünün uçlarından çekiştirerek buruşukluğu giderdi. Oğlunun gömleğine asılmasıyla doğrulup ona döndü. Ardından elinden tutarak odadan çıktı. Annesinin paltosunu giydiğini görünce şaşırdı Delfin. "Gidiyor musun anne?" dedi şaşkınlıkla. "Eee... Baban birazdan öbür Türkan'ı bırakıp eve gelir. Abin de birazdan işten çıkar. Başlarlar açız da açız demeye." dedi gülerek. Türkan Hanım'ın 'Öbür Türkan'dan kastı babasının uzun zamandır tamiriyle uğraştığı teknesiydi. Babası o tekneyi çok severdi. En sevdiği uğraşıydı tekneyle ilgilenmek. "Peki anne, sen öyle diyorsan tamam. Abimle babamı öp benim için, selam da söyle." dedi Delfin annesine dış kapının önüne geldiklerinde. Annesi kafasını sallayıp eğildi ve Merih'i öptü. Merih de anneannesine sıkıca sarıldı. Ardından hızla odasına koştu. Birine veda etmekten nefret ederi. Delfin arkasından iç çekip dış kapıyı açtı. "Yarın cumartesi. Abin de baban da evde, kahvaltıya gelin. Hatta hafta sonu da bizde kalın." dedi annesi Merih'in arkasından bakarken. "Olur anne, geliriz ama kalmasak daha iyi." dedi Delfin annesine gülümseyerek. Annesinin bir anlığına yüzü düşse de onlara mutlulukla gülümseyip el salladı ve bahçeyi hızla geçip demir kapıyı açarak yola çıktı. "Anne şimdi çilekli sütlerimizi içebilir miyiz?" dedi oğlu sabırsızlıkla giden anneannesinin ardından. Anneannesi gittiği gibi annesinin yanına geri gelmişti. "Tabii ki benim birtanecik aşkım. Hadi gidip sütlerimizi içelim." dedi gülerek kapıyı kapatırken. Mutfağa doğru ilerlediler.
Merhaba Casperlarım, Umarım bu hikaye sizler için tekrar okumaya değerdir. Düşünceleriniz benim için çok değerli. Beni yorumsuz bırakmayın. Sizleri çok seviyorum. Okuduğunuz ve yanımda olduğunuz için çok teşekkür ederim. Kendinize iyi bakın. Eski Casper'lar tekrar merhaba, yeni Casper'lar hoş geldiniz! Not: Yeni Casper'larım için konuyu ve karakterleri bırakıyorum. "Hikayeye gelirsek, yeni arkadaşlarımız için ufak bir tanıtım yapalım. Bitter çikolata tadında aşk içeren bir hikayeyle karşınızdayım. Karakterlerimiz; Delfin rolüyle Marion Cotillard, Derin rolüyle Nick Bateman ve tüm muhteşemliği ve tatlılığıyla Merih rolünde Alonso Mateo. Yılların öldüremediği acı ve aşkın harmanlaştığı bir hikaye ile karşılaşacaksınız. Gururun olmadığı, affetmenin imkânsızlıklarla boğuştuğu ama yine de aile olmaya çalışan bir çiftin hüzünlü aşk hikayesine hepiniz hoş geldiniz!" Ayrıca, bu hikayenin doğuşunda bana ilham veren Gece grubuna bilmeseler de teşekkürler. Her bir şarkı bu hikayenin bir bölümünü temsil edecektir. :) Keyifli okumalar Deniz UZAY
|
0% |