@miraclesea
|
Delfin elindeki renkli kâğıtlarla birlikte tiyatro salonunun kapısını omzuyla ittirerek açtı. Gözlerini salona çevirmesiyle de kalabalığı gördü. Arka koltuklara yerleşen öğrencileri ve önde yer alan oyuncu kadrosu ile Arda’yı gördü. Yanında da ona gülümseyerek bakan Derin vardı. Oyunda yer almayan öğrencilerle oyuncular arasında fazlasıyla boşluk vardı. Delfin kaşlarını çatarak kürsüye çıktı. Kâğıtlarını kürsüye bıraktıktan sonra elini kaşlarının üstüne koyarak kısık gözlerle arka koltuklara baktı. “Tiyatroda sesin en arkadaki izleyiciye gitmesi gerektiğinin sıkı savunucularındanım ama birazdan başlayacağım ve ne kadar süreceğini tahmin edemediğim ‘Othello’nun Tanıtımı ve Anlatımı’ adlı oyunda tek oyuncu olduğumu düşünürsek, benim sevgili öğrencilerim hocalarının ses tellerinin sağlığını düşünerek öne gelmek isterler mi acaba?” dedi gülümseyerek. Salonda gülüşmeler oldu ve öğrencileri ayaklanıp ön koltuklara geçtiler. Onlar yerleştikten ve tekrar sessizlik sağlandıktan sonra Delfin konuştu. “Dersimize başlamadan önce ufak bir Othello testi yapalım bakalım. Othello ilk defa ne zaman sahnelenmiştir?” dedi Delfin tüm salonda gözlerini gezdirerek. Kısa bir sessizliğin ardından ortalarda bir el kalktı. Delfin konuşması için kendisine söz verdi. “1 Kasım 1604 gecesi sarayda sarayda oynanmıştır, hocam.” dedi kendi öğrencilerinden olan biri. “Tam tarihli güzel bir cevap. Umarım, elinde bir Hasan Ali Yücel Klasikleri Dizisi yoktur, Remzi.” dedi Delfin gülerek. Remzi gülerek başını olumsuz anlamda iki yana salladı ama inandırıcı değildi. Çünkü sayfa hışırtıları salonun akustiği sayesinde Delfin’in kulağına erişmişti. Tekrar salonda gülüşmeler oldu. “Kitapların çantada olduğuna güvenerek başka bir soru soracağım. Shakespeare, Othello’yu yazarken esin kaynağı ne veya kim olmuştur?” dedi Delfin ellerini arkada bağlayarak. Bu sefer sessizlik uzun sürdü. Delfin sabırla beklerken en önde bir el kalktı. Bu Derin’in eliydi. Delfin salonda bir kez daha göz gezdirdikten sonra mecburi olarak sözü Derin’e verdi. “Shakespeare, Cinthio tarafından yazılan ‘Moor of Venice’ adlı kısa hikâyeden esinlenerek Othello’yu kaleme almıştır, hocam.” dedi Derin gülümseyerek. “Doğru cevap, tebrikler. Bu sebepledir ki, eserin tam adı, ‘The Tragedy of Othello, The Moor of Venice’dir. Othello’nun ilk perdesi ise tamamıyla Shakespeare’in elinden çıkmıştır ve Cinthio’nun öyküsünde yoktur. Peki, son bir soru daha soralım ve sonrasında dersimize geçelim. Oyun Türkiye’de hangi isimle ve ilk defa hangi yıllarda sahnelenmiştir?” dedi Delfin salonda yürürken. Kısa süreli bir sessizlikten sonra Delfin’in derslerinden aşina olduğu öğrencisi Cansel elini kaldırdı. “Evet, Cansel?” dedi Delfin gülümseyerek. “Hocam, 1930-1940 yılları arasında ülkemizde ‘Arabın İntikamı’ adıyla sahnelenmiştir.” dedi hızlıca. Delfin