@miraclesea
|
Delfin ikinci röportaj için geçen sefer röportajın yapıldığı kafeye gelmişti. Bu sefer erken davranıp gelen Atilla ve ekibi olmuştu. Delfin onlara şaşkın bir gülümsemeyle baktı. Gülümsemeye devam ederek yanlarına gitti. Delfin’in geldiğini ilk fark eden Atilla olmuştu. Hemen ayaklandı. Ekibi de onun bu hareketiyle ayaklanıp Delfin’e döndüler. Onların yanına vardığında, “Bu sefer ilk gelen sizler olmuşsunuz. Ben geç kaldım sanırım.” dedi özür diler bir tonlamayla. Atilla gülümseyerek elini uzattı. “Geç kalmak mı? Sadece bizlere doğru gelişinizi görmek istedik, diyelim.” dedi içten bir sesle. Atilla’nın sözleri Delfin’i duraksattı. Bu sözlerde yatan gizli anlamı kendinin abarttığına yordu. Atilla bunu kastetmiş olamaz, diye düşündü. Kendini topladı ve Atilla’nın uzattığı elini sıktı. Ardından yanındaki boş koltuğa geçip herkesle birlikte oturdu. “Başlamadan önce bir kahve alır mısınız?” dedi nazik bir tonlamayla. “Süper olur.” dedi benzer bir tonlamayla. Atilla hemen onun için bir kahve söyledi. Kahvelerin içilmesinin ardından da hemen röportaj öncesi hazırlıklara başlandı. Sonrasında ise röportaja geçildi. Bu ana kadar Atilla’nın sakinliği ve durgunluğu Delfin’in dikkatini çekmişti. Ama buna takılmamaya karar verdi. Belki de sadece keyfi yoktu. Röportaj gayet sakin geçti. Bir önceki röportajdaki o espirili ve hafif ukalaca tavırlar yoktu. Bu durum Delfin’i daha da şaşırttı. Çok farklı bir Atilla ile karşılaşmıştı. Röportaj boyunca onun bu yeni tavrına bir kulp bulmaya çalıştı ama bu ani karakter değişikliğine bir anlam veremedi. Böylelikle başta takılmamaya karar verse de röportaj sonunda sormaya karar verdi. Bu sebeple ikinci ropörtaj ikisinin de kafasının röportajda olmaması sebebiyle ilkine göre çok daha ruhsuz geçmişti. Röportajın bitmesinin ardından ekip toparlanma işine girişti ve Atilla ile Delfin masada yalnız kaldılar. Delfin derin bir nefes alıp konuşmaya karar verdi. “Bugün biraz durgun gibisin.” dedi inceleyen bakışlar eşliğinde. “Pek keyfim yok bugün.” dedi omuz silkerek. “Fark ettim. Özel bir şey değilse anlatabilirsin, dinlerim.” dedi içten bir sesle. Atilla hafifçe gülümsedi. “Nezaketin için teşekkürler. Başını şişirmek istemem.” dedi kibar bir ses tonuyla. “Başımı şişireceğini düşünsem bunu sunmazdım bile sana.” dedi bezgin bir tavırla gözlerini devirerek. Atilla kısa bir gülüş attı. “Üzgünüm, sanırım seni daha fazla sinirlendirmek istemiyorsam konuşmam gerekiyor.” dedi hafif alaycı bir tavırla. Delfin o alaycılığı duyduğunda bir parça rahatladı. Atilla biraz da olsa kendine gelmişti. “Konuşmak zorunda değilsin. Sadece yapmacık tavırlar takınma.” dedi omuz silkerek. “Tamam, anladım. Bunu yapmamalıydım. Üzgünüm. Altıncı hissinin kudretini unutmuşum.” dedi alaycı ama bir o kadar da içten bir sesle. Bunun üstüne Delfin gülümsedi. Aralarında kısa süreli bir sessizlik oldu. Sessizliği ilk bozan yine Delfin oldu. “Eee? Söyleyecek misin, söylemeyecek misin?” dedi bezgin bir sesle. “Sanırım başında kazanamayacağım bir savaşa girmeye cesaret ettim. Gereksiz yere fazlaca güvendim kendime ve bu yüzden de yanlış adımlar attım. Şimdiyse artık savaşı kaybetmiş gibi hissediyorum.” dedi iç çekerek. “Hem de daha doğru düzgün savaşmamışken mi? Seni daha gözü kara biri sanmıştım.” dedi kaşlarını çatarak. Atilla onun bu sözleriyle duraksadı. “Anlayamadım? Ne demek istedin?” dedi Delfin’in sözlerine inanamayarak. “Konuşma şeklin ve sözlerin bana sanki bu savaşın başında, daha kılıcını çekmeden teslimiyete dönmüşsün gibi bir izlenim verdi. Bu benim gözümden değerlendirdiğim senin karakterine ters düşüyor. Senden beklemezdim.” dedi omuz silkerek. “Yani savaşmamı mı öneriyorsun? Pes etmememi?” dedi onun söylediklerine inanamayarak. “Ben sana bir şey öneremem veya şunu yap diyemem. Sadece şu an karşımda duran kişi benim tanıdığım insana benzemiyor. Bunu belirtmek istedim.” dedi dürüst bir şekilde. “Ne için beni cesaretlendirdiğinin hiç farkında değilsin!” dedi şaşkınlıkla ağzının içinde mırıldanarak. Delfin onun ne dediğini duyamayarak, “Ne dedin?” dedi saf bir merakla. Atilla başını iki yana sallayarak kendi kendine güldü. “Benden daha çok savaşmamı istiyor gibisin.” dedi sesinde gizli bir alayla. Delfin bu ince alayı duymazdan geldi. “İnsanların savaşmadan pes etmeyi seçmelerine karşıyım.” dedi arkasına yaslanarak. “Muhteşem bir karşı duruş.” dedi içten bir sesle. Sonrasında ekledi. “Bu cesaretlendirmene teşekkür mahiyetinde bana öğlen yemeğinde eşlik eder misin?” dedi tatlı bir sesle. Delfin o seste hâlâ saklanmış olan alayı duyuyordu ama en azından Atilla kendine geldiği için takılmadı. Cevap vermeden oyalanmak için saatine baktı. Dersine daha iki saat vardı. Atilla ile yemek yemeyi çok istemese de adamın ilgisini çektiği gerçeğini reddedemezdi. “Teşekküre gerek yok ama yemek güzel olabilir. Her türlü yemek yemem gerekiyor. Masadaki