@miraclesea
|
Delfin çarşamba günü normalden çok daha geç bir saatte uyandı. Salı gecesini de bir önceki gece gibi denemeleri okumaya ayırmıştı. Atilla’nın yazdığı denemeyi okumayı ise sabaha bırakmıştı. Çünkü hem bugün dersi yoktu hem de içinden bir ses onun yazısını dingin bir zihinle okuması gerektiğini fısıldamıştı. Bu yüzden hızlı bir şekilde yataktan çıkıp banyoya gitti. Sonrasındaysa mutfağın yolunu tuttu. Ev alışık olduğu neşeli çığlıklardan yoksundu. Çünkü evin iki oğlan çocuğu da yoktu. Derin sabah Merih’i kreşe bırakıp provaya geçeceğini söylemişti. Delfin bir iç çekiş eşliğinde mutfak tezgahına yaslanıp hızla bir şeyler atıştırdıktan sonra kahve fincanını yanına alıp çalışma odasına çıktı. Atilla’dan aldığı ve o günden beri katlanmış halde duran kâğıt bilgisayarının üstünde duruyordu. Delfin fincanını masasının üstüne bırakıp koltuğa oturdu. Uzanıp bilgisayarın üzerindeki kâğıdı aldı ve derin bir nefes eşliğinde açtı. Yazdıklarından önce yazım stili etkiledi kendisini. Adamın çok güzel bir el yazısı vardı. Delfin hayranlıkla parmaklarını yazılarda gezdirdi. Sonrasında kendini görsel güzelliğin büyüsünden kurtarıp yazılanlara odaklandı. Derin bir nefes alarak okumaya başladı. Siyaha çalan bir yeşille bezenmiş tahta… Kara tahta diyemeyeceğim kadar yeşil ve yeşil diyemeyeceğim kadar da karanlık barındırıyor içinde. Üstünde beyaz bir nokta var. Bir cümle sonuna konamayacak kadar büyük, aynı zamanda bir hayatı sonlandıramayacak denli de küçük… Nokta bulunduğu tahtada o kadar küçüktü ki, sanki birazdan tahta tarfından yutulacak gibiydi. Bir lokmada yutulacak derler ya o cinsten. Ama bir yandan da o kadar göz önündeydi ki sanırsınız o koca tahta denilen canavara meydan okuyan bir savaşçı. Tahtaya o noktayı bırakan biri var. Hayata kendi izini bırakırcasına bıraktı o noktayı tahtaya. O bence bir noktalı virgül. Çünkü, tahtayı bıraktığı nokta gibi bir şeyleri sonlandıramıyor veya bir virgül olup cümleye kaldığı yerden de devam edemiyor. Bir yerlere nokta koymayı seviyor ama her noktasının altında gizli bir virgül gizli. Bitmesin istiyor. Devam etsin istiyor ama kaldığı yerden değil. Başka bir yerden cümle eklensin istiyor. Sonuna nokta konmasın. Çünkü bitmesin istyor, sadece duraklasın. Bir nefes belki de istediği… Anlamıyor. Anlaşılamıyor. Etrafı noktalarla ve virgüllerle dolu. Kendisi gibi ikisini de bünyesinde barındıran kimse yok. Kolay kolay olmayacak da. Ben de yardım edemem ona. Çünkü ben üç noktayım. Hayatında bir noktayı istemeyen biri üç noktayı birden nasıl kabul etsin? Dar boğaza girer, geçinemez. Sonra TDK’dan bir icra gelir hem noktasına hem virgülüne el koyarlar, mazallah. Hem ben cümlemi ne bitirebilirim ne de devam edebilirim. Öyle havada bilinmezlik moleküllerinin içinde kaybolup gider anlatacaklarım. Ne beni anlarlar ne de onu. Biz bu dünyada anlaşılamayanlar olarak kalırız. Güzel isimmiş bak bu! Anlaşılamayanlar… Her şeye rağmen yine de anlamak isterim ben o noktalı virgülü. Belki bu zamana kadar kelimelerimde