ellerini birbirine çarptı. “Doğru cevap, Cansel. Benden vizeye ek on puan kaptın.” dedi Delfin kocaman gülümseyerek. “Teşekkürler hocam.” dedi Cansel sevinçle. “Hocam, ben de sorunuzu bilmiştim ama.” dedi Remzi ayaklanarak. “Derdini Hasan Ali Yücel'e anlatabilirsin, Remzi. Ama ulaşmakta sorun yaşayabilirsin." dedi Delfin ona dönüp alaycı bir sesle. Remzi oflayarak oturdu. Salondan tekrar gülüşme sesleri yükseldi. Delfin kürsüye geçti. Renkli kâğıt tomarını ellerine alıp öne çıktı. “Elimde her renkten kağıtlar olduğunu fark etmişsinizdir. Şimdi bunlardan Othello denince aklınızda beliren rengi seçmenizi ve ve Othello denince aklınızdan geçen kelimeyi yazmanızı istiyorum. Dilediğiniz kadar süreniz var.” dedi Delfin gülümseyerek. Sahneden inerken Derin ayağa kalktı ve elindeki kağıtların bir kısmını aldı. Delfin onunu bu centilmen tavrı karşısında istemsiz bir şekilde gülümsedi. Derin onun bu tavrı karşısında şaşırsa da renk vermedi. Nazik bir ifadeyle insanların arasında ilerleyip öğrencilerin istedikleri renklerdeki kâğıtları verdi. Herkes kâğıtlarını aldıktan sonra Delfin sahneye çıkıp yere oturdu. Salonda gözlerini gezdirdi. Herkes düşünceli bir şekilde ellerindeki renkli kâğıtlara bakıyordu. Delfin’in gözleri Derin’i buldu. O da elindeki kırmızı kâğıda bakıyordu. Renk seçimi onun heyecandan veya kararlılıktan yana bir fikir hedeflediğini düşündürdü ama konu Derin’se hiçbir şeyden tam anlamıyla emin olamıyordu. Tekrar önündeki kâğıtlara döndü ve kendisine de kırmızı bir kâğıt seçti. Kırmızıyı kendi kararlılığını göstermek için seçmişti. İçine kelimesini yazdıktan sonra katlamaya başladı. Katlamaları bir turna kuşu oluşturana kadar devam etti. Delfin elindeki turna kuşuna gülümseyerek baktıktan sonra ayağa kalktı ve turna kuşunu kürsünün ucuna bıraktı. Sonrasında salona döndü. Salondakiler çoktan bakışlarını ona çevirmişti. “Gözlerinizi üstümde gördüğüme göre herkes düşüncelerini yazmış olmalı. Şimdi, herkes kâğıtlarını yazı içeride kalacak şekilde ikiye katlasın. Onları dersin son dakikalarında konuşacağız. Şimdi kaldığımız yerden Othello’yu ele alalım.” dedi Delfin gülümseyerek. Herkes kâğıtlarını katladı. Öğrencileri defterlerini açarken Delfin derin bir nefes aldı. “Aslında Othello’ya baktığımızda yazar olarak Shakespeare yazmasa bile direkt adını söyleriz. Çünkü kahramanlarının soylu ve güvenilir oluşlarının yanında farklı sebeplerle taşıdıkları hüzün bize yazarın kimliğini verir. Peki, bu eserleri birbirinden farklı kılan nedir? Biraz önce belirttiğim gibi farklı sebeplerle taşıdıkları hüzün herbir eseri farklı kılar. Bu hüzün Hamlet için huzursuz bir havada gezinirken, Othello’da görkemle yoğurulur. Bu da belki de eserin gözümüzdeki güzelliğini arttırır. Bu görkemi vurgulamak istercesine Othello replikleri melodi ve bazen de bu melodiyle harmanlanmış abartı