tabak sayısı bunu etkilemez.” dedi omuz silkerek. Atilla gülüşünü parmaklarını dudaklarına bastırarak gizlemeye çalıştı ama başarılı olamayınca bu sefer ukalalığa başvurmayı seçti. “Az önce benimle yemek yiyebilmek için bahane mi ürettin sen?” dedi alaycı bir sesle. Delfin gözlerini devirdi. “Memento Mori! *” dedi bezgin bir sesle. (*Lt.: Fani olduğunu hatırla! Memento Mori: Roma imparatoru ve aynı zamanda bir filozof olan Marcus Aurelius, bu sözü ara ara kulağına fısıldaması için birini görevlendirmiştir.) “Ave Cæsar, morituri te salutant! **” dedi elini selam verir gibi kaldırarak. Delfin kısa bir şaşkınlıkla baktı Atilla’ya. Latinceyi biliyor olmasına şaşırmıştı. Karşısındaki adam her seferinde kendisini şaşırtmayı biliyordu. Şaşkınlığı için renk vermemek adına kendini hızlıca toparladı. (**Lt.: Selamlar Sezar, ölecekler seni selamlıyor! Dövüşten önce gladyatörlerin Sezar’a sundukları selam anlamını taşımaktadır.) “Savaşmaya niyetli biri için en uygun söz seçimi oldu.” dedi memnun bir gülümsemeyle. Atilla bir sır verir gibi Delfin’e doğru eğildi. “Eğer seni şaşırttıysam bunu gizlemeye çalışmamalısın. Seni şaşırtabilmek benim gururumu okşar.” dedi incecik bir alayla ama daha çok içten bir sesle. Delfin onun sesindeki alayı da içtenliği de duydu. Bu yüzden sadece güldü ve kızgınlığını sakladı. İkisi de çıkışa doğru yönelirken Atilla onun bu duygusal geçişlerini yüzünden okudu. “Seni sinirlendiriyor olsa da ukalalığım veya alaycılığımdan vazgeçemeyeceğim sanırım.” dedi özür diler bir gülümsemeyle. Delfin bu sefer daha içten ve anlayış dolu bir gülümseme sundu ona. “Kendini reddedersen ne kalır senden geriye? Kim olursun?” dedi emin bir tavırla. Atilla onaylar biçimde salladı. “Öyleyse yemek yemeliyiz. Aç karnına bu kadar felsefe yapabiliyorum.” dedi gülerek. Atilla da güldü. “Öyleyse hemen gidelim. Merak etme, açken felsefe yapmana değecek bir yere götüreceğim seni. Ayrıca buraya çok yakın. Atla bakalım!” dedi arabanın kapısını açarak. “Beklentimi fazla yükseltmemeni tavsiye ederim. Üzülen sen olursun.” dedi arabaya binerken sesinde belirgin bir şekilde duyulan alayla. “Bugün benimsememi sunduğun karakterin savaşçı olduğunu sanıyordum. Karakterime uygun davranıyorum. Bu yüzden rahatlıkla ve kendimden emin bir şekilde söyleyebilirim. Üzülen ben olmayacağım ve sen parmaklarını yalayacaksın.” dedi Delfin’in kapısını kapatırken. Hızla kendi tarafına geçip arabaya bindi. Arabayı çalıştırırken, “Öyleyse, hodri meydan!” dedi gülerek. Atilla da güldü ve yola çıktılar. Delfin yolda ilerlerken onu inceledi. Bu adamda tanımlayamadığı, adını bir türlü koyamadığı bir şeyler vardı. Delfin ondan etkileniyor olduğunu kabul etti. Aynı hatayı tekrarlamaktır belki de ilgini çeken, dedi iç sesi usulca. Kendi kendine güldü. Atilla onun gülüşünü duyunca ona döndü. Yüzünde hüzün ve alayın harmanlandığı bir gülüş vardı. Atilla gözlerini yola çevirdiğinde Da Vinci’nin Mona Lisa’yı nasıl gördüğünü düşündü. Biraz önce gördüğü yüz bunu çok iyi yansıtıyordu. “Yakışıklı suratım mı seni neşelendirdi?” dedi düşüncelerini alaycılığının arkasına saklayarak. Delfin onun sözleiyle kendini toparladı. “Senin karakterini bu kadar değiştiren savaşın ne olduğunu merak ediyordum. Bunu düşünürken düşündüklerimden birinin ilginçliği beni güldürdü.” dedi gülerek. Cevabı o an için doğru değildi. Ama bunu düşündüğü bir yerde gerçekti. Atilla ona kısa bir bakış attı. Kendi kendine düşündü. Söylemeli miydi? Derin bir nefes aldı. Belki de Delfin’in tavsiyesine uyup savaşa girmenin zamanı gelmişti. “Peki öyleyse. O zaman ufak bir şans oyunu oynayalım. Şimdi radyoyu açacağım. Eğer Mor ve Ötesi’nden bir parça çalarsa sana savaşımın ne için olduğunu anlatacağım. Bakalım, hangimiz daha şanslıyız?” dedi elini radyoya doğru uzatarak. Rayoyu açtığı anda Harun’un sesi etraflarını sardı. “Tamiri mümkün kalbinin...” Atilla çalan şarkıyla duraksadı. Şaşırtıcı bir şekilde çalan şarkı onun için anısı olan tanıdık bir şarkıydı. Delfin’e dair ilk anısının oluştuğu şarkıydı. “Sanırım şanslı olan benim.” dedi zafer dolu bir gülümsemeyle. Atilla güldü ve içinden sessiz bir cevap verdi. ‘Her zaman şanslı olan sendin...’ Küçük ama iç ortamı insana huzur veren bir restorandan içeri girdiler. Atilla’nın yanına bir garson koşar adım geldi. Atilla’nın müdavimi olduğu bir restorandı burası. Sahibi de eski bir dostuydu. Bu yüzden bildiği ve kendini rahat hissedebileceği bir yer seçmişti. Garson içten bir gülümsemeyle onları güzel ışık olan bir masaya kadar eşlik etti. Atilla kibarca Delfin’in sandalyesini çekti. Delfin ona nazik bir gülümsemeyle bakarak oturdu. Garson Delfin’e bir menü uzattıktan sonra düşünmeleri için bir zaman tanımak adına biraz geri çekildi. “Sanırım, çok sık geliyorsun buraya.” dedi menüde göz gezdirirken. “Sahibi üniversiteden bir arkadaşım olur.” dedi sandalyesine oturarak. “Önerin var mı?” dedi gözlerini menüden Atilla’ya çevirerek. “Hepsi gayet güzeldir. Ben belli bir şey yemiyorum. Genelde şefin tavsiyesi neyse onu seçerim.” dedi umursamaz bir tavırla iç çekerek. Delfin kısa bir süre Atilla’nın yüzüne bakarak ciddi olup olmadığından emin oldu. Sonrasında menüyü kapattı. “Peki, ben de sana uyacağım.” dedi Delfin ona uyarak. Atilla garsona döndü. Adam hemen yanlarına geldi. “İki şefin tavsiyesi olsun. İçecek bir şey ister misin?” dedi tekrar Delfin’e dönerek. “Su kâfi.” dedi kısaca. “Bir su bir de soda o zaman.” dedi Atilla sipariş vermeyi bitirerek. Garson başıyla onaylayarak Delfin’in önündeki menüyü aldı. Gitmek üzereyken Delfin onu durdurdu. “Ah, söylemeyi unuttum. Şefin tavsiyesinin içinde mantar yok, değil mi?” dedi hızlıca. “Hayır, efendim. Kırmızı et içerikli bir menüdür.” dedi garson kibar bir şekilde. Delfin gülümseyerek onayladı ve tekrar sandalyesine yaslandı. “Alerjin mi var?” dedi ciddi bir sesle. “Maalesef, böyle bir zayıflığım var. Küçükken bana alerji testi yapılmış olmasına ve mantar alerjimin çıkmasına rağmen tadını çok merak ettiğim için yedim. Komaya girmiştim. Annem o günden beri eve bile almaz. Çok korkmuşlar.” dedi hafifçe gülümseyerek. “Ailenin tansiyonunu yükseltmeyi iyi biliyorsun, sanırım.” dedi gülerek. Delfin de güldü. “Aklı başında bir çocuk değildim. Abim yaramaz olduğum için hep benim peşimdeydi. Tabi yetişemediği durumlar da oluyordu.” dedi kafasını eğip gülerek. Atilla bu gülüşte bir anlığına kayboldu. Kendini bulmasını sağlayan Delfin’in konuşmaya devam eden sesi oldu. “Üniversiteye başladığımda akıllanmıştım ama ailemin gözünden bakıldığında aldığım yanlış kararlar sonucunda evin aklı fezada olan çocuğu karakterime geri döndüm.” dedi alaycı bir ses tonuyla kafasını iki yana sallarken. Atilla başta gülse de sonrasında duraksadı. Yanlış karardan kastının Derin ile evlenmesi olduğunu düşündü. “Bir tahminde bulunursam bu evliliğin miydi? Genelde aileler çocukları için kimsenin yeterince mükemmel olamayacağına inanırlar.” dedi alaycı bir ses tonuyla. “Tabii ki! Derin onların gözünde tam bir serseriydi. Özellikle annemden çok çekti Derin. Neyse ki, Elektrik Elektronik mühendisliği fakültesine zaafı vardı da Derin bu savaştan sağ çıkabildi.” dedi kocaman bir kahkaha eşliğinde. “Neden zaafı var?” dedi onun kahkahasına eşlik ederek. “Çünkü tüm evin elektrik tesisatını kendi yapabilirmiş.” dedi kahkahalarının arasında. “Annenin müfredata olan hakimiyeti beni kendisine hayran bıraktı.” dedi o da gülerken. “Gerçekte onların bu işi yamadığını anladığındaysa Derin çoktan oyuncu olmuştu bile. Böylelikle Derin tek artı puanını da kaybetmiş oldu. Neyse ki film ve dizilerden iyi para kazandı da annemi memnun ederek hayırlı damat ünvanını aldı.” dedi sakinleşmek için derin nefesler alırken. “Eğlenceli zamanlar olmuş.” dedi ifadesiz bir ses tonuyla. O sırada garonun siparişlerini getirmesiyle Delfin kısa bir anlığına susmak zorunda kaldı. Garson gittiğinde, “Anlatması eğlenceli sadece.” dedi kafasını olumsuz anlamda sallayarak. Atilla sessiz kaldı. Delfin’in anılarını hâlâ o güne dair hissettiği keyifle anlatması canını sıkmıştı. Yine ona anlatıp anlatmamak arasında kararsız kalmıştı. Ve yine onu bu kararsızlıktan Delfin çıkartmıştı. “Eee... Peki, şu muhteşem aşk -ah, pardon!- savaş hikâyeni anlatmaya karar verdin mi?” dedi hafif alay ve merak taşıyan bir ses tonuyla. “Aslında çok bir esprisi yok. Sevgisizliğine bir kalp verdiğim biriydi işte.” dedi isteksiz bir tavırla omuz silkerek. Delfin kollarını göğsünün altında bağlayıp arkasına yaslandı. “Ve sen ‘biriydi işte’ diye tanımladığın biri için savaşa girmeyi düşünüyorsun. Merak ediyorum, severken mi yalan söylüyorsun, anlatırken mi.” dedi tek kaşını kaldırarak. Atilla bu sözlerle donup kaldı. Karşısında oturan kadının ne kadar zeki olduğunu bazen unutuyordu. Derin bir nefes aldı. “Özür dilerim. Sadece sanırım konuşması zor geliyor bana.” dedi özür dileyen bir gülümseme eşliğinde. “Bana anlatmak zorunda değilsin. Seni bunun için zorlamak istemem. Sadece kendini daha iyi hissedersin diye anlatmanı önerdim.” dedi onun gerçekten anlatmak istemediğini düşünerek. Atilla hızlı bir şekilde başını iki yana salladı. “Hayır, Delfin. Alakası yok. Sadece daha önce kimseye anlatmamıştım. Tamam, anlatıyorum. Üniversiteyi bitirmek üzereyken gördüm ilk defa onu. Okulun yemekhanesinden o çıkarken ben giriyordum. Sanki o sırada arka planda bir bale müziği çalıyormuş gibi kendi etrafında dönüp elindekileri çöp kutusuna attı. Bu tam tamına sekiz saniye süren kısa gösteri ona âşık olmam için yeterli oldu. Belki de çok saçma bir şeydi. Bir insanın çöp atışına vurulur mu bir insan?” dedi kendiyle alay edercesine gülerek. “Aşk için bahane bulmak kadar saçma değil.” dedi Delfin de gülerek. Atilla başını iki yana salladı. “Benim tarafımda olman gerekiyor. Beni desteklemeli, benim dediklerimi