biiktirdiğim elem dolu üç noktalarımı açıklayabilir bana. Belki araya girer kendisi, normalde sonrasında devam edip de söyleyemediğim o cümleyi söylettirir bana. Ne kadar da bencilim değil mi? Öyleyim tabii. Üç noktayım ben. Benden sonra yazacağın hiçbir cümle benden daha değerli olamaz. Sonuna sadece bir tane nokta koyduğun bir şey ne kadar değerli olabilir ki? Ben öyle miyim? Ben hem belirsiz bir devam ve sessiz anlaşılmaz bir bitiş barındırırım içimde. Bu sebepledir ki benden sonra ne söylesen boş olur artık. Bilmeni istemem. Bilirsen anlamaya başlarsın. Tanrı saklasın! Ya beni anlarsan… Siyaha çalan bir yeşille bezenmiş tahta… Kara tahta diyemeyeceğim kadar yeşil ve yeşil diyemeyeceğim kadar da karanlık barındırıyor içinde. Üstünde beyaz bir nokta var. Bir cümle sonuna konamayacak kadar büyük, aynı zamanda bir hayatı sonlandıramayacak denli de küçük… Delfin elindeki kâğıdı elleri titreyerek masaya bıraktı. Her bir cümle içini titretmişti. Kendisini böylesine görmeyi başarmıştı? Kendine bile itiraf etmekten kaçındığı şeyleri suratına çarpmıştı. Kendinin onun cümleleri önünde çıplak ruhuyla kalmış gibi hissetmişti. İçini göremezdi bu kadar. Tanımadan bilemezdi. Bilemeden dokunamazdı ruhuna. Ama dokunmuştu işte. Delfin kendini toparlamaya çalışarak ayağa kalktı. Ellerinin titremesi biraz daha hafiflemiş, ilk şoku atlatmıştı. Zihninde kelimeler tekrar tekrar dökülürken sakar adımlarla odasına gitti ve hazırlanmaya başladı. Böyle bir ruh halindeyken nasıl röportaj verecekti hiçbir fikri yoktu ama kesinlikle gitmesi gerektiğini biliyordu. Derin ve sakinleştirici bir nefes aldı. Dünyasının eksenine geri döndü. Delfin, Maslak'taki kafeye tahmin ettiğinden çok daha erken vardı. Atilla henüz gelmemişti. Delfin şaşırmadı çünkü neredeyse bir saat kadar önce gelmişti. Daha fazla evde o kâğıda bakarak durmaya dayanamamıştı. Güzel güneş alan bir masaya doğru ilerledi ve oturduktan sonra sade bir Türk kahvesi söyledi. Kafe neredeyse boş sayılırdı. Bu yüzden telefonundan sevdiği şarkılardan birini açtı. Kısık sesle şarkının ruhuna dolmasına izin verdi. Şarkının ortalarına doğru, “... Kimler varmış içimde yoklama yaptım...” diyen başka bir ses ile Delfin hızla arkasını döndü. Atilla gülümseyerek ona bakıyordu. Delfin kendini toparlayıp ayağa kalktı. Hafifçe gülümseyerek elini uzattı. “Beni korkuttunuz.” dedi hafif sitemkâr bir sesle. Atilla, Delfin’in gözlerinin içine bir saniye baktıktan sonra, “Okumuşsunuz.” dedi onu duymazdan gelerek. Delfin’in uzattığı eli sıktı. “Anlayamadım?” dedi Delfin anlamazdan gelerek. Atilla bir şey demeden sadece ona bakıp gülümsedi. Delfin’in ne yapmaya çalıştığını anlamıştı. Sakince onun karşısındaki koltuğa geçti ve biraz önce Delfin’in kalktığı koltuğu işaret etti. Delfin kaşlarını çatıp oturdu. Fazla zeki bu adam baştan sinirlerini bozmuştu. Telefonuna uzanıp şarkıyı kapattı. “Erkencisiniz.” dedi Atilla gülümsemesini koruyarak. “Evde durmamı gerektirecek bir işim yoktu. Erken çıkıp biraz güzel güneşli bir günün tadını