taşır. Bu yüzdendir ki son derece dinamik bir şekilde başlar ilk perde. Sonrasında ise eserin sahip olduğu barok stil sebebiyle bir dengede devam eder.” diyerek anlatmaya devam etti Delfin. Dersini soluksuz bir şekilde dinleyen öğrencilerinin gözlerine bakarak Shakespeare’den, Othello’dan ve oyunun karakterlerinin ruhlarından bahsetti. Bir saati aşkın süren dersinin son kısımlarına geldiğinde kürsünün önüne gelip parmak uçlarıyla turna kuşuna dokundu. “Gelelim ilk baştaki renkli deneyimize. Herkes kâğıtlarını eline alsın. Yazdıklarınızı okumadan önce Othello’ya ufak bir nokta koyalım. Othello birçok kişi tarafından kıskançlık tragedyası damgası yemiştir. Beni peşin hükümlü olmakla suçlayabilirsiniz ama çoğunuzun o kağıtlara kıskançlık veya bunun türevi kelimeler yazdığınıza eminim. Her ne kadar adı bu şekilde anılsa hatta tıp dünyasına bu durum Othello sendromu olarak girse bile, Othello bir kıskançlık tragedyası değildir. Saflığın, yalan karşısında devrilişidir. Karanlığa karşın ışığın tragedyasıdır aslında.” dedi Delfin cümlesinin sonunda omuz silkerek. Sonrasında parmaklarını turna kuşundan çekip sahnenin önüne ilerledi. “Peki, ilk kim Othello kelimesini söylemek ister?” dedi cesaretlendirici bir ses tonuyla. Bir süre sessizlik oldu. Delfin sabırla bekledi. Sonunda Arda elini kaldırdı. Delfin gülümseyerek, “Evet, sevgili yönetmenimiz buyurun. Kelimenizi duyalım.” dedi Delfin ona minnettar bir gülümsemeyle. “Güvensizlik.” dedi Arda elindeki kâğıda bakarak. “Othello, Desdemona’ya inanmadığı için mi?” dedi Delfin ona kurnazca bir sırıtışla bakarak. Bu Arda’nın yıllardır Othello ile ilgili savunduğu görüşüydü. Üniversite zamanlarında dönemin hocasıyla bile bu konuda derin bir tartışmaya girmişti. “Dellfin Hocam bilirsiniz ki, bu benim yaklaşık on yıldır savunduğum bir fikir. Kitabı ilk okuduğum zamandan beri düşüncem bu. Othello, Desdemona’nın kendisini sevdiğine inanmadığını ve kendisinde de özgüven eksikliği olduğu için bir yalana kapıldı. Basit bir yalan yetti ayrılmaları için. Belki de sağlam bir güven olsaydı aralarında, gereksiz birinin zehirli sözleriyle can vermezdi Desdemona.” dedi Arda ciddi bir tavırla. Delfin’in gözlerinin içine bakıyordu. Delfin onun kelimelerindeki imayı anlasa da bir şey belli etmedi. “Teşekkür ederim, Arda Hocam. Mükemmel bir açıklamaydı. Başka fikir sunmak isteyen var mı?” dedi olabildiğince ifadesiz bir sesle. Sahnede eller Arda’dan cesaretle birer birer havaya kalkmaya başladı. Delfin gülümseyerek ve yorumlamaları için destekleyerek hepsini dinledi. Çoğu Delfin’in düşündüğü gibi kıskançlık ve şüpheydi. Herkesin yorumu bittikten sonra Derin’in bu sırada hiçbir harekette bulunmadığını keşfetti. Gözleri ona doğru döndü. “Sanırım geriye sadece Othello’nun fikrini duymak kaldı.” dedi Derin’e bakarak. Derin elindeki kırmızı kâğıdı açtı. “Rağmen.” dedi