onaylamalısın.” dedi kaşlarını çatarak. “Böyle bir şey yapacağımı da nereden çıkardın?” dedi umursamaz bir tavırla omuz silkerek. Atilla sadece omuz silkti. “İlginç bir âşık olma hikayesi olmuş.” dedi düşünceli bir sesle. Sonrasında ekledi. “Bu arada ben de hayatıma müzik ve dans katarak bir şeyler yapmayı severim. Yani çok da saçma sayılmaz. Kalp o sırada çalsa da çalmasa da müziği sever bana göre. Sana da böyle olmuş.” dedi anlayışlı bir tavırla gülümseyerek. Atilla kendini tutamayarak güldü. Acaba kendisinden bahsettiğini söylesem tepkisi ne olurdu, diye düşündü. Düşünceleri Delfin’in sabırsız sesiyle bölündü. “Sonra ne oldu peki?” dedi merakla. “Sonra ben mezun oldum. O da okumaya devam etti.” dedi umursamaz bir tavırla. Delfin gözlerini devirdi. “Hadi ama Atilla, ağzından cımbızla mı laf alacağım her seferinde? Söyle artık! Savaş bunun neresinde?” dedi bezgin bir sesle. “Okul hayatım boyunca tabii onu uzaktan izlemeye ve sevmeye devam ettim. Bir gün bile olsun hislerimi ona söylemeye cesaret edemedim. O zamanlar melankolik ruhlu bir adamdım. Onun gibi bir bahar çiçeğinin kendi karanlık dünyamda yaşayabileceğine ihtimal bile vermedim. Ortak birkaç dersimiz oldu. O sıralarda tanıştık ve normal düzeyde sınıf arkadaşlığımız oldu. Birbirimizle ders notları veya dönem tiyatroları ile ilgili ufak tefek sohbetlerimiz oldu. Bu kadardı. Böylelikle mezun oldum. Sonrasında yollarımız ayrıldı. Geçenlerde onu gördüm. Hâlâ onu gördüğüm ilk gün gibiydi. Sanki bir gün bile geçmemiş gibi ama ben değişmiştim. O gün ona bir şey söylememiş veya yaklaşmamış olabilirdim ama artık öyle biri değildim. Özgüvenli, başarılı, zeki, karizmatik ve yakışıklı biriydim artık. Yani onu kolayca tavlayabilirdim. En azından böyle düşünüyordum. Ukala olduğum kadar aptaldım da!” dedi kendi kendiyle alay ederek. “Ben sadece kendine fazla güvendiğini düşünüyorum. Kendine güvenmen gerekn zamanlarda ise hiç gğven sahibi olmamışsın. Aradan geçen yılları göz ardı etmek konusundaki aptallığına ise bir şey diyemeyeceğim.” dedi ellerini havaya kaldırarak. “Kesinlikle halısın. Benim gibi o da hayatına devam etmişti. Ama ben onun hayatına girmediğim için sonunda mutsuz olduğu hayaline kendimi fazla kaptırmıştım. Aslında gerçekten mutsuzdu. Ama bunun sebebi benim olmamam değildi tabiiki de.” dedi başını iki yana sallayarak. “Mutsuz olduğunu sana düşündüren neydi?” dedi düşünceli bir sesle. “Onun yaşadığı hayatı biliyordum çünkü. Kim o hayatı yaşasa mutsuz olurdu. Onun mutsuzluğunu da yıllar sonra karşılaştığımızda net bir şekilde gözlerinde görebildim.” dedi Delfin’in gözlerinin içine bakarak. Delfin onun bu keskin bakışıyla bir anlığına ürperse de bu hissi gözardı etti. “Bu sebeple de cüretkâr davranma hakkı buldum kendimde. Zekâmla ve süslü sözlerimle büyülemeye çalıştım onu. Sonra fark ettim ki, mutsuz olmasına rağmen güzel şeyler de biriktirmiş bensiz hayatında. Mutsuzluğuna değecek güzellikte oldukları için de mutsuz hayatından vazgeçmeyeceğini düşündüm. Böylelikle savaşı başlamadan bir kere daha kaybetmiş oldum.” dedi bir iç çekiş eşliğinde. “Gerçekten de gereksiz yere fazlaca güveniyorsun kendine. Yanlış adımlar atmışsın ve atmaya devam ediyorsun. Kendi kendine onun hakkında hükümler vermişsin. Önce mutsuz bir hayat yaşadığına hükmetmişsin. Sonra da bu mutsuz hayatı yaşamayı sevdiğine inanmışsın. Bu fikre nereden kapıldın bilmiyorum ama sana inandığım bir şeyi söyleyeyim, herkes kendi mutluluğu konusunda bencildir. Mutsuzluk içinde kimse uzun süre var olamaz. Yani sana anlatmak istediğim şu; ya o gerçekten mutlu bir hayat sürüyor ve sen cesaretsiz olduğun için bunu kabullenmek istemiyorsun, ya da o mutsuz bir hayatı yaşıyor ve sen cesaretsiz olduğun için ona açılırsan seni reddeder diye düşünüyorsun. Durum onun için değişken olsa da senin için aslında oldukça sabit.” dedi dürüst bir şekilde fikrini belirterek. Atilla onun bu sözleriyle ne diyeceğini bilemez bir şekilde kalakaldı. Ağzından dökülenlerin her bir kelimesinde doğruydu. “Sanırım herbir cümlende haklısın.” dedi sonunda kendine gelip de konuştuğunda. Teslim olmuştu Delfin’in suçüstü sözlerine. Delfin onun yenilgiyle çökmüş olduğunu görünce sert sözleri için ufak bir pişmanlık duydu. “Mükemmel bir gözlem ve yorumlama yeteneğine sahip olduğumdan bahsetmiş miydim?” dedi aralarına bir parça neşe katıp ortalığı yumuşatma çabasıyla. Atilla’nın dudaklarının arasından istemsiz bir kahkaha firar etti. “Ukala insanları sevmiyor oluşunun sebebi, tamamını kendinde topluyor olman sanırım.” dedi gözlerini devirerek. “Ukalalığı sevmiyor olsaydım, şu an evli ve çocuklu olmazdım.” dedi tek kaşını kaldırarak. Bu cümle ile Atilla’nın yeni neşelenmiş havası tekrar kapanmaya başlamıştı. Delfin ikinci röportaj için geçen sefer röportajın yapıldığı kafeye gelmişti. Bu sefer erken davranıp gelen Atilla ve ekibi olmuştu. Delfin onlara şaşkın bir