çıkarmak istedim.” dedi Delfin umursamaz bir tavırla omuz silkerek. “Muhteşem bir karar. Benim de erken gelmem hoş bir tesadüf olmuş.” dedi tatlı bir sesle. Delfin o sesteki gizli bilmişliği duydu. Atilla’ya bir bakış atıp tekrar kahvesine çevirdi gözlerini. “Yine yakalandım.” dedi Atilla gülerek. Delfin kendini tutamayıp gülümsedi ama gözlerini fincanından ayırmadı. “Ekip arkadaşlarım beş dakika içinde burada olacaklar ve röportaja geçebileceğiz. Ama ben onlar gelene kadar merak ettiğim bir şeyi sormak istiyorum size.” dedi Atilla kibar bir sesle. Delfin onun ne soracağını aşağı yukarı tahmin edebiliyordu. Yine de sordu. “Tabii, ne sormak istiyorsunuz?” dedi hafif meraklı bir sesle. “Haklı mıydım?” dedi Atilla doğrudan. Delfin onun soruyu bu kadar doğrudan sormasını beklemiyordu. Bu yüzden cevap vermeden önce duraksadı. Atilla bu duraksamayı bir cevap olarak aldı. “Demek ki, haklıydım.” dedi bilmiş bir edayla. “Fazla hızlı sonuca gidiyorsunuz.” dedi iğneleyici bir ses tonuyla. “Hızlıca sonuca ulaşmayı seviyorum.” dedi kendine güvenen bir tavırla arkasına yaslanarak. “Hız bazı şeyleri görmemize engel olabilir.” dedi tek kaşını kaldırarak. “Bu zamana kadar ne kadar hızlı sonuca varırsam varayım hiçbir şeyi gözden kaçırmadım.” dedi meydan okuyan bir gülümsemeyle. Delfin iç çekerek güneşe kaldırdı yüzünü ve gözlerini yumdu. Onu susturacak şeyi biliyordu. “Ama kurnaz gözlerin sanat yeteneği az: Sırf gördüğünü çizer, yüreği tanıyamaz. *” dedi hafifçe gülümseyerek. Kısa bir sessizlik oldu. Atilla hafif bir sesle güldü. (*W. Shakespeare / Soneler / 24. Sone) “Bir yerlere nokta koymayı seviyor.” dedi melodik bir sesle yazdıklarına ithafen. Ardından Delfin’in arkasında bir yere odaklandı. Delfin gözlerini açıp yüzüne baktığında onun ayaklandığını ve arkasında bir yere doğru ilerlediğini gördü. Gözlerini onun baktığı yere çevirince röportaj için çekim yapacak insanların geldiğini gördü. Delfin şüpheyle duraksadı. Yine lafını söyleyip gitmişti. Ya Atilla çok şanslıydı ya da ruhunu her tartışmadan kazanan olarak çıkartmak için şeytana ruhunu satmıştı. Delfin kesinlikle parasını ikinci seçeneğe yatırırdı. Başka mantıklı bir açıklama bulamıyordu, her seferinde karşılaştığı bu mağlubiyete. Benden sonra kuracağın hiçbir cümle benden daha değerli olamaz, cümlesi geldi gözlerinin önüne. Belki de haklıydı. Atilla Birhan Kurtuluş kesinlikle bir üç noktaydı. O bunları düşünürken Atilla ekiple birlikte geri geldi. “Delfin Hanım, sizi ekibimizle tanıştırayım. Güzel fotoğraflarınızı çekmesi için Nezih Dirhem, o güzel fotoğraflara güzel ışık desteği için Deniz Ruhan, güzel bir parıldama için yüzünüzü aydınlatacak olan Ferda Neşen ve güzel cümlelerinizi kaydedecek olan Giray Sevban.” dedi her birini tek tek tanıtarak. Delfin ifadesini toparlayıp hepsine nazikçe gülümsedi. Ferda öne çıkıp, “İsterseniz makyajınızı hemen halledelim, Delfin Hanım.” dedi nazik bir sesle. Delfin ona gülümsedi. “Yüzüme dokunacaksan öncelikle o ‘Hanım’ kelimesini atman gerekecek, Ferda.” dedi