sadece. Delfin duraksadı. “Rağmen mi?” dedi Delfin kaşlarını çatarak. Derin’in cevabı onu çok şaşırtmıştı. “Son anlarına kadar ikisi de her şeye rağmen birbirlerini seviyordu. Desdemona, Othello kendisine inanmasa da onu seviyordu. Othello ise Desdemona’nın kendisini aldattığını düşünse de onu seviyordu. İkisi de acı da olsa birbirlerini severek öldüler.” dedi Derin, Delfin’in gözlerinin içine bakarak. Delfin’in yüzü Derin’in sözleriyle soldu. Yine de sesi titremeden konuşmayı başardı. “Oldukça güzel bir açıklama oldu. Teşekkür ederim. Öyleyse dersi bitirebiliriz.” dedi Delfin gülümseyerek. “Hocam, siz ne yazdığınızı söylemediniz.” dedi Remzi ve Cansel aynı anda konuşarak. Onlara diğer öğrencilerin onaylayıcı baş sallamaları ve mırıltıları takip etti. “Sizin de fikrinizi belirtmeniz gerekiyor, hocam.” dedi Arda bu sefer kendisi kurnazca bir gülümsemeyle Delfin’e bakarak. Delfin’in tepkisinden ne yazdığını tahmin etmiş gibiydi. Delfin dostunun da kendisini zorlamasıyla kürsüdeki kırmızı turna kuşunu aldı. Sakince açtı ve içinde yazılı altı harften oluşan kelimeyi okudu. “Rağmen...” Delfin dersi bitirdikten sonra eşyalarını toplayıp sahneden indi. Salon çoğunlukla boştu. Ders sonrası provalar başlamadan önce mola verilmişti. Delfin de eşyalarını ön sırada bir koltuğa bırakıp koridora çıktı. Cam kenarına geçerek dışarıya baktı. Havalar kışın yerini bahara bırakmaya hazırlanıyordu. Delfin yüzünde tatlı bir gülümsemeyle yeşillenmeye başlayan ağaçlara baktı. Kafası Derin’in kendisiyle aynı olan cevabıyla karmakarışık olsa da gülümsemesini korudu. Aklını baharı müjdeleyen ağaç dallarına çevirmeye çalıştı. Kendini o kadar buna odaklamıştı ki yanına gelen öğrencisi Cansel’i konuşana kadar fark etmedi. “Hocam kahve alır mısınız?” diyen Cansel’in sesiyle bir anlığına boş bulunup sıçradı. “Ah, dalmışım Cansel. Geldiğini görmedim. Teşekkürler.” dedi tepsinin üstündeki kahvelerde birini alırken. “Rica ederim, hocam. İçerideki arkadaşlara da kahvelerini verdikten sonra yanınıza gelip bir şey sorabilir miyim?” dedi kibar bir ses tonuyla. “Tabii ki, Cansel. Kahve için tekrar teşekkürler.” dedi Delfin gülümseyerek. Cansel başını eğdi ve salona girdi. Delfin de tekrar kafasını camdan dışarı çevirdi. Bu sefer manzaraya dalmasına fırsat kalmadan döndü Cansel. “Hocam, provaları da takip edecek misiniz?” dedi merakla. “Katılabildiğim kadar burada olacağım. Tüm provaları izleyebileceğimi sanmıyorum ama elimden geldiğince sizleri izlemeye geleceğim.” dedi Delfin kahvesinden bir yudum alarak. “Biraz çekiniyorum da hocam. O yüzden siz olursanız kendimi daha rahat hissedeceğimi düşünüyorum.” dedi başını öne eğerek. Delfin yumuşak bir sesle güldü. “Hayatındaki tüm oyunlarda yanında olamam Cansel. Elbet sonunda tanımadığın insanlara oynamayı öğrenmen ve kabullenmen gerekecek.” dedi Delfin ikna