gülümsemeyle baktı. Gülümsemeye devam ederek yanlarına gitti. Delfin’in geldiğini ilk fark eden Atilla olmuştu. Hemen ayaklandı. Ekibi de onun bu hareketiyle ayaklanıp Delfin’e döndüler. Onların yanına vardığında, “Bu sefer ilk gelen sizler olmuşsunuz. Ben geç kaldım sanırım.” dedi özür diler bir tonlamayla. Atilla gülümseyerek elini uzattı. “Geç kalmak mı? Sadece bizlere doğru gelişinizi görmek istedik, diyelim.” dedi içten bir sesle. Atilla’nın sözleri Delfin’i duraksattı. Bu sözlerde yatan gizli anlamı kendinin abarttığına yordu. Atilla bunu kastetmiş olamaz, diye düşündü. Kendini topladı ve Atilla’nın uzattığı elini sıktı. Ardından yanındaki boş koltuğa geçip herkesle birlikte oturdu. “Başlamadan önce bir kahve alır mısınız?” dedi nazik bir tonlamayla. “Süper olur.” dedi benzer bir tonlamayla. Atilla hemen onun için bir kahve söyledi. Kahvelerin içilmesinin ardından da hemen röportaj öncesi hazırlıklara başlandı. Sonrasında ise röportaja geçildi. Bu ana kadar Atilla’nın sakinliği ve durgunluğu Delfin’in dikkatini çekmişti. Ama buna takılmamaya karar verdi. Belki de sadece keyfi yoktu. Röportaj gayet sakin geçti. Bir önceki röportajdaki o espirili ve hafif ukalaca tavırlar yoktu. Bu durum Delfin’i daha da şaşırttı. Çok farklı bir Atilla ile karşılaşmıştı. Röportaj boyunca onun bu yeni tavrına bir kulp bulmaya çalıştı ama bu ani karakter değişikliğine bir anlam veremedi. Böylelikle başta takılmamaya karar verse de röportaj sonunda sormaya karar verdi. Bu sebeple ikinci ropörtaj ikisinin de kafasının röportajda olmaması sebebiyle ilkine göre çok daha ruhsuz geçmişti. Röportajın bitmesinin ardından ekip toparlanma işine girişti ve Atilla ile Delfin masada yalnız kaldılar. Delfin derin bir nefes alıp konuşmaya karar verdi. “Bugün biraz durgun gibisin.” dedi inceleyen bakışlar eşliğinde. “Pek keyfim yok bugün.” dedi omuz silkerek. “Fark ettim. Özel bir şey değilse anlatabilirsin, dinlerim.” dedi içten bir sesle. Atilla hafifçe gülümsedi. “Nezaketin için teşekkürler. Başını şişirmek istemem.” dedi kibar bir ses tonuyla. “Başımı şişireceğini düşünsem bunu sunmazdım bile sana.” dedi bezgin bir tavırla gözlerini devirerek. Atilla kısa bir gülüş attı. “Üzgünüm, sanırım seni daha fazla sinirlendirmek istemiyorsam konuşmam gerekiyor.” dedi hafif alaycı bir tavırla. Delfin o alaycılığı duyduğunda bir parça rahatladı. Atilla biraz da olsa kendine gelmişti. “Konuşmak zorunda değilsin. Sadece yapmacık tavırlar takınma.” dedi omuz silkerek. “Tamam, anladım. Bunu yapmamalıydım. Üzgünüm. Altıncı hissinin kudretini unutmuşum.” dedi alaycı ama bir o kadar da içten bir sesle. Bunun üstüne Delfin gülümsedi. Aralarında kısa süreli bir sessizlik oldu. Sessizliği ilk bozan yine Delfin oldu. “Eee? Söyleyecek misin, söylemeyecek misin?” dedi bezgin bir sesle. “Sanırım başında kazanamayacağım bir savaşa girmeye cesaret ettim. Gereksiz yere fazlaca güvendim kendime ve bu yüzden de yanlış adımlar attım. Şimdiyse artık savaşı kaybetmiş gibi hissediyorum.” dedi iç çekerek. “Hem de daha doğru düzgün savaşmamışken mi? Seni daha gözü kara biri sanmıştım.” dedi kaşlarını çatarak. Atilla onun bu sözleriyle duraksadı. “Anlayamadım? Ne demek istedin?” dedi Delfin’in sözlerine inanamayarak. “Konuşma şeklin ve sözlerin bana sanki bu savaşın başında, daha kılıcını çekmeden teslimiyete dönmüşsün gibi bir izlenim verdi. Bu benim gözümden değerlendirdiğim senin karakterine ters düşüyor. Senden beklemezdim.” dedi omuz silkerek. “Yani savaşmamı mı öneriyorsun? Pes etmememi?” dedi onun söylediklerine inanamayarak. “Ben sana bir şey öneremem veya şunu yap diyemem. Sadece şu an karşımda duran kişi benim tanıdığım insana benzemiyor. Bunu belirtmek istedim.” dedi dürüst bir şekilde. “Ne için beni cesaretlendirdiğinin hiç farkında değilsin!” dedi şaşkınlıkla ağzının içinde mırıldanarak. Delfin onun ne dediğini duyamayarak, “Ne dedin?” dedi saf bir merakla. Atilla başını iki yana sallayarak kendi kendine güldü. “Benden daha çok savaşmamı istiyor gibisin.” dedi sesinde gizli bir alayla. Delfin bu ince alayı duymazdan geldi. “İnsanların savaşmadan pes etmeyi seçmelerine karşıyım.” dedi arkasına yaslanarak. “Muhteşem bir karşı duruş.” dedi içten bir sesle. Sonrasında ekledi. “Bu cesaretlendirmene teşekkür mahiyetinde bana öğlen yemeğinde eşlik eder misin?” dedi tatlı bir sesle. Delfin o seste hâlâ saklanmış olan alayı duyuyordu ama en azından Atilla kendine geldiği için takılmadı. Cevap vermeden oyalanmak için saatine baktı. Dersine daha iki saat vardı. Atilla ile yemek yemeyi çok istemese de adamın ilgisini çektiği gerçeğini reddedemezdi. “Teşekküre gerek yok ama yemek güzel olabilir. Her türlü yemek yemem gerekiyor. Masadaki tabak sayısı bunu etkilemez.” dedi omuz silkerek. Atilla gülüşünü parmaklarını dudaklarına bastırarak gizlemeye çalıştı ama başarılı olamayınca bu sefer ukalalığa başvurmayı