Delfin içten bir sesle. “Peki, Delfin.” dedi Ferda gülerek. Bunun üstüne Delfin oturdu. Ferda da onun makyajını yapmaya başladı. Makyajı yapılırken Delfin dikkatle Atilla’yı inceliyordu. Tekrara düşen mağlubiyetine bir son vermeliydi. Birine yenilmeyi bırakalı çok oluyordu. Tekrar o zamanlara dönmeye ise hiç niyeti yoktu. Bu ukala adam iyi bir dersi hakediyordu. Ve Delfin’in elinde bunu yapabileceği çok iyi bir kozu vardı. Röportaj... Delfin makyajı tamamlandıktan sonra tekrar ayaklandı. Ferda’ya içten bir şekilde gülümseyip teşekkür etti. Ferda da ona içten bir şekilde gülümsedikten sonra geriye çekilip ekip arkadaşlarının yanına gitti. Ferda giderken Atilla ona doğru yürümeye başladı. Delfin zırhını kuşandı. Artık daha fazla taviz yoktu. Oyunbaz tavır yoktu. Ciddi bir tavırla koltuğuna oturdu. Atilla ondaki değişimi fark etti. Yunan mitolojisinden kendisine yaptığı benzetme geldi aklına. Hades ve Zeus arasında ama kesinlikle ukala, demişti. Atilla da artık onunla ilgili mitolojide ikileme girmişti. Hera ve Artemis arasında ama kesinlikle muazzam, diye düşündü. Hep böyle düşünürdü onun hakkında. Kendi kendine güldü. Sonrasında kendini toparlayıp Delfin gibi ciddi bir ifade takındı. Bu oyunu onun istediği şekilde oynayacaktı. Derin bir nefes alıp Giray’a bir baş işareti yaptı. Giray kaydı başlatırken Atilla da konuşmaya başladı. “Tekrar hoş geldiniz, Delfin Hanım. Öncelikle bu yazı dizisi teklifimizi kabul ettiğiniz için tüm ekibim adına tekrar teşekkür ederim. Size tabii ki de başarılı ve hayranlık uyandırıcı sanat hayatınız hakkında sorular sormak istiyorum. Hatta sabırsızlandığımı bile söyleyebilirim. Ama öncesinde birkaç ısınma sorusuyla başlasak, sizin için de uygun mudur?” dedi Atilla kibar bir tavırla. “Tabii ki de uygundur. Sizi dinliyorum.” dedi Delfin de aynı kibar tavırla. “Vazgeçilmeziniz nedir?” dedi Atilla hafif meraklı bir sesle. “Ah, bir konu sınırlaması yapmadığınız için tüm hayatımı gözlerimin önüne sermem gerekiyor. Bu da soruyu cevaplamamı kolaylaştırır. Eğer tüm hayatımı ellerime alırsam vazgeçilmezim oğlum olur. Her şeyden önce bir anneyim ve oğluma tapıyorum.” dedi şefkatli bir gülümsemeyle. Atilla gülümsedi. Hera, diye düşündü içinden. “Sanırım beklediğimden daha kolay ve dürüst bir cevap ile karşılaştım.” dedi gülerek. “Dürüst olmamak için hiçbir sebebim yok.” dedi umursamaz bir tavırla omuz silkerek. Atilla tekrar güldü. “O zaman şöyle bir yoldan gitmeyi deneyeyim. En büyük tutkunuz nedir?” dedi muzip bir tavırla. Bu sorunun cevabı Atilla’ya geleceğe dair bir ışık yakabilirdi. Belki de ilk sefer noktalı virgülü anlamak için bir şansı vardı. “Bu da kolay ve dürüst olacak. Tiyatro en büyük tutkum.” dedi gülümseyerek. Atilla bir tepki vermeden önce duraksadı. Belki de bu kadın karşısında ufak bir şansı olabilirdi. “Demek öyle. Gerçi bunu beklediğimi söylemeliyim. Bu kadar hayatınızı adadığınız düşünülürse çok da zor bir cevap sayılmaz. Sizin için gerçek bir tutku olmalı.” dedi kendini toparlayarak. “Ah, sanırım