edici bir ses tonuyla. “Haklısınız tabii hocam da hepimiz daha ikinci sınıfız. Hak verirsiniz ki, hepimiz bu kadar başarılı oyuncu arasında kendimizi şaşkın ördek yavruları gibi hissediyoruz.” dedi utanarak. Delfin elini şefkatli bir tavırla Cansel’in omzuna koydu. “Müşfik Kenter tiyatroya başladığında on beş yaşındaydı, Cansel. Yıldız Kenter ve arkadaşlarıyla Kent Oyuncuları’nı kurduklarında ise yirmi sekiz yaşındaydı. Peki, söyle bakalım Cansel, kaç yaşındasın şu an?” dedi Delfin gülümseyerek. “Yirmi üç yaşındayım hocam.” dedi az duyulan bir sesle. “Eğer karar verirsen ve kendine inanırsan yapamayacağın hiçbir şey yok, unutma.” dedi Delfin anlayışlı bir sesle Cansel kafasını kaldırarak Delfin’e baktı. Gözleri biraz daha özgüvenli bakıyordu şimdi. Delfin bu bakıştan memnun bir şekilde gülümsedi. “Teşekkürler hocam. İyi ki varsınız.” dedi Cansel minnet dolu bir gülümsemeyle. “Bölmüyorumdur umarım.” diyen Arda’nın sesiyle Delfin ona döndü. “Tabii ki hayır. Cansel'le oyun hakkında konuşuyorduk.” dedi Delfin hafifçe gülümseyerek. “Teşekkürler hocam, tavsiyeleriniz için. Ben arkadaşlarımın yanına gidip, bugüne ait sahnelerin üstünden geçeyim.” dedi Cansel gülümseyerek. Ardından içeri girdi. “Yoksa bir yavru ceylan mı?” dedi Arda, Cansel’in arkasından gülümseyerek bakarken. Bir bakışta anlamıştı. Delfin gülümseyerek başını oaylar şekilde salladı. Arda’nın en iyi özelliğiydi. Oldum olası insanları bir bakışta çözerdi. “Sadece ufak bir kimlik karmaşası yaşıyor. Çok yetenekli ama biraz daha kendisine inanması lazım.” dedi Delfin iç çekerek. Arda kolunu Delfin’in omzuna attı. “Kendine de söylüyor musun bunları, canım?” dedi alaycı bir sesle. Delfin sinirle onun göğsüne vurdu. “Bana sataşma. Hakkında çok şey biliyorum.” dedi Delfin kollarını göğsünde bağlayarak. “Bunun için seni ortadan kaldırmam gerekecek mi?” dedi Arda bir mafya babası ses tonuyla. Delfin geri çekilip onun yüzüne baktı. “Dene istersen.” dedi Delfin kaşlarını kaldırarak. “Bu dünyada herhangi bir şey kesinse, tarih bize bir şey öğretebildiyse, o da istediğin herkesi öldürebileceğindir.” dedi gözlerini kısarak. “Hadi ama ‘Godfather’ mı? Bu hiç adil değil!” dedi Delfin gözlerini devirerek. “Adil bir insan olmadım, hiçbir zaman.” dedi Arda umursamaz bir tavırla omuz silkerek. “Adalet için, Don Corleone’ye gitmeliyiz.” dedi Delfin bir kahkaha atarak. Arda da kendini tutamayıp güldü. İkisinin kahkahaları koridorda çınladı. “Ona reddedemeyeceği bir teklif sundun mu?” dedi Derin bir anda yanlarında belirip konuşmaya dahil olarak. Bunun üstüne üçü de gülmeye başladı. Sakinleşmeyi başardıklarında Delfin, “Lütfen daha fazla ‘Godfather’ olmasın.” dedi Delfin nefes almaya çalışırken. Birkaç derin nefes eşliğinde hepsi sakinleşmeye çalıştı. Uzun zamandır üçü de bu kadar gülmemişti. “Neden bu kadar çok güldük?” dedi Arda başını