seçti. “Az önce benimle yemek yiyebilmek için bahane mi ürettin sen?” dedi alaycı bir sesle. Delfin gözlerini devirdi. “Memento Mori! *” dedi bezgin bir sesle. (*Lt.: Fani olduğunu hatırla! Memento Mori: Roma imparatoru ve aynı zamanda bir filozof olan Marcus Aurelius, bu sözü ara ara kulağına fısıldaması için birini görevlendirmiştir.) “Ave Cæsar, morituri te salutant! **” dedi elini selam verir gibi kaldırarak. Delfin kısa bir şaşkınlıkla baktı Atilla’ya. Latinceyi biliyor olmasına şaşırmıştı. Karşısındaki adam her seferinde kendisini şaşırtmayı biliyordu. Şaşkınlığı için renk vermemek adına kendini hızlıca toparladı. (**Lt.: Selamlar Sezar, ölecekler seni selamlıyor! Dövüşten önce gladyatörlerin Sezar’a sundukları selam anlamını taşımaktadır.) “Savaşmaya niyetli biri için en uygun söz seçimi oldu.” dedi memnun bir gülümsemeyle. Atilla bir sır verir gibi Delfin’e doğru eğildi. “Eğer seni şaşırttıysam bunu gizlemeye çalışmamalısın. Seni şaşırtabilmek benim gururumu okşar.” dedi incecik bir alayla ama daha çok içten bir sesle. Delfin onun sesindeki alayı da içtenliği de duydu. Bu yüzden sadece güldü ve kızgınlığını sakladı. İkisi de çıkışa doğru yönelirken Atilla onun bu duygusal geçişlerini yüzünden okudu. “Seni sinirlendiriyor olsa da ukalalığım veya alaycılığımdan vazgeçemeyeceğim sanırım.” dedi özür diler bir gülümsemeyle. Delfin bu sefer daha içten ve anlayış dolu bir gülümseme sundu ona. “Kendini reddedersen ne kalır senden geriye? Kim olursun?” dedi emin bir tavırla. Atilla onaylar biçimde salladı. “Öyleyse yemek yemeliyiz. Aç karnına bu kadar felsefe yapabiliyorum.” dedi gülerek. Atilla da güldü. “Öyleyse hemen gidelim. Merak etme, açken felsefe yapmana değecek bir yere götüreceğim seni. Ayrıca buraya çok yakın. Atla bakalım!” dedi arabanın kapısını açarak. “Beklentimi fazla yükseltmemeni tavsiye ederim. Üzülen sen olursun.” dedi arabaya binerken sesinde belirgin bir şekilde duyulan alayla. “Bugün benimsememi sunduğun karakterin savaşçı olduğunu sanıyordum. Karakterime uygun davranıyorum. Bu yüzden rahatlıkla ve kendimden emin bir şekilde söyleyebilirim. Üzülen ben olmayacağım ve sen parmaklarını yalayacaksın.” dedi Delfin’in kapısını kapatırken. Hızla kendi tarafına geçip arabaya bindi. Arabayı çalıştırırken, “Öyleyse, hodri meydan!” dedi gülerek. Atilla da güldü ve yola çıktılar. Delfin yolda ilerlerken onu inceledi. Bu adamda tanımlayamadığı, adını bir türlü koyamadığı bir şeyler vardı. Delfin ondan etkileniyor olduğunu kabul etti. Aynı hatayı tekrarlamaktır belki de ilgini çeken, dedi iç sesi usulca. Kendi kendine güldü. Atilla onun gülüşünü duyunca ona döndü. Yüzünde hüzün ve alayın harmanlandığı bir gülüş vardı. Atilla gözlerini yola çevirdiğinde Da Vinci’nin Mona Lisa’yı nasıl gördüğünü düşündü. Biraz önce gördüğü yüz bunu çok iyi yansıtıyordu. “Yakışıklı suratım mı seni neşelendirdi?” dedi düşüncelerini alaycılığının arkasına saklayarak. Delfin onun sözleiyle kendini toparladı. “Senin karakterini bu kadar değiştiren savaşın ne olduğunu merak ediyordum. Bunu düşünürken düşündüklerimden birinin ilginçliği beni güldürdü.” dedi gülerek. Cevabı o an için doğru değildi. Ama bunu düşündüğü bir yerde gerçekti. Atilla ona kısa bir bakış attı. Kendi kendine düşündü. Söylemeli miydi? Derin bir nefes aldı. Belki de Delfin’in tavsiyesine uyup savaşa girmenin zamanı gelmişti. “Peki öyleyse. O zaman ufak bir şans oyunu oynayalım. Şimdi radyoyu açacağım. Eğer Mor ve Ötesi’nden bir parça çalarsa sana savaşımın ne için olduğunu anlatacağım. Bakalım, hangimiz daha şanslıyız?” dedi elini radyoya doğru uzatarak. Rayoyu açtığı anda Harun’un sesi etraflarını sardı. “Tamiri mümkün kalbinin...” Atilla çalan şarkıyla duraksadı. Şaşırtıcı bir şekilde çalan şarkı onun için anısı olan tanıdık bir şarkıydı. Delfin’e dair ilk anısının oluştuğu şarkıydı. “Sanırım şanslı olan benim.” dedi zafer dolu bir gülümsemeyle. Atilla güldü ve içinden sessiz bir cevap verdi. ‘Her zaman şanslı olan sendin...’ Küçük ama iç ortamı insana huzur veren bir restorandan içeri girdiler. Atilla’nın yanına bir garson koşar adım geldi. Atilla’nın müdavimi olduğu bir restorandı burası. Sahibi de eski bir dostuydu. Bu yüzden bildiği ve kendini rahat hissedebileceği bir yer seçmişti. Garson içten bir gülümsemeyle onları güzel ışık olan bir masaya kadar eşlik etti. Atilla kibarca Delfin’in sandalyesini çekti. Delfin ona nazik bir gülümsemeyle bakarak oturdu. Garson Delfin’e bir menü uzattıktan sonra düşünmeleri için bir zaman tanımak adına biraz geri çekildi. “Sanırım, çok sık geliyorsun buraya.” dedi menüde göz gezdirirken. “Sahibi üniversiteden bir arkadaşım olur.” dedi sandalyesine oturarak. “Önerin var mı?” dedi gözlerini menüden Atilla’ya çevirerek. “Hepsi gayet güzeldir. Ben belli bir şey yemiyorum. Genelde şefin tavsiyesi neyse onu seçerim.” dedi umursamaz bir tavırla iç çekerek. Delfin