bir oğlum olmasaydı, hayatımın tek amacı bile diyebilirdim. Çünkü tiyatro gerçek bir tutku benim için. Hayatımı tiyatro olmadan düşünemiyorum.” dedi içten bir sesle. “Böyle diyorsunuz ama sizi bir kere bile bir tiyatro oyununda göremedik.” dedi kurnaz bir sırıtışla. Onu biraz zorlaması ve ciddiyetini kırması gerekiyordu. “Tiyatroya ilgi duymak sadece sahne önünde olmak değildir bana göre. Sahne önü sadece buz dağının görünen kısmı diyebiliriz. Sahne ışıklarının gölgesinde kalan çok cevher var sahne arkasında. Tiyatroyu ilk kimden öğrendim ben, bilmek ister misiniz?” dedi bir sır verirmiş gibi öne eğilerek. Atilla da onun oyununa uyarak eğildi. Biraz olsun ciddiyeti kırılmış gibiydi. “Tabii ki de.” dedi abartılı bir şekilde fısıldayarak. Delfin geri çekilirken neşeli bir kahkaha attı. Atilla bir kez daha bu gülüşte kısa bir süreliğine kayboldu. Hatırladığı kadar güzeldi hâlâ bu gülüş. “Gişedeki İsmail Efendi’den.” dedi oyunbaz bir tavırla. Atila keyifle bir kahkaha attı. “Ben de sokağın başındaki korsan DVD’ciden tüm sinema kültürünü öğrenmiştim. Ah, sanırım bunu söylememem gerekiyordu. Burayı kesmemiz gerekebilir.” dedi yalandan utanmış bir tavırla. “Dürüst olması gerekenin sadece ben olduğumu unutmuş olmalısınız.” dedi keyifle gülerek. Atilla eliyle gözlerini kapatıp güldü. “Bu kadar utanmış gibi görünmeyin, lütfen. Fazla yapmacık oluyor.” dedi alaycı bir sesle. “Yine yakalandım.” dedi muzır bir çocuk gibi. Kafasını kaldırdığında kendini şaşkınlıkla izleyen ekibini gördü. Atilla’nın bu halleri pek onların rastlamadığı bir durumdu. “Sonraki soru?” dedi Delfin nazik bir tavırla gülümseyerek. Atilla iç çekti. O buz ciddiyet geri dönmüştü. “Aslında tüm tiyatro tarihine hakimsiniz ama sanırım Shakespeare’in sizin için önemi çok daha büyük. Akademik kariyeriniz hep onun çizgileri üzerine oldu. Bunun sebebi nedir?” dedi Atilla oyunbaz tavırları bir yana bırakarak. “İçinde tiyatronun yer aldığı her şeye ilgim var. Ama tabii ki bir yerde Shakespeare daha çok yükseldi içimde. Üniversite yıllarında tiyatroyla aşkımızın meyvesi diyebileceğim bir Shakespeare yeşerdi ruhumda. Soneler’ini ilk okuduğumda çok da etkisi altına girememiştim. Evet, çok güçlü sözlerdi ama kapılacak kadar kendimi kaybetmemiştim. Benim onu anlamamı sağlayan âşık olmak oldu.” dedi Delfin içten bir gülümsemeyle. Onun bu güzel gülüşü Atilla’nın iç geçirmesine sebep oldu. Ne kadar güzel olduğunun farkında mıydı acaba? “Herhalde eşinizden bahsediyorsunuz.” dedi gülümsemesini korumaya çalışarak. Bir parça umudu kırılmıştı Delfin’in sözleriyle ama bunu onun ağzından duymalıydı. “Ah hayır, o zamanlar daha eşimle tanışmamıştım. Daha çok platonik bir aşktı o zamanlar ama aşkı tanımamı sağladı. Böylelikle Shakespeare’in duygularını anlamamı sağladı. O platonik aşk sayesinde de hayatımı bu yolda bu kadar sene ilerlettim.” dedi Delfin kendi kendine gülerek. “İlginç bir başlangıç hikayesi olmuş. Platonik olması üzücü ama en azından size çok güzel bir hayatın kapısını açmış.” dedi