anlamamış gibi başını iki yana sallayarak. “Hiçbir fikrim yok.” dedi Delfin de omuz silkerek. “Katarsis falan mı yaşadık acaba?” dedi Derin başını yana eğerek. “Bir şey yaşadık ama ne yaşadığımızı inan ben de bilmiyorum.” dedi Arda gülerek. “Sağlam bir Othello dersiydi.” dedi Derin konuyu değiştirerek. “Teşekkür ederim. Dersine çalışıp gelmişsin.” dedi Delfin ona dönerek. “İlk dersten hocamın gözüne girmem lazımdı.” dedi Derin gülümseyerek. Delfin başını eğip güldü. “Üzgünüm, öğrenci listemde adın olmadığı için sana ek puan veremedim.” dedi Delfin dudak bükerek. “Belki de tekrar okumaya başlamalıyım. Potansiyel artı puanlarımın heba olmasını istemem.” dedi tatlı bir gülümsemeyle. Delfin onun bu tatlı gülüşünün altında yatan hınzırlığı sezebilecek kadar iyi tanıyordu onu. Cevap vermeden sadece onunkinin neredeyse aynısı bir gülümsemeyle baktı. Arda onların arasındaki tansiyonun yükseleceğini hissederek konuşmaya dahil oldu. “Sezgin Hoca’nın dersini hatırlıyor musunuz? Derin kaçak girdiğin ders, hani?” dedi muzip bir ses tonuyla sırıtarak. “Unutmak ne mümkün? Sezgin Hoca delirmişti. Adam resmen inanamadı Derin’in öğrencisi olmadığına.” dedi Delfin gülerek. “Adamla Raskolnikov’un yaşadığından daha büyük bir psikolojik bunalıma girmek üzereydik.” dedi Derin eliyle yüzünü kapatarak. “Ve senin okuduğun tek Dostoyevski eseri ‘Suç ve Ceza’ iken Sezgin Hoca tüm eserlere hâkimdi. Ama yine de resmen yazar hakkında aynı şeyleri söylediniz.” dedi şaşkın bir şekilde. “Sonuçta Fyodor da bir mühendis sayılır. Kafalarımız benzer işliyormuş demek ki. ‘Suç ve Ceza’ onu anlamak için bana yetti. Hâlâ diğer eserlerini okumuş değilim.” dedi rahat bir tavırla omuz silkerek. “Belki de ‘Kumarbaz’ı okumalıydın, canım.” dedi Delfin ince bir alayla. Derin cevap vermek yerine güldü. “Derin’ciğim Dostoyevsk’'nin yaşadığı buhranlar yadsınamaz bir gerçek. Özellikle infaz cezasından kılpayı kurtuluyor oluşu onun yaşadığı derin acılar içinde sadece ince bir ayrıntı. Bununla baş etmeyi de iyi bilen bir ruh bilimcisiydi aynı zamanda.” dedi Arda, Sezgin Hoca’nın sesini neredeyse birebir taklit ederek. “Baş etmeyi bildi çünkü Fyodor çift kişiliğe sahip biriydi, sayın hocam.” dedi Derin ciddi bir sesle. Gülmesini bastırmaya çalışıyordu. “Sonrasında iki saat boyunca Dostoyevski ve onun kişilik bölünmesinden bahsettik. Ders biterken hoca sana vize puanına ekleme yapmak için numaranı istediğinde sen misafir öğrenciyim dedin. Beş dakika boyunca öyle put gibi yüzüne bakmıştı.” dedi Delfin gülerek. “Sonrasında mühendislik okuduğunu öğrendiğindeki yüz ifadesi nasıldı peki? Adama felç indirecektin oğlum!” dedi Arda kahkahalarla gülerken. Tekrar gülmeye başladılar. Ama bu sefer çabuk toparlandılar. Arda saatine bir göz attı. “Artık başlasak iyi olur. Ne dersin Derin?” dedi Derin’e bakarak. “Kesinlikle haklısın. Fazla lafa