kısa bir süre Atilla’nın yüzüne bakarak ciddi olup olmadığından emin oldu. Sonrasında menüyü kapattı. “Peki, ben de sana uyacağım.” dedi Delfin ona uyarak. Atilla garsona döndü. Adam hemen yanlarına geldi. “İki şefin tavsiyesi olsun. İçecek bir şey ister misin?” dedi tekrar Delfin’e dönerek. “Su kâfi.” dedi kısaca. “Bir su bir de soda o zaman.” dedi Atilla sipariş vermeyi bitirerek. Garson başıyla onaylayarak Delfin’in önündeki menüyü aldı. Gitmek üzereyken Delfin onu durdurdu. “Ah, söylemeyi unuttum. Şefin tavsiyesinin içinde mantar yok, değil mi?” dedi hızlıca. “Hayır, efendim. Kırmızı et içerikli bir menüdür.” dedi garson kibar bir şekilde. Delfin gülümseyerek onayladı ve tekrar sandalyesine yaslandı. “Alerjin mi var?” dedi ciddi bir sesle. “Maalesef, böyle bir zayıflığım var. Küçükken bana alerji testi yapılmış olmasına ve mantar alerjimin çıkmasına rağmen tadını çok merak ettiğim için yedim. Komaya girmiştim. Annem o günden beri eve bile almaz. Çok korkmuşlar.” dedi hafifçe gülümseyerek. “Ailenin tansiyonunu yükseltmeyi iyi biliyorsun, sanırım.” dedi gülerek. Delfin de güldü. “Aklı başında bir çocuk değildim. Abim yaramaz olduğum için hep benim peşimdeydi. Tabi yetişemediği durumlar da oluyordu.” dedi kafasını eğip gülerek. Atilla bu gülüşte bir anlığına kayboldu. Kendini bulmasını sağlayan Delfin’in konuşmaya devam eden sesi oldu. “Üniversiteye başladığımda akıllanmıştım ama ailemin gözünden bakıldığında aldığım yanlış kararlar sonucunda evin aklı fezada olan çocuğu karakterime geri döndüm.” dedi alaycı bir ses tonuyla kafasını iki yana sallarken. Atilla başta gülse de sonrasında duraksadı. Yanlış karardan kastının Derin ile evlenmesi olduğunu düşündü. “Bir tahminde bulunursam bu evliliğin miydi? Genelde aileler çocukları için kimsenin yeterince mükemmel olamayacağına inanırlar.” dedi alaycı bir ses tonuyla. “Tabii ki! Derin onların gözünde tam bir serseriydi. Özellikle annemden çok çekti Derin. Neyse ki, Elektrik Elektronik mühendisliği fakültesine zaafı vardı da Derin bu savaştan sağ çıkabildi.” dedi kocaman bir kahkaha eşliğinde. “Neden zaafı var?” dedi onun kahkahasına eşlik ederek. “Çünkü tüm evin elektrik tesisatını kendi yapabilirmiş.” dedi kahkahalarının arasında. “Annenin müfredata olan hakimiyeti beni kendisine hayran bıraktı.” dedi o da gülerken. “Gerçekte onların bu işi yamadığını anladığındaysa Derin çoktan oyuncu olmuştu bile. Böylelikle Derin tek artı puanını da kaybetmiş oldu. Neyse ki film ve dizilerden iyi para kazandı da annemi memnun ederek hayırlı damat ünvanını aldı.” dedi sakinleşmek için derin nefesler alırken. “Eğlenceli zamanlar olmuş.” dedi ifadesiz bir ses tonuyla. O sırada garonun siparişlerini getirmesiyle Delfin kısa bir anlığına susmak zorunda kaldı. Garson gittiğinde, “Anlatması eğlenceli sadece.” dedi kafasını olumsuz anlamda sallayarak. Atilla sessiz kaldı. Delfin’in anılarını hâlâ o güne dair hissettiği keyifle anlatması canını sıkmıştı. Yine ona anlatıp anlatmamak arasında kararsız kalmıştı. Ve yine onu bu kararsızlıktan Delfin çıkartmıştı. “Eee... Peki, şu muhteşem aşk -ah, pardon!- savaş hikâyeni anlatmaya karar verdin mi?” dedi hafif alay ve merak taşıyan bir ses tonuyla. “Aslında çok bir esprisi yok. Sevgisizliğine bir kalp verdiğim biriydi işte.” dedi isteksiz bir tavırla omuz silkerek. Delfin kollarını göğsünün altında bağlayıp arkasına yaslandı. “Ve sen ‘biriydi işte’ diye tanımladığın biri için savaşa girmeyi düşünüyorsun. Merak ediyorum, severken mi yalan söylüyorsun, anlatırken mi.” dedi tek kaşını kaldırarak. Atilla bu sözlerle donup kaldı. Karşısında oturan kadının ne kadar zeki olduğunu bazen unutuyordu. Derin bir nefes aldı. “Özür dilerim. Sadece sanırım konuşması zor geliyor bana.” dedi özür dileyen bir gülümseme eşliğinde. “Bana anlatmak zorunda değilsin. Seni bunun için zorlamak istemem. Sadece kendini daha iyi hissedersin diye anlatmanı önerdim.” dedi onun gerçekten anlatmak istemediğini düşünerek. Atilla hızlı bir şekilde başını iki yana salladı. “Hayır, Delfin. Alakası yok. Sadece daha önce kimseye anlatmamıştım. Tamam, anlatıyorum. Üniversiteyi bitirmek üzereyken gördüm ilk defa onu. Okulun yemekhanesinden o çıkarken ben giriyordum. Sanki o sırada arka planda bir bale müziği çalıyormuş gibi kendi etrafında dönüp elindekileri çöp kutusuna attı. Bu tam tamına sekiz saniye süren kısa gösteri ona âşık olmam için yeterli oldu. Belki de çok saçma bir şeydi. Bir insanın çöp atışına vurulur mu bir insan?” dedi kendiyle alay edercesine gülerek. “Aşk için bahane bulmak kadar saçma değil.” dedi Delfin de gülerek. Atilla başını iki yana salladı. “Benim tarafımda olman gerekiyor. Beni desteklemeli, benim dediklerimi onaylamalısın.” dedi kaşlarını çatarak. “Böyle bir şey yapacağımı da nereden çıkardın?” dedi umursamaz bir tavırla omuz silkerek. Atilla sadece omuz silkti. “İlginç bir âşık olma