hafifçe gülümseyerek. “Platonik kalması benim için daha hayırlıydı. Sonraları gerçek bir aşk olmadığını anladım.” dedi omuz silkerek. “Çünkü gerçek aşkın ne olduğunu öğrendiniz.” dedi gülümseyerek. “Öyle de diyebiliriz.” dedi gülerek. Bu konu hakkında konuşmak istemediği belliydi. Atilla da onu zorlamadı. “Merak etmeyin, daha fazla sizin özelinize dahil olmayacağım. Burada bir magazin muhabiri gibi sorular sormayacağım tabii ki. O zaman asıl konumuza dönelim. Size Shakespeare oyunları üzerine birkaç soru sormak istiyorum. Makalelerinizden birinde Sheakspeare’in kişiliği hakkında sonelerinde kendi kişiliğini yansıttığını ama araştırmacıların bu konuda böyle düşünmediklerini hatta Shakespeare’e acımasızca davrandığını söylemiştiniz. Nasıl bir acımasızlıktan bahsediyorsunuz?” dedi ciddi bir ses tonuyla. “Doğrusunu söylemek gerekirse ben diğer araştırmacılar aksini söylese de sonelere otobiyografi olarak bakıyorum. Bir kimlik, bir konu veya bir sevgili yaratıp bunun hakkında 154 sone yazabilmek imkânsız gibi geliyor bana. Shakespeare bir şizofren olmadığına göre bunlar yaşandı. Farklı türlerde yazdığı ve dönemin akımlarından etkilendiğini ben de kabul ediyorum elbette ama duygular konusunda taklit yapamazsınız. O dizelerin duygusu bana ve bu kadar insana geçebiliyorsa bu gerçektir.” dedi kaşlarını ciddi bir tavırla çatarak. “Belki de sadece inanmak istiyorsunuzdur.” dedi şüpheci bir tavırla tek kaşını kaldırarak. “Hepimiz bir şeylere inanmak isteriz ve inanırız da. İnandığımız yüzde yüz doğru da olabilir yanlış da. Ben burada kendi fikrimi savunuyorum. Gerçeği tabii ki de bilemem o zamanlarda yaşamıyordum çünkü.” dedi omuz silkerek. Atilla güldü. “Haklısınız. Peki, sizce gerçekte olanlar neydi?” dedi merakla. “Bence içinde itiraflar, özürler ve acılar barındıran bir çeşit günlük gibi ama aralarında hepimizin yaptığı gibi bazı bilindik sözler de barındırıyor. Her birimizin hayatı birilerinin etkisi altında olur bazen. Shakespeare’e de bunun olması onu sadece bizler gibi insan yapar. Sanırım söyleyeceklerim bu kadar.” dedi ellerini iki yana açarak. “Sanırım ona bir laf söylenmesi çok da hoşunuza gitmiyor.” dedi bilmiş bir gülümsemeyle. “Sadece insanların hayatlarımıza böyle güzel katkıları olan birine karşı bu kadar vicdansız olmasına aklım ermiyor, diyelim.” dedi omuz silkerek. “Vicdan kelimesini biraz açar mısınız? Yani sizin için vicdan ne anlam ifade ediyor?” dedi Atilla düşünceli bir sesle. “Bence herkesn içinde olması gereken elzem duygulardan biri ama herkeste bulunmadığı da bir gerçek. Çok güzel bir duygu bana kalırsa. Hatta en güzel duygu olduğunu söyleyebilirim. Mutluluktan bile güzel bir duygudur. Çünkü mutluluk da kendi içinde bencillik taşır. Mutluluk ile vicdan arasında kalmak en büyük ikilemlerden biridir ama genelde insanlar mutluluğu seçerler. Umarım kimse bu iki seçim arasında kalmaz.” dedi Delfin. Bunu içtenlikle dileyerek söylemişti. Atilla bunu fark etti. “Sanki bu ikisi arasında kalmış gibi konuştunuz.” dedi Atilla