daldık.” dedi ciddi bir tavırla. “Sen geliyor musun, Delfin?” dedi Arda bu sefer Delfin’e dönerek. “Tabii ki geliyorum. İlk provayı nasıl kaçırırım?” dedi gözlerini kocaman açarak. “O zaman hemen başlayalım.” dedi Arda heyecanla ellerini birbirine vurarak. O salona doğru giderken Delfin onun bu çocuksu heyecanına güldü. Her oyuna sanki ilk oyunuymuş gibi büyük bir heyecanla başlardı. Dostu hiç değişmemişti ve hiç de değişmeyecekti. “Gören de onu ilk defa bir oyun yönetecek zanneder.” dedi Derin sanki Delfin’in aklını okumuş gibi. “Huylu huyundan vazgeçmiyor. Bunu kendine totem bile yapmış olabilir.” dedi Delfin gülümseyerek. İkisi de salona doğru yürümeye başladılar. “Ruh, ancak çocuklarla iyileşir, demiş Dostoyevski. Bence Arda da ruhundaki çocuğu canlı tutmaya çalışıyor.” dedi Derin yana çekilip Delfin’e geçmesi için öncelik vererek. “Bir mühendise göre fazla sözelcisin.” dedi Delfin gülerek. “Sonra öğrendim bunun asla olmayacağını, insanların değişmeyeceğini ve onları kimsenin değiştiremeyeceğini ve bunun çabalamaya değmediğini! Evet, böyledir!” dedi Derin ‘Suç ve Ceza’dan alıntı yaparak. Arda’yı kastediyor gibiydi ama Delfin onun kendisinin inatçılığını da inceden yokladığını düşündü. Bu yüzden belki de uyarı niteliğinde yine aynı kitaptan bir alıntı yapmanın yerinde olacağını düşündü. “İnsan ne kadar isterse istesin, unutması olanaksızdır. Her şeyin, geçilmesi tehlikeli olan bir sınırı vardır. Bu sınır bir aşıldı mı artık geriye dönüş yoktur.” dedi Delfin gülümseyerek koltuğuna otururken. “İnsan bazen öyle bir sınıra gelir ki, onu aşamaz mutsuz olur; aşar, bu kez belki daha mutsuz olur!” dedi sakin bir gülümsemeyle Delfin’in karşısında dikilirken. Yine Suç ve Ceza... Delfin cevap verecek bir alıntı aradı kitaptan ama aklına gelmemişti. Bu yüzden aklına kazanan Dostoyevski’nin başka bir eseri olan ‘Kumarbaz’dan alıntı yapmakta karar kıldı. “Hayatta bazen birisine o kadar gereksinim duyarsınız ki; bunun sevgiden çok nefretten kaynaklandığını bile bile yine de katlanırsınız birçok şeye.” dedi ifadesiz bir ses ve yüzle. Derin bir süre onun yüzüne baktı. Sonrasında omuzlarını düşürerek iç çekti. Delfin’in dudaklarına bir gülümseme yayıldı. Sanırım bu sefer onu susturmayı başarmıştı. Ama yanıldığını Derin konuşunca anladı. “Üzgünüm, hocam. Alıntı bana tanıdık gelmedi. Ben Dostoyevski’nin sadece ‘Suç ve Ceza’ adlı eserini okudum.” dedi omuz silkerek. Sonrasında ise sakin adımlarla sahneye, prova yapmaya hazırlanan oyuncuların yanına, gitti.
Merhaba Casperlarım, Umarım bu hikaye sizler için tekrar okumaya değerdir. Düşünceleriniz benim için çok değerli. Beni yorumsuz bırakmayın. Sizleri çok seviyorum. Okuduğunuz ve yanımda olduğunuz için çok teşekkür ederim. Kendinize iyi bakın. Eski Casper'lar tekrar merhaba, yeni Casper'lar hoş geldiniz! Keyifli okumalar Deniz UZAY |
0% |