hikayesi olmuş.” dedi düşünceli bir sesle. Sonrasında ekledi. “Bu arada ben de hayatıma müzik ve dans katarak bir şeyler yapmayı severim. Yani çok da saçma sayılmaz. Kalp o sırada çalsa da çalmasa da müziği sever bana göre. Sana da böyle olmuş.” dedi anlayışlı bir tavırla gülümseyerek. Atilla kendini tutamayarak güldü. Acaba kendisinden bahsettiğini söylesem tepkisi ne olurdu, diye düşündü. Düşünceleri Delfin’in sabırsız sesiyle bölündü. “Sonra ne oldu peki?” dedi merakla. “Sonra ben mezun oldum. O da okumaya devam etti.” dedi umursamaz bir tavırla. Delfin gözlerini devirdi. “Hadi ama Atilla, ağzından cımbızla mı laf alacağım her seferinde? Söyle artık! Savaş bunun neresinde?” dedi bezgin bir sesle. “Okul hayatım boyunca tabii onu uzaktan izlemeye ve sevmeye devam ettim. Bir gün bile olsun hislerimi ona söylemeye cesaret edemedim. O zamanlar melankolik ruhlu bir adamdım. Onun gibi bir bahar çiçeğinin kendi karanlık dünyamda yaşayabileceğine ihtimal bile vermedim. Ortak birkaç dersimiz oldu. O sıralarda tanıştık ve normal düzeyde sınıf arkadaşlığımız oldu. Birbirimizle ders notları veya dönem tiyatroları ile ilgili ufak tefek sohbetlerimiz oldu. Bu kadardı. Böylelikle mezun oldum. Sonrasında yollarımız ayrıldı. Geçenlerde onu gördüm. Hâlâ onu gördüğüm ilk gün gibiydi. Sanki bir gün bile geçmemiş gibi ama ben değişmiştim. O gün ona bir şey söylememiş veya yaklaşmamış olabilirdim ama artık öyle biri değildim. Özgüvenli, başarılı, zeki, karizmatik ve yakışıklı biriydim artık. Yani onu kolayca tavlayabilirdim. En azından böyle düşünüyordum. Ukala olduğum kadar aptaldım da!” dedi kendi kendiyle alay ederek. “Ben sadece kendine fazla güvendiğini düşünüyorum. Kendine güvenmen gerekn zamanlarda ise hiç gğven sahibi olmamışsın. Aradan geçen yılları göz ardı etmek konusundaki aptallığına ise bir şey diyemeyeceğim.” dedi ellerini havaya kaldırarak. “Kesinlikle halısın. Benim gibi o da hayatına devam etmişti. Ama ben onun hayatına girmediğim için sonunda mutsuz olduğu hayaline kendimi fazla kaptırmıştım. Aslında gerçekten mutsuzdu. Ama bunun sebebi benim olmamam değildi tabiiki de.” dedi başını iki yana sallayarak. “Mutsuz olduğunu sana düşündüren neydi?” dedi düşünceli bir sesle. “Onun yaşadığı hayatı biliyordum çünkü. Kim o hayatı yaşasa mutsuz olurdu. Onun mutsuzluğunu da yıllar sonra karşılaştığımızda net bir şekilde gözlerinde görebildim.” dedi Delfin’in gözlerinin içine bakarak. Delfin onun bu keskin bakışıyla bir anlığına ürperse de bu hissi gözardı etti. “Bu sebeple de cüretkâr davranma hakkı buldum kendimde. Zekâmla ve süslü sözlerimle büyülemeye çalıştım onu. Sonra fark ettim ki, mutsuz olmasına rağmen güzel şeyler de biriktirmiş bensiz hayatında. Mutsuzluğuna değecek güzellikte oldukları için de mutsuz hayatından vazgeçmeyeceğini düşündüm. Böylelikle savaşı başlamadan bir kere daha kaybetmiş oldum.” dedi bir iç çekiş eşliğinde. “Gerçekten de gereksiz yere fazlaca güveniyorsun kendine. Yanlış adımlar atmışsın ve atmaya devam ediyorsun. Kendi kendine onun hakkında hükümler vermişsin. Önce mutsuz bir hayat yaşadığına hükmetmişsin. Sonra da bu mutsuz hayatı yaşamayı sevdiğine inanmışsın. Bu fikre nereden kapıldın bilmiyorum ama sana inandığım bir şeyi söyleyeyim, herkes kendi mutluluğu konusunda bencildir. Mutsuzluk içinde kimse uzun süre var olamaz. Yani sana anlatmak istediğim şu; ya o gerçekten mutlu bir hayat sürüyor ve sen cesaretsiz olduğun için bunu kabullenmek istemiyorsun, ya da o mutsuz bir hayatı yaşıyor ve sen cesaretsiz olduğun için ona açılırsan seni reddeder diye düşünüyorsun. Durum onun için değişken olsa da senin için aslında oldukça sabit.” dedi dürüst bir şekilde fikrini belirterek. Atilla onun bu sözleriyle ne diyeceğini bilemez bir şekilde kalakaldı. Ağzından dökülenlerin her bir kelimesinde doğruydu. “Sanırım herbir cümlende haklısın.” dedi sonunda kendine gelip de konuştuğunda. Teslim olmuştu Delfin’in suçüstü sözlerine. Delfin onun yenilgiyle çökmüş olduğunu görünce sert sözleri için ufak bir pişmanlık duydu. “Mükemmel bir gözlem ve yorumlama yeteneğine sahip olduğumdan bahsetmiş miydim?” dedi aralarına bir parça neşe katıp ortalığı yumuşatma çabasıyla. Atilla’nın dudaklarının arasından istemsiz bir kahkaha firar etti. “Ukala insanları sevmiyor oluşunun sebebi, tamamını kendinde topluyor olman sanırım.” dedi gözlerini devirerek. “Ukalalığı sevmiyor olsaydım, şu an evli ve çocuklu olmazdım.” dedi tek kaşını kaldırarak. Bu cümle ile Atilla’nın yeni neşelenmiş havası tekrar kapanmaya başlamıştı.
Merhaba Casperlarım, Umarım bu hikaye sizler için tekrar okumaya değerdir. Düşünceleriniz benim için çok değerli. Beni yorumsuz bırakmayın. Sizleri çok seviyorum. Okuduğunuz ve yanımda olduğunuz için çok teşekkür ederim. Kendinize iyi bakın. Eski Casper'lar tekrar merhaba, yeni Casper'lar hoş geldiniz! Keyifli okumalar Deniz UZAY |
0% |