merakla. “Evet, kaldım.” dedi kısaca. Atilla onun bu konu hakkında daha fazla konuşmak istemediğini anlasa bile sormaktan kendini alamadı. “Hangisini seçtiniz?” dedi biraz çekinerek. “Ben bencil bir insanım.” dedi buruk bir gülümsemeyle. Bir süre aralarında bir sessizlik oldu. Delfin bir süre masadaki bir noktaya daldı gitti. Atilla onun daha fazla kendi içinde kaybolmasını önlemek için tekrar konuştu. “Duygularınızla yönetilen bir insan mısınızdır? Gerçi sanatçıların çoğu öyledir.” dedi hafifçe gülümseyerek. “Mantığa da göz kırpmakla bilikte duygularımla yönetiliyorum, diyelim.” dedi yarım bir gülümsemeyle. “Peki, en çok hangisi söz sahibi olur bu duygulardan?” dedi ısrarcı bir tonlamayla. “Gurur.” dedi tek kelimeyle. Atilla duraksadı. Delfin sesinde ilk defa böylesine bir keskinlik duymuştu. “Sanatla ilgili olan insanlardan çok da duyulmamış ilginç bir cevap.” dedi düşünceli bir şekilde. “Aslında tüm sanatçılar bir parça gururludur. Gururları olmasaydı bu kadar eser gelemezdi günümüze. Van Gogh zamanında borçlarını tablolarıyla ödemeye çalışmış. Çoğu insan bunu gurursuzluk olarak görüyor ya da acizlik olarak. Bence tam tersi. Van Gogh biliyordu tablolarının ne kadar değerli ve paha biçilemez olduklarını. Sunmasının sebebi de buydu. Evet fakirdi ve zavallı bir hayatın pençesindeydi. Ama gururu onu böylesine depresyona sürükledi aynı zamanda. Çünkü kim olduğunu biliyordu ama kimse bilmiyordu.” dedi hüzünlü bir sesle. “Çok farklı bir bakış açısı. Kesinlikle farklı bir pencereden baktığınız kesin. Öyleyse bu güzel sohbeti sizi de daha fazla yormamak adına bugünlük bitirelim isterseniz. Sonuçta bu bir yazı dizisi olacak. Her şeyi bir seferde bitirmemeliyiz.” dedi Atilla nazik bir ses tonuyla. “Tabii ki de karar sizin. Arkadaşlar da yeterince yoruldu. Burada sonlandırabiliriz.” dedi Delfin anlayışlı bir şekilde gülümseyerek. Atilla, Giray’a bir baş işareti yaptı ve Giray kaydı durdurdu. “Öyleyse, birkaç fotoğraf sonrası sizi azat edebilirim.” dedi oyunbaz bir gülümseyişle. Delfin nazikçe gülümseyerek onayladı. Nezih, çeşitli poz denemeleriyle Delfin’in fotoğraflarını çekerken Atilla sessizce genç kadını izledi. Sorularıyla onu sandığından daha iyi tanımıştı. Böylelikle de ona karşı ne kadar yanlış bir yaklaşım sergilediğini anlamıştı. Delfin, kendisini çocukça bulmuş olmalıydı. Ciddiye bile almamış olabilirdi. Ukalalığı ve yazdıklarıyla etkilemişti genç kadını bunu görebiliyordu ama o kadardı sadece. Yaklaşımını değiştirmesi gerekiyordu. Çünkü Atilla bu güzel kadına ilk gördüğü andan beri ilgi duyuyordu. Ve onu ilk gördüğü zaman ona röportaj yapmayı teklif etmesinden çok ama çok daha öncesine dayanıyordu.
Merhaba Casperlarım, Umarım bu hikaye sizler için tekrar okumaya değerdir. Düşünceleriniz benim için çok değerli. Beni yorumsuz bırakmayın. Sizleri çok seviyorum. Okuduğunuz ve yanımda olduğunuz için çok teşekkür ederim. Kendinize iyi bakın. Eski Casper'lar tekrar merhaba, yeni Casper'lar hoş geldiniz! Keyifli okumalar Deniz UZAY |
0% |